Josef Bieder'in Yıldızının Parladığı An (Aksesuvarcı) adlı oyunu Üsküdar Tekel Sahnesi'nde izledim. Sahneyi uzun zamandır görmek arzusundaydım. İnternetteki fotoğrafları çok farklı olsa da salon fena değildi.
Üsküdar'a giderken Marmaray kullanmak gibi bir hataya düştüm. Şunu tüm samimiyetimle ve gerçekten üzülerek söylüyorum ki Marmaray, oturmamış bir sistem. Kimseyi suçlamak istemiyorum ama aptal gibi genel yorum yapmak da pek bana göre değil. Dört buçuk yılda bir sistem nasıl oturamaz? Gerçekten hayret ediyorum.
Üsküdar'ı özlemişim. Üç gün üst üste gelip bir umre sevabı kazanmak isterdim fakat hem iş güç elimi kolumu bağlıyor hem de param bitti; maaş gününü bekliyorum. Bugün genel müdürüm bana artık 08.00'de değil de 08.30'da mesaiye başlayacağımı bildirdi. Bu da beni karamsar düşüncelere saldı ama akşamleyin bu kenti dolanmak terapi gibi geldi. Biraz rahatladım.
Normalde Devlet Tiyatroları'nda oturma düzeni olmaz. Buna güvenerek rastgele bir koltuk aldım. O da şansıma en arkadaymış. Oyun ile beraber bir sürü kafa izlemek zorunda kaldım. Oyun başlamadan önce ve perde arasında yanımdaki çiftle sohbet etme imkanı buldum.
Oyunun organizasyonunda biraz eksiklik vardı. Kimse oyuncu sahneye çıktıktan sonra salona gelmemeli. Oyun sırasında telefonuyla oynayanlar sinirimi zıplatmaya yetti.
Seyirciyle etkileşime geçen, ona sorular soran bir oyun kurgulanmış. Aksesuvarcılık görevini yürüten Josef Bieder, bu akşam temsil olmadığını bildirerek başlıyor. Bundan sonra bizi iki perde lafa tutuyor.
Murat Karasu'nun enerjisi yüksekti. Oyunculuk güzeldi ama oyun çok monotondu. Ne olduğunu tam olarak çözemesem de bir şeyler kesinlikle eksikti. Aksesuvar başta olmak üzere tiyatrodaki emek görünümlerinden bahsediyordu.
İkinci perde çok daha iyiydi. Para üzerine bir monolog aldı yürüdü. Ben hep yıldızının parlamasını bekledim. Finalde Josef Bieder, idare müdürü tarafından kovuldu. Bekar olması kararın alınmasında etkili olmuş. Bu acı son salondaki izlenimlerimle birleştiğinde şu kanaate vardım: Tiyatro izleyen son nesil olabiliriz.