Follow

Gece onun evinde toplanacaktık. Onun için hazırladığım yemeği ve ödünç vermek üzere yanıma aldığım kitapları götürürken ayağım kaydı, düştüm. Yemeğin bulunduğu borcam binbir parça oluverdi. Yağmur yeni sona erdiği için yerler ıslaktı. Kitaplarım da sırılsıklam olmuştu. Hemen onu aradım. Zaten evinin neredeyse önünde olmuştu bu. Koşup geldi. İlk olarak bana nasıl olduğumu sordu. Olayı anlatmaya girişirken beni durdurdu. Soruyu yanlış anlamıştım. Bana bir şey olup olmadığını sormuş. Açıkçası dizimin biraz çizilmesi dışında bir şeyim yoktu. O da yemeği ve kitapları önemsemem gerektiğini söyledi. Dışarıdan söyleyebileceğimizi belirtti. Kitapları da kütüphaneden alabilirdi. Zihnimi bir miktar rahatlatmış olarak eve gittik.

Eve girer girmez pizzacıyı arayıp büyük boy pizza söyledi. Konuşarak beni sakinleştirmeye devam ediyordu. Dizime baktı. Sadece hafif bir sıyrıktı. Buna rağmen pansuman yaptı. Kitaplarımı kaloriferin üzerine bıraktım. Bir süre konuşmadan bekledik. Salondaki tekli koltuklara oturuyorduk, karşılıklı olarak. Benim kafamdan düşünceler yorgun mermi misali geçiyordu. Başımı kaldırmayıp düşünüyordum. Derken zil çaldı. Gelenin kim olduğunu tahmin etmek zor değil. Kuryeye iyi dileklerini ilettikten sonra yirmi lira bahşiş vererek pizzayı teslim aldı. Gördüğüm kadarıyla kuryenin ağzı kulaklarına varıyordu.

Kutuyu ortadaki masaya koyup yemeye koyulduk. Bu sırada aramızda belli belirsiz bir sohbet akıp gidiyordu. Ben ona içinin güzelliğinin dışına yansıdığını söylediğimde gülümseyip teşekkür etti. Çok güzel bir gülümsemesi vardı. İnsan birçok şeyi feda edebilirdi bunu tekrar görebilmek için. Sonra akşamdan beri başıma gelen felaketten bahsettim. Tekrar şöyle bir gülümsedi. Ona bakıp ben de güldüm. Gülümsemesi yüzünden silinmeden nasıl tanıştığımızı hatırlayıp hatırlamadığımı sordu. Elbette hatırlıyordum. Bir gün sınıfta herkes kendi halindeyken tek başına kalmıştı. Yanına gidip konuşma olasılığımızın ne olduğunu sormuştum. O sadece başını sallayıp onaylamıştı. Kendi adımı söylemiştim. O ise hayattan bezmiş bir biçimde adını mırıldanmıştı. Melike'ydi adı. Daha sonra başka konulara geçmiştik. Bu muhabbetten sonra onun iyi bir insan olduğuna kanaat getirmiştim. Birbirimize iyi dileklerimizi sunarak ayrılmıştık.

Onun anlattığı da birebir bu şekildeydi. Bununla aylardır süren duygusal buhrandan çıktığını belirtti. Yani sadece yanına gidip konuşarak onu depresyondan alıkoymuştum. Sonra bir gün Mecidiyeköy'de karşılaşmamızdan bahsetti. Tedirgin görmüştüm onu. Etrafta bir şey arıyor gibiydi. Selam verip bir sorun olup olmadığını sormuştum. Akbili bitmiş, yanında da nakit yokmuş. Bankamatik arıyorken rastlaşmışız. İstikametimiz aynı olduğu için onun yerine akbil basacağımı söylediğimde biraz çekinmişti. Başını öne eğip bunu borç olarak aldığını söyleyecekti ki susturup lafını bile etmemesi gerektiğini söylemiştim. Otobüsten inerken elimi kavrayıp sıkmıştı. Tokalaşma gibi değildi bu. Daha çok minnet duygusunun dışa vurumuydu.

Anlatmasını sürdürüyordu. Bir gün yine psikolojisinin kötü olduğu bir dönemde sınavları da başlamak üzereydi. Onun pek arkadaşının olmadığını hatırlamak güç olmasa gerek. Melankolik bir tavrı vardı. Siyahla arasındaki ilişki farklı bir seviyedeydi. Bazı günler derste yanına oturduğumda, verilen arada konuşayım diye ağzımın içine bakıyordu. Benim durumum da iç açıcı değildi. Ezikliği, aşağılık kompleksini ve özsaygıdan yoksunluğu bir türlü üzerimden atamıyordum. Çoğu gün kimseyle tek kelime konuşmayıp evin yolunu tutuyordum. Demek ki bu, Melike'de de onulmaz yaralar açmış.

Vize haftasından bahsediyordu. Derslere odaklanamamıştı. Aslında zeki biriydi. Onun gibisini çok az görmüştüm. Kafası başka alemlerdeydi. Bana bu konuyu açtığında bir hafta on gün kadar evinde misafir olmuştum. Birlikte düzenli ve etkili bir biçimde çalışmıştık. Sonuçlarını da görmüştük. Bana teşekkür etmek için bir tiyatroya gitmiştik. Özel bir tiyatroydu. Tiyatroları sevdiğimden haberdardı. Oyun öyle güzeldi ki bittiğinde on dakika kadar ayakta alkışlamıştık. Salondan çıktığımızda kendisine şöyle bir sarılmıştım. Şaşkınlıkla karşılık vermişti. Bu jesti gerçekten içimi ısıtmıştı.

Tüm bunların üzerine ufak tefek birkaç olayı daha ekledi. O anlatırken ne olduysa yakınlaşmıştık. Başımı onun göğsüne koymuş halde buldum kendimi. Pozisyonumu düzeltmeyi düşünürken bir dilim pizzayı ağzıma tıkıştırdı. Kendimi serbest bırakıp dinlemeye devam ettim. Şimdiye kadarki gördüğü en iyi insan olduğumu düşünüyordu. Bunu söylediğinde duygularım yoğunlaştı. Dudaklarına yapışıp dakikalarca öpüştük. Bilinçaltımda böyle bir hissin varlığını şimdiye kadar sorgulamamıştım bile. Melike, benim en iyi arkadaşım, dostumdu.

O geceden sonra ilişkimizin mahiyeti eskisi gibi olmadı. Ona karşı sevgim o kadar çoğalmıştı ki evlendik. Evlilik taraftarı değildim aslında. Onunla ortak bir şeyimiz olması gerekiyordu. Evlenmekle sadece ortak bir deftere sahip olmaktan öte gitmiştik; bir aile olmuştuk. İlk zamanlar içim içime sığmıyordu. Kaldığım daireden ayrılıp onun yanına taşınmıştım. Kazandığımız para çok değildi ama mutluyduk. Mutluyduk... Ta ki o geceye kadar.

O akşam eve ondan önce gelmiştim. Onu beklerken yemeği hazırlıyordum. Sofrayı kurmuştum, kilidin çevrilip onun içeri girmesine ramak kalmış olması lazımdı. Önce bir fren sesi duydum, sonra bağırış çağırışlar ve gürültüler. Kaza belaya çok karışmak istemediğim için balkona çıkmadım. Bir süre sonra ambülans geldi. Perdeye kırmızı mavi ışık yansıyordu. Telefonum çaldığında acı haberi aldım. Can havliyle aşağı indiğimde onun cansız bedenini gördüm. Olduğum yerde yığılıp kaldım. Sonrasını hatırlamıyorum.

Gözlerimi tam bir bilinçle açtığımda dört gün geçmişti. Evlenmeden önce beraber öleceğimize söz vermiştik. Bunu sağlayamazsak ilk önce ben ölecektim. Ancak evliliğimizin üçüncü ayında beni terk etmişti. Olanlara öfkeliydim. Uzun bir süre kimseyle konuşmadım. Sanırım altı ay kadar sürdü bu suskunluğum. Çoğu yerde dilsiz sanıldım. Sonunda psikiyatrist desteği alarak bunu aşabildim. Ancak yine de eskisi gibi konuşkan değildim. Soranlara Melike'yi anlatmamak için direniyordum. Tanış olduklarımızın çok azına anlatabildim. Yıllar yılı da yalnızım. Bu işlerden elimi eteğimi çekmiştim. Her cumartesi mezarını ziyaret ediyordum ancak son birkaç haftadır bunu yapamaz oldum. Anksiyetem arşa çıktı. Bendeniz Recayi, bu yazıyı tamamlamakta dahi güçlük çekiyorum. Sanırım bu eziyete birazdan son vereceğim.

Sign in to participate in the conversation
Qoto Mastodon

QOTO: Question Others to Teach Ourselves
An inclusive, Academic Freedom, instance
All cultures welcome.
Hate speech and harassment strictly forbidden.