Kemalizm Tahlili-3: Faşizm-Kemalizm İlişkisi Üzerine
Güncel olarak Türk burjuva siyasetine yön vermeyi sürdüren Kemalizm’in, karşı-devrimci ve gerici sınıfsal-ideolojik karakterinin saptanması bu açıdan yakıcı bir meseledir. Hem güncel mücadele hem de tarihin doğru okunması açısından, Kemalizm’le hesaplaşmak hâlâ proleter devrimci bir görevdir.
Kerem Yıldırım
“Yeryüzünde hiçbir ‘izm’ faydacılığın dışında tutulamaz.” (Mao Zedong, Yenan Sanat ve Edebiyat Forumunda Konuşmalar.) (1)
Herhangi bir durumun tanımlanması, bizzat o duruma, eyleme ilişkindir. Tanımla pratik durum, teorik bir düzleme taşınarak kavramsallaştırılır. Tanım, anlatımı kolaylaştırır ama doğası gereği de sınırlıdır. Kendi dışında bıraktıklarıyla arasında hep bir kriz olasılığıyla birlikte yaşar.
Bu kriz bazı kavramların biçimlenmelerinde kendini daha da fazla hissettirir. Faşizm de böyle bir kavramdır. Faşizme ilişkin sabit ve genel bir tanım yapmak oldukça zordur. Bu nedenle faşizm tanımı tartışması güncelliğini korumaktadır.
Bu zorluğa rağmen faşizm kavramını tarihselleştiren ve güncelliğini sürdürmesini de sağlayan, farklı siyasal pratiklerden elde edilen ortak karakteristik nitelikler vardır. Kemalizm kavramı da ancak bu karakteristik nitelikler zemininde ölçülerek faşizmle ilişkilendirilebilir.
Elbette derdimiz “akademik” bir titizlikle, pirüpak bir faşizm-Kemalizm ilişkisine ulaşmak değildir. Meseleye “akademik” olarak değil, proleter devrimci mücadelenin penceresinden bakıyoruz.
Bu nedenle Kemalizm-faşizm ilişkisini, olgulara bağlı kalarak, devrimci siyasal pratiğin değerlendirmesi ve saflaşması açısından kritik edeceğiz. Çünkü en nihayetinde ortaya çıktığı günden bu yana, siyasal ihtiyaçlara göre dönüşüme uğramış, siyasal bir kavramdan söz ediyoruz.
***
Faşizm; İtalya’da ortaya çıktığında, başlangıçta, Umberto Terracini tarafından kabine bunalımı olarak tanımlandı. Daha sonrasında Radek faşizmi “küçük burjuva karşı devrimi” olarak tarif etti. İtalya Komünist Partisi’nin “sol”-komünist liderlerinden Bordiga, burjuva demokrasisi ile faşist diktatörlük arasında bir fark yok dedi. Faşizm Turati için küçük burjuvazinin iktidarı elinden aldığı büyük burjuvazi üzerinde uygulanan diktatörlüktü. Thalheimer’e göre bonapartizmin modern eşdeğeriydi. Troçki’ye göre ise son dönem bonapartizminin bir biçimi ya da küçük burjuvazinin egemenliğiydi. (2)
Faşizm tanımlarındaki farklılık yalnızca kişiler arasındaki farkla sınırlı kalmadı. Dünya Komünist hareketinin merkezi olan Komintern de, Dimitrov’un 1935’teki tanımına kadar, siyasal yönelimlerindeki zikzaklara göre, önce “sol”a sonra sağa kayarken, sık sık faşizm tanımlarını değiştirdi.
Faşizm tanımı, süreç içindeki değişimler çerçevesinde ve pragmatik bir perspektifle yeniden var edildi.
Bu süreçte faşizm komünist hareket tarafından; “kapitalizmin güçsüzlüğünün ifadesi”, “devrimci durumun habercisi”, “zorunlu devrimden önceki son aşama”, “gerileme çağında sermaye diktası”, ve “finans kapital diktası” diye, farklı biçimlerde tanımlandı. (3)
Halk Cephesi siyasetiyle birlikte “finans kapital diktası” tanımı da daraltılarak, Dimitrov tarafından son biçimi verildi:
“Faşizm finans kapitalin en gerici, en bağnaz ve en emperyalist unsurlarının açık zorba diktatörlüğüdür.” (4)
Gerek komünist hareketteki farklı eğilimlerin yaptığı faşizm tanımları gerekse de Komintern’in süreç içerisinde değişen resmi faşizm tanımları göz önüne alındığında, Dimitrov’un yaptığı tanım hem faşistleşme süreçlerinin özünü yansıtan hem de faşizmin ortaya çıktığı tarihsellikle hakiki bağları olan bir tanımdır ve güncelliğini de sürdürmektedir.
Poulantzas’ın Max Horkheimer’i düzeltmesi, Dimitrov’un bu özlü tanımının anlaşılması açısından oldukça çarpıcıdır:
“Horkheimer, ‘totalitarizm’ konusundaki bir dizi görüşe hemen karşı çıkıp, şöyle diyor: ‘Kapitalizmden söz etmek istemeyen birinin faşizm konusunda ağzını açmaması gerekir.’ Bu tamamen yanlıştır. Asıl emperyalizmden söz etmek istemeyen birinin faşizm konusunda ağzını açmaması gerekir.” (5)
Gerçekten de faşistleşme pratiklerinin en ayırt edici niteliği tekelci kapitalizmin olağanüstü siyasal çıktıları olmalarıdır.
Faşizm emperyalist-kapitalizmin buhran ve devrimci durumlar yaşadığı ülkelerde iktidar oldu. İtalya ve Almanya emperyalist zincirin, birinci halkasının en zayıf unsurlarıydı.
İtalya ve Almanya’daki faşistleşme süreçlerinin iki ortak özelliği vardı:
Bir: Büyük devrimci işçi ayaklanmalarının yenilgisinden sonra ve olağanüstü koşullarda ortaya çıktı.
İki: İngiltere ve Fransa ile kıyasla, tekelleşme yarışına geç giren ve daha genç emperyalist ülkeler olan İtalya ve Almanya’da boy verdi.
Daha sonra gelişen bütün faşistleşme pratikleri; Güney Avrupa, Doğu Avrupa-Balkanlar, Güney Amerika, Japonya; finans kapitalin en gerici, en bağnaz ve en emperyalist unsurlarının iktidara gelme süreçleriydi. Ancak hepsinde süreç farklı dinamiklerle işledi.
Koalisyonlu faşist diktatörlüklere, faşist kliklerin birbirlerine darbe yaptığı ve hatta parlamentonun bir süre devam ettiği faşist diktatörlüklere de şahit olundu.
İspanya, Portekiz, Bulgaristan ve Yunanistan’da faşist iktidarlar koalisyonlarla yönetildi. Faşist kamp içindeki çelişkilerin uzlaşmaz olduğu bazı ülkelerde yarı faşist klikler bile bir araya gelemediler.
Avusturya’da biri devlete dayanan dinci yerli faşistler, öteki Nazi destekli iki faşist klik birbirlerine ölesiye düşmandılar. Önce devlet desteğindeki bürokrat faşist Dolphus-Schuschnigg rejimi kuruldu. Daha sonra bu rejim Hitler destekli bir darbeyle devrildi ve Avusturya Nazi ordusu tarafından ilhak edildikten sonra yerine işbirlikçi Naziler getirildi. (6)
Faşizm, geniş bir kitle temeline sahip olmadığı ülkelerde de klasik faşist ülkelerdeki kadar tehlikeli oldu. Geniş bir temele sahip olmadığı hâlde devletin silahlı güçlerine dayanarak iktidara gelen faşist iktidarlar, aynı zamanda devlet organlarını da kullanarak sosyal temellerini genişletmeye çalıştılar. Bulgaristan, Yugoslavya ve Finlandiya gibi ülkeler bunun açık örneğiydi.
Dimitrov tümel bir faşizm tanımı yapmakla birlikte, faşizmin farklı biçimlerini de ayrı ayrı değerlendirdi. Hatta faşizmin farklı biçimlerinin incelenmesini özel olarak vurguladı:
“Faşizmin hiç bir genel tarifi -doğru olsa bile-değişik aşamalardaki bütün ülkelerde gelişiminin ve faşist diktatörlüklerin çeşitli biçimlerinin özel niteliklerinin incelenmesi gereğini ortadan kaldırmaz.” (7)
Bu değerlendirmeler eşliğinde Dimitrov, Halk Cephesi siyaseti sonrası dönemde doğrudan faşizmle ilişkili olan tekelci burjuva iktidarlarla dolaylı ilişkileri olanları birbirinden ayırdı. Buradaki siyasal/pragmatik hedef, Alman ve İtalyan faşistlerini tecrit etmekti. İtalyan ve Alman faşizmleriyle dolaysız ve organik ilişkisi olmayan burjuva diktatörlükleri, Dimitrov’un ve Komintern’in hedef tahtasında yer almadı.
***
Bu siyasetin olumlu ve olumsuz sonuçları oldu. Uzun bir süre önce Komintern, Sovyetler Birliği’nin dış siyaset aracına dönüşmüştü. Zaten sürecin en olumsuz sonuçları bu gelişmeden doğdu. Bu dönemle birlikte, Komintern’in siyasal refleksleri sosyalist anavatanı koruma güdüsüyle hareket etti. Komintern Sovyetleri korurken, Sovyetlerin dışında kalan birçok komünist partisinin hiçleşmesine neden oldu. Tarihsel TKP de bu olumsuzluktan etkilenen partilerdendi.
Sovyetler Birliği’nin Batılı emperyalistlere karşı Türkiye’yi yanında tutma siyaseti on beşlerin katliamından bu yana, Komintern’in Kemalizm’e karşı sağlıklı ve tutarlı değerlendirme yapmasına izin vermedi.
Kemalist diktatörlük; finans kapitalin en gerici, en bağnaz ve en emperyalist unsurlarının açık zorba diktatörlüğü tanımıyla kesişmesine rağmen, Kemalistlerin Batılı emperyalist sermaye ve Sovyetler arasında denge siyaseti izlemesi, Kemalist diktatörlüğü Türkiye’deki komünist harekete karşı korunaklı hâle getirdi. Öyle ki, Tarihsel TKP, Ağrı İsyanı sırasında Kemalist teröre karşı Kürt ulusunu haklı bulduğu için Komintern tarafından uyarıldı. (8)
Kemalist iktidar; Türk komprador burjuvazisinin önünü açmak adına, Takrir-i Sükun’la başlayan süreçle birlikte; işçi ve köylü kitleler, azınlık milliyetler üzerinde gerici bir burjuva diktatörlüğü kurdu.
Muhalefette yer alan gazeteler kapatıldı, yazarları Doğu İstiklal Mahkemesi’ne gönderildi. Komünist yayınlar ve örgütlenme, sendikalar, işçi dernekleri yasaklandı. 1933’te Ceza yasasında değişiklik yapılarak grev yaptırmak için ya da işi terk ettirmek için çalışma yapanlara ağır cezalar verilmesi kabul edildi. 1936’da Endüstri İşçileri Cemiyeti kurmak için müracaat edildi ama dernek anında kapatıldı ve kurucuları kovuşturmaya uğradılar. (9)
Muhalif burjuva kliğin örgütlendiği Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatıldı ve mensupları Şeyh Said isyanının teşvikçisi olarak suçlandı.
1927’de başlayan komünist tevkifatları 1930’lu ve 1940’lı yıllar boyunca, soluksuz bir biçimde sürdü. Şeyh Said’den Dersim 1938’e, Edirne Pogromu’ndan Varlık Vergisi yağmasına kadar azınlık milliyetlere düzenli olarak şiddet uygulandı, imha siyaseti Kemalist diktatörlüğün devamlılığı için esas hâline geldi.
Baskı ve şiddet siyaseti sürerken, diğer yandan Türk komprador burjuva sınıfı bizzat Kemalist iktidar eliyle büyütüldü, Kemalist iktidar bloğu bütün klikleriyle birlikte kompradorlaştı.
İşçi sınıfı, komünist ve demokratik siyaset, azınlık uluslar sahnenin dışına itilirken, meydan tamamen Türk komprador burjuvazisine bırakıldı. Kemalist iktidar önce İngiliz ve Fransız emperyalizmine, sonrasında ise Alman emperyalizme bağımlı bir ekonomi inşa etti.
Bütün bunlar göz önüne alındığında Kemalist diktatörlüğün, emekçi halka ve ezilenlere karşı klasik faşist yöntemlere benzer bir yol izlediği açıkça görülmektedir.
Ayrıca Kemalist diktatörlük uluslararası dinamikler açısından da, pragmatik-burjuva esaslardan bağımsız olmamakla birlikte, dümeni esas olarak faşist blok tarafına kırmıştı. Sovyetlerle ilişkiler yalnızca pragmatik ilişkilerden ibaretti. Kemalistler sınıfsal ve ideolojik olarak, dolaysız bir biçimde faşist bloğa yakınlardı. Hatta Kemalist diktatörlük Sovyetlerin Hitler karşısında alacağı bir yenilgi durumunda Kafkaslarda Turan hayalleri kuruyordu. Kemalist iktidar bu hayaller için Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu’nun da içinde olduğu bir Turancı Komitesi dahi kurdu. (10)
1930’lu yılların sonuna doğru Kemalist Türkiye, uluslararası siyasal iktisat ilişkileri açısından da Alman faşizminin en önemli pazarlarından biri hâline geldi.
Bu süreçte; Kemalistler Hitler için gazete kapattılar. (11) 1938-1939 arası dönemde sanayi tesislerinin %80’ini Naziler kurdu. (12) Hitler Kemalistlere Yunan ve Kafkas toprağı vadetti. (13) Kemalistler Naziler için Montrö Boğazlar Sözleşmesini dahi deldiler. (14)
Tevfik Çavdar’ın ifadesiyle faşizm CHP’yi cezbetmişti. (15)
CHP bu dönemde hem kendine özgü faşistleşme sürecini yaşarken, diğer yandan da en tehlikeli faşist devlet olan Almanya ile flört hâlindeydi. Kemalist gazeteler Führer’e selam çakıyordu.
CHP’de Recep Peker’in temsil ettiği kanat açıkça Nazizm’e öykünüyordu. Recep Peker çevresi tarafından 1933’te çıkarılan Ülkü dergisinde, “Ulusal Kemalizm diyebileceğimiz bu saf, erkeksi ve güçlü ideoloji, dayanışmacı yeni bir toplum oluşturmak için biyo-sosyoloji ve hatta ırkların ıslah edilmesine dayalı bir yönetim kullanmalıdır.” minvalinde faşist tezler savunuluyordu.(16)
Çarpıcı olduğu için belirtmekte fayda var: Recep Peker tipik bir Türk Nazisiydi. M. Kemal’de de belirgin olan “sınıfsız, imtiyazsız” toplum perspektifi ve faşist “anti-kapitalizm” yaklaşımı, Peker’de en açık hâliyle temsil ediliyordu. CHP Genel Sekreteri Peker Halkevleri’nin açılışında şunları dile getiriyordu:
“Halkevlerinin gayesi ulusu katılaştırmak, sınıfsız katı bir kitle hâline getirmektir.” (17)
1935 yılında CHP 4. Kongresini topladı. CHP programı “tek ulus, tek şef, tek parti” anlayışıyla gözden geçirilip yeniden değiştirildi. CHP Genel Sekreteri Peker program değişikliğini radyo programında anlattı:
“Amme haklarında anarşiyi besleyen, ekonomide ulusal çalışmayı yıpratan ve ulus yığınlarını istismar eden, liberalizme karşı cephemizi sıklaştırıyoruz. Sınıf kavgası yollarını sımsıkı kapatıyoruz. Grev ve lokavt yasak olacaktır.” (18)
Dimitrov’un “faşizm kitleleri sömürürken onlara en ustaca anti-kapitalist demagojilerle yaklaşır” (19) tespiti, sanki Recep Peker için söylenmiş gibidir. Peker’in ifadelerinin altına Heinrich Himmler’in ya da Adolf Eichmann’ın imzası atılsa hiçbir Nazi garipsemez.
Aynı dönemde Mustafa Kemal faşist Güneş-Dil teorisini ortaya attı. M. Kemal’in “tarih tezleri” Sovyet bilim adamları tarafından da bilim dışı, ırkçı ve faşist olarak değerlendirildi.
Sovyet teorisyen Feridov 1928 yılında, Komintern’in 6. kongresinin “Toprak devrimi olmadan burjuva devrimi hiçtir” kararını da referans alarak; Türkiye’nin gerçekte, burjuva diktatörlüğünün son kertesi olan faşizm aşamasına girdiği sonucuna vardı. (20)
Feridov, benzer tarihlerde Kemalist iktidarı tahlil eden Şnurov’un dile getirmediği açıklıkta, Kemalist iktidarı faşist diktatörlük olarak tanımladı.
Sovyetler Birliği Komünist Partisi Politbüro üyesi Jdanov ise 1947 yılında Polonya’da yaptığı konuşmada, Kemalist iktidarı “gerici anti-demokratik” ve “faşist azınlığın halk üzerindeki diktatörlüğü” olarak nitelendirdi. (21)
Jdanov’un bu çıkışıyla birlikte, ilk kez bir Sovyetler Birliği Komünist Partisi yöneticisi, resmi ağızdan Kemalist iktidarı faşist diktatörlük olarak değerlendirdi.
Bunların dışında Kemalizm’i faşizm olarak değerlendiren siyasal bilimciler de vardır. Özellikle Vahram Ter-Matevosyan’ın da Komünizm Gözünden Kemalizm incelemesini yazarken referans aldığı Fikret Adanır ve Özgür Gökmen’in yaklaşımları bu bağlamda önemlidir.
Adanır, Kemalist rejimi “asgari faşizm” olarak tanımladıktan sonra, savını şu şekilde açıklıyor:
“Asgari faşizmin belirtileri şunlardır: a) Anti-liberalizm, b) anti-muhafazakârlık, c) ulusun tarihindeki belirli çağları yüceltme eğilimi, d) karizmatik liderliğe yatkınlık, e) ulus, lider ve ulusal kimlik gibi mitsel kavramları tanrılaştırmak, f) ulusal toplulukta homojenliği idealleştirmek.” (22)
Gökmen de 1931-1945 yılları arasında Kemalizm’le faşizmin örtüşen birkaç yanı olduğunu ileri sürerek, o yanları şöyle ifade ediyor:
“Tek bir parti, eski rejime karşı sert bir tepki, dayanışmacı, korporatist ve ardından totoriter eğilimlerin varlığı, devletin partiyle kaynaşması, ulusal liderlik sisteminin benimsenmesi ve ekonomiye devlet müdahaleciliğinin artması.” (23)
Görüldüğü üzere Kemalist iktidar dönemi faşizmle muazzam benzerliklere sahip, açık faşist diktatörlüğe yakın nitelikler sergileyen bir burjuva diktatörlüğüydü.
***
Muhtelif finans kapital odakları arasında “dengeli” ekonomik bağımlılığı esas alan; milli şeflik sistemi inşa eden, M. Kemal’in İtalyan faşizmi referanslı bağımlı ekonomi modelinden, Recep Peker’in Nazi orjinli “anti-liberalizmi”ne uzanan; grev yasaklayan, azınlık milliyetlere zulmeden, anti-komünizmi iç siyaset ilkesi hâline getiren pratik, Kemalist diktatörlüğün faşizmle kesiştiği tartışmasız emsallerdir.
Kemalist iktidar, kendi özgünlüğü içinde; 1927’den itibaren, açık faşist-terörist diktatörlüğe yakın; kitle hareketine dayanmayan, tepeden inme, yarı-faşist ve yarı-askeri bir burjuva diktatörlüktü.
Ancak bu faşistleşme süreci kesintisiz bir süreç değildi. Türkiye’deki sınıf mücadelelerinin seyrine göre; Türk tekelci sermayesinin çıkarları doğrultusunda, ihtiyaç olduğunda devreye sokulan siyasal bir mekanizmaydı.
Kemalizm-faşizm ilişkisinin bütünlüklü değerlendirilebilmesi için Kemalizm’i faşizm olarak tanımlayan yaklaşımın devrimci siyasetteki ilki olan Kaypakkaya’nın yaklaşımını da özlü bir minvalde tartışmamız gerekiyor.
Kaypakkaya, yukarıda örneklerini verdiğimiz, Kemalizm’i faşizm olarak değerlendiren yaklaşımlarla da bizim ortaya koyduğumuz teorik çerçeveyle de belli noktalarda kesiştiği gibi, önemli bir noktada ise temelden ayrılık yaşamaktadır.
Çünkü Kaypakkaya Kemalizm’in faşizm olduğu savını sınırlı bir dönemle sabitlemiyor; Kemalizm’i, burjuva devrimin temel problemlerini (toprak devrimi ve ulusal sorun) çözememiş ve bu nedenle de işçiler ve halk sınıfları üzerinde sistemli ve sürekli faşizmle iktidarını sürdürebilen, Türk burjuva devletinin “yaşamsal” ideolojisi olarak tarif ediyor.
Sürekli faşizm anlayışını tartışmadan önce, Kaypakkaya’nın Kemalizm yaklaşımının kaynaklarına da kısaca değinelim.
***
“Şurası kesindir ki, Kemalist Devrim ezilenlerin ortak düşmanı olan dünya emperyalizminin güçsüz bir hâle getirilmesine yaramıştır. Bunun için, devrimci olmadığı hâlde, Kemalist burjuvazi, kendi isteğiyle olsun olmasın, yine de uluslararası devrime yardımcı olmuştur.” (24)
Yukarıdaki paragraf, İbrahim Kaypakkaya’nın Kemalizm değerlendirmelerini yaparken esas aldığı birkaç referansından biri olan, Şnurov’un Türkiye Proletaryası broşüründen alınmıştır. Türkiye komünist hareketi içinde Kemalizm’i ilk kez faşizm olarak değerlendiren Kaypakkaya’nın referansı olan Şnurov’un bu ifadeleri, aynı zamanda Türkiye solunun Kemalizm’e yaklaşımını da belirleyen siyasal trajedinin temel referansıdır.
Esasen, Şnurov’un ifade ettiği “Kemalizm’in devrimci olmadığı hâlde devrimci olması” savı Komintern’in resmi belirlemesidir. Komintern’in Kemalizm tahlilini ve Sovyet yöneticilerinin TKP’yi hiç etme pahasına Kemalist iktidarla kurduğu faydacı ilişkileri daha önce detaylı bir biçimde ele almıştık. (25)
Şnurov yukarıdaki paragraftan bir sayfa sonra, Politik Düzen alt başlığında şunları söylüyor:
“Her ne kadar bazı görüntüsel demokratik biçimler varsa da (seçimle meydana getirilen parlamento vb.) Türkiye’de bugün mevcut düzenin özü, bütün demokrasilerden uzak bir diktatörlüktür.” (26)
Kaypakkaya, ŞAFAK REVİZYONİZMİNİN KEMALİST HAREKET, KEMALİST İKTİDAR DÖNEMİ, İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI YILLARI, SAVAŞ SONRASI ve 27 MAYIS HAKKINDA TEZLERİ bölümünün, “Kemalist Diktatörlük İşçiler, Köylüler, Şehir Küçük-Burjuvazisi, Küçük Memurlar ve Demokrat Aydınlar Üzerinde Askeri Faşist Bir Diktatörlüktür” alt başlığında, Şnurov’un “demokrasilerden uzak bir diktatörlüktür” yargısının yanına “yani faşizmdir” diye not almıştır. (27)
Kaypakkaya’nın bu yaklaşımı, bilgiyle kurduğu ilişki açısından sorunlu görülebilir ancak Aydınlık gibi sağcılığın sinsice ve incelikle işlendiği bir çevreyle hesaplaşma iradesi göz önüne alındığında, aşırı tutumların ortaya çıkması anlaşılır hâle geliyor.
“Demokrasiden uzak diktatörlük” ifadesinin “faşizm”e dönüşmesi de, bu anlamda, devrimci ideolojik-siyasal kopuşun bir ifadesi olarak değerlendirilmelidir. Ayrıca Kaypakkaya’nın bu tutumunda, Türkiye Solunda genel olarak ıskalanan bir durum daha var. Kaypakkaya Kemalizm’i faşizm olarak niteleyerek yalnızca Aydınlık’tan kopmamıştır, esas olarak Komintern’in faydacı esaslara göre biçimlendirdiği Kemalizm tahlillerinde de geleneksel sol çizginin düzen içi siyasal sınırlarından da kopmuştur.
Şnurov örneği münferit değildir. Örneğin Kaypakkaya’nın “parlamento faşizmin maskesidir/aletidir” savı; Dimitrov’un “faşizmin, açık terörist diktatoryayı kaba ve uydurma bir parlamentarizmle birleştirmesini engellemez” ifadesine dayanmaktadır. (28)
Dimitrov Kemalist Türkiye’yi, sözünü ettiği değerlendirme kapsamına almasa da, Kaypakkaya Dimirov’un bu çözümlemesiyle Türk burjuva siyaseti arasında bağ kurmuştur.
Dimitrov Güney-Doğu Avrupa’yı değerlendirirken özel şartların faşizme kendine özgü bir nitelik kazandırdığını söylemektedir. Bu ülkelerde toprak devrimi yapılmamıştır, feodalizm tasfiye edilmemiştir, milli azınlık sorunu çözülmemiştir. Bu ülkeler yarı-sömürge ve sanayisi az gelişmiş ülkelerdir. Nesnel olarak ele alındığında, Dimitrov’un sözünü ettiği ülkelerle( özellikle Bulgaristan, Yugoslavya ve Finlandiya) Kemalist Türkiye çok benzer bir siyasal iktisada sahiplerdir.
Ancak bu benzerliğe rağmen Dimitrov, Kemalist Türkiye’yi bu düzlemde tartışma gereği duymamıştır. Bunun nedeninin de Şnurov’un saptamasıyla aynı olduğunu düşünüyoruz. “Kemalizm’in devrimci olmadığı hâlde devrimci olması” savına yol açan Sovyetler Birliği’nin dış siyaset ihtiyaçları, Kemalizm’in karşı devrimci ve faşist karakterinin, Komintern tarafından öne çıkarılmasına hiçbir zaman izin vermemiştir.
Kaypakkaya referans aldığı isimlerin tahlillerinde açık bir ifade olmamasına rağmen, siyasal bir tercih olarak, Türkiye işçi sınıfının ve Türkiye Devriminin ihtiyaçları doğrultusunda, Kemalizm’i faşizm olarak belirlemiştir.
Bu açıdan Dimitrov da münferit bir örnek değildir. Kaypakkaya’nın Kemalizm yaklaşımı Şnurov, Stalin ve Mao’nun Kemalizm değerlendirmelerine; faşizm yaklaşımı ise Dimitrov’a dayanır. Ancak Kaypakkaya’nın referans olarak aldığı isimlerin hiçbiri Kemalizm’i faşizm kategorisinde değerlendirmemiştir. Kaypakkaya’nın “Kemalizm faşizmdir” çıkarımının ne uluslararası ne de ulusal bir önceli vardır. Bu durum Kaypakkaya’nın yaklaşımını tamamen özgünleştirmektedir.
Kaypakkaya’nın Kemalizm yaklaşımındaki ayırt edici tutumu ve yalnızlığı onun hem güçlü hem de “cılız” tarafıdır. Güçlüdür, çünkü Türk burjuva siyasetinin bütün unsurlarından kopmasını sağlamıştır. “Cılız”dır, çünkü bu mesele de çok geç kalınmış bir ilki temsil etmektedir ve savını gerekçelendireceği özel bir faşizm tahlili yapmamıştır.
Kaypakkaya’nın önemi, hem Kemalizm’in komünistçe olumsuzlanmasında bir ilki temsil etmesindedir hem de bu ilksel tutumu örgütlü-siyasal bir iddiayla birleştirmesindedir.
Daha önce de ifade etmiştik. “Kemalizm, bizzat faşizm demektir” savı, siyasal bir belirleme ve devrimci-propagandist söylem olarak doğrudur ve bu açıdan gerekçelendirilmiş de bir savdır. Ancak bu sav Türkiye ve Kürdistan’ı birlikte kapsayan, özel bir faşizm tahlilinden yoksundur. (29)
Keza daha önce de ifade ettiğimiz gibi, Kaypakkaya’da devrimci bir kopuşa yol açan asıl belirleme, Kemalist iktidarın Türk komprador burjuvazisinin siyasal temsilcisi olduğu hakikatinin keşfedilmesidir. Kaypakkaya bu belirlemeyle Kemalist iktidarın “milli burjuva sınıfının temsilcisi” olduğu mitolojisini yerle bir etmekle kalmadı, o aynı zamanda Kemalizm’in düşman sınıfın kurucu ideolojisi olduğunu ve gerici niteliğini saptadı. Tartışmasız hakikat ve devrimci olan bu durumun cesaretle ortaya konulmasıdır, Kemalizm’in karşı devrimci karakterinin deşifre edilmesidir.
Kaypakkaya’nın “Kemalizm faşizmdir” savı, Kemalizm’in sınıfsal tahlili ile birlikte değerlendirildiğinde anlamlıdır. Çünkü Kaypakkaya’da günceli yakalayan ve geçmişte içinde bulunduğu statik ortamdan onu kurtaran devrimci tutum, Kemalizm’i sınıfsal olarak mahkûm eden ideolojik-siyasal çizgide ısrar etmesidir.
Kaypakkaya’nın Kemalizm tezlerindeki sorun ise Türk burjuva siyasetinin vücuda gelmiş formu olan Kemalizm’in sürekli faşizm olarak tanımlanmasıdır. Tarihsel maddecilik açısından Kaypakkaya düşüncesini donuklaştıran; ideolojik karşıtlık ile siyasal karşıtlık arasındaki ayrımları silikleştiren yaklaşım Kemalizm’in/faşizmin sürekli olduğunun kabulüdür.
Kaypakkaya’nın “Türkiye’de burjuva demokrasisi, başından beri, Kemalist iktidar dönemi de dâhil, faşizan ve feodal bir karakter taşımaktadır” (30) saptaması, onun düşüncesinde sürekli faşizm teorisinin kaldıracı niteliğindedir.
Kaypakkaya’ya göre komprador burjuvazinin bütün klikleri faşisttir. Bu belirleme Türk komprador-egemen sınıflar arasındaki siyasal krizlerin ve kırılmaların açıklanmasında bazı tıkanıklıklara ve hatta tutarsızlıklara yol açmaktadır.
27 Mayıs 1960 darbesi örneği üzerinden somutlayacak olursak; Kaypakkaya’nın yaklaşımına göre iktidardaki komprador klik Demokrat Parti de muhalif komprador klik CHP de faşisttir. Mesele bu şekilde konulduğunda; 27 Mayıs darbesi de faşist askeri darbe olmuş oluyor.
Ancak Kaypakkaya 27 Mayıs sonrasını, Türkiye burjuva demokrasisinin üç kısa döneminden biri olarak değerlendiriyor. Dolayısıyla muhalif faşist kliğin iktidardaki burjuva kliğe yaptığı askeri darbe burjuva demokratik bir ortam yaratmış oluyor. Kaypakkaya bu durumu da faşist askeri kliğin orta sınıf reformizmiyle uzlaşması iddiasıyla açıklıyor.
Faşist askeri diktatörlük, tekelci burjuvazinin açık terörist diktatoryası olması nedeniyle orta burjuva reformculuğuyla uzlaşamaz. Yani uzlaşma koşulları olsaydı zaten, burjuva iktidarın en radikal ifadesi olan faşist diktatörlük seçenek hâline gelmezdi.
Ancak sürekli faşizm kavrayışının yol açtığı tek çelişik durum bundan ibaret değildir.
Örneğin; 27 Mayıs ile 12 Mart darbeleri denkleştirildiğinde, 12 Mart askeri cuntasının ilk işinin 1961 anayasasını budamak olması da açıklanamaz hâle geliyor.
27 Mayıs darbesi, muhalif komprador burjuva klikle orta sınıf reformculuğun uzlaşmasının bir ürünüydü. Bu nedenle geçici bir burjuva demokrasisine yol açtı. Keza, aynı nedenle, bir süre sonra komprador burjuvazinin çıkarlarına zarar verdiği ortaya çıktığı için 12 Mart faşist darbesi tezgâhlandı ve orta sınıf reformculuğunun damgasını taşıyan anayasa tasfiye edildi.
27 Mayıs darbesinde; komprador ve orta burjuvazinin bütün kliklerini ortaklaştıran ve Kemalist iktidardan da miras kalan gerici nitelik, 27 Mayıs sonrasında Kürt ulusuna karşı alınan tutumdur.
Darbeden hemen sonra siyasi tutukluların tümünü serbest bırakarak bir iyi niyet gösterisinde bulundular. Buna karşılık Menderes hükümetinin Kürtçülük komplosuyla tutukladığı 49 Kürt öğrenci ve aydınları tahliye edilmedi. Milli Birlik Komitesi’nin yaptığı ilk icraatlardan biri, Kürtçülük yaptıkları iddiasıyla 550 Kürt ağa ve aydınını hiçbir gerekçe göstermeden ve mahkeme kararı olmadan Sivas’ta bir kampta enterne etmek oldu. (31)
***
Faşizm en nihayetinde; tekelci burjuva sınıfın ihtiyaçlarını karşılamak için başvurulan en olağanüstü ve radikal siyasal tercihtir. Kemalizm’in iktidarı aldıktan sonraki gelişmesi esas olarak köylülere, işçilere ve toprak devrimi olasılığına karşı yöneldiği için kuruluş kodları itibariyle anti-demokratik, anti-komünist ve ezilen milliyetler meselesinde inkarcı bir karakterde şekillendi. Bu üç kurucu iç siyaset ilkesi, aynı zamanda Kemalizm’in yarı-faşist ideolojik kodlarıdır. Bu üç faşist ideolojik kod, Türk burjuva siyaset geleneğinin hiçbir zaman vazgeçmediği ve ideolojik sürekliliğinin de kendini bugün de en belirgin şekilde hissettirdiği reflekslerdir.
Bütün Türk komprador burjuva tarihine açık ve sürekli faşizm teşhisi koymak, çelişkiler yumağı olan gerçeğin de doğru kavranamamasına yol açıyor.
Gerçeğin bir yönünü doğru kavrarken, diğer yönünün yadsınması devrimci kavrayışı sakatlayan bir yöntem sorunu yaratıyor. Sınıf mücadelesinden doğan nesnel olanakları doğru kavramamızı engelliyor.
Hiçbir şey sabit değildir, sabit olan gerçeğin tali biçimidir. Asıl olan değişimdir. Değişim ise çelişmelerin, farklılıkların zorunlu ifadesidir.
Bu nedenle Türk burjuva siyasetin bütün kliklerinden kopmak ve Türk burjuva devletine karşı uzlaşmaz bir teori inşa etmek çok olumlu bir devrimci çabadır. Ancak bu ne kadar olumluysa Türk burjuva siyasasının ideolojik-sınıfsal var oluşunu ve gelişimini toptancı bir yöntemle açıklamaya çalışmak ve bütün süreçleri tek bir sabite indirgemek de o kadar olumsuzdur.
Türk burjuva siyaseti her ne kadar yarı-faşist ya da örtülü faşist bir karaktere sahip olsa da, hem egemen sınıfların ihtiyaçları hem de toplumsal çelişmelerin eşitsiz gelişmesi nedeniyle, kendi içinde önemli siyasal kırılmalar ve kopuşlar yaşamaktadır.
Türk burjuva siyaseti; Kemalist iktidardan AKP-MHP rejimine, Kemalizm’den Türk-İslamcılığa uzanan süreçte ciddi siyasal kopuşlar yaşamasının yanında, muazzam da bir ideolojik sürekliliğe sahiptir. Aralarında önemli siyasal krizler olsa da; Kürt ulusuna yönelik kayyum siyasetinde, grev yasaklarıyla ve anti-komünist terör uygulamalarıyla; Kemalist iktidarla başlayan faşist ideolojik-siyasal refleksler AKP-MHP rejimi ile güncelliğini korumaktadır.
Güncel olarak Türk burjuva siyasetine yön vermeyi sürdüren Kemalizm’in, karşı-devrimci ve gerici sınıfsal-ideolojik karakterinin saptanması bu açıdan yakıcı bir meseledir. Hem güncel mücadele hem de tarihin doğru okunması açısından, Kemalizm’le hesaplaşmak hâlâ proleter devrimci bir görevdir.
Bunun yanında geçmişin devrimci-komünist kopuşunu sahiplenmek kadar, o kopuşun aksayan taraflarıyla ve hatalı yönleriyle hesaplaşmak da proleter devrimci siyaset için ufuk açıcı olacaktır.
Son tahlilde; Kemalizm belli nitelikleriyle; güncel olarak ulusçuluk perspektifiyle ve bunun doğrudan sonucu olan homojenleştirilmiş toplumsal kurgusuyla, hem egemen burjuva kliğin hem de muhalif burjuva kliklerin ideolojik referansı olmaya devam etmektedir.
Özellikle 2016 sonrası değişen burjuva siyasal denklem, İslamcı burjuva kliğin İslamcılıkla barışık bir Kemalizm çizgisine girmesini sağlamıştır. Kemalizm’in ulusçu perspektifi kendini egemen burjuva klikte Kürt ulusal sorununa yaklaşımda belirgin olarak gösteriyor. Bunun yanında aynı ulusçuluk perspektifi muhalif burjuva kliklerinde ise göçmen sorunu üzerinden karşımıza çıkıyor.
Kemalizm’in “kaynaşmış, sınıfsız” ve homojen ulus perspektifi dün olduğu gibi bugün de sınıf mücadelesini engelleyen bir rol oynuyor. Başta işçi sınıfı olmak üzere, bütün halk sınıfları ulusçuluk yaklaşımı üzerinden gericileştiriliyor.
Kemalizm’in dar ve burjuva laiklik yaklaşımı, Türk-İslamcı yeni ideoloji karşısında yenilgiye uğrasa da, muhalif burjuva klikler tarafından, yaşam tarzı meselesine sıkıştırılarak manipüle ediliyor. Bu manipülasyon egemen burjuva kliklere tepki duyan halk sınıflarını kapitalist düzen içine hapsediyor ve devrimci-proleter bir siyasal çıkışın gelişmesini engelliyor.
Devrimci-komünist hareketin yarım asırdır gerileyen ve durağan hâli karşısında, Kemalizm’in ulusçu-faşizan perspektifini güncel kılan evrensel ve nesnel gelişme ise dünya genelinde yükselen ulusçu-otoriter ve faşist rejimlerin yükselişe geçmesidir.
M. Kemal, İnönü, Celal Bayar, Recep Peker, Mahmut Esat Bozkurt ve Şükrü Saraçoğlu bugün yaşamıyor ama ellerinde büyüttükleri Türk komprador burjuvazisi ve Türk burjuva devleti yaşıyor. Kürtleri inkâr siyaseti devam ediyor. Gece yarısı kanun hükmünde kararnameleriyle grevler yasaklanıyor. 1 Mayıs’ta komünistler tevkifata uğruyor.
Mutlaklaştırmadan, hakikat ilişkilerini yadsımadan ama düşman sınıfın kurucu ideolojisi olduğunu da akıldan hiç çıkarmadan…
Kaynakça
Mao Zedong, Seçme Eserler-III, Kaynak Yayınları, sy. 92, 2. Basım, İstanbul, 1992.
Eski ve Yeni Faşizm, Yaşar Ayaşlı, Yordam Kitap, sy. 94, 1. Basım, İstanbul, 2023.
Faşizm ve Diktatörlük, Nıcos Poulantzas, Ç: A. İnsel, İletişim Yayınları, sy.117, 1. Basım, İstanbul, 2004.
Faşizme Karşı Birleşik Cephe, Dimitrov, Ç: S. Çılızoğlu-A. Özer, Ekim Yayınları, sy. 134, 7. Basım, Ankara, 1989.
Faşizm ve Diktatörlük, Nıcos Poulantzas, Ç: A. İnsel, İletişim Yayınları, sy.27, 1. Basım, İstanbul, 2004.
Eski ve Yeni Faşizm, Yaşar Ayaşlı, Yordam Kitap, sy. 60, 1. Basım, İstanbul, 2023.
Faşizme Karşı Birleşik Cephe, Dimitrov, Ç: S. Çılızoğlu-A. Özer, Ekim Yayınları, sy. 223, 7. Basım, Ankara, 1989.
Komintern, TKP ve Kürt İsyanları; Erden Akbulut-Erol Ülker, Yordam Kitap, sy.164, 1. Basım, 2022, İstanbul.
Türkiye Ekonomisinin Tarihi, Tevfik Çavdar, İmge Kitabevi, sy. 268, 1. Baskı, Ankara, 2003.
Türkiye’de Faşist Alman Propagandası, Johannes Glasneck, Ç: A. Gelen, Onur Yayınları, sy.210, 1. Basım, Ankara.
Age, sy. 22
Age, sy. 70.
Age, sy. 140.
Age, sy. 160.
Türkiye Ekonomisinin Tarihi, Tevfik Çavdar, İmge Kitabevi, sy. 243, 1. Baskı, Ankara, 2003.
Komünizm Gözünden Kemalizm, Vahram Ter-Matevosyan, Ç: Gözde Yılmaz, İletişim Yayınları, sy.97, 1. Baskı, 2023, İstanbul.
Türkiye Ekonomisinin Tarihi, Tevfik Çavdar, İmge Kitabevi, sy. 238, 1. Baskı, Ankara, 2003.
Age, sy. 242
Faşizme Karşı Birleşik Cephe, Dimitrov, Ç: S. Çılızoğlu-A. Özer, Ekim Yayınları, sy. 138, 7. Basım, Ankara, 1989.
Komünizm Gözünden Kemalizm, Vahram Ter-Matevosyan, Ç: Gözde Yılmaz, İletişim Yayınları, sy.139, 1. Baskı, 2023, İstanbul.
Age, sy. 177.
Age, sy. 189.
Age, sy. 190.
Türkiye Proletaryası, A. Şnurov, Ç: G. Bozkaya, Yar Yayınları, sy. 16, 4. Basım, 2020, İstanbul.
Komintern’in Kemalizm tahlili ve Tarihsel TKP’nin hiçleşmesi – https://gazetepatika22.com/kominternin-kemalizm-tahlili-ve-tarihsel-tkpnin-hiclesmesi-148786.html
Türkiye Proletaryası, A. Şnurov, Ç: G. Bozkaya, Yar Yayınları, sy. 17, 4. Basım, 2020, İstanbul.
İbrahim Kaypakkaya-Bütün Yazıları, Umut Yayımcılık, sy.366, İstanbul, 2018.
Faşizme Karşı Birleşik Cephe, Dimitrov, Ç: S. Çılızoğlu-A. Özer, Ekim Yayınları, sy. 136, 7. Basım, Ankara, 1989.
Kemalizm Tahlili Denemesi-1: Türk Komprador Burjuva Siyasetinin İnşası – https://gazetepatika22.com/kemalizm-tahlili-denemesi-1-turk-komprador-burjuva-siyasetinin-insasi-153817.html
İbrahim Kaypakkaya-Bütün Yazıları, Umut Yayımcılık, sy.400, İstanbul, 2018.
27 Mayıs ve Kürtler https://bianet.org/yazi/27-mayis-ve-kurtler-122210
https://gazetepatika22.com/kemalizm-tahlili-3-fasizm-kemalizm-iliskisi-uzerine-154263.html