The Shawshank Redemption (Esaretin Bedeli) ve The Green Mile (Yeşil Yol) adlı birbirinden güzel hapishane filmlerinden sonra ilk kez bir dava filmi izledim. 1957 yapımı 12 Angry Men.
Film babasını öldürmekle suçlanan bir çocuğun jüri aşamasındaki davasını konu alıyor. Jüri on iki kişiden oluşuyor. 1950'ler Amerika'sına bakıldığında hepsi New York'taki stereotipleri yansıtan karakterler. Öncelikle jürinin tamamı beyazdır çünkü ABD'de henüz ırkçılık devam ettiği için siyahi bir jüri üyesi bulmak zordur. Filmin 90'lardaki yeniden çekilmiş versiyonunda dört siyahi jüri üyesi bulunuyordu. Sonra, jürinin tamamı erkektir. İngilizce man sözcüğünü hem adam hem de kişi olarak çevirebiliriz. Zaten dilimizde de adam, yakın bir döneme kadar insan demekti. Bugün bile yasada "adam yaralama, adam öldürme" suçları geçmektedir.
Jürinin karakter analizine bakalım bir de:
Formen yani jürinin başkanı pek bir şeye sesini çıkarmayan bir adam. Belki de en jürinin en sakin üyesi.
İki numaralı biraz sümsük bir adam. Diğerlerinin etkisi altında kalıyor.
Üç numaralı jüri, öğlunu erkek gibi yetiştirmekle övünüyor. Şiddete meyilli olmayan oğlunu dokuz yaşında şiddete alıştırmıştır. Oğlu on altı yaşına geldiğindeyse onunla kavga edip evden kaçmasına neden olmuştur. Bu karakterin vicdani hesaplaşmasını yoğun bir biçimde hissediyoruz filmde. Belki bu yüzden en çok bağıran adam bu. Kendisinde bir miktar suçluluk hissi var. Jürisi konumunda bulunduğu dava oğlunun babasını öldürdüğüne dair ciddi kanıtlar içeriyor. Kendisi bu yandan yara almış.
Dört numaralı jüri üyesi bürokratvari bir adam. Herkes sıcaktan bunalmış bir haldeyken ceketini bile çıkarmıyor. Kararından dönmesi ise çok zor oluyor.
Beş numaralı jüri üyesi banliyöde yani varoşlarda büyümüş. Cinayetin varoşlarda işlenmiş olması onu etkiliyor. Cinayetin ayrıntısına inildikçe onun da yardımı dokunuyor. Çocukla duygusal bir bağ kurduğunu görebiliyoruz.
Altı numaralı jüri üyesi badanacı. New York'taki esnaf ve zanaatkar sınıfını temsil ettiğini düşünüyorum.
Yedi numaralı jüri üyesi beyzbol maçını davadan çok düşünen bir tip. Demek ki bu zamanki aceleci tipler o zamanlarda da var. Jürilik görevinden kazanacağı üç doları, gencin hayatından daha çok düşünüyor.
Sekiz numaralı jüri üyesi, ilk oylamada suçsuz (not guilty) oyu veren tek kişi. Bize sorgulamamızı salık veriyor. Herkesin sağlam bulduğu kanıtların o kadar da iyi olmadığını bize gösteriyor.
Dokuz numaralı jüri üyesi yaşlı bir adam. Yüzeysel bir karakter. Çok derinine inilmiyor.
On numaralı jüri üyesi sürekli öksürüyor. O dönemde de pandemiler oluyordu ancak toplum sağlığı fikri çok da yerleşmemiş. Bugün öksüren biriyle iki saat aynı odada kimse kalmaz sanıyorum. Bunun yanında, kendisi varoşlara gıcık olan bir adam. Varoşlarda böyle bir cinayetin kesinlikle işleneceği önyargısını taşıyor.
On bir numaralı jüri üyesi aksanından da anlaşılacağı üzere İtalyan bir göçmen. New York'a 50'li yıllarda akın eden İtalyanları temsil ediyor.
On iki numaralı jüri üyesi davayla en alakasız tip. Reklamcılıkla uğraşıyor. Sürekli konuyu değiştiriyor. Arada dönemi yansıtacak davayla ilgisiz konuşmalar kulağımıza çalınıyor ama bu üyenin açtığı konular gerçekten çok alakasız.
İlk başta jüri üyeleri "Zaten herkesin kararı belli. Hemen oylayalım. Bitse de gitsek." kafasında. Lavaboda işini halleden birkaç kişi de son bulduktan sonra, pencereden dışarı bakıp sigara içen beyaz takım elbiseli adamın da masaya çağrılmasıyla ilk oylama gerçekleşir. Jüri üyelerinin yarısı tereddüt etmeden gencin suçlu olduğuna kanaat getirmiştir. Beş kişi de onlardan etkilenip elini kaldırmıştır. Karar oybirliğiyle alınmalıdır ancak sekiz numaralı jüri elini kaldırmamıştır. Ona neden böyle yaptığı sorulduğunda birinin ölümüne bu kadar kolay karar verilemeyeceğini, en azından bir saat tartışmaları gerektiğini söyler. Bir süre meseleyi tartışıyorlar. Sekiz numaralı jüri üyesi sakinken üç ve on numaralı jüri üyeleri saldırgandır. Tekrar oylama talep edilir ama bu sefer yazılı biçimde. On birde on bir suçlu çıkarsa sekiz numaralı jüri de suçlu oyu verecek ve genci elektrikli sandalyeye gönderecektir. Aslında bu bölümde bu kadar kolay olmasını beklemezdim. Belli ki o da baskılar sonucu diğerlerinin etkisi altında kalıyor. Bu yapılan yazılı oylamada bir suçsuz oyu çıkar. Herkes varoşlarda büyümüş beş numaralı jürinin bu oyu verdiğini düşünüyor ancak yaşlı olan dokuz numaralı jüri üyesi kendisini açık ediyor.
Sekiz numaralı jüri üyesi ayrıntılara çok iyi dikkat etmiş. Onları savunmasında kullanabileceği en iyi biçimde kullanıyor. Görgü tanıklarının ifadelerinin o kadar da net olmadığının belirlenmesinde kilit işlev görüyor. Diğer üyeler kanıtların ve görgü tanıklarının doğruluğuna %100 inanmış. Çünkü görgü tanıkları yalan yere şahitlik yapmayacaklarına dair Tanrı üzerine yemin etmiştir. Tartışmalar sürüyor. Sekiz numaralı jüri üyesi suçsuzluğuna değil suçlu olmayabileceğine dikkati çekiyor. Net olmayan kısımlar yavaş yavaş çözülüyor. İlk oylamada İtalyan göçmeni fikrini değiştiriyor. Ondan önce varoşlarda büyüyen adam bir anda suçsuz diye öne atılmıştı. Bir sonraki oylamada iki taraf eşitleniyor. Bu aşamada ortamdaki değişim de görülüyor. Yağmur yağmaya başlıyor; ileri kısımda ise başlangıçta çalışmayan vantilatör çalışıyor.
Tuvalet sahnesinde kadınlar tuvaletinin de olması garibime gitti. Sekiz numaralı jüri üyesi tatlı tatlı konuşarak herkesi ikna ediyor. Son oylamada üç suçlu oyuna karşı dokuz suçsuz oyu çıkıyor. Suçlu olduğu tezini savunanlar üç, dört ve on numaralı üyeler. Diğer ikisinin geçmişten gelen hesaplaşmaları olduğunu biliyoruz ancak dört numaralı jüri üyesi tam olarak ikna olmuyor. Onu ikna etmek için dokuz numaralı jüri üyesi gözlük ayrıntısını kullanıyor. Burası gerçekten can alıcıydı. İkircemede kalan reklamcı bile kararını kesin olarak değiştiriyor.
Sona kalan üç numaralı üye oluyor. Savunmasında mahkemedeki kanıtları ve görgü tanıklarının ifadelerini tekrarlıyor. Oğluyla olan fotoğrafını yırtması yürek burkuyor. Sonrasında kararını ağlayarak değiştiriyor ve jüri oybirliğiyle gencin suçsuz olduğuna kanaat getiriyor. Aslında onun tam olarak ikna olduğunu sanmıyorum. Vicdan azabı ağır basmış olmalı ki gencin vebalini almak istemiyor. Merdivenlerden inerken sekiz ve dokuz numaralı üyelerin diyaloğuna şahit oluyoruz ve film bitiyor. Gencin gerçekten suçsuz olup olmadığını hiçbir zaman bilemeyeceğiz.
Türk hukuk siteminde jüri mekanizması yok ama sosyal medya var. Özellikle Twitter, ayrıntıları tam olarak bilinmeyen davalarda halkın yönlendirmesine maruz kalıyor. Twitter'daki linç mekanizması da benzer çalışıyor. Bir kişinin herkesi fişteklemesiyle. Diğerleri çoğunlukla konuyu bile bilmiyor. Kendinden önce yazılanların bir benzerini yazarak ahlaki anlamda artı tarafa geçmiş oluyor. Funda Esen linci böyleydi. Linçseverler olayı o kadar abarttı ki kendisinin dans ettiği paylaşımların altına küfürler yazmaya kadar gitti iş. Bu aşamada sağduyulu insanları susturmak da linci işletenlerin bir görevidir. Masumiyet karinesi bu ülkede kimse için önemli değildir. "Ülkede adalet kalmamış!" diye serzenişte bulunular ama kendilerinde Roma Hukuku'ndan bile zerrece bulunmaz. Onların istediği doğa hukukudur. Babası kızının kendisine tecavüz ettiğini söylediği genci öldürünce onu tebrik etmek için sıraya girerler. Çocuğun masum, kızın iftiracı olabileceği akıllarına gelmez. Gelir, gelir ama bunun ihtimalinin bile dillendirilmesini istemez. Sosyal medyadan adalet olmayacağını işte bu yüzden savunuyorum.
Siyah-beyaz olmasına aldırış etmeden su gibi akıp giden bir tek plan filmi. Tek kelimeyle muazzam.