@sadecerabii @dumbullukemal artık seni de görüyor
MİLLİYETÇİLİK YALANI NEDEN ATILDI?
Birazcık tarih magazini okuyan herkesin fark edeceği bir gerçeği gözünüze sokmak istiyorum. Fransız İhtilalinden bu yana gerek pozitivizmin, gerek varoşların, gerek de soysuz siyasetçilerin inandığı bir yalandan bahsedeyim. Irk konusu. Irk konusu Fransız İhtilalinden önce öyle Dünya gündeminde çok da konuşulan uğruna can verilen bir kavram değildi.
İnsanlar geçimi uğruna bir orduda askerlik yapıyor genellikle de ülkeyi yöneten soylu bir düzine ailenin bu orduyu fonlaması sayesinde ailelerine çoluklarına çocukların geçim sağlıyor, çoğu asker ailesiz olup genellikle zaten hayatta askerlikten başka statü elde edemeyecek insanlar seçiliyorlardı. Yaşadığınız dünyada ya bir lordun karın tokluğuna çalışan çifçi köylüsü olma hakkınız var ( Bu Osmanlıda tımar sistemi olarak merkezileştirilmiş ama mantık aynı) ya da şehirlerde başka bir sefalet içerisinde ülkenin başındaki kişinin subjektivetisine göre hayatınızın etkilendiği ama asla sınıf atlayamayacağınız bir esnaflık modeli seçebilirsiniz. Bunların hepsini boşverip avcı toplayıcılıktan bu yana şerefli sayılan askerliği seçebilirsiniz. Yine de bu askerliğin motivasyonu genellikle öyle ırkım var olsun, vatan sağ olsun gibi şeyler değil savaş bitip şehre döndüğünüzde ülke politikalarından en az etkilenen sınıf olmak, derebeyidir, köy ağasıdır kafaya takmadan yerel otoritelerin yalakalık merkezinde bulunmak, dünya kadınlarının kan döken vahşi erkek fetişmizinde tercih alanında bulunmak falan çok daha iyi bir motivasyon. Son dediğimi reddeden kadınların vücutları daha düzgün erkeklerle ilişkisinin, kültürü daha yüksek erkeklerle ilişkisinden daha uzun sürdüğünü günümüzde bile iddia ederim ki o dönem asker olmak halktaki aristokratların bile çoğundan kültürlü olmak demekti
(bkz: Mustafa Kemal).
Konuyu anlatırken kadınları dahil etmiyorum çünkü anlattığım tarihler kadınların sosyal statü açısından yer edinebildiği tarihler değil lütfen objektif olalım. Her neyse, şubu demek istiyorum bundan üç asır önce, Osmanlı Sarayında Türk olmanın, Arap olmanın, Macar olmanın zerre i miskal bir önemi yoktu. Osmanlı gibi ülkelerde müslüman ya da gayrimüslim olman daha büyük önem taşırken Roma Sarayında ve metropollerinde ailenin soyu sopu ırkından çok daha büyük önem taşıyordu. Bakın bu saydığım devletler hemen hemen aynı coğrafyaya hükmetmiş devletlerdir. Bir tanesi hanedanla yönetilip din merkezli bakış açısını baz almış, diğeri konsül sisteminde soylu aile kavramını merkeze almış. Osmanlıda bu arada kan soyunun önemli olduğu bir devletti bunun sebebi de miras kavramıdır. İnsanların eski bilimsel inançları ve dini inançları atada ne varsa çocuğa miras kalacağı yönündedir ki bu günümüzde çok da farklı değildir hem bilimsel hem ekonomik hem sosyal.
E tabii bu soylu aile, askerlik bilinci, tımar sistemi falan halkın bir kısmının ne kadar çalışırsa çalışsın hep ezilip köle olarak kullanılacağı içinden çıkılamayan bir cehenneme dönüşüyor. Burada Fransız'lar uyanıklık edip pozitif bilimlerin de gayri resmi gazlamısıyla "olum burjuvazide önümüz daha açık babamız kral değilse bile aynı ülkenin vatandışıyız var mı bize yan bakan" deyip devrim yapıyorlar. Fakat bu devrim üzerine o kadar kafa patlatılmış bie devrim ki, başarılı olur olmaz kendi içlerinde kavgaya tutuşuyorlar. Daha sonra ulus devlet kavramıyla tanışıp iki yüz üç yüz yıl içinde önce rengi farklı olanı dışlıyor, sonra gözü farklı olanı dışlıyor, sonra güneşte kalma oranı, diş yapısı, kıl oranı gibi işin bokunu pozitif bilimin karanlık tarihi ile çıkarıyoruz. O gün bilim denen şey ne kadar can yakmıştır bir bilseniz bugün bilim bizi kurtaracak demezdiniz. Bilim hala soylu aristokrat ailelerin asker üretmek için kullandığı bir araçtır. Bilim askeri teknoloji üretmek için ortaya çıkmıştır sen üniversitede kantinde karton bardakta nescafe içerken " Aristo kadın düşmanıymış abi" diye yorum yapabilmen içib çıkmamıştır.
Yine o çok güvendigimiz bilimin bir başka buluşunu sizinle paylaşmak isterim epigenetik alanında zencisinden, aboejinine, türkünden, hindusuna, portorikolusundan, sibiryalısına hepimizin DNA'sı epigenetik bilimine göre yüzde doksandokuz aynı. Yani senin bugün Türkçülük ya da kürt hakları deyip uğruna savaş verip öldüğün üstüne de çok büyük kahramanlık destanları ürettiğin bütün mesele bilimsel olarak yüzde birlik bir farktan oluşmakta, sosyal olarak da üç yüz öncesine kadar tamamen statü için yapılan bir mesleğin ganimet, maaş ve kadın uğruna sürdürülen bir mesleği hayali ve üç asırlik bir kavram geçmişine göre tetikçiliğini yapmaktasın.
Hadi bir bilgi daha vereyim o çok türkçülüğünü yaptığın şanlı türk ordusu Selçuklu devletinden itibaren Osmanlı ve sonrasına kadar, Araplar, Balkan ve Kafkas yetim çocuklarından oluşmaktaydı. Bir diğer bilgi ise bugün nefret Suriyelilerin, sekizinci asır gibi Bizans'tan korunması için TÜRK IRKI olarak paralı askerliğini yapmaktaydın. Yani hakkını savunduğun atan senden daha az milliyetçiydi. Hoşça kalin
KRİZ YÖNETEBİLME KAABİLİYETİNİN LİDER İŞİ DEĞİL EKİP VE ZAMAN İŞİ OLMASI ÜZERİNE
Başlığın sıkıcılığının ben de farkındayım. İlk kez bir Pazar yazısında başlik hakkında uzun düşündüm ve bu konuya en uygun başlığın bu olabileceğine karar verdim. Bunu yazıyorsam gerçi çok da emin olamamışım.
Süreçler, süreçlerimiz bizi sürekli hayatın az görünen ama hiç uyumayan bir yerinde takip eden kavram. Süreç öyle bir kavramdır ki, bu kavramı ağzına her alan başka bir şeyden bahsedebilir. Bir konuya özel değil her konunun içinde var. Hatta bazı yavan ağızlarda süreç kavramıyla ilgili olmayan meselelerin bu kavramla açıklandığı da tespit edilmiştir.
Şimdi gelelim bir diğer kavram olan tecrübe kavramına. Tecrübenin sık kullanıldığı ama defaatle yanlış yorumlandığı bir başlığı söz konusu. Başlık " Hayat tecrübesi" şimdi bazı eli boş insanlar benim gibi " Sen bu yaşına kadar ne yaptın kardeşim?" Denildiginde kulaktan dolma anlamdan yoksun Türkçeleriyle " E abi hayat tecrübesi kazandım" diyebiliyorlar. Şimdi tecrübe dediğimiz şeyi biraz ele alırsak ( Yazıdaki gerilimin farkındayım doğaçlama bir gerilim ama oturuyor) bir şeyi defalarca yapıp o konuda uzmanlaşmak gibi bir anlam çıkarirız. Hayat tecrübesi kelimesi yaygın kullanımına bakıldığında "Tecrübe" kelimesiyle neredeyse zıt anlamlı. Çünkü hayat tecrübesi kazandığını iddia edenlerin öyle bir konu üzerinde yoğunlaşmak yerine hayat içinde daldan dala atlayan dikkat eksikliğinden muzdarip dostlarimiz olduğunu fark edeceksiniz. Tabii ki yetmiş yaşina gelmiş ve hayat tecrübesi olduğunu iddia eden amcamız da buna dahil. Açıklardım ama sırf akıllardaki sivri karşı çıkışları susturmak için bu savımı en saçma yerinden savunucam ve dil bilgisi mantığında kimse sesini çıkaramayacak. Bir kere hayat tecrübesinin olabilmesi en azından hayatı tekrar etme durumu şarttır. Şaka tabii arkadaşlar dil bu kadar matematiksel ve net çizgileri olan bir yapı değil. İşin sosyolojisini göze parmak yapmak istemedim bu sefer metod değiştirdim.
Gelelim süreç ve tecrübe kavramlarının çağımızın en zeki canlısı insanlar üzerindeki kadin etkisine. İnsanlar durmadan bir şeyleri değiştirip yeni bir şeyler yapmaya bayılıyorlar. Topraktan kiremit yapan da var, petrolden kot pantolon yapan da. Biz bir şeyleri dönüştürüp bakın " beşeri bir ürün" diye sunduğumuzda, o ürünlerin bizi dönüştürdüğü ve günün sonunda yapıyı tamamen bozup yeni bir şey yapabileceğini düşünüyor muyuz acaba? Yani etki tepki meselesini düşünerek düşünelim. Düşünerek düşünmek süreğen yapılabilen bir şey değildir muhtemelen çoğumuz için ama istendiğinde çok kolay yapılan bir şey deneyin. Yani dünyanın bir süreci var da, bir tecrübesi yok mu? Ya da doğanın deyip olayi evreni falan alayını kapsayacak mücadele edilemez bir güç noktasina taşıyım.
EY! İnsan halkları ve kendini bir halka ait hissedemediği için şahsi ismiyle anılan diğer tüm insanlar. Dinozorlar devrinde canlılığın yuzde seksenini yok edip geriye bir tek " Ben bunu harcamış otoriteyim ha" diye dinozorlarin fosillerini bırakan doğa bize neler etmez. Doğanın bilinci var mı ona siz kendi içinizde bir değer verirsiniz ama doğa bazen bir türe özel suikast de düzenleyebilen ve hatta bunu türün kendine yaptırabilen bir otorite olabilir. Olabilir diyorum çünkü bu yazılar uç kafa ürünleri ha bahsedilen konu siktiri boktan klişe bir komplo teorisi ama sunum iyiyse problem olmuyor bu tarz konularda. Gerçi artık sunum falan dinlemiyor millet edebiyata mühendislik getirmişler ana fikir işe yararsa iyi değilse bilinç akışı falan kar etmiyor. Olsun biz ustalarımızdan devraldığımız bu işi ölçücüler gibi değil ritimciler gibi devam ettireceğiz. Şimdilik yeter valla yoruldum yarım saattir yazıyorum. Okuyan gözleriniz dert gormesin öpüldünüz.
@dumbullukemal bu hesaptayım
Yazar, Okur, Ardını Düşünmez