Ortadoğu’da ulus devletlerin çözülüşü ve rıza kenti oluşturma gayretleri
Zeynel Kete
Ortadoğu’da yaşanan her an adeta bir tarihtir. Bölge kendine özgü bir tarzda Üçüncü Dünya Savaşı’nı yaşamaktadır. Bu kaos ve kriz hali kendi içinde yeni bir çözümü de var edecektir. Yaşanan Üçüncü Dünya Savaşı’nın cehennemin kapılarını açtığı söylemine karşı, cennetin kapılarını da araladığını söyleyenler de vardır. Cennet insanlığın kaybolan eşit ve özgür yaşamıdır; baskının, iktidarın, sömürünün olmadığı ana kadının toplumsal gerçekliğidir. Bu mana ile Amargi olarak da tanımlanır. Çünkü tarihsel kaynaklara bakıldığına göre cennet Dicle ve Fırat nehirleri arasındadır ve Aden bahçeleri olarak tanımlanmaktadır.
Ortadoğu insanlığa ait ilklerin Serçeşmesidir. İnsanlığa ait zihinsel, siyasal ve toplumsal açıdan ilkleri var etmiş bir coğrafyadır. Aynı zamanda da Reya Heq Alevi inancının yoğun yaşandığı, hakikat ve özgürlük arayışında binlercesinin serden geçtiği bir mekanın ismidir Ortadoğu. Özgürlük arayışına aşk ile bağlı olan bir kültürün, inancın, duruşun sürekli devriye halinde olduğu bir coğrafyanın ismidir aynı zamanda. Buna karşılık nahak anlayışın en üst düzeyde temsilcisi olan Sümer devletçi sistemin, bu sistemin ideolojik üretim merkezi olan Zigguratların, Nemrudî ve Firafunî anlayışların da döl yatağıdır.
Ortadoğu coğrafyası dünyanın en zor coğrafyasıdır. İlk doğuşların merkezi olması bakımından önemlidir. Uygarlığın gerici zihniyeti, devletin döl yatağı buradan ete kemiğe bürünmesidir. Hak ve Nahak bütün ilklerin mayalanmasına ortam yaratmıştır. Üç tek tanrılı dinin ve peygamberliksel çıkışların gerçekleştiği yerdir Ortadoğu. Bir yanda hakikat ve özgürlük arayışı, Ortadoğu bilgeliği, dervişlik, devriye halinde olurken, bir yandan da köleliğin ilkleri burada var olmuştur. Başka bir ifade ile uygarlık sistemi Ortadoğu’da sürekli olarak ahlaki ve politik toplumun rıza kenti oluşturma gayretlerini engellemeye çalışmaktadır. Bu gün de hegemonik güçlerin bu coğrafyada özgür kentler ya da demokratik toplum sözleşmesini esas alan yönetim birimlerinin inşa edilmesini engellemek için büyük bir çabanın içinde olduklarını biliyoruz.
Ortadoğu’da yaşanan bu kriz ve kaos hali bir anda kendiliğinden meydana çıkmadı. Tarih geçmişin izlerini, birikimini, yükünü bünyesinde taşımaktadır. Yaşanan bu insanlıktan sapmanın, barbarlığın, hegemonik anlayışın tarihsel geçmişi, başlangıcı vardır. “Tarih başlangıcında gizlidir, başlangıcını çözemeyemlerin tarih bilgisi tüm felaketlerin nedeni olan cehaletin de temelidir.”
Tarih ve geleneği ne kadar iyi bilirsek günümüzü ve geleceği de ona göre değiştirip dönüştürebiliriz. Tarihsel gelenek bize göstermiştir ki, toplumsal sorunların nedenini değerlendirirken sermaye ve iktidar tekeli en baskın ve belirleyici tekelleri oluşturmaktadır. Binlerce yıldır devam eden toplum ve doğa sömürüsünü merkeze koyan sermaye ve iktidar tekeli Ortadoğu’da bütün barbarlığın nedenidir. Bu barbar güçler bir anda ve kendiliğinden ortaya çıkmadı. Özellikle iki kutuplu dünyanın soğuk savaş döneminin araçları olarak meydana çıkarıldılar. ABD’nin Sovyet blokuna karşı oluşturduğu Yeşil Kuşak projesi bu gerici güçlerin filizlenmesinde, hegemonik güçlerin araçları haline gelmesinde belirleyici oldular.
Ortadoğu’da hegemonik güçlerin, ulus devlet yapılanmaların yaratmış olduğu enkaz üzerinden yükselen dinci, milliyetçi, cinsiyetci zihniyetler yaşanan sorunları çözmek yerine, sorunun nedeni durumundadırlar. Kapitalist modernitenin ulus-devletçi formunun dertlere derman olmadığı net bir şekilde açığa çıkmıştır. Ulus devletlerin mucitleri olan Avrupa ülkeleri yüzyıldır kendi kıtalarında bu formu esnetmek için çeşitli “otonom” yapılanmalara girerken, Ortadoğu’da ise ulus-devlet formunun korunması, güçlenmesi için olmadık dolaplar çevirdiler. Toplumu sadece maddi emek üzerinden sömürmediler; iktidar, sömürü, toplumun bütün dokularında kendine yer edindi. “Kölelik sadece maddi emek üzerine kurulmaz; öncelikle zihniyet, duygular ve bedenler üzerinde inşa edilir.” Toplumu çökertmek için “beyinlerin sömürgeleştirilmesinden” daha büyük bir sömürge yoktur.
Rıza toplumunun işleyiş kanunları demokratik ve komünaldır, ahlaki ve politiktir, toplumsal rızalığı esas alır. Tekçi anlayışların işleyiş formu ise toplumsal doğaya aykırıdır. Bu aykırılık ilelebed değildir. Baskılar ne kadar artarsa artsın toplumun özgürlük arayışı engellenemez. Toplumsal tarih bunun örnekleri ile doludur. Rojava’da Hak-Yol topluluklarının rıza kenti oluşturma gayretleri bunun somut ifadesidir. Yetmiş iki alem bu mekanda ikrarlı bir duruşla, birbirlerini ötekileştirmeden “Bir”lendiler. Yeni bir toplumsal sözleşme ile; doğrudan demokrasi, adem-i merkeziyetçi bir yapı, insanın haysiyeti, eşitlik ve özgürlük esası üzerine kurulu anlayış cümle canın arzusudur.
Ortadoğu’da başta Kürtler olmak üzere, rıza toplumu sürekleri Zerdüşt’ün Ahura Mazdası, Mani’nin ışığı, Hz. Hüseyin’in”Hüseynî duruşu”, Mansur’e Hallaç’ın Direnişi, Şeyh Bedrettin’in direnişi ve komünalitesi, Baba İshak’ın, Baba İlyas’ın farklılıklarla birleşerek zülme karşı meydan açması, anaların uyandırdığı çerağların nuru ve jin jiyan azadî çığlığı mazlumların rıza şehri oluşturma gayretlerine yol gösterecektir. Bu çerağ on dört bin yıldır pervanelikte devriye halindedir. Halklar, farklı kimlikler kendisine ait olanı, kendisinden çalınanı almak için mazlumların uyandırdığı çerağa niyaz olacaklar. Yerin, göğün, havanın, suyun, toprağın; cümle canın bu çerağa ihtiyacı vardır. Uyandırılan her çerağ toplumun “özgür doğup ve özgür ölmesi” içindir.
Suriye’deki “despotik” rejimin yıkılması çoklu seçeneklerin kapısını aralayacaktır. Suriye etnik olarak Arap, Kürt, Asuri-Süryani, Ermeni, Çerkez, Türkmen, Rum halkının ortak evidir. Bu topraklarda yaşayanların tarihi “Suriye” isminin tarihinden daha kadimdir. Araplar, Asuri-Suryani, Kürt kimlikler bu kadim kültürün temsilcileridir. Mevcut Baas rejimi bu kimlikleri tarihsel hakikatleri ile kabul etmedi, kendi potasında eritmeye çalıştı. Suriye’de Aleviler bazı kurumlarda, hepsinde değil, görev almada öncelikli olsalar da anayasal olarak tanınmamışlardır. Aynı şekilde Suriye hiçbir zaman Arap Alevî devleti de olmadı. Türkiye’deki dinci, milliyetçi çevrelerin böyle bir algı oluşturma siyasetleri her zaman oldu.
Bilinmelidir ki, hakikat ve özgürlüğe aşk ile bağlı olanların uyandıracağı çerağın ışığı en karanlık olanın üstüne vurur. Ortadoğu’da çoklu kayıpların ve kazanımların en üst düzeyde yaşanacağı bir dönem başlamıştır. Yerinde ve zamanında çözüm alıcı müdahalede bulunanlar kazanacaktır. Ortadoğu’da Hak-Yol topluluklarının rıza kenti oluşturma gayretleri Afrin’de karşılık bulmuştu. Bu meydanda her mazluma nasip kapısı açılmış, her koma niyaz verilmiştir. Gören gözlere aşk olsun.