Show newer

Önemli olan akıllı olmak değil, aklı yerinde ve zamanında kullanmaktır.

Renè Descartes

İnsan güçlü olmadığı zaman akıllı olmak zorundadır.

Emile Zola

Kendini yenmek, en soylu zaferidir; çünkü dış düşmanı yenen güçlüdür, ama içindekini yenen yenilmezdir.

Aristoteles

Zihin, alışkanlıkla değil, ilkelerle yönetilmelidir.

Antipater of Tarsus

Şimdi tüm dürüst insanlar çıldırmış durumda. Yalnızca, vasat ve yeteneksizler yaşamdan keyif alıyor.

Dostoyevski

Kendini disipline etmeyen, başkası tarafından yönetilmeyi hak eder.

Gaius Musonius

Kendini disipline etmeyen, başkası tarafından yönetilmeyi hak eder.

Gaius Musonius

Toplumun çizdiği sınır, cesaretin başladığı yerdir.

Agnodice

30 Ağustos: Sonucu Lozan’da belirlenmiş bir muharebe

Elias Nin

Osmanlı İmparatorluğu 1918 yılında itilaf devletlerine teslim olmuş, fiilen çökmüştü.
Osmanlının 600 yıl boyunca işgal altında tuttuğu topraklarda Rum, Kürt, Ermeni bağımsızlık mücadeleleri baş göstermekteydi.
Eğer 1917 Ekim Devrimi tarihin yönünü değiştirmemiş olsaydı, tarihte Türk egemenliğinden bir geçmiş zaman olarak söz edecekti.
Türklüğün bölge halklarının, uluslarının başına bela olması Ekim Devrimi sayesinde olmuştur.
Türklük ya tarih sahnesinden silinecekti ya da Makedonya gibi kendi halinde bir devlet kurarak varlığını sürdürmeye çalışacaktı.
Hayat işte, insanlar gibi tarihsel olaylar da bazen istemeden de olsa kaş yapayım derken göz çıkarabiliyor.
Başka ulusların devlet kurma hakları emperyalistler tarafından gasp edilerek bu hak Türklere verildi ve 1921 yılında Lozan’da yapılan görüşmelerde Türklerin ulus devlet kurması kararlaştırıldı.
Buna neden, Ekim Devrimi’nin yaratmış olduğu tehdit idi. Türk devleti, devrimin yayılmasının önünde bariyer olacaktı, oldu da.
Sovyetler Birliği de Türklerin devlet kurmasından yanaydı çünkü Türkleri destekleyerek onu kapitalist kuşatmanın parçası olmaktan uzak, kendisine yakın tutmak istiyordu.
Türkler, emperyalist blok ile Sovyetler Birliği arasındaki çatışmadan faydalanmayı iyi bildiler, iki tarafı da idare ederek kaybettikleri bir savaşı kazandılar.
Ermeni, Pontus Rum ve Koçgiri Kürt ayaklanmaları bastırıldı, İngiltere, Fransa gibi müttefikleri tarafından yalnız bırakılan Yunanistan ise geri çekilmek zorunda kaldı.
Dumlupınar’da başlayıp İzmir’de sonlandırılan savaşın neticesi 1921 yılında yine Lozan’da kararlaştırılmıştır.
Almanya, Avusturya/Macaristan İmparatorluğu ile müttefik iken 1918’de teslim olan Osmanlı Devleti artığı subayların örgütledikleri “Kuvayı Milliye” denilen çetenin “Yedi Düvele Karşı” savaş kazandığına inanmak için Türk olmak lazım.
Söz konusu olan kazanılmış değil, İngiltere, Fransa, İtalya ve Sovyetler Birliği tarafından Türklere bahşedilmiş bir galibiyettir.
Sözün özü şudur: 30 Ağustos, milyonlarca insanın katledilmesi ve sürgüne gönderilmesi neticesinde coğrafyanın yeniden işgalinin ve Türkleştirilmesinin kilometre taşlarından biridir.
instagram.com/p/DN-mMfgCBqf/

Kimseyi övmeyen, Kimseyi kötülemeyen, Kimseden yakınmayan, kimseyi suçlamayan insan olgun insandır.

Epiktetos

Bir insanın değeri, neye değer verdiğiyle ölçülür.

Marcus Aurelius

"Kafalarının tası içinde tek bir özgün fikir yok. Sadece müesses nizamı biliyorlar."

Jack London

İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri, İsviçre veya Belçika gibi siyasi açıdan en demokratik ülkelerde işçiler, siyasi haklara sahip olsalar bile, işverenlerinin kölesidirler ve bu nedenle vatandaşlık haklarını kullanmak için ne zamanları ne de bağımsızlıkları vardır.

MİHAİL BAKUNİN

“Biz kadınlar, yalnızca ailelerimizin bakcısı değiliz; bizler de işçileriz, emekçileriz, devrimcileriz. Bugün, daha fazla ücret için, daha insanca bir yaşam için sesimizi yükseltiyoruz. Ama unutmayalım: ücrette eşitlik, yalnızca daha büyük bir hedefin, yani toplumun tüm zincirlerinden kurtuluşunun bir parçasıdır. Kadın özgür değilse, hiçbir devrim gerçek değildir."

Nathalie Lemel

Irkçılığın Kara Yüzü Ve Bu Toprakların Çığlığı
Bir profesör çıkıp utanmadan “boşalan köyleri Asya’dan getirilecek nüfusla dolduralım” diyebiliyor. Bu söz, bireysel bir gaf değil; bu devletin yüz yıldır süren resmi zihniyetinin ta kendisidir. Bu, kanla boşaltılmış köylere yeni bir ırkçı mühendislik planıdır.
Soruyorum:
Bu köyler neden boşaldı? Kim yaktı, kim bombaladı, kim zorla boşalttı? Hangi halkların mezar taşları kırıldı? Hangi çocuklar sürgün yollarında açlıktan, soğuktan öldü?
Halkları Kim Yok Etti?
* Ermeniler 1915’te bu devletin orduları, bürokratları, milisleri tarafından sürüldü, katledildi, malları talan edildi. Komşu köylerden devşirilen işbirlikçiler, bu utanca ortak edildi.
*Süryaniler aynı dönemde aynı zihniyetin kılıcıyla yok edildi; kiliseleri yakıldı, köyleri boşaltıldı, binlercesi katledildi.
* Ezidiler, “gavur” damgasıyla yüzyıllar boyunca fermanlarla ezildi, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e kadar bu topraklarda defalarca katliamlara uğradı.
*Kürtler Cumhuriyet boyunca 1925'de, Zilan’da, Dersim’de, Koçgiri’de ve 1990’ların köy boşaltmalarında aynı devletin askerleri, jandarması, korucusu tarafından katledildi, sürüldü.
Hepsinin faili bellidir: Bu devletin ırkçı aklı, Türkçü mühendisliği ve ona alkış tutan işbirlikçi zihniyetler.
Katliamlarla Boşaltılan Coğrafya
* 1915’te Ermeniler ölüm yollarına sürüldü, köyler haritadan silindi.
* 1938’de Dersim kadın, çocuk, yaşlı demeden bombalarla yakıldı.
* 1930’da Zilan Deresi Kürt kanıyla kıpkırmızı aktı.
* 1990’larda binlerce köy boşaltıldı, yüzbinler şehirlerin varoşlarına sürüldü.
Ve bugün kalkıp utanmadan “boşalan köyler var, Asya’dan kardeşlerimizi getirelim” demek, işlenen suçların üstünü örtmek, gasbedilmiş toprakların üzerine yeni bir halk dayatmaktır.
Irkçı Mühendisliğin İfşası
“Dağdan gelen bağdakini kovar” atasözünü ters yüz ederek, bu toprakların gerçek sahiplerini sürmek, onların yerine “Asyalı kardeşleri” getirmeyi savunmak, tarihçilik değil; suç ortaklığıdır. Bu söz, halkların tarihini silme ve gasbı meşrulaştırma çağrısıdır.
Bu akıl, basit ama kanlıdır:
-Halkı sür.
- Köyü yak.
- Mezarı parçala.
- Üstüne yabancı nüfus getir.
Vicdamın Çığlığı
Ama unutuyorlar: Toprak boş değildir. Her taşın altında bir çığlık, her dağın eteğinde bir ağıt vardır. Siz yeni nüfus getirseniz bile o toprak size ait olmayacak. Çünkü orada gömülü çocukların çığlığı, katledilmiş halkların hafızası sizin yalanlarınızı ezecek.
Barış istiyorsanız önce kabul edin: Bu topraklarda Kürtleri, Ermenileri, Rumları, Süryanileri, Ezidileri yok eden sizsiniz! Bu devletin ordusu, jandarması, korucusu, işbirlikçisi yaptı bütün bunları. Bunu itiraf etmeden barış olmaz, kardeşlik olmaz.
Son Söz Ve Bir Çağrı
İlber Ortaylı gibiler, bu çürümüş zihniyetin borazanıdır. Ama bilsinler ki: Bu topraklar onların değil, yüz yıllardır kök salmış halkların yurdudur. Katliamlarla, sürgünlerle, mühendisliklerle bu gerçeği değiştiremezsiniz.
Irkçılığın dili karadır, sahibini de, bu ülkeyi de karanlığa sürükler.
Ama halkların kardeşliği bu karanlığı yırtacaktır.
Buradan vicdanı olan herkese sesleniyorum:
Eğer susarsanız, siz de bu suçun ortağısınız.
Eğer inkar ederseniz, siz de bu zulmün destekçisisiniz.
Ama eğer gerçeği söylerseniz, eğer mazlumdan yana durursanız, eğer katliamların üstünü örtmeyi reddederseniz, işte o zaman insanlığın onurlu safındasınız.
Bu ülkenin geleceği, ırkçıların değil; halkların kardeşliğini savunanların ellerindedir.
Ve bilin: Bu toprakların gerçek sahipleri hala buradadır, hala direnmektedirler.
Mahmut Uzun

"Söz, düşünce kadar özgür olmalıdır: zincirleri kıran bir dil olmadan devrim olmaz."

Virgilio Gozzoli

Koşullarla uzlaşmak istemiyoruz. Onlara başkaldırıyoruz. Koşullar bizim üzerimizde ağırlık oluşturuyor, bizi devrimcileştiriyorlar. Bizi isyana yönelten şeye uyum sağlamayız!

Pyotr Kropotkin

Vahe Taschjian: 1915’te bazı kadınlar fuhuş yaparak hayatta kalabildi

Almanya’da yaşayan bir akademisyen olan Vahe Taschjian, 2003 yılında Kahire’deki Ermeni arşivlerini incelerken Ermeni soykırımı sonrası hayatta kalma mücadelesi veren ve bu kapsamda fuhuşa ya da Müslüman olarak karma evlilikler yapmaya zorlanan kadınları öğrendi. O dönem Ermeni toplumunda yayınlanan gazeteleri ve diğer kaynakları inceleyen Taschjian, kadınların yaşadığı inanılmaz zorlukları anlattı.

ÖZGE ATASEL: Kahire’deki arşivi görmeden önce hayatta kalma mücadelesi veren bu kadınlardan haberdar mıydınız?

Vahe Taschjian: Daha önce de Halep’te, Şam’da çekilmiş fotoğraflar görmüştüm fakat bu barınma evlerinin ne amaçla yapıldığını daha önce bilmiyordum. Kahire’deki arşivi gördükten sonra, genel bağlamı, insan hikayelerini, fotoğrafları keşfettim.

Araştırmanızda bu insanlardan “Hobbessvari kahramanlar” olarak bahsediyorsunuz. Bu adlandırmayla neyi kastediyorsunuz?

Kadınlar mücadele ediyorlar. Hayatta kalabilmek için her şeyi yapmaya zorlanıyorlar. Buna benzer hayatta kalma çabalarını birçok yerde görebilirsiniz. Mesela Nazi kampları. Orada da insanlar hayatta kalmak için imkanlar dahilinde her şeyi yapıyorlar. Hayatta kalma mücadelesi kapsamında toplumun kendilerine empoze ettiği kuralları yıkmak durumunda kalabiliyorlar. Fahişelik yapmak zorunda kalan Ermeni kadınların birçoğu saygın ailelerden geliyor, iyi eğitim almışlar, kolejlere gitmişler. Edebiyatçı Yervant Odyan, anılarında tren vagonunda karşılaştığı fahişelik yapan ve Osmanlı subaylarıyla yolculuk eden bir kadından bahsediyor. Odyan kadının İstanbul’a gittiğini öğrenince hemen ona ahlak dersi vermeye başlıyor. Buna karşılık kadın da kendi hikayesini anlatıyor; çok saygın bir aileden gelen kadın birçok dil konuşabiliyor, iyi eğitimli fakat olağanüstü şartlar altında, daha önceki hayatında hiç karşılaşmadığı işleri yapmak zorunda kalıyor, fuhuşa zorlanıyor. Bu kadınlar bu yüzden, hayata tutunmak için neleri yapabileceğimizi anlatan Thomas Hobbes’un kahramanları gibiler.

Dönemin Ermeni toplumunun fuhuş ya da karma evlilikler yapmaya zorlanan kadınlara bakış açısı nasıldı?

Toplumda heterojen bir duruş var. Kimi fuhuş ya da melez evlilikler yapmak zorunda olan bu kadınları Ermeni toplumunda görmek istemezken, kimi onların geri kazandırılmasını istiyordu. İkinci gruptaki insanların da şartları vardı, büyük çoğunluk kadınları kabul ederken, Türk, Arap ya da Kürtlerden olan çocuklarını getirmelerini istemiyordu.

Bu karma evliliklerden doğan çocukları kabul etmemenin, ahlaksal kurallar dayatmanın ardındaki neden neydi?

Belki bu soruna cinsiyet eşitsizliği yönünden de bakmalıyız, erkekler buna benzer işler yapsaydı o zamanki Ermeni toplumunun tepkisi nasıl olurdu?

Bu sorunda cinsiyet çok anahtar bir kelime. O dönem Ermeni liderler arasında Türk olan her şeyi reddetme gibi bir akım vardı. 1919’dan itibaren Ermeni ulusunu yeniden yaratma süreci başladı. Yeniden inşa edilmeye başlanan ulusun ilk dayanağı Ermeni kimliği, ikincisi ise Osmanlı kimliğini reddetmekti. Bu reddedilen ikinci kimlik, Türkçe konuşmak, fes giymek, Türkçe şarkılar söylemek gibi daha önce günlük hayatlarını oluşturan pek çok şeyi içeriyordu. Soykırım sonrası dönemde işler değişmeye başladı, Osmanlı-Türk mirası reddedilmeye başlandı. Bu bağlamda, bu akımın en net örneklerinden biri de Ermeni toplumundan dışlanan, karma evliliklerden doğan çocuklardır. Ayrıca bu çocuklar insanlara neler yaşandığını hatırlattığı içinde dışlandılar. Cinsiyet ayrımcılığı meselesine gelirsek, erkekler de buna benzer şeyler yaptılar, fakat savaştan sonra bunların hepsi unutuldu. Sanki bunlar hiç olmamış gibi yaşamayı seçtiler.

O dönemde toplumun bir kesiminin desteklediği, fuhuş yapan ya da zorla evlendirilen kadınları toplumca desteklemeyi amaçlayan kadın barınakları kuruluyor. Bunlar kim tarafından, nerelerde kuruluyorlar, kimler tarafından finanse ediliyorlar?

Barınakların kurulmasında ilk olarak yerel Ermeni kuruluşların çabalarını görüyoruz. Yerel halk iyi, pozitif bir görüntüye sahip olmak istiyor, dolayısıyla sokaklardaki fahişelerin kendi imajlarını sarstığını düşünüyor. Daha sonra kilise devreye giriyor; Halep’te, Şam’da barınaklar açıyorlar. Özellikle uçlardaki Ermeni kadınları toplamaya başlıyorlar. Çünkü uçlardaki Ermenilerin direkt kendi görüntülerini hedef aldığını düşünüyorlar. İstanbul’da bile kadın barınakları kuruluyor çünkü Ermeni burjuvazisi sokaklarda Ermeni fahişeler görmek istemiyor, kadınları kapalı kapıların ardında saklamaya çalışıyor. Sayılara gelecek olursak, Halep, Şam, İstanbul, Kahire ve Adana gibi yerlerde birer kadın sığınma evi bulunuyor. Bu sığınaklar önce Ermenilerin desteğiyle kurulurken daha sonra misyonerler de devreye giriyor. Milletler Cemiyeti de kaçırılan kadınları Suriye’deki aşiretlerden kurtarmak için çöllerde gezen gruplar kuruyor, çokça para harcıyor. Fakat bu barınaklar karma evliliklerinden olan çocuklarıyla gelen kadınlara karşı inanılmaz toleranssızlar, çocuklar asla içeri alınmıyor, hatta bu kural barınak programlarında bile yazıyor.

Kaçırılan ve Müslüman erkeklerle evlenen kadınların sığınma evlerindeki hayatları nasıldı, eşlerinin bu barınaklara bakışı nasıldı?

Zaten çoğu vakada ağırlıklı olarak Türk, Arap ve Kürt erkekler bu kadınları kaçırmışlardı, dolayısıyla pek de sevilen, yasal eşler değillerdi bu erkekler. Buna rağmen kadınlar bazen barınaklardan kaçıp “evlerine” dönüyorlardı, bunu sığınma evlerinin düzenli tutulan raporlarında görebiliriz. Bu geri dönüşlerde farklı dürtüler etkili olabiliyordu. Kaçmalarının bir nedeni kendilerini evde daha güvende hissetmeleri olabilir, sonuçta sığınma evleri de cennet gibi yerler değildi. Oradaki görevliler kadınların hayatını kolaylaştırmaya çalışıyorlardı fakat temelde bir aile hayatları yoktu. Bu kadınlar küçük yaşlarda kaçırıldıklarından çoğu Ermenice bilmiyordu, Arapça ya da Kürtçe konuşabiliyorlardı. Kadınların sığınma evlerinden kaçmasının bir nedeni de yaşadıkları büyük travmanın da etkisiyle ailenin kendilerini tekrar almaya geleceğini, hatta öldüreceğini düşünmeleriydi. Tabii kadınların yeni eşlerini zamanla sevdiği, alıştığı örnekler de yok değildi.

Bu sığınma evlerinde aileyi ya da yeni bir eşi bulma süreci nasıl işliyordu?

Sığınma evi yöneticileri maddi açıdan yeterli güce sahip olamadıklarından, kadınların çok uzun süre orada kalmasını istemiyorlar. Temel strateji önce eğer varsa hayatta kalan aile üyelerine ulaşmak ve kadını onlara teslim etmek. Eğer kimseyi bulamazlarsa yeni bir Ermeni eş bulma stratejisi devreye giriyor. Diasporadan bulunan bu erkeklere kadınların grup halinde çekilmiş bir fotoğrafı gönderiliyor ve seçilen kadın, evleneceği erkeği hiç görmeden gemiye bindirilip Fransa, Marsilya, New York gibi yerlere gönderiliyor. Birçok kadın için yeni bir kötü hikaye başlıyor.

Bu süreçte kadınların erkeklerin kaderini olumlu yönde değiştirdiği örnekler de var mı?

Evet, buna örnek bir hikaye anlatabilirim. İki yıl önce elime, Antep’ten Hama’ya sürgün edilen bir aileden bahseden bir günlük geçti. Evli bir papazın ailesi, yeni geldikleri yerde papaz çalışıp eve para getiremediğinden çok kötü durumdaydılar. Bir süre sonra papaz kasabadaki tüm papazlarla birlikte Kudüs yakınlarında bir yere sürgüne gönderildi. Aile annenin eline kaldı. Daha sonra tüm aile Müslümanlaştırıldı. Bu evin 17 yaşında, Osmanlıcayı çok iyi yazabilen ve konuşabilen bir oğlu vardı. Bir gün evin annesi valinin evine gitti, valinin karısına yaptığı en güzel nakışları hediye eden kadın 17 yaşındaki oğluna valilikte iş ayarlanıp ayarlanamayacağını sordu. Kadın vali olan kocasıyla konuştu ve çocuk işe alındı, daha sonra da kasabadaki buğday depolarının başına getirildi. Kadının çabaları sonucunda o umutsuz durumdaki aile kurtuldu, adeta cennete düştüler. Çok olağanüstü durumlarda erkekler kendi düşünce sistemlerini ve normlarını korurlarken, kadınlar uyum sağlamada daha esnek olabiliyorlar, çünkü normlar erkekler tarafından yaratılmış kurallar. Kadınlar için şartlar daha hızlı değişebiliyor.

tarihvetoplumlar.com/soylesi-v

Show older
Qoto Mastodon

QOTO: Question Others to Teach Ourselves
An inclusive, Academic Freedom, instance
All cultures welcome.
Hate speech and harassment strictly forbidden.