Ne ile cebelleştiğini bilmek!
Fikret Başkaya
“Düşünmek hayır demeyi bilmektir…”
Alain[1]
“İnsan iyiyle kötüyü birbirine karıştırdığında, Tanrılar ruhunu öylesine feci bir felakete sürüklerler ki, artık felâketin farkına varmak için çok az zamanı kalmıştır”.
Sophocles (Antigone)
“Özgür halk, bugünkünden farklı şeyleri hâlâ tahayyül edebilen halktır”
Raymond Ruyer
Küresel kapitalizm artık sadece insanî yabancılaşmalar, toplumsal kötülükler, doğa tahribatı yaratmakla kalmıyor, doğrudan insanlığın varlığını da tehdit ediyor. Bu durum, ‘üretici güç’ denilenin tam bir ‘yıkıcı güce’ dönüştüğünün resmidir… Bu yüzden gezegende yaşam tehlikede ve tehdit altındadır ki, bu da yeni bir paradigma oluşturmayı, şeylerin seyrini değiştirmeyi acil bir gereklilik haline getiriyor. Bugünün dünyasında artık eşitlik, özgürlük, kardeşlik için mücadelenin, insan varoluşunu, insan yaşamını, insanlığın geleceğini güvence altına alma mücadelesiyle bütünleştirilmesini, ona eklemlenmesini, eleştiri eyleminin ve politik pratiğin bu tür kaygılardan hareket etmesini gerektiriyor. Aslında çelişik gibi görünse de neyin yürümediği, neyin yürüyeceğinin de potansiyel koşullarını ve imkânlarını bünyesinde barındırır…
Kapitalizmin [doğal] temel eğilimleri ve yarattığı politik-sosyal kurumların işleyişi, maalesef bizzat insanın kendisini de bir yıkım aracına dönüştürüyor. Dolayısıyla her şeyin kâr etmenin ve kârı büyütmenin hizmetine sokulduğu koşullarda, her ileri aşama daha büyük yıkım demeye geliyor. Çılgın rekabet insanları hep ileriye doğru koşmaya [kaçmaya] zorluyor ve sonuçta herkesi herkesin rakibi, düşmanı haline getiriyor, oysa bir insanın asıl ihtiyacı olan bir başka insan, öteki insan değil midir? İnsanı insan yapan onun sosyalliği değil midir? İnsan yaşamının her anı, her veçhesi, sosyal yaşamın tüm unsurları, yıkıcı kapitalist büyümenin [kalkınma diyorlar…] hizmetine sunulmuşken, onun tahakkümü altındayken, sonucun hüsran olması kaçınılmazdır.
Kapitalizm koşullarında ‘üretici güçlerin gelişmesi’, ‘modern teknoloji harikaları’ artık ancak dramatik sonuçlar doğurabiliyor. Kapitalizm her şeyi metalaştırıyor, paralılaştırıyor, şeyleştiriyor, nesneleştiriyor, soysuzlaştırıyor ve bu sürecin her ileri aşaması, insanın özünün öğütülmesi, insanın insanlıktan çıkmasıyla sonuçlanıyor. Velhasıl insanlığı girdabına alan kör gidiş, insanları aç bırakıp, sefalet ortamına atmadığı zaman insanlıktan çıkarıyor.
Elbette günümüz insanının başı eskiden olduğu gibi sadece polis/asker şiddeti, ayrımcılık, dışlanma, politik ve ideolojik linç, faşist terör, vb. ile dertte değil, küresel oligarşilerin varlığını korumak üzere biriktirilen kitle imha silah stoku ve yıkım araçları, insanlığı ve uygarlığı sayısız kereler yok edecek güce ve kapsama ulaşmış durumda. İşte nükleer silahlar, atom ve nötron bombası, toplu öldürmeler için peydahlanmış ileri teknoloji harikası kimyasal, biyolojik silahlar, virüsler, her biri her an patlamaya hazır nükleer santraller, radyoaktif atıklar… Kapitalizmi yaşatmak için küresel oligarşinin ve küresel plütokrasinin sahip olduğu kitle imha silahları, insanlık ve uygarlık için en büyük tehdit oluşturmaya devam ediyor ve bütün bunlar ‘savunma’ gerekçesine dayandırılıyor… O kadar ki, yeryüzünün efendileri kapitalizmi yaşatmak için gerekirse insanlığı yok etmeye hazır… Bunu görmek için Filistin’e, Ukrayna’ya, Irak’a, Suriye’ye, Afganistan’a, Yemen’e, vb. bakmak yeterli… Kapitalist ‘ilerleme’ her ileri aşamada daha büyük ‘gelecek korkusu’ yaratıyor, sermayenin insana ve doğaya karşı amansız tavrı, giderek insanın insana sorumsuz-merhametsiz tavrına dönüşüyor…
Elbette eleştiri son derecede önemlidir, eleştiri önümüzü aydınlatır, eleştirinin saçtığı ışık miti [efsaneyi] kovar, ama eleştiri bir başına hem amaç değildir hem de yeterli değildir. Eleştiri “anlamak” için, anlamak da “yapmak” için gereklidir. Boşuna anlamak aşmaktır denmemiştir… Dolayısıyla, amacın hâsıl olabilmesi için, eleştiri/ anlama, eylem (pratik- örgütlü mücadele) üçlüsünün bütünlüğünün gerçekleşmesi, realize olması gerekiyor. Aksi halde şeylerin seyrini etkilemek/değiştirmek mümkün olmazdı. Elbette bunları söylemek entelektüeli ve onun işlevini yüceltmek değildir. Eleştiri soyut düzeyde kaldıkça hiçbir şeydir ve ancak pratik eleştiriye dönüştüğünde, ünlü deyişle kitlelere mâl olup pratik politikaya tercüme edildiğinde realize olabilir [gerçekleşebilir]…
Bugün ortaya çıkan sürdürülemezlik tablosunun gerisinde kâra dayalı kapitalizm ve onun neoliberal versiyonu var. Onun da arkasında yeryüzünün efendileri, küresel oligarşi ve küresel plütokrasi var. Beşerî ve doğal zenginliği yağmalayan, yağmaladıkça insanlığın geleceğini karartan söz konusu oligarşinin ve plütokrasinin adamlarının [kadınlar çok değildir] bu gidişten her seferinde zararlı çıkan devasa çoğunluğu oluşturan insanlardan, yeryüzünün lanetlilerinden, kadınlardan, erkeklerden ne farkları var? Haksız ve skandal zenginliklerinin, yıkıcılıklarının ve küstahlıklarının kaynağında ne var? Güçleri ve yıkıcılıkları nereden kaynaklanıyor? Zorla, şiddetle, haydutlukla üretim ve yaşam araçlarını gasp etmelerinden, gasp ettiklerini de ‘yasal koruma’ altına almalarından, herkesin olması gerekenin (müştereklerin) mülkiyetine sahip olmalarından ve çoğunluğun da bu kepazeliğe ‘razı edilmesi’, yeterli derecede itiraz edilmemesi, edilememesi, kabullenilmesi, şeylerin ‘normal hali’ sayılması değil mi? Bu haklı, mantıklı, makul, âdil ve kabul edilebilir bir durum mudur?
Bundan beş yüz yıl kadar önce, Etienne de la Boétie, ‘Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev’ başlığını taşıyan ünlü risâlesinde şöyle diyordu: “Size bu şekilde hükmedenin de sadece iki gözü, sadece iki eli ve sadece bir tek vücudu var. Onu kentlerimizin sayısız, sıradan insanlarından farklı yapan şey, sizin ona kendinizi böyle ezme kolaylığı sağlamanızdır. Eğer siz vermediyseniz onca gözü nereden aldı? Eğer siz vermediyseniz size vuran onca ele nasıl sahip oldu? [2]
Propos sur les Pouvoirs, L’homme divant l’apparence, 19 Janvier 1024, s. 139.
Etienne de la Boétie (1530). Discours sur la servitude volontaire. (1549).