"Ötekinin var olduğu zamanlar sona erdi. Gizem olarak öteki, baştan çıkarma olarak öteki, Eros, arzu, cehennem ve acı olarak öteki ortadan kayboluyor. Bugün, ötekinin negatifliği, yerini aynının pozitifliğine bırakıyor. Aynının aşırı çoğalması, toplumsal gövdeyi etkileyen patolojik değişikliklere sebep oluyor. Bünyeyi hasta eden şey, mahrumiyet ve yasaklama değil, aşırı iletişim ve aşırı tüketim; bastırma ve olumsuzlama değil, her şeye izin verme ve her şeyi olumlamadır. Zamanımızın patolojik alameti bastırma değil, depresyondur. Yıkıcı baskı ötekiden değil, içten gelir."
"K. Harris: Prof. Ayer, kitaplardan, öğrenmekten ve düşünce alışverişinden söz ettiniz. Bana öyle geliyor ki, çok okumamış ve kafa yormamış bir insan içten bir Hümanist olamaz. Gerçekte, bu düşünceleri, herkes her zaman kavrayamaz, değil mi?
A. J. Ayer: Çok önemli bir sorundur bu bence. Bize karşı şunu ileri sürüyorlar: Öbür dünyaya inanmadığımız için, insanlarda umut adına bir şey bırakmıyormuşuz. Bizim ilkemiz şu: Gerçekleşebilecek ne kadar iyi şey varsa, bu dünyada gerçekleşmelidir; insan hayatı yaşanmaya değer bir hayat olabilir ve bu dünyada ulaşılacak amaçlar vardır. Tarih bakımından, sorunuzun da içerdiği gibi, çok küçük bir sınıf insan için doğru olmuştur bu. Her şeyden önce, insanın bütün bu sorunları biraz olsun akıl yoluyla ortaya atabilmesi için, belli bir kafa gelişmesine ulaşmış olması gerekir sanıyorum. Sonra, insan bu sorunları ortaya koysa ve bu dünyada yaşadığımız hayattan sonra her şeyin bittiğine karar verse, yine de çoğu zaman bunu yeterince değerlendirecek durumda değildir ya çok yoksuldur, ölesiye çalışmak zorundadır, ya sağlığı yerinde değildir vb. Bu durumdaki insanlar çok çabuk umutsuzluğa düşerler. Onun için, bana göre, bugünkü durumda, Hümanist Akımın yapmaya çalışması gereken en önemli şey, üyelere açık olan bütün olanaklarla insanların toplumsal koşullarını yoluna koymak olmalıdır. Yalnız ekonomik koşullarını değil, eğitim olanaklarını da geliştirmeye çalışmalıdır. Ben kendim, bugün Kiliselerle savaşacak yerde çağdaş Hümanist akımın bütün çabasını başlıca eğitim ve ekonomi sorunları üzerinde toplamasını, bugün, Hümanizmayı katı bir öğreti haline sokan olaylar üzerine eğilmesini isterdim."
30 Ağustos Dedikleri…
1921 yılında Lozan eksenli yapılan görüşmelerde, o vakte kadar Osmanlı İmparatorluğu tarafından işgal altında tutulan, yönetilen toprakların bir kısmında Türklerin ulus devlet kurması kararlaştırılır.
İngiltere, İtalya ve Fransa, müttefikleri olan Yunanistan’ı yalnız bırakırlar; bununla da yetinmez, Ermenileri, Kürtleri, Pontuslu ve Rumları Türklerin eline teslim ederek Türkleri destekleme kararı alırlar.
Bunun nedeni, Ekim Devrimi’nin kapitalist dünyada yaratmış olduğu tehdit idi.
Kurulmasına izin verilecek olan Türk devleti, devrimin yayılmasının önünde bariyer olacaktı.
Sovyetler Birliği de Türklerin devlet kurmasından yanaydı çünkü Türkleri destekleyerek onu emperyalist kuşatmanın parçası olmaktan uzak, kendisine yakın tutmak istiyordu.
Türkler, emperyalist blok ile Sovyetler Birliği arasındaki çatışmadan faydalanmayı ve iki tarafı da idare etmeyi iyi bildiler.
Yunanistan ise geri çekilmek zorunda kaldı; yani kimse kimseyi denize dökmedi.
Dumlupınar’da başlayıp İzmir’de sonlandırılan savaşın neticesi 1921 yılında Lozan’da zaten kararlaştırılmıştır. Yani ortada kazanılmış bir zafer yoktur; bu da tıpkı Ergenekon gibi bir Türk efsanesidir.
Osmanlı Devleti, Almanya, Avusturya/Macaristan İmparatorluğu saflarında savaşa katılmış, 1918 yılında da İngiliz, Fransız güçlerine teslim olmuştu.
Mustafa Kemal ise Çanakkale’de savaş cephesini terk ederek İstanbul’a geri dönmüş, ordudan istifa etmişti.
Teslim olmuş bir devletin ve dağılmış bir ordunun subay eskilerinin “Yedi Düvele Karşı” savaş kazandığına inanmak için Türk olmak lazım. Yani kazanılmış değil, İngiltere ve Fransa, tarafından Türklere bahşedilmiş bir “galibiyet” söz konusudur.
Kemal Sunal’ın oynadığı Tosun Paşa filmindeki güreş sahnesi ne kadar gerçeği ifade ediyorsa Türklerin savaştan zaferle çıktığı da o kadar gerçektir.
30 Ağustos (Geçmişteki adıyla Başkumandan Zaferi), milyonlarca insanın katledilmesi ve sürgüne gönderilmesi neticesinde coğrafyanın yeniden işgalinin, Ermenilerin, Kürtlerin, Pontusluların bağımsızlık haklarının gasp edilmesinin ve Türkleştirilmesinin kilometre taşlarından biridir.
Komünist Zemin