Gisaengçung veya Türkçe adıyla Parazit, bir tarafın %100 kötü olduğu klasik zengin-fakir filmlerinden değil.
Film, internetin bir ihtiyaç haline geldiğini vurgulayarak başlıyor. Ki ailesi o kadar fakir ki faturalarını bile ödeyemiyor. Bodrumda yaşıyorlar üstelik. Türkiye'de bodrum katta ya öğrenciler ya mülteciler yaşar. Bir ailenin bodrum katta yaşaması sefaleti ortaya koyuyor.
Ki Woo'nun arkadaşı Min, ona bir iş teklifi götürünce ailenin hayatı değişiyor. Ki Woo, zengin aileden işi kapıyor ve Da Hye'nin İngilizce öğretmeni oluyor. Bu sırada oğlum dahi sendromuna yakalanan anneyi bir şekilde kandırıyor.
Yalan rüzgarıyla önce babayı şoför olarak, sonra anneyi hizmetçi olarak aynı evde işe başlatıyorlar. Burada bir yerde Kore'deki üniversite mezunu işsizlerden söz ediliyor. Demek ki bu durumda Kore, Türkiye ile aynı kaderi paylaşıyor.
Ailenin reisi veya başka bir deyişle yeni şoför Ki Taek'in ev sahipleriyle konuşurken kafasını yoldan çevirip onların yüzüne bakması da dikkatimi çekti.
En beğendiğim bölüm sel bölümü oldu. 23 Haziran 2020'de Esenyurt'ta bir kişinin öldüğü sel felaketi geldi aklıma. Yani daha kadar sel yüzünden insanların öldüğü bir kentte yaşıyorsanız empati kurmanız kolay olacaktır. Bu sahnelerdeki göndermeler de çok yerindeydi. Sonunda spor salonunda uyanmaları ve babanın diyaloğu beni bitirdi.
Zengin ailenin kampa gittiği sırada zengin gibi yaşamaya karar veren fakir ailenin başı eski hizmetçi Moon Gwang'ın evi ziyaret etmesiyle baltalanıyor. Moon Gwang, sığınaktaki kocasına yemek yedirmek için gelmiştir aslında. Filmin bu bölümünde Koreliler'in Kuzey Kore korkusunu hissedebiliyorsunuz. Neyse ki bizim uğruna sığınaklar inşa edeceğimiz bir düşmanımız yok.
Fakirin fakirle çetin mücadelesinin fakirin zenginle olan mücadelesinin önüne geçtiği fikrini verdiği için filmin yapımcılarını ne kadar kutlasam az. Çünkü ezilen ezileni daha çok ezer. Ezilenlerin dayanışmaşı ütopik bir hayaldir. Belki bir gün gerçek olur ama o gün bugün değil.
Sonunda kanlı bir mücadele olur ve her şey değişir. Moon Gwang'ın kocası Geun Se partide dehşet saçar. Bunun sonu üç ölü olur. Biri Geun Se'nin kendisi, biri Jessica veya gerçek adıyla Ki Jung, diğeri ise zengin baba Dong Ik'tir. Ki Woo da yaralanmıştır ancak gözlerini hastanede açar.
Bundan önce şartlı tahliye ile hukuk, avukat ve doktor ile de liyakat eleştirisi yapıldığını düşünüyorum. Medya da nasibini almış bu eleştirilerden.
Mors alfabesi ile mesajlaşma ve Ki Woo'nun kod kırıcılığı bir yanda dursun, sondaki zengin olma hayali çok fenaydı. Kapitalizmin bu kadar vahşi olduğu diyarlarda sınıf atlamak çok zordur çünkü buralarda ekonomik sınıflar bir çeşit kasttır.
Ki Woo ile Da Hye arasındaki aşka da parantez açmak istiyorum. Kız gözüme çocuk gibi geldiği için öpüşme sahnelerini gayri ahlaki bulmuştum ancak karakteri canlandıran Ji-so Jung 1999 doğumluymuş. Yine de hem arkadaşının sevdiği olduğu için hem de hoca-öğrenci ilişkisini aştığı için Ki Woo'nun yaptığı ırz düşmanlığıdır.
Babanın, evin yeni sahipleri olan İsviçreli çifti Alman olarak tanıtması ve "Sosis ve biradan başka şeyler de yiyorlarmış." serzenişi bana bizim her çekik gözlüyü Japon olarak yorumlamamıza nazire gibi geldi.
Her anlamda muhteşem bir filmdi. Ancak buradan "Kore böyle lanet bir yerdir." bir önermesi çıkmaması lazım. Sonuçta bu bir belgesel değil; bir filmdir. Her film kendi gerçekliğini yaratır.