Birçoğumuz bilmez…
Bilmek istemez, kabullenemez.
Ruhi Su, Van’da doğmuş bir Ermeni yetimiydi.
Ailesi 1915’te topyekün kıyımda yok edilmişti.
O, soykırımın küllerinden kalan yalnız bir çocuğun adıydı.
Ama Ruhi Su, kendi kimliğini gizleyerek değil, halkların ortak acısını dile getirerek yaşadı.
Türkülerinde Kürt dengbejlerin sesi vardı, Anadolu’nun ağıtları vardı, Ermeni ninnileri, Rum ezgileri, Alevi deyişleri vardı.
Bir halk ozanıydı o - bütün yasaklara, baskılara ve işkencelere rağmen…
Cumhuriyet tarihi boyunca devletin zulmü tek bir halka değmedi.
Ermeni’yi yok etti, Rum’u sürgün etti, Yahudi’yi mallarından etti, Kürt’ü inkar etti, Alevi’yi katliamlarda boğdu.
İşte Ruhi Su’nun hayatı da bu kanlı zincirin bir halkasıydı.
Defalarca hapse atıldı, sesine yasak kondu.
Sazına bile düşman oldular.
12 Eylül faşistleri, kanser tedavisi için yurtdışına çıkışını engelledi.
Birkaç damla umut, birkaç yıl ömür bile çok görüldü ona.
Çünkü bu devletin geleneği hep aynıydı:
Nazım’ı sürgünde çürütmek, Musa Anter’i sokak ortasında vurmak, Yılmaz Güney’i memleketinden koparmak, Ahmed Arif’i susturmak…
Ve Ruhi Su’nun ciğerlerine bile özgürlüğü çok görmek.
1 Ocak 1912 – 20 Eylül 1985.
Doğumundan ölümüne bir asır:
Soykırımın gölgesinde doğdu, faşizmin gölgesinde öldü.
Ama türküsü ölmedi.
Çünkü halkların acısını dile getiren ses, toprağa gömülmez.
Bugün hala Kürt dağlarında, Dersim’de, Diyarbakır’da, Ermenistan’da, sürgünlerde onun türküsü yankılanıyor.
Ve bize hatırlatıyor:
Zulüm her zaman öldürür, ama hakikati asla susturamaz.
Mahmut Uzun