Siyonizm’in Uyuyan Hücreleri
30 Haziran’da Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın, Britanya Dışişleri Bakanı David Lammy’yi Külliye’de kabul ettiği duyuruldu. Ne konuşulduğuna dair bir açıklama yapılmadı. O günün akşam saatlerinde, normalde 26 Haziran’da yayımlanmış olan ancak Ekşisözlük’te “scandsucker” rumuzlu, AKP trolü olduğu söylenen bir hesap üzerinden yayılan Leman dergisindeki karikatür, beklenen şekilde “uyuyan hücreleri” harekete geçirdi. Derginin İstiklâl Caddesi’ndeki bürosu önünde toplanıldı, arbede yaşandı, o ve devamındaki günlerde dergiye ait mekânlara da irili ufaklı saldırılar gerçekleşti.
İlk dakikalardan itibaren dergiye soruşturma açılmış, karikatürün çizeri de dâhil dört kişi yaka paça gözaltına alınmış, bu görüntüler resmî mercilerce servis edilmişti. Sonrasında tutuklama kararı da verildi. İstanbul Valisi Davut Gül’ün yaptığı açıklamada “oyuna gelmeme” vurgusu ağır basarken, Erdoğan’ın yaptığı ilk açıklamada ise, “Türkiye’nin iç cephesinde gedik açacak hiçbir eyleme tahammülümüz yok,” dendi. Provokasyonun hem Sivas Katliamı’nın yıldönümüne hem de Muharrem Ayı’na denk getirilmesi, kitle içerisinden “burası yanacak” minvalindeki söylemlere karşın, Gül ve Erdoğan nezdinde Devlet’in “Alevî canları” sahiplenmeye yönelik açıklamaları olayların arka plânı açısından fikir vericidir. Olağan durumlarda siyasal cepheleşme stratejisini ustalıkla kullanan Erdoğan’ın tansiyonu yükseltmesi, sokağı daha da köpürtmesi beklenirken bu kez yatıştırıcı bir pozisyon alması, iktidar tarafından “Terörsüz Türkiye” adıyla anılan konseptin yürürlükte olduğunu göstermektedir. Bu konsepte karşı hem içerideki hem de dışarıdaki eylemler için, “Kimsenin gözünün yaşına bakmayız, saldırganların başını tek tek ezeriz,” deniyor ikinci açıklamada. Bahçeli’nin sert tutumu bir yana, Mansur Yavaş ve İYİP tarafından yapılan açıklamalar da Devlet’in çizgisine uyum gösterirken, Özgür Özel’in alenen dergiyi sahiplenmesi de önemlidir, zira Akit gibi kanallar da meseleyi “CHP zihniyeti”ne bağlayarak tamamlayıcı rolünü oynuyor. Solcular ise, her zamanki gibi meseleyi “lâiklik” perdesinin ötesine taşıyamayacak kadar aciz hâldedirler.
Leman dergisi üzerinden yaşananlar; Suriye’deki yeni yönetim üzerinden Britanya ve ABD’nin hegemonya mücadelesi, İran’a saldıracak kadar azgınlaşan İsrail’in tökezlemesi, devletler nezdinde azalan desteği, daha önemlisi bölgede Türkiye ile karşı karşıya gelmesi ve PKK’nin silâh bırakma sürecine karşı giriştiği eylemlerin[1] bir halkasıdır. İsrail köşeye sıkıştıkça, Türkiye cephesindeki cevabı, iç karışıklık çıkarmak amacıyla sinir uçlarını kaşıyacak şekilde hareket etmektedir. Türkiye’de Devlet ve Devlet’in Yakındoğu’da gerçek stratejik ittifakı olan Britanya nezdinde “düşman” hâline gelen İsrail’in muhalefet cenahında giderek daha örgütlü hâle gelmesi anlaşılır bir durumdur; Siyonizm’in Türkiye’de networke sahip olduğu sır değildir; yakın zamanda İran, bu gibi networklerin eylem kapasitesini göstermesi açısından ciddi bir örnek teşkil etmiştir. CHP’den beslenen basın/medya kuruluşlarındaki anlatılar bunun delilidir. Leman’a bunu yaptıran el bellidir; Devlet de bu elin farkındadır ve bu yüzdendir ki dergiye yönelik ayrıca “yurt içi veya yurt dışından ya da yabancı kuruluşlardan malî destek alınıp alınmadığını” tespit etmek amacıyla malî soruşturma da açılmıştır.
Leman’dan önce köpürtülen Talat Paşa tartışması da bu yöndedir. Ermenistan Başbakanı Paşinyan’ın Türkiye’ye gelmesi, Erdoğan ve Fidan’la görüşmesinin hemen öncesinde, Sabahat Akkiraz’ın baş sazan olma şerefine nail olduğu bir tartışma başlatılmıştı. Talat Paşa, Osmanlı Ermenilerine yönelik faaliyetin baş icracılarındandır ve tehcirin arka plânında Saray’da egemen olan Ermenilerin Yahudi sermayesince tasfiyesi vardır. Bu parantez bir yana, İran’ın İsrail ile savaş pozisyonuna geçtiği koşullarda, Zengezur Koridoru’nun açılması ve Türk-Ermeni ilişkilerinin ekonomik/jeostratejik bir ortaklık düzeyine yükselmesi bağlamında, Erdoğan tarafından Türkiye’ye davet edilen Paşinyan’ın gelişi öncesi zeminin dinamitlenmesi dikkat çekicidir. Dikkat edilecek olursa, Talat Paşa tartışması patlatıldığında, Paşinyan’ın Türkiye’ye gelmekte olduğu kamuoyu tarafından bilinmiyordu. Talat Paşa tartışması istihbarat işidir.
Sürekli “Özgürlük, Kardeşlik” naraları atan CHP medyasında, özellikle Yılmaz Özdil gibi eline tutuşturulanları sokak ağzıyla geveleyen şovmen görevliler eliyle Ermenilere yönelik yoğun nefret propagandası, “Atatürkçülük” adı altındaki İbranîyeti göstermektedir. Bu, yüzlerce yıllık bir mazinin ihtiyaç hâsıl olduğunda yeniden köpürtülmesidir. Bugünlerde bilinçli olarak yayılan Alparslan Türkeş’e ait bir video kaydı vardır. Burada Türkeş, o dönem toprak kaybedilmesi üzerinden Talat Paşa’nın çok da muteber bir kişi olmadığını anlatıyordu. Bu hamle, MHP tabanını, Paşa’yı sahiplenen CHP kitlesiyle yan yana düşürmemek için yapılmış olsa gerek.
Azerbaycan ve İsrail, son Karabağ Savaşı’ndan bu yana bariz biçimde giderek “tek devlet-iki millet” görüntüsü vermektedir. Gazze soykırımı bu vaziyetin zirve noktalarından olmuştur. Paşinyan’ın Türkiye ziyaretini takip eden süreçte, Azerbaycan’ın Rusya ile ilk bakışta anlamsız görünen bilinçli gerilim politikası da bölgeye düşmanlık tohumları ekilmesiyle ilgilidir.[2] Gerilimdeki gariplik fikir vericidir. Paşinyan’ın gelişi Azerbaycan’ın Türkiye’ye ve Batı’ya doğrudan erişimiyle yakından ilgilidir.
Neticede Türk-Ermeni, mütedeyyin-seküler kavgası tarihsel kökleri olan ve sinir uçları bugün de açık bulunan meselelerdir. Siyonist devlet teorisine göre, Yakındoğu’da bulunan halk ve devletlerin sürekli kavga ve karmaşa içerisinde, zayıf bir biçimde bulunması gerekmektedir. İsrail’in güvenliği, İsrail dışındaki her unsurun güvensizliğine bağlıdır. İsrail’in İran karşısında aldığı ağır yenilgi, yanı sıra Siyonist devlet doktrini bölge halklarının düşmanlaştırılmasını ve iç huzursuzlukların kaşınmasını icap ettirmektedir. Aksine bölge devletleri arasında, elbette çıkar temelli ancak İsrail aleyhine diyaloglar gelişmektedir. Olaylara ve aktörlere bu çerçeveden bakınca manzara netleşmekte, ilk bakışta garip gelenler anlam kazanmaktadır.
Tahir Yılmaz
2 Temmuz 2025
Dipnotlar:
[1] Bunlardan en başarılısı ve gözden ırak tutulanı, sürecin yürütücüsü olan Sırrı Süreyya Önder suikastıdır. Bugün “komplo teorisi” olan bu eylemin arka plânı yıllar sonra ortaya çıkacaktır. Önder, Devlet erkânıyla uğurlanmıştır. Sürecin diğer yürütücüsü olan Pervin Buldan ise aynı tarihlerde İtalya’da geçirdiği “trafik kazası”ndan kurtulmayı başarmıştır…
[2] Bu gerilim basın organları üzerinden görünmekte; Sputnik Azerbaycan Direktörü ile Genel Yayın Yönetmeni yaka paça gözaltına alınarak tutuklanmış, Azerbaycan Kültür Bakanlığı ise Rusya’nın ülkedeki tüm kültürel etkinliklerinin iptal edildiğini duyurmuştur.
Nesli tükendi sanılıyordu, yeniden ortaya çıktı
Bu böceği çok uzun zamandır kimse görememişti. Herkes nesli tükendi sanırken bilim insanlarının onu yeniden bulması ise, doğanın güzel bir sürprizi olarak kayda geçti.
https://www.chip.com.tr/haber/nesli-tukendi-saniliyordu-yeniden-ortaya-cikti_171117.html
Şimdiye kadarki en büyük kara delik birleşimi tespit edildi
Bilim insanları 23 Kasım 2023’te şimdiye dek gözlemlenen en büyük kara delik birleşmesini tespit etti. Bu gözleme dair bulgular ise bugün kamuoyuyla paylaşıldı.
Öjeninin sözcüleri ve hortlatılan malthusçuluk
Ne kadar faydalı olup olmadığımız Ali Demirsoy ve Celal Şengör'ün işi değil. Yaşamımızı onların kirli dudaklarına terk edecek çağı da çoktan geçtik. Kimsenin emeği üzerinde yaşamıyoruz. Üreterek var oluyoruz.
https://bianet.org/yazi/ojeninin-sozculeri-ve-hortlatilan-malthusculuk-309812
Yesinler siniz duyarlılığınızı…
Elias Nin
Sosyal medyada etiket oluşturarak biri 15, diğeri 16 yaşındaki iki yoksul Kürt çocuğu linç eden, onlara en ağır cezanın verilmesini talep eden aşağılık bir kampanya yürütülüyor.
Bildik ahlak: Güçsüz olanı günah keçisi yap, kendi aşağılık ikiyüzlülüğünü, adaletin her köşe başında katledilmesi karşısındaki suskun suç ortaklığını iyileştir.
Bu iki çocuğu katil yapan, işledikleri cinayetten sonra zafer sarhoşluğu yaşamalarına yol açan nedenler kimsenin umurunda değil.
Soruyorum: Eğer bu çocuklardan biri bu linç kampanyasına katılanlardan birinin çocuğu, kardeşi olsaydı nasıl olurdu?
Bu kişi buna rağmen bu linç kampanyasına katılır mıydı? “Benim çocuğum en ağır cezayı alsın?” der miydi?
“Adalet istiyoruz” diyerek iki çocuğu linç ettirmek için kuyruğa giren adalet düşkünlerine başka bir soru: Ünlü Estetik Cerrahı Opr. Dr. Bülent Cihantimur ile Yazar Eylem Tok’un 17 yaşındaki şımarık oğulları Timur Cİhantürk de1 Mart 2024 tarihinde ehliyetsiz kullandığı lüks araçla 1 kişiyi ezerek öldürmüş, 4 kişiyi de yaralamıştı. Anne Eylem Top, oğlunu alarak ABD’ye kaçtı, o zaman neden “adalet” diye kuyruğa girmediniz?
Yoksulları, zayıf olanları, sizin olmayan çocukları linç ederek “duyarlı” insan rolü kapmak ne kolay, sizin duyarlılığınız yesinler!
Bu iki çocuğa karşı örgütlenen linç kampanyası faşizan bir karakter taşımaktadır, faşizmin “temiz toplum” anlayışın tezahürüdür. Ahlak şudur: Ayrık otlarını temizle ve kurtul!
Dün de yazdım: TC’nin yüzyıllık sömürgeci, faşizan, ötekileştirici, yoksulluk ve çaresizlik üreten karakteri, bütün bu olanlara göz yuman çoğunluğun kirli ahlakı yargılanmadan bu iki çocuğu yarılamak, 100 yıllık suçun faturasını en zayıf olan kesmektir.
Hayatın dışına itilmiş, ötekileştirilmiş iki yoksul çocuğun işledikleri suçu nedenlerinden bağımsız ve sadece bir sonuç olarak mütalaa etmenin adı adalet aramak değil, kanı kanla yıkamaktır. Bunu sağlayarak gönül erinci aramak, insan neslinin en aşağılık halidir.
Ne diyeyim: Kendini ahlakınıza benzeyen adaletinizin altında kalın!
Bir gezegen nasıl doğar? Bilim insanları o anı yakaladı | Euronews
https://tr.euronews.com/2025/07/16/bir-gezegen-nasil-dogar-bilim-insanlari-o-ani-yakaladi
LOZAN ve KÜRTLER
Mahmut Uzun
Ayşe Hür’ün arşivinden bir belge:
4 Kasım 1922’de TBMM Gizli Oturumu’nda, Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Bey şöyle konuşuyor:
“Bendeniz Kürdoğlu Kürdüm.
Kürtler hiçbir şey istemiyorlar.
Yalnız büyük ağabeyleri olan Türklerin saadet ve selametlerini istiyorlar.
Avrupa’nın Sevr paçavrasıyla verdiği bütün hakları ayaklarımız altında çiğnedik.
Türklerle birlikte savaştık, onlardan ayrılmadık ve ayrılmak da istemeyiz…
Heyet-i murahhasamızdan ricam, azınlıklar konusu görüşülürken
Kürtlerin hiçbir talebi olmadığını ifade etmenizdir.
Ve lütfen Suriye’de terk ettiğimiz hudutları geri alın,
Kerkük’ü, Süleymaniye’yi, Musul’u unutmayın.”
Alkışlarla karşılanan bu sözler, bir halkın kaderinin nasıl kendi ağzıyla inkâr edildiğini gösteriyor.
⸻
Şimdi soruyorum:
Tarih tekerrürden ibaret derler…
Bugünlerin “Kürt politik önderleri”ne bakın:
Kimin için Kürt çocuklarının kanı dökülüyor?
Kim için direniş, kim için ihanete ortaklık yapılıyor?
Neden atalarının izinden gittiklerini şimdi daha iyi anlıyor musunuz?
Asıl soru şu:
Bu halk gerçekten devletleşmeyi istiyor mu?
Sanmıyorum!
Çünkü her seferinde başkalarının haritasını yırtmak yerine,
kendi varlığından feragat etmeyi tercih edenler çıkıyor sahneye.
Ve biz her defasında, aynı sahte alkışlarla kandırılıyoruz.
https://www.instagram.com/p/DMefLOFtZpd/
Öcalan, Kürt Halkının Ocağına İncir Ağacı Dikecek Kadar Derin Bir Projenin Parçasıdır.
Bunu yıllardır söyledik. Duyulmadık, dışlandık, susturulduk, susturulmak istendik. Ama hep aynı hakikati dillendirdik:
Öcalan, Kürt halkının özgürlük umudunu içeriden imha etmek üzere kurgulanmış derin ve sistematik bir projedir, projenin merkezindedir. Bu, basit bir sapma ya da bireysel ihanet değildir; bu, kürt halkının on yıllarca süren direnişini devlete teslim eden kapsamlı bir tasfiye planıdır.
Bugün artık perde kalmamıştır. Her şey artık aleni, açık, gözler önündedir. Hakikat, kaçınılmaz bir biçimde konuşmaktadır.
Evet, Kürt halkı tarihsel bir eşiktedir:
Ya bu ihanet düzenine boyun eğecek, yok oluşa doğru sessizce sürüklenecek… ya da ulusal değerlerine, tarihsel belleğine, diline, kültürüne ve özgürlük idealine sımsıkı sarılarak bu karanlık oyunu bozacaktır.
Bu bir uyarı değil, bir çağrıdır. İhanete karşı hakikatin, teslimiyete karşı onurlu direnişin çağrısı. Artık kandırılmış olma bahanesi yok. Artık “bilmiyorduk” deme lüksü kalmamıştır. Her şey ayan beyan ortadadır. Bu noktada susmak, bilerek veya bilmeyerek ihanete ortak olmaktır.
Öcalan merkezli bu proje, Kürt halkının kaderini devlete entegre etme, teslim alma ve hafızasızlaştırma planıdır. Ve ne yazık ki bu plan, içimizden devşirilen aktörlerle adım adım uygulanmaktadır.
Kürt halkı, eğer yaşamak istiyorsa - sadece fiziken değil, bir halk olarak varlığını sürdürmek istiyorsa - bu projeye, bu oyuna, bu ihanete karşı topyekün bir duruş sergilemek zorundadır.
Geçmişin mücadele mirası, bugün bizi sorumlu kılıyor.
Ya kendi kaderimize sahip çıkarız ya da bir halk olarak tarihten siliniriz.
Mahmut Uzun
Ahmet Minguzzi Cinayeti Üzerine…
Elias Nin
Mattia Ahmet Minguzzi bıçaklanarak öldürüldüğünde 14 yaşındaydı. Bu da birçok çocuk cinayeti gibi sıradan bir haber olarak geçiştirilecekti ama olmadı çünkü öldürenler yoksul Kürt, öldürülen ise ayrıcalıklı (zengin) bir ailenin çocuğuydu.
Mattia Ahmet Minguzzi, İtalyan şef Andrea Minguzzi ve Türk çellist Yasemin Akıncılar Minguzzi’nin oğluydu, özel İtalyan Lisesi’nde öğrenciydi.
Mesela 12 yaşındaki bedenine 13 kurşun sıkılarak öldürülen Kürt Uğur Kaymaz ya da
12 yaşında havan topu mermisiyle öldürülen Ceylan Önkol değildi.
Minguzzi ailesinin bu çocuk ölümlerinden haberinin olmadığı muhakkaktır, zaten olması da beklenemez zira onlar için yaşam hakkının kutsallığı da evlat acısının dayanılmaz ağırlığı da kendi sırça köklerinin sınırlarında başlamaktadır.
Aynı şey, Minguzzi ailesinin dostları ve Ahmet Minguzzi için adalet isteyen adalet düşmanı ırkçı Beyaz topluluk için de geçerlidir.
Minguzzi ailesi ve dostları, Ahmet Minguzzi’yi öldüren çocukların mevcut yasaya göre değil de yasanın dışına çıkılarak cezalandırmalarını talep ediyorlar; bunun için kampanyalar yapıyorlar.
Devlete teslim olmayan devrimcilere ibret olsun diye 17 yaşındaki Erdal Eren’i idam eden ahlak ne ise yoksul ve hayatın dışına itilmiş diğer çocuklara ibret olsun diye 15-16 yaşlarında olan bu iki çocuğa, çocuklara uygulanan yasa yerine, 18 yaş üstü yetişkinlere uygulanan yasanın uygulanmasını isteyen ahlak da odur.
Ortada bir cinayetin olduğu muhakkaktır lakin bu iki çocuğu birer katile dönüştüren nedenler görmezden gelinerek adalet sağlanamaz zira bu cinayet sadece bir sonuçtur.
40 yıllık savaş, 100 yılı aşkın bir süredir devam eden inkâr, zorunlu olarak göç edilen Türk kentlerinin varoşlarına sıkıştırılmış bir “yaşam” ve bütün bunların sonucu olan siyasallaşmamış “kin” yok sayılarak Ahmet Minguzzi cinayeti anlaşılamaz.
Bu çocukları katil yapan sistemin ideolojik, sınıfsal, ulusal, cinsiyetçi dayanakları yargılanmadan yapılacak yargılama, en zayıf olanı suçlu ilan ederek Minguzzi ailesinin de bir parçası olduğu asıl suçluları görünmez kılmaktır.
Güneş Sistemi’nin Ucunda Gizemli Bir ‘Kozmik Fosil’ Keşfedildi
Astronomlar, Güneş Sistemi’nin uzak köşelerinde “kozmik fosil” olarak tanımladıkları bugüne dek gözlemlenen en ilginç yapılardan birine rastladı.
https://kayiprihtim.com/haber/gunes-sistemi-gizemli-kozmik-fosil-kesfi/
Hegel’in yolu Ani Katedrali'ne düşerse
Ani, 10. yüzyılın sonundan 13. yüzyıla uzanan kısa ama parlak döneminde, Ermeni mimarisinin en yoğun deneysel laboratuvarı hâline geldi.
https://bianet.org/yazi/hegelin-yolu-ani-katedrali-ne-duserse-309589
El âlemin ananeleriyle dalga geçmek kolay!
Mazi değiştirilemez ama ondan ders almak mümkün diyen Māoriler’in sesine kulak vermekte fayda var.
https://bianet.org/yazi/el-alemin-ananeleriyle-dalga-gecmek-kolay-309556
Marx’ın Matematiksel Elyazmaları: Bir kitabı arama, bulma ve çevirtme öyküsü
Kitaptan kimse haberli değildi sanırım, haberli olabilecek çok az sayıdaki insanla da ben karşılaşmadım belki de. Adını sormayı akıl edemediğim için sonraki yıllarda aklıma geldikçe hayıflandığım, şık giyimli, nazik davranışlı adam dışında…
Duygular, ahlaki kararlarda “güvenilmez” midir?
1. Kantçı Rasyonalizm: Duygular Güvenilmezdir
Immanuel Kant, “Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi” (1785) ve “Pratik Aklın Eleştirisi” (1788) eserlerinde, duyguları ahlak dışı saymasa da ahlaki kararlar için yetersiz bulur:
Heteronomi Sorunu: Duygular (sempati, nefret, korku) dışsal veya içsel uyaranlara bağlıdır; özerk iradeyi zedeler.
Evrensellik Eksikliği: Duygular kişiye ve duruma göre değişir, oysa ahlak yasası (kategorik imperatif) nesnel ve evrensel olmalıdır.
Çıkar Karışması: “İyilik yaparken mutlu olmak” bile, eylemi çıkara dayalı hale getirebilir.
Örnek: Birine sırf “acıdığınız için” yardım etmek, Kant’a göre ahlaki değildir; çünkü bu, duygusal bir rastlantıdır. Oysa aynı eylem, “insan onurunu koruma” ilkesiyle yapılırsa ahlakidir.
2. Hume’cu Duyguculuk: Ahlak Duygular Üzerine Kuruludur
David Hume, “Ahlak Üzerine Bir İnceleme” (1751) eserinde, Kant’ın tam aksine ahlakın temelinin duygular (sentiment) olduğunu savunur:
“Akıl, tutkuların kölesidir”: Hume’a göre ahlaki yargılar, mantıksal çıkarımla değil, sempati ve nefret gibi duygusal tepkilerle oluşur.
Yararlılık İlkesi: Bir eylemin iyi veya kötü olduğunu belirleyen şey, toplumsal fayda ve duygusal onaydır. Örneğin, adalet kavramı, insanların “haksızlığa öfke duyması” sayesinde gelişmiştir.
Evrensellik Duyguda Aranmalıdır: Hume, evrensel ahlakın insan doğasındaki ortak duygularla (örneğin, acıya sempati) temellendirilebileceğini savunur.
Örnek: Birini kurtarmak, “onun acısını hissettiğiniz için” ahlakidir; Kant’ın dediği gibi “soğuk bir ilke” gerektirmez.
3. Aristoteles: Duygular ve Erdem Dengesi
Aristoteles, “Nikomakhos’a Etik” (MÖ 4. yy) eserinde, duyguların kontrol edilmesi gerektiğini savunur:
“Altın Ortalama”: Öfke, korku, sevgi gibi duygular, aşırıya kaçmadan kullanıldığında erdemli hale gelir.
Pratik Bilgelik (Phronesis): Ahlaki kararlar, akıl ve duygunun dengelenmesiyle alınır. Örneğin, cesaret, korkaklık ile pervasızlık arasındaki dengeyle mümkündür.
Örnek: Adaletli olmak, öfkeyi bastırmak değil, hakkaniyetle yönlendirmektir.
4. Modern Psikoloji ve Nörobilim: Duygular Olmadan Ahlak Mümkün mü?
Kant’ın aksine, günümüz psikolojisi duyguların ahlaki kararlardaki kritik rolünü vurgular:
Antonio Damasio (“Descartes’ın Yanılgısı”, 1994): Duygusal hasarı olan hastalar (örn., ventromedial prefrontal korteks lezyonu), mantıklı kararlar alabilir ama ahlaki yargıları bozulur.
Jonathan Haidt (“The Righteous Mind”, 2012): Ahlaki yargılar önce sezgisel/duygusal olarak oluşur, sonra akıl gerekçe uydurur.
Ayna Nöronlar: Empati, başkasının acısını hissedebilme yeteneğiyle doğrudan bağlantılıdır.
Örnek: “Tramvay ikilemi” deneylerinde, insanların çoğu duygusal tepkilerle (örn., birini itmekten tiksinti) karar verir.
5. Feminist Etik: Duyguların Ahlaki Değeri
Carol Gilligan ve Nel Noddings, Kant’ın “soğuk evrenselcilik”ine karşı bakım etiğini (ethics of care) savunur:
İlişkisellik: Ahlak, soyut ilkelerden çok, insanlar arası bağlarla (sevgi, sorumluluk) şekillenir.
Duygusal Bağlar Önemlidir: Bir annenin çocuğuna sevgisi, “evrensel bir yasa” gerektirmez; doğal ve ahlaki bir tepkidir.
Örnek: Bir hasta yakını, “sevdiği insanın acısını dindirmek” için yalan söyleyebilir. Kant’a göre bu yanlıştır, ama bakım etiğine göre meşru olabilir.
6. Sonuç: Duygular Güvenilmez mi?
Filozof/Görüş Duyguların Rolü Temel Argüman
Kant Güvenilmez Ahlak, akıl ve evrensel ilkelerle belirlenmeli.
Hume Temel Ahlak, duygusal onay ve sempatiye dayanır.
Aristoteles Kontrollü kullanılmalı Erdem, duygu ve aklın dengelenmesidir.
Modern Psikoloji Kritik Duygusal hasar, ahlaki yargıyı bozar.
Feminist Etik Merkezi Bakım ve ilişkisellik, duygularla şekillenir.
https://www.insanokur.org/duygular-ahlaki-kararlarda-guvenilmez-midir/
GÜLÜŞLERİ VURDULAR.
Kadir Dağhan
Bu gün 20 Temmuz.
Yine sözün bittiği, yazının yetmediği günlerden biri.
- Keşke bizim çocuklarımız ölseydi, siz misafirdiniz.
- Neden çocuklarımızı öldürüyorsunuz, dünya hepimize yetecek kadar büyük değil mi? "
Diye haykıran anne yüreği çığlıkların adı.
Bilinir ki insanları diğer canlılardan ayıran en büyük özellik zelal yürekleri, samimi ve içten gülüşleridir.
Yaşam doludurlar, umutla bakarlar yarınlara.
Barıştan, yaşamdan, yaşatmaktan, sevgiden yanadırlar.
Dünyanın en güzel gülüşlerini vurdular bu gün.
Gülmeyi bilmeyen, ciğersiz, devşirme, karanlık yapılar işbaşındaydı o gün yine.
Alçakça, ahlaksızca, kalleşçe, namussuzca vurdular.
Başka bildikleri yok zaten.
Bu gün 20 Temmuz.
Bugün SURUÇ, PİRSUS, SERUĞ.
33 karanfil.
33 ölümsüz gülüş.
Ne söz yetiyor, ne yazı.
Tüm dillerden ruhları şad olsun bir kez daha.
Katillerine de sınırsız lanet.
"Bir anarşist, komünizm olmadan var olamaz. Komünist olmalıyız, çünkü gerçek eşitliği ancak komünizmde gerçekleştirebiliriz. Komünist olmalıyız, çünkü halk, kolektivizmin sofistike kavramlarinı değil, komünizmi içtenlikle anlar. Komünist olmalıyız, çünkü biz anarşistiz; çünkü anarşi ile komünizm, devrimin birbirini tamamlayan iki zorunlu parçasıdır."
Carlo Cafiero
“Bu Elin Gölgesinde Kan Var”
Barış değil bu.
Bu şekil, bir halkın göğsüne saplanan hançerin suretidir.
Bu bir selam değil,
bu bir suskunluğun, kanın ve inkarın dilidir.
Madımak’ta ateşi tutuşturanlar bu eli kaldırmıştı.
Maraş’ta çocukları keserken de,
Çorum’da, Gazi’de,
bu eli havaya kaldırmışlardı-utanmadan.
Sözde “millet” adına,
ama milletin kendisini hedef alarak.
Kimi Aleviydi, kimi Kürt, kimi sadece “bizden değil” diye hedef oldular.
Hepsinin adı geçti bu toprağın kara defterine.
Bu el, adaletin değil,
derin devletin, çetenin, faşizmin işaretidir.
Altında dış mihraklar vardır,
Gladio,
JİTEM,
çorak bir ideolojinin mezar kazıcıları bunlar.
Bu eli selamlayanlar, destek verenler
yeryüzünde gökkuşağını istemeyenlerdir.
Bir dil, bir din, bir kan, bir hayat…
diğer her şeyi yok sayanlardır.
Ama işte burada,
bu karanlık elin içine yazılmış kelimeler
unutmanın karşısına dikilmiş bir hafıza gibi duruyor.
Adaletin gelmediği her yerde,
bu harfler çığlık çığlığa hala yaşıyor.
Ben ne barış görüyorum burada,
ne insanlık.
Sadece bir çağrı hissediyorum içimde:
Bu eli tanıyın!
Bu eli unutmayın!
Bu el yeniden kalkmasın diye
biz susmayalım!
Mahmut Uzun