Bir LinkedIn paylaşımı dikkatimi çekti yine. Geçen ay bir psikoloğun şikayeti üzerine yorum yapmıştım. Bunu paylaşan kişi de Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi mezunu bir psikolog. Yani, Psikoloji Bölümü mezunu olunca sanırım bu sıfatı alıyor.
İş görüşmesi yaptığı kurumların saygısızca davrandığını söylemiş. Bu durumu ben de çoğu yerde gözlemledim. Adaylara böyle davranan firmalar, muhtemelen işçisine de aynı şekilde davranıyordur. Buralarda çalışmaması belki de kendisi için hayırlı olmuştur.
Asgari ücretin altında bir maaş teklif etmeyi aklım havsalam almıyor. Asgarinin anlamı "en az"dır zaten. Normalde şirketlerin asgari ücrete çalıştıracak eleman bulamaması lazım ama halk "Aman iş olsun da." diye düşünüp buna tamah ediyor. Asgari ücret, nüfusun %10'unun alması gereken bir maaştır. Fakat bize öyle bir masal empoze edildi ki ülkenin %60'ı asgari ücretle çalışıyor.
İşe başvuranlar bilgisini, zamanını ve emeğini vereceğini gözardı ederek talep ettikleri ücreti açlık sınırının çok altında bir paraya çalışmak için düşürüyor da düşürüyor. Kimse kendine daha yüksek bir ücreti layık görmüyor. İyi yaşamak kimsenin umrunda değil. "Çok şükür!" diyip geçiyor. Şımarık işverenler de bu durumu fırsata çevirmeye çalışıyor. Durum büyük oranda bundan ibaret.
Kişinin yeni mezun olmasını bahane edenler de kötü niyetli. Tecrübe kazanması için ne yapması gerekiyor? Evde oturunca tecrübe kazanılmaz. Bunu patronlar bilmiyor mu?
Formasyon çok sıkıntılı bir konu. Anlaşılan o ki Psikoloji Bölümü mezunlarının pedagojik formasyon alamadığını işverenler bilmiyor. Para çok yanlış ellerde maalesef. Bunu defalarca söylüyorum.
Birinin klinik psikolog sıfatını alması için psikoloji yüksek lisansı yapması ve belli testlerden geçmesi gerekir. Burada yazarın niyetinin bu olmadığını varsayalım. Yetkinliğin aşağılar biçimde sorgulanması yine de hoş değil.
Emek süreçlerinde maruz kalınan gaddarlık herkesin malumu. Bu da işe başvurudan itibaren başlıyor. Buradaki yakınma da bunun ispatı.
@melcebi bu cümle beni de rahatsız ediyor. Çalıştığım dönemde "O sana ekmek veriyor." dendiğinde küplere binerdim. Orhan Kemal, Grev kitabında yazıyor ya "Sen kimsin de bana ekmek vereceksin? Çalışıyorum ben, alnımın teriyle kazanıyorum onu... Bana ekmek veriyormuş. Ben çalışmayım da sen bana ekmek ver. Ulan siz değil ekmek, günahınızı bile vermezsiniz bedavadan!" diye. Bu tirat sıkça aklıma düşüyordu.
@mereyu Benim de en nefret ettiğim cümle: X kadar kişiye ekmek veriyor. Halbuki X sayıda kişi yaşamının önemli bir kısmını o işveren için harcıyor. Aldığı da emeğinin karşılığı. İşverenin zenginliğini sağlıyor. Neoliberal dalga emekçilerin elindeki herşeyi yoketti