Mao-spontex
Maoist spontanizm olarak da bilinen Mao-spontex, devrimci bir strateji olarak spontan eylemi savunan Fransız Yeni Sol'un Maoist bir eğilimi idi. Mao Zedong'un kitle çizgisi kavramından yola çıkan Mao-spontex, Mayıs 68 protestolarının bastırılmasının ardından Mao'nun siyasi düşüncesine özgürlükçü bir yaklaşım geliştirdi. Mao-spontex aktivistleri, ortodoks Marksizm-Leninizm ile ilişkilendirdikleri hiyerarşi, dogmatizm ve siyasi parti biçimini reddettiler. Mao-spontex, esas olarak iki siyasi örgüt tarafından temsil ediliyordu: Proleter Sol (GP) ve Vive la Révolution (VLR). Hareket, 1972'de GP'nin Mao-spontex aktivisti Pierre Overney'in öldürülmesinden sonra fiilen dağıldı.
17 Aralık Dünya Seks İşçilerine Yönelik Şiddetle Mücadele Günü'nü selamlıyoruz!
https://www.instagram.com/p/DSXhwTPDEBG/
İnternet ilanıyla göçmen kadın ticareti
İnternetin karanlık yüzü “dark web”te göçmen kadınlardan “ürün” olarak bahsediliyor. Kadınlar 4 bin dolar karşılığında satılıyor ve satıcılar “Eli kolu bağlı şekilde adrese teslim edileceğini” söyleme cüretini bile gösteriyor.
Doğa Baskan
Arama motorlarının indeksleyemediği, sıradan kullanıcıların ulaşamadığı internetin karanlık yüzü olan “dark web”de, Türkiye’deki mülteci kadınlar satılıyor. “Müşteri memnuniyeti en hassas olduğumuz mevzudur” denilen sitede, Afganistan, Pakistan ve Suriyeli kadınlardan “ürün” diye bahsediliyor. 4 bin dolar karşılığında kadınların “Eli kolu bağlı şekilde adrese teslim edileceği” vadediliyor!
“Utopia Market” isimli bir sitede 18-25 yaş aralığındaki Suriyeli, Afganistanlı, Pakistanlı kadınlar, “Hayyam” isimli kullanıcı tarafından Urfa, Kilis ve Antep illerinde, yedi gün içerisinde “teslimat garantili” olduğu ifade edilerek 4 bin dolar karşılığında satılıyor. Ödeme yöntemi olarak “escrow” adı verilen bir sistemin kullanıldığı bu sitede yer alan bilgilere göre; “hizmet” alıcıya ulaşıncaya kadar, para satıcının hesabına yatmıyor, eğer “teslimat” sağlanmazsa para alıcıya iade ediliyor.
‘Evlen ya da seks kölesi yap’
Söz konusu ilanın açıklamasında şu ifadeler yer alıyor: “Kataloğu gizlilik gereği escrow başladığında gönderiyorum. Listeden herhangi birini seçebilirsiniz. Evlenmek veya seks kölesi yapmak tercihinize kalmış. İlanı satın aldıktan sonra üstte yazılı üç şehirden birine gelip kendin seçip alır götürürsün veya biz özel arabayla eli kolu bağlı bir şekilde adrese kadar getirip teslim ederiz. Teslimat tamamlandıktan sonra sorumluluk dahil geriye kalan her şey bizden çıkar, size aittir, güvenliği ve bakımı size aittir artık. Yüzde 100 gizlilik garantisi. Kişiye ait not ve bilgileri tümden ortadan kaldırıyoruz. Escrow dahilinde satın alınması herkes açısından en iyisidir. Kataloğu ürünün escrowa düştüğünü gördüğümde size ileteceğim. Ödemeyi kızlar size sorunsuz olarak teslim edildikten sonra onaylarsınız. Basında çıkan bazı haberler… bunlar amatör ve yeni bu işe girenler gerekli tüm tedbirleri alıyoruz hiç şüpheniz olmasın.”
Kadın ticaretine ‘yapıcı’ eleştiri!
Satıcılar “vendor” ismi verilen bir profil oluşturuyor, burada kendilerini tanıtabiliyor, kullanıcılar da onlardan aldıkları “hizmet” hakkında yorumda bulunabiliyorlar. Bu ilana “5767bafb2cfb17ac” isimli kullanıcının yaptığı yorum ise dikkat çekiyor: “Eli kolu bağlı teslim etmeleri, profesyonel olmaları artı özellik, bir yıldızı kadınların sayısını arttırın diye kırdım, yapıcı eleştiri olarak düşünün.”
‘İlan’ değil ‘gerçek’: Sekiz kadın daha vardı
Van Star Kadın Derneği yöneticileri, geçtiğimiz yıllarda böyle bir vaka ile karşılaştıklarını söylüyor. Van Star Kadın Derneğinden edindiğimiz bilgilere göre, söz konusu üç ilden birinde alıkonulan İranlı bir kadın, internet üzerinden satıldığını ve bir erkekle evlenmeye zorlandığını belirterek derneğe başvurdu. Satıldığı erkeğin yanından kaçıp derneğe başvuran kadın, alıkonulduğu yerde sekiz kadının daha olduğunu söyledi. Kadın, derneğin yardımı sonrası başka bir ile gitti ancak sürecin hızlı gelişmesi ve kadına bir daha ulaşılamaması sebebiyle suç duyurusunda bulunulamadı.
Kadınlar güvenlik endişesiyle konuşmuyor
“Mülteciler” ve “istismarın önlenmesi” konuları da dahil olmak üzere dezavantajlı kesimlerle ilgili faaliyet yürüten Dünya Evimiz Uluslararası Dayanışma Derneği Genel Koordinatörü Burçak Sel, sahada bu konuya ilişkin duyumlar aldıklarını söylüyor. “Mülteci ve sığınmacı kadınlara yönelik istismar ve kadın ticareti konusunda, özellikle kendilerini ‘dini referanslarla’ tanımlayan kimi şahıslar üzerinden belirli mağduriyetlerin yaşandığına dair duyumlar alıyoruz. Bu bilgiler çoğunlukla çalıştığımız mülteci yoğun mahallelerde topluluk temsilcileriyle yaptığımız rutin toplantılarda gündeme geliyor. Topluluk içindeki güven ilişkileri sayesinde ulaştığımız resmi olmayan kaynaklardan gelen bilgiler diyebiliriz.”
Sel, bu meseleye müdahale etmek istediklerinde, konuyu ilgili yetkililere aktardıklarını ancak bunu dile getiren kadınların güvenlik endişesiyle konuşmadıklarını söylüyor.
Güvencesiz yaşam koşulları, dil bariyeri, yasal statü belirsizlikleri, ekonomik kırılganlık ve sosyal destek mekanizmalarının sınırlılığının mülteci ve sığınmacı kadınların savunmasızlığını artırdığını belirten Sel, “Güvenli ve anonim bildirim kanalları, çok dilli kadın danışma merkezleri, ücretsiz hukuki danışmanlık, topluluk içi kadın liderlerin güçlendirilmesi, travma bilgili güvenlik prosedürleri, dijital güvenlik eğitimleri, güvenli barınma imkanlarının mülteci kadınları korumak için artırılması gerekiyor” diyor.
İnsan ticaretinin yalnızca organize edenler tarafından değil, aynı zamanda bu suçu tüketen bir kesim tarafında da sürdürüldüğünü vurgulayan Sel şöyle devam ediyor: “Bu tür siteleri ve ilanları fark edenler polis, 157 YİMER hattı, kadın örgütleri yönlendirme hatları, info@dunyaevimiz.org ve savcılıklara suç duyurusunda bulunabilirler. İlanların ekran görüntüsü, linki ve zaman damgasıyla paylaşılması süreci kolaylaştırır.”
‘IŞİD’in gelir kaynağı, tüm yetkililerce biliniyor’
Özgürlükçü Hukukçular Derneği (ÖHD) üyesi avukat Hülya Yıldırım, “dark web” olarak adlandırılan bu sistemde kadınların ve kız çocuklarının satışa sunulmasının bu olayla sınırlı olmadığını söylüyor. Dört yıl önce kaçırılan yedi yaşındaki Êzîdi çocuğu hatırlatıyor: “Özellikle bu sistem IŞİD tarafından finansal gelir kaynağı olarak kullanılıyor. Kadın ve kız çocuklarının ‘modern köle pazarları’ olarak adlandırılan bu sistemde satışa sunulduğunu biliyoruz. Bu mesele yetkili tüm birimlerce biliniyor. Devletin, kolluğun etkili soruşturma ve etkili yargılama yürütmesi, bu konuda çalışan hukuk örgütlerinin, çocuk, kadın örgütlerinin buna dair yargılama süreçlerinin dışında tutulmaması gerekmektedir.”
Dört yıl önce benzer bir ilan
Dört yıl önce, yedi yaşındaki Êzîdi bir kız çocuğunun kaçırılması üzerine Gazeteci Timur Soykan, Halk TV’de katıldığı bir programda internet üzerinden kadın ticareti konusunu gündeme getirmişti. Soykan’ın ulaştığı ilanın içeriğiyle bizim ulaştığımız ilan tıpatıp benziyor. Aradaki fark sadece satıcının kullanıcı adı ve biyografisi. Her iki ilanda da “mülteci”, “18-25 yaş aralığı”, “Antep, Urfa, Kilis” vurguları dikkat çekiyor. Aradan dört yıl geçmesine rağmen ufak ifade farklarıyla ilan hâlâ “dark web” de bulunuyor.
Ayrıca güncel ilanda bulunmayan ancak dört yıl önceki ilanda yer alan “17 yaş aşağısındaki ilanlar sadece daimi ve güvenilir müşterilerimize açıktır” ifadesi ise “Êzîdi kız çocuğu” vakasıyla “eli kolu bağlı, adrese teslim kadın” kadın vakalarının arasında organik ilişkilerin olduğuna ilişkin şüpheler uyandırıyor.
Zira 2021 yılında Ankara’da IŞİD’e yapılan operasyon sonucu yedi yaşındaki Êzîdi çocuğun Irak’tan kaçırılarak Türkiye’ye getirildiği ve çocuğun “deep web”de satışa sunulduğu ortaya çıkmıştı. Operasyonda tutuklanan S.O. ve N.H.R hakkında açılan dava Ankara 15. Ağır Ceza Mahkemesinde sürüyor. 11 celsedir devam eden yargılamada, savcı sanıkların insan ticareti suçundan cezalandırılmasını talep ederken, avukatlar ise olayın soykırım suçu olduğunu savunuyor.
https://www.evrensel.net/haber/588983/resmi-gazetede-yayimlandi-hububat-ve-baklagillerde-lisansli-depolama-suresi-24-aya-indirildi
NASA: Dünya kararıyor
NASA’nın uydu verilerine dayanan yeni analizine göre Dünya, 2001’den bu yana belirgin şekilde daha az güneş ışığını uzaya yansıtıyor. Kuzey Yarımküre’nin Güney’e kıyasla daha hızlı kararması, buz ve kar örtüsünün geri çekildiği bölgelerde ısınmayı hızlandırıyor.
1876'da Kentucky'e Yağmur Gibi Yağan Gizemli Çiğ Et Parçaları Neyin Nesiydi?
Tarihler 3 Mart 1876'yı gösterirken Amerika'nın Kentucky eyaletinin Bath County bölgesinde gökten çiğ et parçaları yağdı.
https://eksiseyler.com/1876da-kentuckye-yagmur-gibi-yagan-gizemli-cig-et-parcalari-neyin-nesiydi
Marksist Materyalizmde Diyalektik: “Diyalektik Yöntem” Efsanesi
https://marksistarastirmalar.blogspot.com/2025/12/marksist-materyalizmde-diyalektik.html
Colani Alevi çığlığını duydu mu? Sessiz bir isyan, sarayda bir toplantı ve federalizme verilen yanıt
https://youtu.be/hYWhoJKvleU?si=OYL5a_vNNc20CKHd
Palmira’da ne oldu? ABD-Suriye ortaklığı duvara mı tosladı? SDG’nin eli güçlendi mi?
https://youtu.be/1yISBXAATek?si=yU_xA3G3gCVA_Hlx
Diyarbakır Vilayetinde 1915 Soykırımı
Sait Çetinoğlu
Kısaca yüz yıllardır süren Ermeni mallarına el koyma operasyonu başarı ile sonuçlanmıştır. Süreci sonlandıran 1915 Soykırımında Diyarbakır ve çevresinde ne olduğuna kısa bir göz atarsak. 1915 Soykırımında görev alanların bu talana nasıl katıldıkları ve nasıl nemalandıkları ortaya çıkar.
Ayrıca eklerdeki biyografiler 1915 sürecinin Diyarbakır İttihad ve Terakki yöneticileri ve soykırım görevlileri için Kemalist dönem için bir referans olduğu görülecektir.
1914’te Diyarbakır nüfusu, Kürtler, Nasturiler, Kildaniler ve Ermenilerden müteşekkil karma bir yapıya sahiptir.
Ermeniler çoğunlukla vilayetin kuzey ve kuzey doğusunda yerleşmişlerdi. Ermeni yerleşim bölgeleri 249 yerleşim bölgesinde 106.867 Ermeni barındırmaktaydı. Lice, Beşiri ve Silvan’da yaşayan Ermeniler Kürtçe konuşurlardı. Diyarbakır Ermenileri erken dönemde İttihatçı merkezin şimşeklerini üzerine çekmiştir.
1913 Mayısının Fransız diplomatik kaynakları, orada Kürt aşiretlerinin Ermeni halka karşı tavrının tecavüzlerin şiddetli artışının ancak üst düzey makamların emri ve onayıyla açıklanabileceğini rapor etmektedirler.
Diyarbakır’da Ermeniler toplam nüfusun 1/3’ünü (45.000) teşkil etmesine rağmen sayılarından fazla bir ekonomik gücün sahibiydiler. Diyarbakır ticareti, zanaatkar ve sanayinin tekelini ellerinde bulundurmaktadırlar. Bu tekel “intibah [uyanış] şirketi” ile devlet tarafından 1910’ların başında zorlanarak kırılmak istenilmesine karşın başarılı olunamamıştır. “Milli iktisat” mayası tutmamıştır.[1] Şirketin başında Prinççizade Feyzi’nin[2] bulunduğunu not edelim. Ermeni nüfusun ticaret, zanaat ve sanayide etkinliği büyük bir kınskançlık sebebidir. Ancak buradan bütün Ermenilerin bu sınıftan olduğu anlaşılmamalıdır. Her toplum gibi Ermeni toplumunda da sınıfsal ayrım vardır. Örnek olsun Diyarbakırlı Ermeniler Diyarbakırlı Kürtlerle birlikte İstanbul’da hamallık yapmakta İstanbul’un yükünü taşımaktadırlar. 3 Ağustos 1914 günü ilan edilen seferberlik Diyarbakır’da fırtına gibi esecektir. “Umumi Seferberlik” [3] ve bunu izleyen askeri müsadereler yerel ittihatçı çevrelerce Ermeni iş adamlarının durumunu sarsa imkanı vermiştir. Seferberlik ile şehir Ermenileri eksiltilmiş[4] ve pek çok zanaatkar ordu ve devlet için çalışmaya götürülmüştür. Ancak İttihad’ın Ermenilerin ekonomik etkinliğini kırma amacı en çok “ordu için gerekli malzemeler” adı altında yapılan müsaderelerde cisimleşmiştir.
Tüm üyeleri Diyarbakır’ın Jön Türkleri arasından seçilen Tekalif-i Harbiye ve Ahz-ı Asker komisyonları Cercis Ağazade Kör Yusuf [Göksu] ve Attarzade Hakkı başkanlığında, Ermenilere ait dükkan ve depolarını boşalttırmaktadırlar. Örneğin kadın eşyası satan mağazalar dahi bu zoralımdan nasiplerini alırlar. Bu komisyonlar, yürüttükleri operasyonlarla İttihadın otoritesi yerine geçmiştir. Bu komisyonların yereldeki şubeleri de ittihatçı kişilerden oluşturulmuş olup taşradaki talanı ve elkoymaları örgütlemektedirler. Bunlar Diyarbakırdaki Hıristiyanların dükkan ve depolarını her türlü bahane ile boşaltmaktadırlar. Özellikle Beşiri ve Silvan kazalarında 110 köyde un depoları, arpa stokları, zeytinyağı depoları şiddetli bir operasyonla talan edilmişlerdir. Ayrıca atlar, katırlar, inekler de en konanlar arsındadır. Bazı köylerde ürünün 1/8 olan Dim birkaç ay içinde üç kere toplanmış bunu da savaşa destek ve vatanseverlik adı altında gerekçelendirmişlerdir. Zaten bölgede Ermeniler yönelik keyfi idare gelenekselleşmiştir. Yanı bunda yadırganacak bir şey yoktur. Henüz savaş ilan edilmemişken Seferberlik, İttihatçı görevlilerinin Ermeni mallarına karşı talan operasyonlarına arkasına gizlenecekleri yasal bir paravan işlevi görmüştür.
Mebus Feyzi birkaç ay önce Almanya’ya yaptığı ziyaretten yeni dönmüştür. Büyük Britanya’ konsolosu ve dayısı müftü İbrahim ile 27 Ağustos’ta yaptığı sohbette; Almanya’nın, Osmanlıya savaşta kaybettiği toprakları vaat ettiğini ve 300 milyonluk bir Müslüman imparatorluğunu yeniden kuracaklardır. Sohbette Feyzi Ermenilerin Kafkasya’da Ruslara karşı isyan çıkartmayı reddetmelerinin kendisinde ne kadar büyük bir hayal kırıklığına sebep olduğunu. Reformlara karşı kızgınlığını ifade ederek: Eğer Ermeniler bu yolda devam ederlerse bu onlara çok pahalıya mal olacak. İngiltere, Fransa ve Rusya onlara yardım edip kurtaramayacaklar. Biz ise ne istersek yapabiliriz, Alman ve Avusturyalı müttefiklerimiz ağızlarını açmaz der. Feyzi’nin sözleri olacakların habercisidir.
Birkaç gün sonra aynı konsolos bu gidişe göre tekalif-i harbiye’nin Ermenileri iflas ettireceğini Mebusların aslında tüm vilayet halkını temsil ettiklerini, komisyonun iki şefi Attar Hakkı ve Cercis Ağazade kör Yusuf’a müdahale etmelerini, çünkü Ermeniler yok olurken, ticareti, tarımı ve bölgenin servetini de yok ettiklerini Feyzi Bey’e söyler bu kez yanında diğer mebus Kamil’de vardır. Feyzi: Ermeniler biraz daha düşünmeli, çünkü azınlıklar yok edilirse varlıkları biter. Bize gelince biz çoğunluğuz, yarısı ölürse diğer yarısı hala varlığını sürdürür. Ayrıca 200 yıldır kaybettiklerimizi geri alacağız hatta daha fazlasını. Konsolos Almanya sizi yutacak, uşağı olacaksınız cevabını verir.
18 Şubat 1920’de İstanbul’daki Divaı Harbi Örfi önünde eski Bitlis- Musul sivil müfettişinin açıklamaları da İttihatçıların Soykırım projeleri doğrulanır. Bu zat 1914 Ağustos’unda İstanbul’dan dönüş yolculuğunu İttihadın en üst düzey üyesi ile yaptığını anlatır. Yanlarında 1915’te katledilen Diyarbakır’ın Ermeni mebusu İstapan Çıraciyanda bulunmaktadır. Feyzi, Çıracıyan’a gözdağı verir: Bu size pahalıya patlayacak, geleceğiniz tehlikededir. Müfettişlerin istifa ettirildiğini öğrendiklerinde Feyzi: işte şimdi göreceksiniz reform istemek nedir! Diye haykırır. Oysa Feyzi bu müfettişlerin yardımcısı olark tayin edilmiştir. Diğer yardımcı da Diyarbakır’a vali olarak tayin edilecek Dr. Reşit’in olması İttihad’ın reformdan ne anladığını açık etmesi bakımından ilginçtir.
Konsolos bıkmaz bu kez 10 Eylül’de Cercisağazade Kör Yusuf’a gider ve vergideki oransızlığa işaret eder: Ermeniler nüfusun 1/3’ünü teşkil ederlerken verginin 5/6’nı ödediklerini söylediğinde; Ermeniler çok zengindir Cevabını alır. Konsolos, Kürt ağa ve beylerinin çok daha zengin olduğunu vurguladıktan sonra; onların da çok parası var der Ama komisyon şefini ikna edemez. Konsolos’un son sözü: Tükler altın yumurtlayan tavuğu öldürecekler! olur.
Nihayet İttihad’ın projesini büyük bir özen ve titizlikle uygulayıp Ermenilerin kaderini belirleyecek olan Dr. Reşit, 25 Mart 1915’te Diyarbakır’a vali olarak atanır[5]. İttihad ve Terakki’nin ilk kurucularından ve Bedirhanilerin damadı olan Dr. Reşit, 1914 yılında Ege’deki Rumların tasfiyesinde önemli rol oynayan Eski Karesi Mutasarrıfıdır. Ege’de ittihad’ın belirlediği pek çok politik ve ekonomik projelerle Rum ahalinin yoğunluğunu dağıtmıştır. Henüz kurulmakta olan Teşkilat-ı Mahsusa operasyonları ile sindirme, korkutma ve öldürme harekatında başarılı olmuştur. Burada bir nevi staj gördüğünü söylemek mümkün. Operasyonlarda yer alanlardan bazıları da Kemalist dönemde önemli görevlerde görmekteyiz. Celal Bayar vekil, başvekil ve Cumhurreisi olmuş, Pertev bey [Demirhan] generalliğe yükselmiş, Müfit Bey [Mahzar Müfit Kansu] vali ve her daim Mustafa Kemal’in yanındadır.
Dr. Reşit 28 Mart ‘ta Diyarbakır’a ekibi Teşkilat-ı mahsusa çeteleriyle birlikte gelir. Dr. Reşit’in TM ile ilişkileri tartışılmaz. 20 aralık 1915 tarihli Mahzar Paşa Komisyonunun Mamuret-ül-Aziz ve Diyarbakır hakkındaki araştırma raporunda Dr. Reşit açıkça her türlü katliam ve talan yapan çete ve grupları organize edip yönlendirmekten suçlanmaktadır.
Dr. Reşit ilk işi bir milis oluşturmak olur. Bunu pek çok şahit hatta Dr. Reşit de kabul eder.[6] Bu Teşkilat-ı mahsusa’dan başka bir şey değildir. Ardından Diyarbakır’da çok iyi tanına iki azılı katil olan Cemilpaşazade Mustafa ve Yasinzade Şevki’ye [Ekinci][7] çevredeki tüm suçluları toplayıp 11 tabur kurma görevi verir. 11 Taburun adı kasap taburu[8] denilmektedir. Bu taburlara komuta görevi şiddet eğilimli subaylara verilir.
Valini sağ kolu Rüşdi, yerel İttihad liderleri ve Mebus Feyzi bu Teşkilat-ı mahsusa birliklerinin oluşturulmasında etkin destek vermişlerdir. Bu liderler:
Feridzade Emin Bey, Şeyhzade Kadir [Demiray], Musullu Yahya, Müştak Bey, Fatihpaşa oğlu Hacı Bekir, Kasap Niko, Ali Hotonunoğlu Salih [Hoto][9], Sakap Şeko, Mardin Kapulu Tahir, Abdülkadirzade Kemal, Osman Kanon Zabiti, Cemilpaşazade Ömer, Yaver Çerkes Şakir, Müftizade Şeref [Uluğ][10], Musullu Mehmed, Delalzade Emin, Zazazade Mehmed.
Teşkilat-ı mahsusa’ya Cezire bölgesinden iki özel eşkıya da Feyzi tarafından çağrılmıştır. Bunlar Perihanoğlu Ömer ve Mustafa adında iki azılı katildir.
Dr. Reşit Diyarbakır yangınının faili olup Adana’ya gönderilen Memduh’u [Güran][11] da geri çağırır. Son olarak da Ermenileri taciz ve katliamları organize etmek için kendi başkanlığında bir Meclis-i ali oluşturur. Başkan yardımcıları Feyzi ve çeteler kumandanı Cemilpaşazade Mustafa’dır. Üyelerin başlıcaları: Feyzinin Yeğeni Piriççizade Sıdkı [Tarancı], Müftizade Seref [Uluğ], Harputlu Hüseyin, Yasin Efendizade Şevki [Ekinci], Velibabazade Veli Necdet [Sünkitay][12], Zülfizade Adil [Tiğrel][13], Katipzade Şevket [Asena], Zülfizade Zülfi [Tiğrel][14], Cercisağazade Abdülkerim [Aksu], Direkçizade Tahir[15], Ganizade Servet [Akkaynak], Cercisağazade kör Yusuf [Göksu], Attar Hakkı [Tekiner]. Böyle bir konsey Erzurum’da da kurulmuştur.
Mebus Feyzi, Dr. Reşit tarafından verilen özel görevle 29 Nisan ve 12 Mayıs tarihlerinde Cezire’ye geziye çıkarak yolunun üzerindeki her köyü ziyaret edip Kürt aşiret reislerini gavurlara karşı dini görevlerini yerine getirmeleri gerektiğine ikna eder. Allahın onların çocuklarını yetim bırak, kadınlarını dul, mallarını da Müslümana ver. Cinayeti ve yağmayı meşrulaştıran Gavurların Malı, canı Kadını da Müslümanlara helaldir gibi Hocaların fetvalarından örneklerle konuşmalarını süsler. 10 Mayısta Kürt aşiret reisleriyle bir hazırlık toplantısı da yapar.
16 Nisan’da ilk faaliyet başlar, Ermeni mahalleleri asker kaçaklarını arama bahanesi ile sarılır. Gençler hedef alınmıştır. Hatta askerlik çağına gelmeyen gençler ve bazı cemaat ileri gelenleri de tutuklananlar arasındadır. 19 Nisan’da dini cemaat liderleri yardım kurulları ve cemaat yöneticileri tutuklanıp hapsedilirler.
20 nisanda Ermeni cemaati kendi aralarında bir toplantı düzenleyip alınacak tavır tartışılır. İki görüş vardır birincisi korunmayı örgütleme, Taşnak, Hınçak ve Ramgavar parti temsilcileri İttihad’a güvenmeme ve bir organizasyon oluşturup halkı korumayı örgütleme yanlısıdırlar. Ancak hiçbir şey yapmayıp bekleme yanlılarının tezi galip gelir.
Ertesi gün 21 Nisan Sabahı parti ileri gelenlerinin tutuklanma sırası gelmiştir. İşkenceler uygulanıp şehir sokaklarında teşhir edilirler.
Yerel Ermeni ileri gelenlerinin kitlesel tutuklanmalarına 11 Mayıs günü başlanır. Bu tutuklamalardan yabancı misyon görevlileride nasibini alacak ve bunlara Diyarbakır’da isyan planlandığı ve ajanın kendisi olduğu yolunda itiraf imzalatılarak serbest bırakılırlar. Amaç bunların ihracıdır. Dr. Reşit Osmanlı ordusunda görevli Venezüellalı paralı asker Albay Rafael de Nogales’e Geçmiş iki gün içerisinde Amerikan misyonerlerini vilayetten kovduğunu söyleyecektir[16]. Yabancıların ihracı ile Jön Türkler şehirde kitle katliamlarına geçtiklerinde şahit bırakmamış oluyorlardı.
Dr. Reşit’tin Adana Valisi İsmail Hakkı’ya [Ramazanoğlu] gönderdiği 17 Mayıs 1915 tarihli mektubunda planlarından açıkça bahsedilmektedir: Reşid meslekdaşını, Van şehrinin Cevdet tarafından terk edilmesinden sonra Ermenilerin tasfiye edilmesi gerektiğinden bahsederek, bu siyasi planını harekete geçirdiğini anlatır.[17]
27 Mayıs itibariyle 980 kişi tutklanmıştır. Bunların bir çoğu işkence altında ölmüşlerdir. Feyzi 636 kişilik bir liste hazırlayıp 30 Mayıs şafak vakti bunlar şehirden çıkarılır. 23 adet kelek üzeride Musul’a götürülecekleri söylenir. Dr. Reşit’in yaveri Çerkes Şakir ve çeteleri refakat etmektedir. Tutukluların arasında Çılgadyan ayrılıp cezaevine götürülerek dişleri sökülür, kızgın demirle şakakları delinip gözleri oyulduktan sonra davullar eşliğinde şehrin Müslüman mahallesinde teşhir edilir. Ardından Büyük Cami avlusunda üzerine damla damla gaz dökülerek canlı canlı yakılır. Dr. F. Smith onu Türk hastanesinin ahırında can çekişirken bulur ama kurtaramaz. Ertesi gün Vali bir birkaç doktorun da imzaladığı bir bildiri yayınlar. Çılgıdyan tifüsten ölmüştür(!)[18] Mebus İstepan Çıracıyan Kezvani boğazına götürülerek halkının katledilmesi seyrettirildikten sonra en son katledilmiştir. Bunları Musul alman konsolosu da doğrulamaktadır.[19]
Kelekler 9 Haziranda Beşiri önlerine varmıştır. Şakir kafileyi Kürt eşkıyalardan koruma vaadi ile Ermenilerden 6000 lira toplar ve onları keleklerden indirir. 636 kişiyi Çalıkan köyü önlerinde Raman aşiretinden Perihanoğlu Ömero ve Mustafa beklemektedir. İşleri biten katliam yöneticileri Ömero ve Mustafa Feyzi tarafından ödüllendirmek için Diyarbakır’a davet edilirler. Refakat için verilen Çerkes göreviler tarafından Anbarçayı çeşmesi yakınında Dr. Reşid’in emirleri doğrultusunda katledilirler.
Bu olaydan sonra Feyzi şehir ileri gelenlerini katliam fikrine alıştırmak gayesiyle ulu Cami’de genel bir toplantı düzenler. Yanında müftü İbrahim de vardır. Müftü İbrahim, 12 yaşından küçüklerin öldürülmeyip İslamlaştırılmasına, kadınlarla kızların en güzellerinin hareme yollanmasına fetvayı verir. Ancak Kurul sadece kadınlara dair bölümü kabul edecektir.
Soykırımın güvenli gerçekleştirilmesi için bölgede görevli idarecilerin direncinin kırılması da gerekmektedir. Emirleri uygulamayı reddeden Mardin mutasarrıfı Hilmi[20] görevden alınır. Yerine gelen Şefik Bey[21] de aynı sebepten azledilerek yerine Dr. Reşit’in mutemet adamı İbrahim Bedreddin[22] getirilir. Mardin emniyetinin başına da Gevranizade Memduh tayin edilmiştir. Derik Kaymakamı Raşid Bey de 2 Mayıs tarihinde azledilerek, merkezden yazılı emir istediği için Diyarbakır yolunda katledilir. Lice Kaymakamı Hüseyin Nesimi Bey ve Beşiri Kaymakamı Naci Bey de katledilen idareciler arasındadır.
Haziran ayının ilk yarısından itibaren erkekler düzenli olarak toplanıp Mardin Kapısı Bahçeleri veya Gözle yolunda (bugünkü Gözalan) 100-150 kişilk gruplar halinde boğazlanırlar. 100 kadar erkek askeri ve idari bakım ve onarım işleri bahanesi ile toplanıp yok edilirler. Erkekler sistematik olarak yok edildikten sonra Dr. Reşid kalanların yok edilmeleri için Milis binbaşı Yasinzade Şevki görevlendirilir. Şevki ve jandarma komutanı Rüşdi her sabah 100 kadar Ermeni evine baskın yapıp sessizce askeri araçlarla düzen içinde toplanıp infaz edilmektedirler.
Mardin yolundan tehcir edilen ilk grupta Diyarbakır’ın büyük ailelerinden Kazazian, Tırpancıyan, Yeğenian, Handanian’lardan kadın ve çocuklar vardı. Onlara aile reisleriyle buluşmaya gittikleri söylenmiştir. En zengin aileleri üyeleri konvoydan ayırıp Alipınar köyünde evlerinde sakladıkları servetler itiraf ettirildikten sonra boğazlanır. Bu kervanın geri kalanları da Dara Mahzenlerinde boğazlanırlar.
Sonraki kafileler iki yöne gidecektir: Güney batı’ya Karabahçe – Siverek – Urfa. Güneye: Mardin – Dara – Res ül Ayn – Nusaybin – Der Zor.
İkinci kafileyi 1 sat uzaklıkta Çarıklı köyü yakınlarında Kozandere katliam mezbahası olarak tanımlanır. Teşkilat-ı mahsusa çeteleri ve yöre Kürtleri kurbanlarını burada beklemektedirler.
Katliam propaganda operasyunu ile birlikte yürütülmektedir. Reşid bir mizansen hazırlar; Ermenilerin işkence görmüş cesetlerine Müslüman kıyafeti giydirilip sarık takılarak fotoğrafları çekilerek bu belgeler(!) isyan eden Ermenilerin cinayetlerinin vesikası olarak Diyarbakır’da bolca dağıtılır. İstanbul’a hatta Almanya’ya yollanır. Nogales bu mizansenleri hatıratında nakleder. [23] Nogales ayrıca bir sırtlana[24] benzettiği Reşid’in vilayetindeki Ermenilerin yok edilmesinin üst kademelerin buyruğu olduğunu, sözlerini dikkatle seçerek sezdirdiğini ekler.[25]
Diğer bir mezbaha şehrin doğusunda Şeytan Deresi ve Kaynağ köyleri arasındaki Bigutlan boğazıdır. Burası Kürt Tırkan aşiretince katledilen 24 bin kişinin acı ölümünü görmüştür. Diyarbakır’dan Ras ül Ayn’a varabilenler kasabanın Çerkesleri tarafından karşılanarak infaz ettikleri Ermeni kızlarının saçlarından 25 metre uzunluğunda kalın bir ip örüp Feyzi’ye hediye yollarlar.
Diyarbakır’da 300 Ermeni aileden fazlası Müslümanlaştırılmıştır. Müftü İbrahim bu işlemler sonucunda büyük bir servet kazanmıştır. Ancak İslama geçen bu aileler birkaç hafta sonra tehcir konvoylarına katılacaklardır. 1 yaşından 3 yaşına kadar yaklaşık 400 çocuk ilk dönemde toplanmış ve çeşitli kuruluşlara özellikle Protestan okuluna yerleştirilmişlerdir. Bu çocuklar İttihad’ın ilkelerine göre eğitme projesi sadece bir yıl yürürlükte kalmış sonbaharda iki kafile ile yola çıkarılarak, ilk kafile Dicle üzerindeki eski köprüden nehre atılmış, ikinci kafile şehirden bir buçuk saat mesafedeki Karabaş’a nakledilerek köpeklere yem edilmeden önce yukarıdan aşağı kılıçla parçalanmışlardır.
Nogales 25 Haziran civarında Diyarbakır’dan geçtiğinde çarşı ıssızdır: Ermenilerin yok edilmesinden sonra, Diyarbakır çarşılarında işler durmuştu. Halı, deri, ipekli ve yünlülerin satıldığı yerlerde kimsecikler yoktu.[26]
Ermeni malları talanı başlamıştır. Valinin başkanlığında kurulan bir özel komisyon bu talanı organize etmektedir. Komisyonda, Nebizade Hacı Said, Musullu Mehmed, Eski polis müdürü Harputlu Hüseyin, vilayet defterdarı Ferit, Müzftizade Şeref, Savcı Numan Bey ve Okul Müdürü Necmi.
Ermeni katliamlarına katılan sadece TM ve örgütlenen aşiretler ve milis güçleri değildir. Osmanlı tarafından örgütlensin yada kendiliğinden olsun Reaya Kürtlerin katılımı neredeyse kitleseldir. “Hayret edilecek bir gerçekte 1915 Nisan Jenocidinde Reaya Kürtlerin, aşiretlerden daha kötü rol oynamalarıdır. Osmanlı idaresi aşiretlerden şüphe ettiği için reaya Kürtleri sahneye çıkarıp, kısa vadeli jandarma olarak görevlendirip silahlandırarak, kendilerine Ermenileri kırmalarına ve bırakılmış olan mülkleriyle zenginleşmelerine izin verilmiştir. Osmanlı idaresinin kendilerine verdiği bu yetkiden şımaran reaya Kürtler, Ermenilerin başına tam bir bela kesilerek, son derece insafsız davranışlarda bulunmuşlardır. Ve hatta şu veya bu aşiretin yanına sığınmış olan Ermenileri de Osmanlı makamlarına ihbar etmişlerdir.”[27] Bunu fakirlik, bilinçsizlik ve dinsel fanatizm ile açıklamak mümkün.
Teşkilat-ı mahsusa grubu komutanı Yasinzade Şevki ve jandarma kumandanı binbaşı Rüşdi de Ermeni evlerinin talanına katılmaktadırlar. Feyzi’nin yeğeni ve Ziya Gökalp’ın kuzeni Prinççizade Sıtkı da bunlardan ayrı değildir. Altın, gümüş ve değerli eşyalar onlarındı. Taşınabilir mallar Aziz Guiragos Kilisesine ve yakınındaki evlerde depolanır daha sonra düşük fiyatlarla mezata konacaktır. Gayrimenkuller ise özellikle Türklere verilecektir. Diyarbakır’daki Soykırıma katılanların Asena, Uluğ, Sünkitay… gibi öztürkçe ve anlamlı soyad almaları bundan olsa gerektir. En zengin evler yerel Jön Türklere düşer.
-Kazazian’larınki Binbaşı Rüşdi’ye
-Minasyan’ların ki Bedreddin’e
-Tırpancıyan’ların ki de Veli Necdet Beye düşer.
Bireysel zenginleşmeler şüphesiz çoktur ancak, Dr. Reşid İstanbul’a 20 araba değerli eşya yollamış ve mezatlardan elde edilen serveti de İttihadçıların şebekesine yatırmıştır. Dr. Reşit 1916’da kendisine karşı aşırı zenginleşme suçlamasından da kolay sıyrılmıştır.
Ermeni mallarının yağmasını Dr. Reşit de doğrulamaktadır. Reşid’in savunması şaka gibidir: “Haneler birbirlerine bitişik olduğundan boşanan hanelere damlardan girilib eşya-yı mevcûde aşırılıyor ve bunun mcn’i için ittihaz olunan en şedid tedâbir bile tesir gösteremiyordu…Böyle mütcşcttil hanelerde kalan eşyanın muhafazası için kâfi kuvve-i zabıta mefkud ve muhafız milis efradı hırsızlıkda ahâliden geri kalmamakda idi… Çarşıda dükkân delip eşya çalmak ve soymak gibi hâdiseler… Mamafih gayret ve tedbirimize rağmen eşyanın ziya’ ve sirkati men olunamamış meni de gayr-ı mümkündü… Yolda beraber götürülen nükud ve eşyanın zayiata ve yedd-i iğtinama geçmiş olmasına gelince; o saf ve ahlâkları malûm olan muhafızların ahvâl ve tabiatları mezkûr ahâli ve aşâyirin fırsatdan istifade etdikleri muhtemeldir… Maatteessüf fırsatdan istifadeye kalkışanlar yalnız avam tabakasından üç beş kişiden ibaret değildi. Köylerdeki zahire ve hayvanları filan Ermeni ortağım idi, yahud filan tarihinde bana satmışdı veya ben emânet bırakmışdım. diyerek zabt etmeye kalkışanlar arasında oranın en yüksek tabakasından zevat vardı. Mesela vilâyetin en eski ve en maruf müleneffizânından Cemilpaşazâde Fuad Bey (ki belediye reisliğinden azl etmişdim) bir çok emval ve eşyaya vaz-ı yed etmek için akla gelmez dolaplar çeviriyordu.[28]
Ermeni malları hiyerarşik ve sistematik olarak yağma edilmektedir: “Muş’ta sürgün emri duyulur duyulmaz daha sürgün edilmeleri bile beklenmeden evler basılıp ne bulunmuşsa talan edilmişti… Trabzon’da sürgüne gönderilenlerin mallarını satmaları yasaktı[29]… Emval-i Metruke Komisyonları Urfa örneğinde olduğu gibi bir zenginleşme aracı haline gelmişti. Komisyonlar peş peşe değişiyor, hepsi de zenginleşiyorlardı. Harput’ta mal ve mülklere el koyma ayrıcalığı hiyerarşik bir hal almıştı. Vali, merkezi idare, yerel idare, parti yetkilileri ve nihayet partiye yakın olmak gibi kriterlerle evlerin, dükkânların, değerli eşyaların komik fiyatlarla kendi kontrollerine geçirilmesi mümkün oluyordu.”[30]
Dr. Reşid Dahiliye vekaletine 15 Eylül 1915’te yolladığı raporda Vilayetinden 120 bin Ermeninin tehcir edildiğini söyler. Bu rakam vilayetteki Ermeni sayısından fazladır. Vali sadece Ermenileri değil vilayetteki diğer Hıristiyanları da ölüm yoluna çıkarmış olduğundan bahsediyor olabilir. Zira bu bölgede idari makamlar Süryani Ortodoks, Keldani ve Ermeni arasında ayırım yapmamışlardır.
Dr. Reşid’in Soykırım etkinliği çevrede bilinmektedir. 19 Ekim 1915’te Mardin’den Jön Türk bir hakim Kurban Bayramı münasebetiyle ona bir tebrik telgrafı yollar. Bu telgraf tasfiye programının sona erdiğini belgeler.
Halide Edip’in deyimiyle Altı vilayet kurtarılmış Türkistan ve Kafkasya yolu açılmıştır!
Diyarbakır’ın kazalarında ve diğer yerleşim bölgelerindeki Ermenileri de eyalet Başkentindekine benzer akıbet beklemektedir.
Viranşehir
Bu ilçede Ermeni varlığı 1339 Ermeni ile sınırlıdır. Bir o kadar da çeşitli mezheplerden Süryani mevcuttur. Hıristiyanlar özellikle zanaatkar ve tüccar olup ender olarak oralıdırlar.
İlçede ilk olaylar 1 ve 2 mayıs günlerinde Ermeni ve Süryani Katolik kiliselerdeki aramalarla başlar. Kaymakam İbrahim Halil 2 Mayıs’ta azledilip yerine Cemal Bey[31] getirilir. Bu tarihten itibaren diğer yerlerde olduğu gibi olaylar birbirini takip eder. 13 Mayıs’ta Ermeni ileri gelenleri ile Süryani Katolikler tutuklanarak ihtilalci bir komiteye üye olmakla suçlanırlar. 18 Mayıs’ta ikinci gurup tutuklama gerçekleşir. İlk gurup 28 mayısta infaz edilirler. 7 Haziranda 7 yaşından 70 yaşına kadar 470 erkek tutuklanarak , 11 haziran şafağı Hafdemari adlı yakın köye götürülüp infaz edilirler. Aynı gün toplanan bir kısım Ermeni daha yöredeki mağaralarda infaz edilir. 16 haziranda kadınlardan oluşan bir kafile de aynı akıbete uğrar. 16 Haziranda Ras ül Ayna çıkarılan son konvoydan ancak birkaç kişi oraya varabilmiştir.
Operasyonları Reşid’in görevlendirdiği Diyarbakır Divan-i harpten Tevfik Bey yürütür. Tevfik Bey sonrasında Derik’te devam edecektir.
Yöre Süryanileri ise uygulanan yöntem farklıdır. Süryanilerin mal ve mülkleri ellerinden alındıktan sonra Mardin’e doğru yola çıkarılırlar. İnfaz edilmezler lakin hiçbir kaynakları olmadan kaderlerine terk edileceklerdir. Raymond Kevorkian, Diyarbakır bölgesini kalan son Hıristiyanlardan temizlemek ve onları Hat Altına, Fransız suriyesi’ne doğru püskürtmek[32] için Bu yöntem 1923 ten sonra Kemalistler tarafından da kullanılacaktır[33] dese de bu yöntem İttihad’ın ardılı Kemalistlerce başından itibaren kullanıldığının bir çok tanığı mevcuttur.[34]
Siverek
İlçede, Savaş öncesinde merkez ilçe ahalisinin %50’sine tekabül eden 5450 Ermeni yaşamaktadır. İlçedeki 7 yerleşim bölgesinde de (Karabahçe, Çatak, Mezre, Simag, Harbi, Gori ve Oşin) toplam 3825 Ermeni yaşamaktadır.
İlçe Kaymakamı İhsan[35], 1 mayıs 1914’ten 3 Kasım 1916’ya kadar tasfiye operasyonlarında çok önemli rol oynar. Soykırım Yüzbaşı Şevket’in komutasındaki TM birliklerince gerçekleştirilmiş, pek çok çete reisi destek vermiştir; Ahmet Çavuş, Bıçakçı Mehmet Çavuş, Bıçakçı kör Ömer Ağa, Hacı Tellal, Hacı onbaşı lakaplı Hakimoğlu.
Tabiidir ki Aşiret reisleri de katliam ve Ermeni malları talanına katılmışlardır; Ramazan Ağa, Kadir ağa, Kalpoğlu.
Ayrıca şehrin ileri gelenleri; Acemoğlu Hacı Vesil, Siverek müftüsü, Terzi Osman, Osmanoğlu Abo Kasnoğlu Zilo, İbrahim Haliloğlu Mahmut.
Siverek’teki katliamlarla ilgili en önemli tanık Faiz el Guseyin’dir. Guseyin Temmuz 1915’te Urfa Siverek arasındaki yolda yerlerdeki cesetlerden bahseder. Daha sonra Diyarbakır yolundaki Ermeni kalıntılarını anlatır. Cesetler özellikle kadın ve çocuklara aittir. Mayıs 1915’te Erkeklerin tehciri ardından kadın ve çocuklar tehcir edilmişlerdir. Kurtulabilenlerin çok azı Urfa ve Halep’e varabilmiştir.
Derik
Derik’te 1782 Ermeni yaşamaktadır. 1250’si merkezde kalanı da merkeze yarım saatlik mesafede bulunan Bayraklı (Ermenice Bayrouk). Kaymakam Raşid Bey Merkezden yazılı emir istediği için azledilmiş ve Dr. Reşid’in emri ile Diyarbakır yolunda infaz edilmiştir. Ölümünü Derik Ermenilerinin üstüne atılır ve bu bahane ile Diyarbakır Divan-i Harp üyesi Tevfik Bey Viranşehir’deki işlerini bitirdiğinden Derik’e gelir. Önce Erkekler 20-30 haziran aralığında arkasından da kadın ve çocuklar katledilir. Din adamları 27 haziran’da şehir meydanında asılarak idam edilirler. Yeni kaymakam Hamdi Bey’e katliamların bittiği gün 30 Haziran’da işe başlatılır.
Beşiri-Çermik-Silvan Kazaları
100 Ermeni köyü Kürtçe konuşan Silvan ve Beşiri kırsal kazalarında sıra ile 5038 ve 13824 Ermeni yaşamaktadır. Sasun’a komşu olduğundan ilk saldırıya uğrayan yerleşim yerleridir. Mayıs ayında idari makamlar Belek, Bekran ve Şego gibi Kürt Aşiretlerini çağırarak Sasun ile birlikte Silvan ve Beşiri’deki sivil Ermeni halka saldırtmışlardır. Kürtlerin yaptığı bu katliamlarda çok kurban vermelerine rağmen bu yöredeki binlerce Ermeni Sasun’a sığınmışlarsa da orada Ağustos’ta Sasunluların akibetine uğramışlardır.
Beşiri kaymakamı Bağdatlı Naci Bey de Reşid’in kurbanları arasındadır. 20 haziran tarihinde Ermenilerin tasfiyesinden sonra yeni kaymakam tayin edilmiştir.
Lice
1914’te Ermenilerin yarısına yakını Lice Merkezde yaşardı. 32 köye dağılmıştır. Toplam Ermeni nüfusu 5980 dir. Lice’de de Ermeni katliamlarına karşı çıkan kaymakam Hüseyin Nesimi Dr. Reşid’in emri ile katledilmiştir.
Burada da operasyonlar alışılmış şekilde seyreder. Önce silah saklanmış bahanesi ile evler aranarak ileri gelenler tutuklanıp mağaralarda katledilirler.
Argana (Ergani) Sancağı
Savaş öncesinde Ergani Maden Sancağında 50 kadar yerleşim yerine dağılmış 38.430 Ermeni yaşamaktadır. Tarıma elverişli alanları ve Bakır madeni ile zengin bu yörede diclenin kıyısında 3300 Ermeninnin yaşadığı merkez yer alıdı.
Savaş döneminde ki ilk Mutasarrıfı Dikran Bey [36] 28 Ekimde görevinden alınır. Yerine atanan Nazmi Bey[37] bölgedeki Ermeni tasfiyesini düzenler ve uygulatır.
Merkez ve 10 kazanın Ermenileri (10.559 kişi) 1915’in temmuzunda katledilirler. Çüngüş halkı ile birlikte Yudan Dere denilen yerde öldürülmüşlerdir. Gölcük’te bir şahit kurtulabilmiştir. 4 haziran akşamı Müdir Beyzade Ali tarafından Harput’tan getirilmiş 70 milis tarafından çepeçevre sarılır ve 16 yaşından büyük tüm erkek nüfus tutklanarak bir ahıra kapatılıp sistematik işkenceden geçirilirler. Amaç gizledikleri silahları itiraf ettirmektir. Tutklanan tüm erkekler milisler tarafından bilinmeyen bir yöne götürülürler. 7 temmuz günü tehciri düzenleyen memurlar, türk çeteler ve Kürtler eşliğinde Gölcük’e gelirler. Ev ve muhacirler sayılırarak tüm mallara el konur. Onlara Halep’e nakledilecekleri söylenir. Halil ağa ve oğulları Mehmed ve Abdullah adamları ile beraber bu operasyonların başlıca yöneticileridir. İlk kafile 70 kadar aileden oluşur ve doğuya gölün kıyısını takip ederek gider. Kalan 30 aileyi kapsayan ikinci kafile 9 Temmuz günü yola çıkarılır. Vilayet emrine göre 12 yaşından küçük erkek çocuklarının evlat edinilme izni çıkmıştır. Kadınlarda yaş sınırlaması yoktur. Ancak anında İslamı kabul etmeli ve yabancı ülkede özellikle ABD’de ailesi olmamalıdır. Alışılmış evlat edinme kuralları uygulanır. Bir memur yeni müminleri kaydeder.
Gölcük kuzeyden güneye bir geçit yeridir. Ermeni sürgünler bu geçitten sağ olarak çıkamamışlardır. Tanıklıklar, gölün güney kıyısının büyük bir insan mezbahası olduğunu naklederler. Harputtan ve Mamurret ül Aziz vilayetinden gönderilen sürgünlerin orada katledilmişlerdir.
Çermik
1914’te üç yerleşim yerinde Ermeniler mevcuttur. Çermik’te yaklaşık 2000, bugünkü Çüngüş bölgesinde Fırat vadisine hakim kayalık platoda 10 binden fazla Ermeni yaşamaktadır. Bu ıssız bölgeden tehcir edilenlerin izi bulunmaz. Çüngüş’ten bir tanık vardır: Karnig Kevorkian. Çüngüş’te seferberlik ile bedel ödemiş olanlar dahil 18 yaşından 45 yaşına kadar bütün erkekler toplanıp götürülür. Şehrin ticaret merkezi olan dericiler, dabağhaneler müsadereden enkaza dönmüş, taşımacılar hayvanlarını kaybetmiş ama, 1915 Haziranına kadar hiçbir olağanüstü olay Çüngüş’ün sakin havasını bozmamış.
Maden’li bir Rum olan müdir Karalambos’un görevden alınması ile (müdür 1909 dan beri görevdedir) anti-Ermeni tezahüratlar hemen başlar. Rum müdir Ermenilerin evlerinde arama yapmayı reddedince Dr. Reşid onu azleder ve yerine adamını tayin eder. Bir sabah 12 süvari kapısının önünde Müdiri bekler ve alıp götürür. 1 temmuz 1915’te yeni müdir Faik geldiğinde ermeni evlerinin sistematik araması başlar. Başta din büyüğü Yeğiya Kazancıyan olmak üzere Protestan rahip Khaçadurian ve Katolik rahip Nakaşyan tutuklanır. Nakaşyan Diyarbakır’a sevk edilip daha sonra infaz edilirken diğer tutuklular Çüngüş hapihanesinde işkencede can verirler. Tutuklama sırası Ermeni ileri gelenlerine gelir. Tutuklanarak Maden’e götürülürler. 40 kişi de devrimci olmakla suçlanarak Diyarbakır Divan-i Harbi Örfi’ye gönderilmek üzere sekleri gerçekleşir. Kalan erkekler program dahilinde yok edildikten sonra sıra kadınlara ve çocuklara gelecektir. Şehrin doğusunda iki saatlik mesafede Yudan Dere uçurumuna götürülürler. Burada Maden’den çıkarılanlarla birlikte Çerkes jandarmalar beklemektaydi. Bunlar Diyarbakır’dan gönderilmiş Teşkilat-ı mahsusa çeteleriydiler ve muhtemelen jandarma kıyafeti giydirilmişlerdi. Çeteler Yudan Dere uçurumunun tepesinde görevdeler: önce erkekler küçük gruplar halinde bağlanıp onar onar cellatların kılıçları ve baltaları ile doğranarak uçuruma atılırlar. Kadınlara uygulanan yöntem de aynıdır. Üstleri aranır soyulur öyle öldürülürler. Bazı kadınlar kendileri atlamayı tercih eder.
Palu
1914’te 37 Ermeni yerleşim yeri ve 15.753 Ermeni nüfusunu barındırmaktadır. Palu merkezinin Ermeni nüfusu 5250 dir. Diğer yerlerde olduğu gibi genel seferberlik ilanı ile bölge yaşam gücünü kaybetmiştir. Asker alımlarında bir kısmı Kafkas, bir kısmı da Filistin cephesine gönderilir. Bedel ödeyenlerden birkaç istisna askerlikten kurtulur. 1915 baharına kadar kayda değer tek olay askeri aramalarda uygulanan şiddettir. Şubat sonundan itibaren yeni asker alınan gençler amele taburlarına naklolur. Aynı dönemde Palu’da görevli iki jandarmanın nedensiz azli dikkat çeker. Ancak bu pek dikkat çekmez çünkü ülkede Müslüman olmayanların silah taşıması pek alışılmış bir şey değildir.
Olaylar 1915 Nisanında eczacı Karekin küreciyan’ın tutuklanarak Diyarbakır’a gönderilmesi ile başlar. Ardından Hınçak üyesi iki kardeş Hamparsum ve Mıgırdıç Kozigiyan’ın tutuklanması gelir. Her yerde olduğu gibi silah aramaları bahanesi ile evlerin basılması emri kaymakam ve aynı zamanda İttihad Kulübü başkanı da olan Kadri[38] tarafından verilmiştir. Görevlendirilen iki Kürt aşiret reisi Haşim ve Teyfeş Beg’ler tarafından 36 Ermeni köyünde harekete geçerler. İlk önce 1648 Ermeni nüfuslu Havav Köyü saldırıya uğrar. Saldırılarda Palu belediye reisinin yönettiği 150 kişilik çete de işbaşındadır. 70 Ermeni önder tutuklanarak Palu’da Hapsedilirken Tehcir de başlar. 200 kişilik İlk kafile Konak Dere yakınlarındaki boğazda Teyfeş Beg’in çeteleri tarafından öldürülerek suya atılır. Ermeni köylerinin birbirleriyle bağlantısı kesilerek Haziran başında İbrahim, Tuşdi ve Teyfeş Beglerin çeteleri köylere saldırılarına başlarlar. Erkekler soyularak Fırat kenarında kurşuna dizilerek suya atılırlar. Til adlı yerleşim yerinde bir değirmencinin hayatı un ihtiyacı için bağışlanmıştır.
Merkezde Palu hapishanesi şehirden toplanan insanlarla doludur. Bu insanlar şehrin çıkışındaki sekiz kemerli ortaçağdan kalma köprü üzerinde infaz edilirler. İnfaz çetelerine kaymakam Kadri komutasındadır, orada üç insan mezbahası oluşturulmuştur. Kadri bey de cinayetlere bizzat katılarak adamlarını Gövde milletin kelle devletin sözleriyle gayretlendirmektedir. Palunun tüm erkekleri burada can verir. Katliamlar Kiğı kasabasından sürgün edilenlere (10.000) de izlettirilir. Köprüdeki insan kasapları şunlardır: Zeynalzade Mustafa ve oğulları Hasan ve Hüsnü, Norpertli Mehmet Çavuş, Şeyhzade Hafız, Süleyman Bey, Said Bey, Kazım Ali Mustafa Ağa, Musrumli Karaman, Reşid.
Köylerdeki kadın ve çocuklar Palu merkeze nakledilerek Aziz Grégoire kilisesinin avlusuna kapatılır. Temmuz başında çocuklar Fırat’a atılarak öldürülürken kadınlar Maden-Siverek-Urfa Bilecik yolu ile ölüm yoluna çıkarılır.
Mardin Sancağında Katliamlar ve Tehcir
1914 yılında, Mardin 12.609 Yakubi [Süryani Ortodoks], 7692 Ermeni ve hemen hemen de tümü Arapça konuşanı, barındırmaktadır. Cephe ile alakası olmayan bu bölgeden gayretli bir şekilde asker toplanır ve tekalifi harbiye marifetiyle de Hıristiyanlar’ın ekonomik gücü kırılmaya ve tüketilmeye çalışılır. Bu sırada idari görevlerde bulunan gayrimüslimler görevlerinden azledilirler. Bu gelişmeler Hıristiyanları derin endişelere sevk eder. Hırıstiyan ahalinin endişelerini gidermek ve olağanüstü bir durumun olmadığını göstermek amacıyla İttihad bir hileye başvurur. Sultandan, Ermeni Başpiskopos İğnatiyos Maloyan’ı liyakat nişanı ile onurlandırmaya karar verir. 20 Nisanda madalya teslim töreni düzenlenir. Ancak bu uygulama Hıristiyanlar’ın endişelerini gidermez. Bu arada Müslümanlar arasında gizli toplantılar düzenlenmektedir. Başpiskopos Maloyan’da kendisinin alet edildiği bu liyakat madalyası hilesine aldanmaz, gelecekte olanları sezmektedir ve 1 Mayıs’ta vasiyetini hazırlar. Bu da idari makamların ona gösterdiği itibara aldanmadığının ve daha kötüsünü beklediğini anlatır. Maloyan’ın endişelerinin boş olmadığı görülecek ve Ermenilere karşı olayların ve tutuklamaların başlangıcında 3 Haziran günü tutuklanacaktır.
Mardin’deki Soykırım Dr. Reşit tarafından [planlanmış] inceden inceye düşünülmüş bir operasyondur. Dr. Reşit Mardin sancağında katliamları garantiye almak için Mardin mutasarrıfı Hilmi Bey’i 25 Mayıs’ta azleder, yerine gelen Şefik Bey’de bir ay içinde azledilecek ve yerine Dr. Reşit güvenli adamı olan İbrahim Bedreddin’i geçici olarak tayin edecektir. Tasfiye planını garantiye almak için Adana’dan Diyarbakır’a tekrar getirdiği Gevranizade Memduh’u da Bedri Bey’le birlikte Mardin’e gönderir.
Dr. Reşit’in bu atamalarının yanında Mebus Prinççizade Feyzi de katliamın alt yapısını hazırlamaktadır. 15 Mayıs’ta Mardin İttihad ileri gelenleriyle gizli bir toplantı yaparak ayrıntılar kararlaştırılır. İttihad’ın Mardin murahhası ağır ceza reisi Halil Edip katliam müfrezelerinin (El-Xamsin / ellilik milis) oluşturulması ile görevlendirilerek, katliamın alt yapısı hazırlanarak Teşkilat-ı Mahsusa çetelerine bağlı müfrezeler oluşturulur. Bu teşkilatın en önemli yerel üyeleri: Kasap Abdülrahman, Muhammed Hubaş, Abdülrezzak Çelebi, Abdullah Hıdır, Şeyh Muhammed Ali Ensari, Şeyh Tahir Ensari (Mardin hapishane müdürü), Şeyh Nuri Ensari
İnfaz komitesi; Jandarma Komutanı Abdülkadir Bey ve yardımcıları, Faik Bey ve Harun Bey, Necip Çelebi – vergi tahsildarı, Hıdır Çelebi[39] (Gönüllüzade) – Mardin belediye başkanı, Abdülkerim Bey-tehcir komitesi müdürü ve Memduh Bey’in yardımcısı, Mardin müftüsü Hüseyin, Osman Bey
Bitlisli Nuri ve onun oğlu Yusuf Çavuş, Muhammed Ali, Muhammed Raci, Abdullah Asad Efendi, Hacı Asad efendi, Haci Karmo
Aşiret reisleri: Abdülrahman Kavvas[40], Abdülrezzak Şahtana, Davut Şahtana, Musa Şahtana, Faris Çelebi, Daşi aşireti reisi Ahmet Ağa. Diğerleri şunlardır: Şevket Bey, maliyeden Muhammed Bey, Derviş Gürciye, Abdülkerim Faşux, Abde Çelebi’nin oğlu Kasım, Şeyh Tevfik Ensari, Dr Rıfat, maliyeden Hüseyin Beyi’n oğlu Mustafa, Necim Efendi, Şeyh Musa Kalav, Haci Ahmed Ağa Serakçi, Numan Nemes, Daşi Ağası Hamda’nın oğlu Numan, Davud Bey’in oğlu Ahmet, Şeyh Hamid’in oğlu Şeyh Ata, Mişkevi aşiretinden Davud Ağa, Mendelkeni aşiretinden Davud Ağa, Hammo Yunus’un oğlu Asad, İshak ve Yahya Hulusi, Kaddur Bey, Haci Abdülhalim Bey, Hacci Abdülrezzak Kantarcı, Hacci Abdülkadir Paşa, Ahmed Nazo, Haci Zeki, Haci Gözeler’den Tahir ve kardeşleri, Muhammed Gebuşo, Aliko ve daha başkaları.
Katliam için alt yapının hazırlanması ve görev dağılımından sonra sıra Ermeniler’in suçlanabileceği kanıtların bulunması ve eyleme geçilmesine sıra gelmiştir.
İttihat ve Terakki ve yerel işbirlikçileri tarafından Ermenileri suçlayacak kanıtlar yaratabilmek için Haziran ayı boyunca Hıristiyan evlerinde olmayan silahlar aranır. Hıristiyanları suçlayacak senaryolar hazırlanır. Bunlardan birinde Milisler kilisenin yakınını silah gömüyorlardı diyebilmek için kazarken suçüstü yakalandılar. Muhammed Farah isimli bir Kürd’ün arazisinde aranan silahlar bulunarak fotoğraflanır. Ancak bütün bunlar senaryonun bir parçasıdır.
Arkasından din adamları ve ileri gelenlerin tutuklanabilmesi için Ermeni Katolik Kilisesinde saklanmış 25 tüfek ve 5 bomba bulunduğu sahte nakil kağıdı düzenlenerek iddia edilir. Fotoğraflanan tüm silahlara dikkatli bakıldığında bunların birkaç av tüfeği ve sadece ordunun elinde olan silahlar olduğu görülmesine rağmen Ermenileri suçlayacak kanıtlar elde edilmiştir. Bu iki kanıt Ermenileri mahvetmeye yeterlidir. Gerisi çorap söküğü gibi gelecektir.
Artık Ermeniler için sonun başlangıcı gelmektedir. Mardin’den çıkış yasaklanır. Önce din görevlileri, arkasından toplumun önderleri tutuklanarak Ermeni halkı başsız bırakılacak, önderlerin yok edilmesinin ardından kalanların soyularak yok edilmesi kolaydır. Memduh Bey tarafından kalan kadınlar tek tek soyulacak, elinde avucundaki her şey alınacak, ellerinde alınacak şey kalmayınca Mardin’de esir pazarı kurularak satışa çıkarılacaklar, diğerleri ise ölüme yollanacaklardır.
Mardin’de İttihat ve Terakki’nin yerel işbirlikçileriyle birlikte yaptıkları Ermeniler’in soykırıma uğratılması operasyonu, aynı zamanda bir rejimin yarattığı psikolojik ortamın, dini önyargılar ve cehalete dayanarak toplumun yönlendirilmesiyle, yüzyıllardır birlikte yaşadığı komşularını tümden nasıl yok edebildiğinin eşsiz örneğidir.
[1] Ermeniler ve Müslümanlar arasındaki ilişkiler ise 1895’ten beri pek fazla düzelmemiştir. Türkler uzun zamandan beri, Diyarbakır’daki Ermeniler´in ekonomisini yıkmayı amaçlamaktaydılar. 1910’da Jön Türkler´in de önderliğinde kurulmuş “Türk Rönesansı”, Müslümanları toparlayan kuruluştu ve vilayette ihracat ve ithalatı ele geçirmeye çalışmış ama başarılı olamamıştı.
[2] Feyzi Pirinççioğlu , 1878 (1294)’de Diyarbakır’da doğdu. Eşraftan Osmanlı Meclisi Mebusan’m I. dönem Diyarbakır milletvekili Pirinççizade Arif Bey’in oğludur. İlk ve orta öğrenimini Diyarbakır Askeri Rüştiyesi ve İdadisinde tamamladıktan sonra bir süre Mülkî İdarede görev yaptı. Sonra tarım ve ticaretle meşgul oldu. Meşrutiyetin ilanından sonra (1908) açılan Meclisi Mebusan’m I. döneminde Diyarbakır’dan milletvekili seçilen babası Arif Bey’in ölümü üzerine boşalan milletvekilliğine 6 Mayıs 1909’da seçilerek 10 Haziran’da Meclise katıldı. Meclisteki yerini II. ve III. dönemlerde yeniden seçilerek korudu. Mütarekeden sonra arkadaşı milletvekili Zülfi (Tiğrel) ile birlikte Ermeni kırımı ile ilgili oldukları ve propaganda yaptıkları savı ile 15 Ocak 1919’da İngilizler tarafından tutuklanarak Mısır’a gönderildi. Seydibeşir kampında bir süre tutuklu kaldıktan sonra 23 Temmuz 1919’da Malta Adası’na sürüldü. Meclisi Mebusan’m son dönemi için 14 Ocak 1920’de yapılan seçimde yine Diyarbakır milletvekili oldu. Ancak sürgünde bulunduğu için katılamadı. 6 Eylül 1922’de Ali İhsan Paşa, Kara Kemal ve bir kısım valilerin de bulunduğu 16 kişilik grup içinde Malta’dan kaçmayı başardı. Ankara’ya geldi ve 2 Ocak 1922’de Diyarbakır milletvekili olarak TBMM Genel Kuruluna takdim edildi. 14 Ocak 1922’de Nafia Vekilliğine getirildi. 4 Eylül 1922’de vekâletten istifa ettiyse de aynı gün yeniden seçildi. 12 Kasım 1922’de Türkiye-Rusya Ticaret ve Konsolosluk Antlaşmasının akdine memur edilen Heyet Başkanı olarak görevlendirildi. II. dönemde yeniden Diyarbakır milletvekili oldu. Genel Seçim nedeni ile Ali Fethi Bey Başkanlığında 14 Ağustos 1923’te kurulan İcra Vekilleri Heyetinde Nafıa Vekili oldu. Bu görevi 30 Ekim 1923’teki ilk Cumhuriyet Kabinesinin kuruluşuna kadar sürdürdü. Bir ara Sıhhiye vekiline vekillik etti. Ali Fethi Bey’in 22 Kasım 1924’te kurduğu kabinede tekrar Nafıa Vekilliğine getirildi. 2 Mart 1925’te kabinenin istifası ile görevi son buldu. Milletvekilliği bu dönemde sona erince Diyarbakır’da işine döndü.
17 Şubat 1933’te öldü. Evli olup yedi çocuk babası idi. Aile (Pirinççioğlu) soyadını almış olup oğlu Vefik Pirinççioğlu (1909-1984) XII. Dönem Diyarbakır Milletvekili olarak parlamentoda bulunmuş, İnönü’nün restorasyon hükümetinde bakanlık görevindedir.
[3] Seferberlik emri Diyarbakır Jön Türkler’ine Ermenilere ait mallara ordu için el koyma fırsatı verir. Jön Türkler çarşıda talan yapıp Ermeni dükkânlarını kundaklamayı tasarlamaktaydılar. Bu çarşı, bakır ve altın işçiliği yapan zanaatkârlar, ipekli, pamuklu kumaş satıcıları, dericiler, halıcılar ve el işlemecileri ile ünlüydü. Ancak bu projeyi gerçekleştirmek için istifa eden vali Cemal Bey’in gitmesini beklemekteydiler.
19 Ağustos’ta İttihat ve Terakki Partisi’nden gelen direktifler uyarınca çarşı kundaklanır. Ermeni tüccarlar yangınla mücadele etmeye çalışırlar, mallarını kurtarmak isterler ama Türk polis ve jandarmalar onlara engel olur. Yangın 1080 dükkân, 3 kervansaray, 13 fırın, 4 marangozhaneyi kül eder. Hamamlar ve daha birçok bina zarar görür. Fransız ve İngiliz konsolosları ve tüccarların verdiği sayılara göre zarar ziyan yarım milyon Türk lirası kadardır. Bu mallar sadece Ermenilere aitti. Sadece 60 tane Türklere ait dükkân yanmıştı. Ama sahipleri önceden tedbir alıp içini boşaltmışlardı. Şahitlere göre bu yangın Diyarbakır polis komiseri Gevranizade Memduh [Memduh Güran] ve İntibah şirketi başkanı Pirinççizade feyzi tarafından programlanmıştır. Bu yangından atar Hakkı ve Cercis ağazade Kör Yusuf da sorumludur.
[4] Kentin ve çevrenin Ermenileri de diğer Osmanlı vatandaşları gibi gelip orduya katılmaktaydılar. Ancak kayıtlar gecikmekte ve köylüler sefil hanlarda, tüm paralarını tüketerek beklemekteydiler.
[5] Van Mebusu Vahan Papazyan anılarında Van’a Enver’in eniştesinin tayini ve sonrasında olaylar ile Diyarbakır’a Dr. Reşit sonrası olaylar benzerlikten öte çakışırlar. Bu da, bu atamaların merkezi bir plan çerçevesinde yapıldığının bir göstergesidir: “İttihat ve Terakki Cemiyetinin merkezi kendisine güvenilir, geçici bir vekil tayin etti. Bu güvenilir vekil Cevdet’ti… Sabık vali Tahir Paşanın liyakatsiz oğlu, ünlü “cellat” Cevdet, günün adamı olmuştu. Büyük bir olasılıkla, yukardan alınan bir emirle, İttihat ve Terakki şubelerini teşkilatlandırma göreviyle gönderilmişti ve ne kadar iğrenç, gerici, yobaz ve şüpheli şahıslar varsa hepsini İttihat adı (yaftası) altında faaliyette bulunan “kulüb”e üye kaydetti. [abç]. Onların önde gelenlerini “Meşrutiyet İdarecileri” olarak önemli görevlere tayin etti.”Vahan Papazyan, Anılarım II.cilt. Belge uluslar arası yayıcılık tarafından yayına hazırlanıyor.
[6] Bu Çerkes jandarmaları bazı kimselerin dediği gibi Diyarbekir’de suret-i mahsusada teşkil edilmiş jandarmalar, yahud tahsisatı ve kadroları jandarma alayı haricinde ücretli ve günlük efradı değildir. Bunların ekserisi orduda hususiyle balkan harbinde süvari sınıfında onbaşı ve çavuş rütbelerine nail olmuş ve hüsn-ü hizmetleri mesbuk kimselerdi. Dr. Mehmed Reşid Şahingiray Hayatı ve Hatıraları Nejdet Bilgi, akademi kitabevi 1997 s 89
[7] CHP eski mebusu Mustafa Ekinci’nin babasıdır.
[8] Van Valisi Cevdet’in de aynı adlı taburu bulunmaktadır.
Cevdet Tahir Belbez Bey Babası Tahir Paşa, aslen Arnavut olup, eski Osmanlı Van Valilerindendir. Cevdet Bey Van valisi olmadan önce Çatak Kaymakamlığı yaptı. Cevdet Bey, Enver Paşa’nın kız kardeşinin eşidir. Enver Paşa’nın eniştesi olduğu için paşa yapılmıştır. Başkale Mutasarrıflığından kasap taburu ile birlikte, önce vali yardımcısı oldu. I. Dünya Savaşı’nın başladığında Van valisi olan Hasan Tahsin Uzar, Erzurum’a tayin edilince, onun yerine yardımcısı olan Cevdet Bey getirildi. Cevdet Bey’in vali olması ile Van Ermenileri için cehennem hayatı başlar. Ermeni kurbanların ayak tabanlarına nal çakmasıyla ünlü olduğundan nalbant lakabı verilmiştir. 7 Nisan 1915’de başlayan çatışmalarda, Van’da Osmanlı Valisi Cevdet’in girişimiyle 20 bine yakın Ermeni, askerler ve Kürt çeteleri tarafından katledildi. Mayıs 1915’de Cevdet Bey, Rusların önünden Van’dan kaçarken, Siirt’e geldi, Keldani ve Ermeni başpiskoposluklarını yaktırdı. Haziran 1915 ayının ortasında Enver Paşa’nın amcası Halil ile Cevdet Bey’in birlikleri Bitlis’i kuşattılar. Halka gözdağı vermek için 20 Ermeniyi astırdılar. Ayrıca 4500 erkek tutuklanıp kurşuna dizildi. Kadın ve kızların bazıları ise yaramaz denilerek öldürüldükleri gibi geriye kalanların bir bölümü de sürgüne gönderildi. Ermeniler katliamdan kurtulmak için birçok yerde Müslüman oldular. Enver Paşa’nın kız kardeşinden boşanınca paşalık unvanı geri alındı. I. Dünya Savaşı’ndan sonra Malta’ya sürgün edildi. Trabzon’daki Ermeni katliamlarının sorumlusu olarak Malta’da tutuklu bulunan Acenta Mustafa (Kırzade) ile birlikte Malta’dan firar etmiştir. Cumhuriyetten sonra İzmir’de eski İttihatçılarla ticaret yapmıştır. Dikili’deki çiftliğinde Mustafa Kemal’i ağırlamıştır. Said-i Nursi’nin öğrencilerindendir.
[9] Mazıdağı’ndan gelme bir ailedir.Torun Fevzi Kalfagil CHP mebusluğu yapmıştır
[10] Abdurrahman Şeref Uluğ, Ağustos 1923’de 2. Dönem Diyârbekir Meb’usu olarak T.B.M.M.’ne girdi. 3. Dönem’de seçilemedi. Uzun yıllar Diyârbekir’de çiftçilikle meşguloldu. Ayrıca Diyârbekir Belediyesi ve Vilâyet Umûmî Meclis A’zâlıklarında bulundu. Ekim 1933’te Diyârbekir Belediye Reisliğine getirildi. 6. Dönem’de Urfa Meb’usu olarak tekrar T.B.M.M.’ne girdi. Meb’usluğu, 7. ve 8. Dönemlerde de devam etti; Mayıs 1950’de sona erdi.
[11] Memduh Güran, Kemalist dönemde de Emniyet teşkilatında komiserlik yapmıştır. Kumara düşkündür. Bir oyunda resti görür ve kaybedince kızını verdiği söylenir. Kör olmuş ve 1930’ların sonunda ekmeğe muhtaç, sefalet içinde ölmüştür.
[12] Veli Necdet Sünkıtay, Ankara Ticaret Odası Başkanı, Milletvekili Varlık vergisine evet diyenlerden 2.6.1919-30.4.1921 Dahiliye Nazırlığı Müsteşarı 1937 tarihinde TDK’nun Diyarbakır tetkik komisyonunda yer almış, 1934-37 yıllarında ATO Yönetim Kurulu üyesi, 1937 tarihinde ise ATO Başkan olmuş, Ankara’da ticaretle uğraşmıştır. Veli Necdet (Süngütay)’ın adı, İttihat-ı Terakki Cemiyetinin Diyarbakır Şubesinin ilk kurucuları arasında geçmektedir. “Cemiyetin ilk mensupları şunlardır: Mehmet Ziya (Gökalp), Attarzade Hakkı (Tekiner), Erzurumlu Yüzbaşı Mazhar, Reji müdürü Abbas Fadıl, Mirikatibizade Ahmet Cemil (Asena), Cerciszade Yusuf (Göksu), Yasinzade Şevki (Ekinci), Özdermiroğlu Kemal Şakip, Mustafa Akif (Tüteng).Velibazade Veli Necdet (Sünkitay), Müftüzade Şeref (Uluğ), Lalizade Mustafa, Yüşbaşı Eşref”.
[13] Ömer Adil Tiğrel; Diyârbekir ilerigelenlerinden Ali Hâmid’in oğlu ve Süleyman Nazif’in kayınbiraderidir. 1887’de Diyârbekir’de doğdu. Eylül 1910’da ta’yîn edildiği Diyârbekir Vilâyeti Maiyyet Me’murluğunda stajını bitirdikten sonra, bir süre de Diyârbekir Muallim Mektebi Edebiyyât Muallimliğinde ve Diyârbekir Belediye Reisliğinde bulundukdan sonra kaymakamlığa terfi’ etdi. Eylül 1913’de Silvan, Kasım1915’de Savur, Nisan 1916’da Lice Kaymakamlıklarına; Mardin, Malatya Müstakil Mutasarrıflıklarına; 1944-1945 yıllarında 2. defa Diyarbakır Belediye Reisliğine atandı. Temmuz 1947’de emekliye ayrıldı. Diyarbakır’da Ekim 1960’da vefat etti.
[14] Zülfü Tigrel, Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı (1920) Diyarbakır azalığı yapmıştır. M. Kemal tarafından Birinci Meclis üyesi yapılır ve 1930’lu yıllarda vefat edene kadar Diyarbakır’ı temsilen Meclis’te görev alır.Diyarbakır eski senatörlerinden İhsan Hamit Tigrel‘in ağabeyidir.
[15] Tahir Direkçi, Cumhuriyet döneminde kumaş fabrikaları sahibi
[16] Rafael de Nogales, Osmanlı Ordusunda Dört Yıl (1915-1919) çev. Vedii İlmen, Yaba Y. 2008, s 116
[17] Raymond Kevorkian, Le Génocide Des Arméniens, Odile Jacob, Paris 2006 s 442
[18] Thomas Mıgırdçyan, Les Massacres Dans La Province de Dyarbekir.Caire 1919 p 27 Aktaran Kevorkian Le Génocide… 442
[19] W. Holstein’in büyükelçiliğe çektiği 10 Haziran 1915 tarihli telgrafı. J. Lepsius ermeni Soykırım Arşivi Paris 1986 Doc 78, p 93 Aktaran Kevorkian.
[20] Mustafa Hilmi, 1871’de Serez’de doğdu, 1919’da Tayin edildiği Eskişehir mutasarrıflığında hükümet konağından çıkarken 6 Ekim 1919’da kimliği belirsiz kişi tarafından kurşunlanarak öldürüldü.
[21] Mehmed Şefik, 1876’da Yanya’da doğdu, Görvli olduğu müntefik Sancağında yakalandığı tifüsten kurtulamayarak 6 Temmuz 1916 da Bağdat’ta vefat etti
[22] İbrahim Bedreddin Mütarekede tutuklanarak Bekirağa bölüğüne konur. İngilizler tarafından Malta’ya sürgün edilir. Ankara ile İngilizler’in anlaşması sonucu hakkındaki suçlamalardan yargılanmaz.
[23] Rafael de Nogales, Osmanlı Ordusunda Dört Yıl… s 113
[24] Cevdet Bey’i Cevdet bey insan biçiminde bir panterdi diye tarif eder
[25] Rafael de nogales, Osmanlı Ordusunda Dört Yıl… s 116
[26] Rafael de nogales, Osmanlı Ordusunda Dört Yıl… s 115
[27] Garo Sasuni, Kürt ulusal Hareketleri ve 15.Yy’dan Günümüze Ermeni kürt İlişkileri çevBedros Zartaryan,Memo Yetkin, Med Y.1992, s 241.
[28] Dr. Mehmed Reşid Şahingiray Hayatı ve Hatıraları Nejdet Bilgi, akademi kitabevi 1997 s 110-112
[29] Trabzon sürgünlerine bankalardaki birikimlerini de almaya fırsat bırakılmadığını Merkez Bankası kayıtlarından anlıyoruz.
[30] Recep Maraşlı, Ermeni Ulusal Demokratik Hareketi ve 1915 Soykırımı, Péri Y. 2008, s 246-247
[31] Mehmed Cemal 14 Şubat 1916’da tensikata tabi tutularak emekliye sevk edilmiştir.
[32] Büyük ozan Aram Tigran’ın ailesi de bu yöntemle hat altına göçürülmüştür
[33] R. Kevorkian Le Génocides… p 448
[34] İlias Venezis Numara 31328 Esaretin Kitabı Yakında Belge uluslar arası yayıncılık yarafında yayınlanacaktır.
[35] Abdülgani; 1872 (1289 H.)’de İstanbul’da doğdu. Mayıs 1927’de Ankara’da yeniden teşkili üzerine Şûrây-ı Devlet (Danıştay) A’zâlığı’na seçildi. Bu vazifede iken Nisan 1930’da Ankara’da vefat etti.
[36] Dikran Mardirosyan, Mardiros Efendi’nin oğludur. 13 Eylül 1862 de İstanbul’da doğdu. Ermeni Mektebi’nde
orta, Mülkiye’nin İ’dâdî Kısmı’nda lise öğrenimini tamamladı. Ekim 1885’de Yüksek Kısım’dan me’zun oldu. 23 Ocak 1886’da
Ticâret ve Nâfia Nezâreti Terceme-i Fünün Kalemi Kâtibiiği’ne ta’yin edilerek Devlet hizmetine girdi. Bu dâire’nin lâğvedilmesi üzerine, Haziran 1887’de Posta ve Telgraf Nezâreti Tahrîrât-ı Ecnebiyye (= Yabancı Dil’de Yazışmalar) Kalemi Kâtibiiği’ne nakledildi. 13 Nisan 1902’de Nezâret Mesâiih-i Ecnebiyye (= Yabancıların Posta İşleri) Kalemi 1. Kâtibiiği’ne getirildi. Meşrutiyetin ilânından sonra idare mesleğine geçti. 21 Nisan 1909’da terfian Mâmuretülaziz (= Elazığ Vilâyeti) Vali Muâvinliği’ne gönderildi. 25 Ağustos 1909’da “Tensikat Kanunu” gereğince bu vazifeden açığa çıkarıldı ise de ehliyeti nazara alınarak 13 Haziran 1910’da Dedeağaç, 9 Kasım 1911 de Gümüşhane Sancakları Mutasarrıflıklarına atandı. 5 Şubat 1912’de Gümüşhane Mutasarrıflığımdan azledildi. 2 yıla yakın ma’zuliyet maaşı aldıkdan sonra, 3 Eylül 1914’de Ergani Sancağı Mutasarrıflığına gönderildi. Bu vazifede iken “18 Nisan 1330 tarihli Me’murîn-i Dâhiliyye Hakkında Muvakkat Kanun”a göre 11 Kasım 1914’de emekliye sevkedildi. Şûrây-ı Devlet (= Danıştay)’de açdığı dâvayı kazandığından emeklilik tasarrufu
kaldırıldı. 1 Mart 1919’da Karahisar-ı Şarkî Mutasarrıflığına ta’yin edildi. 12 Ekim 1919 da bu vazifeden de azledildi. Uzun süre ma’zûliyet maaşı alıp açıkda kaldıkdan sonra 1 Mayıs 1925’de T.C. Dâhiliye Vekâleti’nce emekliye sevkedildi. 1940’da İstanbul’da Yedikule Ermeni Hastahânesinde vefat etti. Evli olup Mardik ve Harutyan adlarında iki oğlu vardı.
Mardik Newyork’da Lraber adında Ermenice bir gazete çıkarıyordu. Ana dili olan Ermenice’den başka Fransızca’ya vâkıtdı. 1903’de “Gümüş Liyâkat” madalyası ile taltif edildi. 1908’de “Saniye” rütbesinin 1. Sınıfına yükseldi.
[37] Hüseyin Nazmi, 1867’de İstanbul’da doğdu. 11 Kasım 1915’de Ergani Sancakları Mutasarrıflıklarına getirildi. 6 Ekim 1916’da Ergani Mutasarrıflığından azledildi. 12 Ekim 1916’da da emekliye sevkedildi. Vefat târihi tesbît edilemedi.
[38] Mehmed Necip Kadri Üçok; 1881 Diyârbekir’de doğdu. 30 Ekim 1905’de ta’yîn edildiği Diyârbekir Vilâyeti Maiyyet Me’murluğu’nda stajını bitirip Kaymakamlığa terfi’ etdi. 4 Eylül 1912’de Palu Kazaları Kaymakamlıklarına nakledildi. Palu Kaymakamı iken ehliyet ve başarısı göz önüne alınarak Mutasarrıflığa yükseltildi. 22 Aralık 1916’dan 9 Eylül 1917’ye kadar vekâleten, 10 Eylül 1917’den 18 Nisan 1918’e kadar asaleten Mardin, 21 Nisan 1918’de Muş Sancakları Mutasarrıflıklarına getirildi. Muş Mutasarrıfı iken Diyârbekir Meb’usluğuna seçilerek 20 Nisan 1919’da görevinden ayrıldı. 16 Mart 1920’de son Osmanlı Meclis-i Meb’usan’ının İngilizler tarafından dağıtılması üzerine de Anadolu’ya geçerek T.B.M.M. 1. dönemine Diyârbekir Meb’usu olarak katıldı. 16 Eylül 1920’de idareciliği tercih edip Meb’uslukdan çekilerek idareciliği tercih etti. Van, urfa, tokat, Amasya, Eskişehir valiliklerinde bulundu. Çoruh Valiliğinden 15 Nisan 1940’da kendi isteği ile emekliye ayrıldı. Bundan sonra, uzun yıllar ücretli olarak Mâliye Vekâleti Kazanç Vergileri İ’tiraz Tedkîk Komisyonu Üyeliğinde bulundu. 29 Mayıs 1958’de vefat etti. Arabca, Farsça, Fransızca, Ermenice bildiği sicillinde yazılıdır. Palu Kaymakamı iken Dersim Isyânı’nın bastırılmasında gösterdiği başarıdan dolayı 1912’de 3. rütbeden “Mecîdî” nişanı, 1916’da “Beyaz Şeritli Harb Madalyası”, T.B.M.M. kararı gereğince de “Yeşil Şeritli İstiklâl Madalyası” ile taltif edilmiştir. Bahriye Uçok’un kayınpederidir.
[39] M. Kemal, 1917 yılında Mardin’den geçerken Belediye başkanı Hıdır Çelebi’ye misafir olacaktır
[40] Abdülrahman Kavvas, M.Kemal 1917 yılında Mardin’e geldiğinde Belediye başkanı Hıdır Çelebi’nin evinde karşılayanlar arasındadır. M. Kemal’e Samur derisinden bir kürk hediye etmiştir. Bu armağan halen Konya’daki Atatürk Müzesi’nde bulunmaktadır.
https://www.saitcetinoglu.com/diyarbakir-vilayetinde-1915-soykirimi/#_ednref20
Thomas Barrack'ın; Merkezi Monarşi Çözüm Savı ve Kürtlerde Bağımsızlık İle Otonomi Stratejisinin Dünü, Bugünü, Yarını!
'' Ne Thomas J. Barrack, ne Bozkurt Devlet Bahçeli ve onun "muteber ve makul kurucu önder" kankası Abdullah Öcalan, Kürt ulusunun bağımsızlık ve özgürlük yürüyüşünü durdurabilir. Balkanlarda durduramadıkları gibi.''
Ahmet Önal
Yeniyi görmek, tarihe sırt dönerek olmuyor. Bilakis tarih bilinci ile geçmiş, bugün ve geleceğe açılan iç ve dış dinamikleri ve gidişat daha rahat görülebiliyor.
Bu bakışla, bazı aktörlerce dün "mutlak doğru" olarak kabul edilen şeyler bugün terk edilmiş ya da geride bırakılmıştır...
Burada Kürt ulus sorunu açısından düşünürsek,
PDK eksenli hareket, kuruluşundan(1945), hedef olarak, "egemen devlet için demokrasi, Kürdistan'a özerklik" stratejisini benimsedi... Tabi bunun geçmişi, Kürt Teali Cemiyetin'de Seyid Abdulkadir'e hatta daha öncesinde, İdris’i Bitlisiyle kadar uzanır. Bu çizginin ortaya çıkışını, Moğol istilası(1240) ile tüm Asya, Doğu Avrupa ve hatta Güney Afrika halklarının uğradığı katliamlara kadar uzanır .
Çünkü MS. 1240 tarihinden önce, Kürt ulusunun toplumsal dinamikleri MÖ.1500'lerde şekillenen ulus temayüllerine göre hareket ederek geldi ..Bu ulus neolitik devrimin ve onun sonucu oluşan uygarlığın şekillendirdiği, kendini yönetmesini bilmiş bir topluluğun özgüveni ve adaleti ile bugüne vardı.
Adaletli yani bağımsızlığa ve öz savunmasını milliyetçi algı üzerinden gerçekleştirirken, katliam karşısında düşen kesim ise stratejik hedef olarak bağımsızlık hedefini "realite" adı altında çıtayı düşürerek savundu...
Bu tartışma, Ahmedê Xanî'den 1. Dünya Savaşından sonra oluşan modern örgütler içinde de devam ederek geldi. Hatta daha önceden var. Şeyh Rıza Talabani, Hacı Qadiri Koyî, Emir Ali Bedirxan, Memduh Selim, Abdurrahim Zebahi ve onların takipçileri de bağımsızlık düşüncesini/stratejisini savundu.
Bugün gelinen noktada, PDK, yaşananlardan sonra, otonomi ve federasyonun stratejisinin bölgede yürümediğini dilendirerek, ürkekçe "bağımsızlık" dedi... 2017 yılında Güney Kurdistanda "bağımsızlık referandumu" yaptı. % 93 gibi ezici bir çoğunluğu "bağımsızlık” dedi ..
Bu iradeye Amerika, Avrupa ve Yakın Doğu'daki devletlerin ekseriyeti karşı çıktı.
Şimdi vizyonsuz ve her dediği birbirini tutmayan Amerika'nın Türkiye Büyük Elçisi ve Suriye Temsilcisi Thomas J. Barrack, Doha Konferansında, "Federasyon ve Özerkliğin başarılı olmadığı, bu stratejinin Yakın ve Orta Doğu'yu Yugoslavya, Çekoslovakya vs. Balkan ülkelerine benzerliğini" dilendirerek, merkezi/üniter yönetimi benimser gibi oldu . Oysaki Balkanlarda uluslar bağımsızlıklarını ilan ederek sorunlarını çözdü, barışı sağladı ..
Bir emlak ve inşaat sektörü zengini olan Thomas J. Barrack, ulus sorunlarını Center yapma yöntemine indirgeyerek fikir yürütüyor . Sakatlık burada başlıyor.
Ancak, çözümün doğru yolu birdir... Zor da olsa bağımsızlık, Barış ve istikrarın adresidir ..
Bunu engellemek için, Bozkurt Devlet Bahçeli de kendince " Makul ve muteber kurucu önder Abdullah Öcalan"ın teslimiyeti üzerinden Kürt varlığını inkar ettirerek sürdürmeye odaklanmış.
Ne Thomas J. Barrack, ne Bozkurt Devlet Bahçeli ve onun "muteber ve makul kurucu önder" kankası Abdullah Öcalan, Kürt ulusunun bağımsızlık ve özgürlük yürüyüşünü durdurabilir. Balkanlarda durduramadıkları gibi.
Zira Thomas J. Barrack'ın bu açıklaması, Kürt siyasetini sınama ve diğer bölge devletlerinin tutumunu test etme amaçlı olduğu açığa çıkıyor...
Kaldı ki bu açıklamanın ardında 24 saat geçmemişken, Temsilciler Meclisinde Güney Kürdistan yönetimine hibe olarak bizzat verilmek üzere ayırdığı bütçeyi onayladı ve gerekçe olarak "Siyasi ve güvenlik gücü rolü üstlenmiş müttefik" olarak tanımladı. Aynı tanımı, Suriye ve QSD için de yaptı...
Sadece bu da değil, ABD, Avrupa ve farklı ülkelerde Kürt lobisinin önü açılıyor, siyaset, bürokrasi, dış ve iç işlerinde, medya ve lobi çalışmalarında önemli yerlere ve sorumluluklara yerleşiyorlar... Bu Kürtlerin sadece bölgede değil, uluslar arası arenada, uluslar arası bir sorun olarak dünya siyasetinde önemli bir yere oturtulduğunu gösteriyor.
Burada en eksik kalan yan, Kürtlerin stratejik düşünme ve birlik halinde hareket edememe marazisini tam olarak aşmamış olmalarıdır. Dünya siyasetinin bir parçası olarak kendini tanımlaması oranında, bu eksikleri giderme düşün ve kabiliyeti güçleniyor.
Daha açık ifade ile Thomas J. Barrack'ın çözüm diye ortaya attığı fikir yani "Merkezi ve monarşik" sistem, hiç bir realist yanı olmadığı gibi, sorunları kangrenleştirdiği hal, 100 yıllık yaşananlar ile sabittir... Merkezi üniter devletler, sorunları çözmek bir yana, krizlerin sebebi olarak işlev gördü !
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 77. yılında ortak açıklama
Türkiye adeta bir işkence mekânı haline geldi
Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) ve İnsan Hakları Derneği (İHD), 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü dolayısıyla ortak bir açıklama yayımladı. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabulünün 77. yılında yayımlanan metinde, küresel çaptaki insani krizlere dikkat çekilirken, Türkiye’de devam eden OHAL rejimi uygulamaları, hapishanelerdeki tecrit ve kayyım politikaları sert bir dille eleştirildi.
https://www.agos.com.tr/tr/haber/turkiye-adeta-bir-iskence-mekani-haline-geldi-38794
Talat Paşa’nın Ruhu Hala Bu Ülkede | Ahmet Altan’la O YIL: Ermeniler, 1915, Kötülük, Vicdan ve Vatan
TC'NİN, ”SURİYE TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜ” ISRARI: KÜRDİSTAN'I İNKAR ISRARDIR. https://www.youtube.com/live/Dh5aHaxFlfk?si=5j_oRAfDkM629k6r
FUTBOLUN ASİLERİ[*]
“Gidenler nerede kaldılar, özledim gülüşlerini. Bir kenti güzelleştiren yalnız onlardı sanki.” [1] Neil Faulkner’ın, “Bütün şeyler kendi...
KAPİTALİST FUTBOLUN SINIRLARI[*]
DIEGO, KAFANI BOKUN ÜSTÜNDE TUT OĞLUM!”[*]
FUTBOL: GERÇEK VE BAĞINTILARIYLA TARTIŞALIM MI, TARTIŞMAYALIM MI?[*]
“Gidenler nerede kaldılar, özledim gülüşlerini.
Bir kenti güzelleştiren yalnız onlardı sanki.”1
Neil Faulkner’ın, “Bütün şeyler kendi içlerinde çelişkilidir ve çelişki, tüm hareketin ve yaşamın kökenidir; bir şey ancak bir çelişki içerdiği sürece hareket eder, itkiye ve etkinliğe sahip olur,” saptaması “Futbol asla futbol değildir,” dite tarif edilen gerçeğin asileri için de geçerlidir…
Jean Paul Sartre’ın, “En önemsiz davranışınızda bile, ‘sınırsız bir kahramanlık var’,”2 notunu düştüğü insani isyan, sınıflı sömürücü toplumlardaki “kahraman”lığın da zeminini oluşturur.3
Yani “kahramanlık”, özgürleşmenin vazgeçilemez zarurettir. Çünkü hemen her şey “… ‘İnsanları baskı altında tutmak, kalıcı olan tek felsefedir. Korkudan ve kölelik düzenine duyulan saygıdan kaynaklanan o teslimiyet var ya, azizim,” dedi Marki ve tavana bakarak devam etti. “Şu çatı, başımızın üzerinde durarak gökyüzünün içeri girmesini engellemeye devam ettikçe, köpekler de kamçıya itaat etmeyi sürdürecektir,”4 satırlarındaki üzeredir Charles Dickens’in…
Evet Noam Chomsky’nin, “Hepimiz zengin azınlığın mutluluğu için çalışıyoruz,” diye tarif ettiği hâlde ancak “İnsanın insanı, insan oluyor!”5
Oysa kapitalist “olağan”da “insanın insanı”na “deli” deniyor?
Yine “Neden” mi? Yanıt “Deli bir insan her şeyden önce toplumun dinlemek istemediği, dayanılmaz doğruları söylemesini engellemek istediği biridir,” diyen Antonin Artaud’da!
Sadece futbol olmayan futbolun “insanın insanı” asileri de, “deli” diye nitelenenlerdir ki, işte onlardan kimileri (ve arka planı)…
* * * * *
Soyadının hakkını vermiş; Çok hızlı yaşamış bir Belfast çocuğu (“the belfast boy”), İrlandalı futbolcuydu. Bizim için Lefter Küçükandonyadis neyse, adalarda da George Best oydu...
2004’te “Yaşayan En İyi Futbolcular” listesinde Kuzey İrlanda’nın tek temsilcisiydi.
Futbolun sihirbazlarından birisiydi; 1966’da Manchester United’in Benfica’yı Lizbon’da hezimete uğrattığı maçtan sonra Portekiz gazeteleri George Best’i, “Beatles’ın beşinci üyesi” olarak manşetlere taşımıştı.
Gordon Mcqueen’in, “Futbol oynamıyordu, şiir yazıyordu ve bizlerde dinlerken kendimizden geçiyorduk,” notunu düştüğü, futbol uzmanlarınca “Bir Maradona, bir Pele olamamasının tek sebebi İrlandalı olmasıydı” diye nitelenen O; “Futbolun gelmiş geçmiş en iyileri arasında” gösterilen bir efsaneydi…
Maradona, Best’le ilgili açıklamasında “Benim 1 numaralı favorim” derken, Pele de, “Best, oynarken gördüğüm en iyi futbolcu” diye ekliyordu.
Ona “Futbolun ilk rock’n roll yıldızı, pop starı” denmesi boşuna değildi!
“Hayatı bildiği gibi yaşamak” üzerine kurduğu felsefesiyle rest çekti.
Bir röportajında, o kadar paraya ne oldu sorusuna: “Yüzde 90’i alkol ve kadınlara gitti, gerisini ziyan ettim” diye yanıtlamıştı.
Alkollü araç kullanırken bir polise saldırdığı için 3 ay hapis cezasına çarptırıldı; 1984’ün yılbaşını parmaklıkların arkasında geçirdi.
Çizgi dışı yaşantısı, espri gücüyle “İçkiyi bıraktım... Ama sadece uyurken” sözleriyle gülümseyerek, “Alkol ve sigarayı hayatımda bir kez bıraktım geçirdiğim en sıkıcı onbeş dakikaydı” deyip eklemişti: “Hayatımdaki her şeyi çalımladım, alkol hariç.”
2003’in Kasım ayında “Avrupa’da yılın futbolcusu” ödülünü satarken; “endüstriyel futbol” imgesi Pele’ye dahi “Best her zaman en iyisiydi” tanımını yaptırmayı başarmıştı.
* * * * *
Sóçrates Brasileiro Şampaio de Souza Vieira de Oliveira ya da daha çok bilinen adıyla Sóçrates oyunu okumadaki yeteneğiyle büyük takdir toplamış ve “Futbolun Filozofu” olarak anılmıştı.
Faculdade de Medicina de Ribeirão Preto mezunu bir tıp doktoruydu. Diplomasını futbol oynadığı dönemde almıştı. Öte yandan entelektüel (felsefe doktorası vardı), sigara tiryakisi ve sıkı bir alkol kullanıcısıydı. Corinthians demokrasisi adlı bir özgürlük hareketine 1980’lerin başında öncülük etmişti...
Brezilya’da işçi sınıfı tarafından kurulan ilk ve tek kulüp olarak Corinthians zamanında ülke siyasetinde oynadığı rolle milyonlarca insanın kalbini kazanmıştı. Takım 100 bin kişilik stada siyasi mahkûmlara özgürlük talep eden bir pankartla çıkmış ve Brezilya’da cunta rejiminin yıkılmasına katkıda bulunmuştu.
Sócrates’in, hayranı ve dostu, o zamanın sendika lideri, daha sonraki işçi partisi lideri, daha da sonraki Brezilya devlet başkanı Lula’nın yanında reform denince akla gelen birkaç kişiden biri olması, Corinthians’ın da başarılı olsun olmasın milyonların kalbinde değişmeyecek bir yere sahip olması tesadüf değildi.
“Düşünen oyuncu koşmaz. Koşan oyuncu düşünmez” diyen Sócrates hippi, doktor, filozof, futbolcu ve asiydi…
* * * * *
Pablo Aimar’ın, “Bir süper kahraman olmaktansa onun gibi olmak istedik,”6 notunu düştüğü Diego Armando Maradona hakkında ekler Murat Tırpan da:
“Ona hayran olmak Hollywood’un ideolojik başarı hikâyelerinden bıkmış bizler için kurgunun el değemediği sert bir gerçekliği temsil eder. Gecekondu mahallelerinden tepeye çıkabilme imkânının temsilidir o. Bu anlamda birçok hayata ilham vermiş, birçok hayat kurtarmıştır.”7
Bilindiği gibi ekonomisi büyük Amerika’nın yoksulu orduya, toprağı büyük Latin Amerika’nın yoksulu futbola yazılır. Maradona için de öyle oldu.
“Tanrı’nın Sol Eli” diye anılan Maradona sadece Fidel’in, Chávez’in hayranı değil, onların “yoldaşı”ydı da. “Chávez’e inanıyorum, ben Chávista’yım. Fidel’in yaptığı her şey, Chávez’in yaptığı her şey benim için en iyisidir.” derken inandığı için söyledi bunu. Kollarında hem Fidel’in hem de Che Guevara’nın dövmeleri vardı. En meşhur cümlesi “Ben halkın temsilcisi, sessizlerin sesiyim. Ben El Diego’yum”du.
* * * * *
Manchester United’in haşin futbolcusuydu Eric Cantona; “The King” lakabıyla tanındı, yakasını kaldırması da ünlü oldu.
Hakkında “eğer futbol bir din olsaydı Eric Cantona tanrı olurdu,” denirdi.
“Ben futbolun Arthur Rimbaud’suyum” derken; felsefe okudu, futbolu bıraktıktan sonra kendini resme ve sinemaya verdi.
Arthur Rimbaud ve Jim Morrison’un yaktığı ateşi taşıdığını iddia eden iyi futbolcu ve entelektüeldi.
* * * * *
“Livorno’nun Spartacus’ü” diye anılan Cristiano Lucarelli…
Kolay mı? Şehrin isyancı ruhunun bayrağı Livorno takımıysa, takımın bayrağı da Cristiano Lucarelli. Bir liman işçisinin çocuğuydu.
“Doğuştan komünistim ben,” demişti. Ümit milli takımda attığı bir golden sonra Che Guevara tişörtünü gösterdiği için uyarı almış ve bir daha takıma çağırılmamıştı.
Che’nin kızıyla görüşüp takımı Livorno’nun Havana’da Küba milli takımıyla maç yapma istediğini dile getirmişti.
Endüstriyel futbola tepkiydi ve “Livorno’yu eşimden daha çok sevdiğimi söylüyorlar. Bu kesinlikle yanlış. Eşimi de en az Livorno kadar seviyorum,” demişti.
* * * * *
Ve 10 Haziran 1959’da Fenerbahçe kalesinin ağlarını yırtan golü atan Metin Oktay; nam-ı diğer: “Taçsız Kral”…
Meşhur zenginlerden Fenerbahçeli Müslim Bağcılar’ın “rakamları sen yaz!” diyerek uzattığı transfer sözleşmesini “Bizi sevenlere ihânet etmeyelim baba!” diye reddeden futbolcu...
O, tek kırmızı kart gördüğü maçın ardından kendisine küfür eden rakip takım taraftarlarını beline dek eğilerek selamlamış ve futbolu bırakmayı düşünmüştü…
Ayrıca Göztepe’nin Galatasaray’ı yendiği bir maçta 18 yasındaki bir çocuk Kral’ı çok iyi marke eder ve top göstermez. Göztepe o maçı 1-0 kazanır. Maç biter bıyıkları daha yeni terleyen genç defans oyuncusu koşarak Kral’a gider ve “Metin ağabey ben sizin çok büyük bir hayranınızım, lütfen bir resim çektirsek,” der. Genç oyuncuya bakıp, “Sen benimle değil ben seninle resim çektirmek istiyorum, bugün maçın kahramanı sensin,” yanıtını verendi…
Ve en önemlisi de Deniz Gezmiş için imza toplayan futbolcuydu…
Metin Oktay sosyalistti. Oyunu Türkiye İşçi Partisi’ne verdiğini açıklayan ilk futbolcuydu. Bir tren seyahatinde, Çetin Altan’a “Bizi sosyalist yaptın, ama sen aramızdan çektin gittin” diyen de oydu.
Metin Oktay gibi gene Galatasaray’ın unutulmaz futbolcularında Metin Kurt, “Taçsız Kral”ın bilinmeyen bir yönünü şöyle anlatıyor:
“Türk futbol tarihinde, taraflı tarafsız tüm sporseverler için Metin Ağabey efsane bir isimdir… Özel yaşamında tüm insanlara karşı derin bir sevgi beslemiş, her zaman dara düşen sporcuların ve dostlarının Hızır gibi imdadına -maddi veya manevi- yetişmiştir. Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan’ın idamına karşı yürütülen imza kampanyasına katılarak onların verdiği mücadeleye karşı ne kadar duyarlı olduğunu göstermişti. Onun bu yanını insanlarımızın çok azı bilir.”8
* * * * *
Sonra bir diğer Galatasaraylı Komünist futbolcu; “Çizgi Metin” lakaplı Metin Kurt…
30 Mayıs 2003 tarihli bir röportajında “Halka en yakın yer neresi? Çizgi. Ben de çizgide beklerdim. Antrenör ve idarecilerin olduğu tarafta oynamayı sevmiyorum. Kapalının önünde oynamamak için bir devre sağ açık, bir devre de sol açık oynardım,” demişti.
Ayrıca “Bizler futbolu bir oyun olduğu için sever ve oynardık ancak artık futbol, para, son model arabalar ve güzel mankenler için oynanıyor. Futbolu oyun olarak severiz ancak bugün kullanılış şekliyle sevmemiz kendi kalemize gol atmak anlamındadır. Devrimciler hiç bir zaman spora karşı olmadı. Sporun içinde her zaman yer aldılar ama her zaman yanlış tarafta yer aldılar,” diye eklemişti.
Kapitalizmin tekelindeki futbolun, varlığını devam ettirmesinin imkânsızlığını anlatan O, “ “Atılan her gol, emekçi kalesine giriyor arkadaşlar.”
“İzmir’de Polonya’yla milli maçımız vardı. Bu maç yöneticiler için de halk için de çok önemli bir maçtı. Çünkü o maçta kazanırsak bir moral kaynağı olacaktı halka. Ve o maçı biz 1-0 kazandık. Maçtan sonra halk -biz otobüse bindik- halk neredeyse otobüsü omzuna alacak, öylesine coşkulu. O sırada pencereden dışarıya bakıyorum ben, bir baktım bir çocuk kalabalığın arasından fırlayıp geldi. Zıplaya zıplaya şeye de vuruyor, Metin abi! Metin abi! Diyor bana diyor ayakkabının bağını verir misin? ‘Şimdi ben napayım napayım?’ derken bizim otobüs hareket etti o sırada bir baktım ki çocuğun ayakları çıplak. Ya çıplak bir çocuk bizden ayakkabı bağı istiyor. Ondan sonra düşündüm dedim ki abi biz ne işe yarıyoruz acaba? Biz bu işi yapıyoruz da kimin için yapıyoruz, kimin yararına yapıyoruz?”
“İspanyol diktatör Franco, Madrid’teki Barnebau stadını yaptırırken, bana 100 bin kişilik bir uyku tulumu yaptırın demiştir. AKP de Arena Stadı’ndan uyku tulumu imal etmeye çalışmıştı”
“Mücadele toplumsal, ama fatura bireyseldir,” saptamalarının sahibi sosyalist ve Spor-Sen’in Başkanı ya da Galatasaray’ın “Öteki Metin”iydi…
İslam Çupi’nin, “Metin Kurt, renk aşkı denen bir sosyal körlüğün, sırt sıvazlama denen afyonun günümüzde insan mutluluğu için yetmeyen dönmüş haklar olduğu şuuruna varmış bir isyanın kişisidir. Metin Kurt, Türkiye’de futbolcu aklı aut çizgisine kadar devam eder şeklinde tarif edilen saha inşasının haklarına birtakım boyutlar kazandırmak istediği için sivri adam olmuştur,” notunu düştüğü “Gladyatör” lakaplı Onun hikâyesi endüstriyel futbola karşı bir başkaldırı destanıydı.
Yani Metin Kurt, kimsenin söylemediklerini söyleme cesaretine sahip coğrafyamızın Paul Breitner’i diyebileceğimiz futbol emekçisiydi. Sosyalist, devrimci, demokrattı. Hayat ve futbol mücadelesinin çizgisi hep halka yakın olmak için durduğu taç çizgisi kadar düz ve doğruydu.
* * * * *
İyi de bu ve benzeri olumlu örneklerden hareketle “Solcu” olduğu “iddia” edilen Fc St Pauli, Osasuna, Celtic, Atalanta, Empoli, Athletic Bilbao, Fiorentina, Paris Red Star, Manchester United, Gençlerbirliği gibi futbol kulüplerini göklere çıkar(t)mak mümkün müdür?
Tamam Osasuna ve Athletic Bilbao gibi iki Bask kulübü.
Kömür işçilerinin takımı Schalke 04 ve liman işçilerinin takımı Liverpool.
İtalya’nın Livorno, Kıbrıs’ın Omonia Nicosia takımları veya Arjantin’in Boca Juniors’u.
Sonra Kızılyıldız, Partizan, Dinamo Kiev, Levski Sofya, Dinamo Zagreb, Budapeşte Honved, Sparta Prag, Slavia Prag, Bologna, Hapoel Tel Aviv, Fc Union Berlin vb’leri de dahil bir kulübün taraftarının çoğunun solcu olması ya da etnik bağımsızlık için mücadelesinde kulübü bayrak yapması onu solcu olarak nitelendirmeye yeter mi?
Kanımca ve kesinlikle “Hayır”!
Taraftar profilinden yola çıkılarak solcu sanılan AC Milan, Liverpool, Atalanta, AS Roma, FC Barcelona’nın solla molla hiçbir alâkâsı yoktur.
AS Roma, karşısında faşist SS Lazio var diye, kestirmeden solcu ilan edilse de bu gerçek değildir. Yanılgıdır. En sağlam taraftar grubu Boys ve ASR Ultra sağcılardan, Opposta Fazione neo-faşistlerden oluşur. Kulüp yıllardır İtalyan sanayicilerin kontrolündedir.
AC Milan, sağcı Inter karşısında solcu bilinir. Bu da yanılgıdır. Kapatılan Fossa Dei Leoni dışında solcu taraftarı yoktur.
Inter’de kaptan Zanetti Zapatistalar’a yardım etti diye Inter solcu ilan edilemez.
Atalanta’da Wild Caos grubu ülkenin en faşist gruplarındandır.
Fc Barcelona’nın da sol ile alâkâsı yoktur. Barselona şehrindeki tüm solcular Camp Nou’da bir kale arkasını dolduramaz. 100 yıldır şehrin zengin tekstilci ve inşaatçı aileleri tarafından yönetilir.
Ve Gençlerbirliği: Tanıl Bora’nın “Light solculuğu” dahi kulübe bulaşmıştır!
Özetle Liverpool, Celtic, Barcelona, Milan gibi solcu ilan edilen ancak endüstriyelleşmenin kollarındaki kulüplere solcu demek bu ruhu gerçekten yaşatanlara haksızlık olur.
O hâlde Will Magee’nin, “Futbolun Geleceği”ni9 tartışmaya açtığı ufukta; “Bildiğimiz futbolun sonu… Kulüpler kapitalizme teslim oluyorlar,”10 saptamasını bir kez daha anımsa(t)makta yarar var.
* * * * *
Elbette Cristiano Lucarelli, Paul Breitner ve Deniz Naki; Marksist İvan Ergiç; sosyalist Diego Armando Maradona, Jorge Valdano, Fernando Redondo; solcu Ivan Zamorano; Zapatista sempatizanı Javier Zanetti; Che Guevara hayranı Gennaro Gattuso, Thierry Henry vd’leri çok önemlidir.
Ancak sadece futbolcu oldukları için değil; futbolun “insanın insanı” asileri oldukları için!
19 Temmuz 2021 09:12:54, Çeşme Köyü.
N O T L A R
* Kaldıraç, No: 241, Ağustos 2021…
1 Ahmet Telli.
2 Jean Paul Sartre, Bulantı, çev: Selahattin Hilav, Can Yay., 2011, s.181. Jean Paul Sartre, Bulantı, çev: Selahattin Hilav, Can Yay., 2011, s.181.
3 Kuşkusuzdur ki, “İhtiyacımız olan şey kahramanlar değil, kahramanlara ihtiyaç duymayan bir toplum olmalı.” (Bertolt Brecht.)
4 Charles Dickens, İki Şehrin Hikâyesi, çev: Meram Arvas, Can Yay., 2018.
5 Orhan Kemal, Grev, Everest Yay., 2007.
6 “Süper Kahraman Değil, Onun Gibi Olmak İstedik”, Birgün, 27 Kasım 2020, s.15.
7 Murat Tırpan, “Hayat Bir Tombala”, Birgün, 27 Kasım 2020, s.14.
8 Vecdi Çıracıoğlu, Gladyatör, Everest Yay., 2009.
9 Will Magee, “50+1 Kuralı: Futbolun Geleceği”, Birgün Pazar, Yıl:18, No:740, 15 Mayıs 2021, s.12.
10 Anıl Aba, “Bildiğimiz Futbolun Sonu…”, Birgün Pazar, Yıl:18, No:737, 25 Nisan 2021, s.12.