DEĞİL Mİ?
Ulu Tanrı’m, akıl ermez sırrına,
Binbir ismi hakda pinhân edersin.
İçirirsin sabrın peymânesini,
Hikmetini sonra âyân edersin.
Gizlenirsin bir nüvenin içinde,
Âdemin de şeytanın da cinin de,
Her milletin ayrı ayrı dininde
Şirke, küfre, reybi bürhan edersin.
Aşk olursun, gönlümüzü yakarsın,
Leylâ olur karşımıza çıkarsın,
Rakîb olur canımızı sıkarsın,
Vuslatını bize hicran edersin.
Bozuktur düzenin, olmazsın akort,
Tavşana kaç dersin, tazıya aport,
Haham, papaz, hoca ettikçe zart zurt,
Alay eder, güler, isyân edersin.
Sen indirdin yere şu dört kitâbı,
Ayrı ayrı her birinin hisâbı,
Her bir dinin sensin putu, mihrâbı,
Yalanına kendin iman edersin.
Zerdüşt olmuş görünmüşsün ateşte,
Brahmen’in Vişno’susun güneşte,
Bir parlayış parladın ki Kureyş’te
Mahbûbunu zâtına şân edersin.
Hem goncasın, hem bülbülsün, hem diken,
Hem cânânsın, hem de çileyi çeken,
Hikmetine defîneler açıkken
Seyyah, derviş olur selmân edersin.
Yok olmadan var olmanın yolu yok,
Kendin gibi seni arayan pek çok,
Hiç şaşrmaz kaderden attığın ok,
Sevdiğini aşka nişân edersin.
Çiftçi olur, öküzünü haylarsın,
Ağa olur, hizmetkârı paylarsın,
Yersin, göksün, yıllar, günler, aylarsın,
Asırları toplar bir ân edersin.
Görünürsün her velîde, delide,
Mustafa’da Avram’da Pandeli’de,
Bir maymuncuk gibi her bir kilide
Hem uyarsın hem de bühtân edersin.
Neşve olur, gizlenirsin şarabda,
Helâl, haram yazılırsın kitabda,
Sevdâlarla şu inleyen rebâbda,
Sensin, âşıkları nâlân edersin.
Zincir olur mecnûnları bağlarsın,
Görür, acır, karşısında ağlarsın,
Irmak olur, dere tepe çağlarsın,
Tûfân olur, dehri vîrân edersin.
Bir ot idin, kamış oldun, ney oldun,
Feryâdına karşılık hey hey oldun,
Su, kök, filiz, asma, üzüm, mey oldun,
Her katreni bana ummân edersin.
Çıban olur, enselerde çıkarsın,
Yanar canın yine kendin sıkarsın.
Kendin yapar, kendin yakar, yıkarsın,
Sigortadan ne kâr, ziyân edersin?
Maymun olur, ısırırsın kralı,
Hâlâ Yunan cânevinden yaralı,
Yıldızını o yâr sard› saralı,
Venizelos musun devran edersin, .
Bir irâden adam yapar eşeği,
Azlolurken batar ona döşeği,
Gazabındır şu felâket şimşeği,
Her nereye çaksan sûzân edersin.
Çıkmayan bir candan umut kesilmez,
Rahmetinden zerre bile eksilmez,
Gözümüzü senden başkası silmez,
Güldürmeden önce giryân edersin.
Şımartırsın bir sonradan görmeyi,
Öğretirsin halka çorap örmeyi,
O çalarken tam gözünden sürmeyi,
Yakalarsın, hapse fermân edersin.
Zengin olur kasaları kitlersin,
Fakir düşer garip başın bitlersin,
Deri, kemik, beden bizi ciltlersin,
Hicrânlara canlı divân edersin.
Lâ’netin mi şu şeyn-İslâm kapısı,
Yedi cehennneme bedel yapısı,
Zebânilerde mi bunu tapısı?
Bu çeteyi sen perîşân edersin.
Dârü’n-Nedve midir şu Dârü’l-Hikme?
Savurdular birbirine çok tekme.
Kuyruğu sakattır, pek hızlı çekme,
Eşeklerle bizi handân edersin.
Kudururlar arpalıkla, tiridle,
Girişirler kafa, göz, yüz, dividle;
Geğirirler, anırırlar, tecvîdle,
Harf-i meddi yular, kolan edersin!
Fitne için yeter İzmir’li Cüce,
Yelken takar devedeki hörgüce,
Kürek çeker akıntıya her gece,
Boklu dereye mi kaptan edersin?
Nerde olsa başındadır belâsı,
Hased, fitne, o Fir’av’nın Mûsâsı,
Cehil, gurûr ve sâire cabası,
Sakla domuzlara çoban edersin.
Sana giren çıkan nedir be dürzü?
Dersin bana ey Allah’ın öküzü!
İçirirsin on dört bin okka düzü,
Beni bulutlarda mihmân edersin!
Serserînim, düştüm aşkınla meye,
Nasıl girdin elimdeki şu ney’e?
Hem seversin beni Neyzen’im deye,
Hem de sarhoş diye destân edersin!
NEYZEN TEVFİK