Bir süredir müezzinden önce uyanıyorum. 08.30'da başlayan iş için iki saat kadar erkenden yola çıkmam gerekiyor. Yolun normali kırk beş dakikayken bir de.
Üç haftadır ofisteki tüm işleri tek başıma halletmeye çalışıyorum. Bu yoğunlukla gündemi de takip edemiyorum. Ucundan baktığım kadarıyla İsveç ile tatlı bir gerginlik varmış gündemde. Stockholm Üniversitesi'nden bir profesör İbn Haldun Üniversitesi öğrencisinin stajını reddetmiş. Gerekçesi Türkiye'nin İsveç'in NATO'ya girmesini engellemesiymiş.
Haberi yapan TRT World olunca inanasım gelmemişti ancak etik olmayan bir biçimde özel mailleri ifşa etmişler. Sanırım olay doğru. Üniversite özür dilemiş ama akademisyenin yaptığı suç değil aslında. Türklerin milliyetçi olma hakkı var da İsveçlilerin yok mu? Herhangi bir gerekçe göstermeden de olumsuz yanıt verebilirdi. Bu haliyle akademisyeninki biraz çiğ bir tavır.
Benim dikkatimi çeken ayrıntı üniversitenin vakfı. Bu yazıyı okuma zahmetine katlananlar internetten bakmadan ben söyleyeyim: TÜRGEV. Bizim Bilal oğlanın vakfı yani. AKP'nin seçim politikasını üç sacayağı üzerine kuracağını yazmıştım. Bunlar; icraat, kutuplaşma ve algı operasyonu. Oradan pay biçilebilir.
Yapılan haberlerde öğrencinin iki adı kullanılırken soyadının hiçbir yerde bulunmaması ilginç. Finlandiya ve İsveç'in bu kafayla NATO üyesi olamayacağı ise daha ilginç. Tayyip Erdoğan, halktan aldığı destekle belli bir süre engelleyebilir ancak büyük patron ABD'den ilk aşamada para, ilerleyen dönemde gizli ve açık tehdit ve yaptırımlarla vazgeçmek zorunda kalabilir.
Bu iki ülkenin ittifaka hiçbir faydası dokunmayacağı gibi Rusya ile yeni bir gerginliğe neden olabilirler. Türkiye işi inada bindirirse, ordularının toplamı bir tümen etmeyecek iki ülke için Türkiye'yi ittifaktan atmanın yollarını arayacaklardır. İşin sonu Türkiye olmadan yeni bir birlik kurmaya kadar gidebilir ama bunlar radikal bir teoriler. Çünkü Türkiye olmadan NATO olmaz.
Daha taze bir mesele ise Kadıköy Belediyesi ve Martı arasında. Kadıköy Belediye Başkanı Şerdil Dara Odabaşı, skuterler yüzünden her gün onlarca şikayet aldığını ve araçların kaldırılacağını duyurmuştu. Martı şirketinin kurucusu Oğuz Alper Öktem ise Odabaşı'nın bu serzenişini alaya alarak başlayan bir tivit dizisi (flood) hazırlamış.
Skuterlerin kesilen kilitlerinin 600 lira değerinde olduğunu ve böylelikle belediyenin milli serveti ziyan ettiğini söylemiş. "Ya devlet başa ya kuzgun leşe" diyen kendisi değilmiş gibi ahkam kesmesi bir yana, 600 liralık (muhtemelen sular duruluncaya kadar 800 lira olur) kilitlerin yeniden takılmasının ekonomiyi nasıl canlandıracağını hayal edememiş. Sonuçta para dönecek ve milli servetimiz için can suyu olacak.
Belediyeden 12 kere "park yasak harita alanı" istemiş fakat belediye kendilerine bir harita vermemiş, resmi yazı da iletmemiş. Neden olduğunu ben söyleyeyim. Çünkü belediyenin böyle bir yükümlülüğü yok. Senin şirketin yani kâr elde eden organizasyonun için harita çıkarmak zorunda değiller.
Kaldırımların yayalara ait olduğunu, dolayısıyla oraya araç park edilemeyeceğini bilmiyor veya bilmezlikten geliyor. Daha sonrasında prototip aracını tanıtıyor. Yerli ve milli olma vurgusunu eksik etmiyor tabii.
Sekiz tivitlik dizide, bir insan ne kadar haksız olabilirse o kadar haksız bir yazı yazmış. İktidarın arkasında olmasının verdiği güçle Kadıköy halkını küçümsüyor ama Kadıköylülerle şaka olmaz. Baştan uyarmış olayım.