Bilim dünyasında yeni keşif: "Hayali zaman" ilk kez kanıtlandı
Bilim dünyasında uzun zamandır teorik olarak bilinen ancak pratiğe dökülmesi mümkün olmayan "hayali zaman" kavramı, ilk kez somut bir deneyle gözlemlendi.
"Kendine sürgün
bir garip kişiyim;
kutsallığı zincir gibi
parmağında çeviren.
umudu depremden,
aşkı külden
bekleyen benim
aranızda
yerim yok zaten.
heybesinde yılan
işaretleri,
baldıran zehiri
yüzüğünün içinde
ve yanında
kav taşıyan ben;
tekinsizim size göre
ibret için
yakılması gereken."
Metin Altıok
https://www.instagram.com/p/DLmmal8N2bD/?igsh=OGxza25rZDE5d29h
Devlet sustuğunda, katiller konuşur…
Mahmut Uzun
2 Temmuz 1993. Sivas’ta bir otel yakıldı. İçinde insanlar vardı. Aydınlar, sanatçılar, ozanlar, çocuklar…
Canlı canlı yakıldılar. Dışarıda toplanan binlerce kişi “yakın, yakın!” diye bağırıyorlardı. İçeridekiler ise insanlıktan medet umuyordu.
Gelmedi...
Bu bir halk isyanı değildi. Bu bir linçti. Bir katliamdı. Devletin gözetiminde, devletin bilgisiyle, devletin gölgesinde yaşandı. Herkes izledi. Herkesin izlediğini tarih kaydetti.
Ve sonra ne mi oldu?
Tansu Çiller çıktı, “Çok şükür otel dışındaki halkımıza bir zarar gelmedi” dedi.
Yani içerde yananları “halk”tan saymadı. Onları bu milletin parçası olarak görmedi.
Bu, yalnızca bir cümle değil, bir zihniyetti.
Süleyman Demirel ise “Olay münferittir. Halkla güvenlik güçleri çatışmamıştır”
dedi.
Sanki bir tesadüfmüş gibi, sanki binlerce kişi bir anda “aniden” galeyana gelmiş gibi…
Sanki öncesi yokmuş, yıllarca biriken nefret yokmuş, devletin ideolojik mühendisliği hiç yokmuş gibi…
Erdal İnönü ise sorumluluğu başkalarına devretmeye çalıştı: “Benim kadar onlar da sorumlu.”
Hayır! Siz hepiniz sorumluydunuz! Çünkü o gün orada susan herkes, yanındakinin çığlığını bastırdı.
Fehmi Koru, Aziz Nesin’i suçladı.
Mehmet Gazioğlu, inançlara hakaret ettiğini iddia etti.
Yani bu insanlar, “Aziz Nesin vardı, o yüzden insanlar yakıldı” diyebildi.
Faili suçlamak yerine, mağdura yöneldiler.
Tarihin en alçak diliyle konuştular.
Bu sözler rastgele değildir. Bunlar bir zihniyetin, bir devlet aklının, bir cezasızlık geleneğinin göstergesidir.
O gün orada yakılan yalnızca insanlar değildi. O gün insanlık da yandı. Vicdan da, adalet de, hakikat de…
Bugün hâlâ Madımak Oteli bir utanç müzesi
değilse…
Hâlâ faillerin bazıları korunduysa, bazıları serbest kaldıysa…
Hâlâ devlet yetkilileri o gün söylediklerini düzeltme gereği duymadıysa…
Bu, bir devam halidir. Sivas katliamı geçmişte kalmadı. Sivas sürüyor.
Ve o gün “yakın” diye bağıranlar bugün başka meydanlarda, başka isimlerle, başka sloganlarla hâlâ aramızdalar…
Ama artık yeter.
Çünkü devlet sustuğunda, katiller konuşur.
Ve biz sustukça, tarih yanmaya devam eder.
Mahmut Uzun
https://www.instagram.com/p/DLnY7_NNwRt/
“mayısta açan gül adınızla anılacak
alanlara çıkan ses, anımsatan özlem
yarım bırakılmış bir yaşamı
zaman adınızla anılacak Temmuz geldiğinde
yerinden oynayan ana yüreği
kapının her çalınışında
adınızla anılacak körün gözünden
perdeyi kaldıran o alev
utancın yüzü yanıp durdukça”
(Son Söz Yerine, Kemal Özer)
#unutMADIMAKlımda
22s
https://www.instagram.com/p/DLk_6bWoWNd/?igsh=MWxjYno0Y3o3aDBpdw%3D%3D&img_index=2
Temmuz 1993, Leman kapağı.
#SivasKatliamınıUnutma #UnutMadımaklımda
#2temmuz
https://www.instagram.com/p/DLk59cgos-D/
UNUTMADIM. UNUTMAYACAĞIM. UNUTTURMAYACAĞIM.
Arkadaşlarımı, kardeşlerimi diri diri yaktınız!
Kapılar kapatıldı, camlar kırıldı, içeride canlar vardı, siz kibriti tuttunuz!
Ve devlet…
sadece seyretti.
Otuz bir yıl oldu.
Tam otuz
bir yıl.
Biz kül yuttuk, siz unuttuk sandınız.
Ama biz unutmadık!
Ben unutmadım!
Ben, Madımak’ın kapısında yere düşen o çığlığın içindeyim hâlâ.
Siz o gün sadece insanları değil, insanlığı da yaktınız.
Sonra ne oldu?
Yakanlar ödüllendirildi.
Katil avukatları milletvekili oldu.
Sanıklar mülteci değil, devlet korumasında birer misafir oldu.
Mahkemeler tiyatroya, adalet susturulmuş bir tanığa döndü.
Siz, yangının etrafında tekbir getiren güruhsunuz.
Siz, onları alkışlayan mahalleler, o katliamın iktidar ortağısınız.
Ve siz - hâlâ susanlar, hâlâ bu ülkeyi yönetmeye aday olanlar - hepinizin suç ortaklığı tescilli, biliyoruz .
İçim kanıyor.
Ama sadece yas tutmuyorum; öfkemle, hatırlamakla, adını koymakla direniyorum.
Bu topraklarda katliamları örtmek isteyen her güç, Madımak’ın külleri altında kalacak!
Sivas’ta bir otel değil, bir rejim yandı aslında.
İnsanlık yandı.
Ve biz, o yangının içinde hayatta kalan utancız!
Yarın 2 Temmuz.
Bir ülkenin, evlatlarını cayır cayır yaktığı günün 31. yıl dönümü.
Unutanlara, unutturmaya çalışanlara karşı bir kez daha yüksek sesle söylüyorum:
Günü gelecek, bu halk size sadece sandıkta değil, tarihin en karanlık sayfasında da hesap soracak.
Ölenleri öfkeyle, onurla ve sonsuz bir yasla anıyorum.
Mahmut Uzun
https://www.instagram.com/p/DLk3WNhtPVp/
"Bencillik eğiliminin aynı zamanda insan doğasının hem en köklü hem de en zararlı özelliklerinden biri olduğunu kabul etmek için bırakın Hıristiyan olmayı, teist bile olmaya gerek yoktur. Hem doğa bilimci hem de teist, karşılaştığımız en büyük zorluklardan birinin içimizdeki karanlık kalp olduğunu kabul etmelidir. Bu karanlık kalple mücadele etmek için Hıristiyanlık Tanrı'ya teslim olmayı; Mill insanlıkla birlik duygusu geliştirmeyi; Kant ahlakın gereklerini en önemli önceliğimiz haline getirmeyi; Singer kendini acıyı azaltmaya adamayı; ben ise Platoncu bir arayışla insanları erdemli kılmanın güvenilir bir yolunu bulmak için bilimi kullanmayı öneriyorum. Bunların hepsi ortak bir mücadelenin biçimleridir - insan doğasında var olan bencilliğe karşı mücadele. Belki de bu mücadele hepimizin aynı tarafta olduğu bir mücadeledir. Yaşasın etik devrim."
- Erik J. Wielenberg
"Eğer Tanrı, hayal bile edemeyeceğimiz daha büyük bir iyilik için küçük çocukların korkunç hastalıklardan ölmesine izin vermeyi uygun görebiliyorsa, bize tamamen farklı bilişsel sistemler vermiş ve yine hayal bile edemeyeceğimiz bir nedenden ötürü bunları büyük ölçüde güvenilir bulmamız için bizi kandırmış olamaz mı?" (Evan Fales)
"Eğer Tanrı mantık yasalarından özgürce sorumluysa, onları olduklarından başka türlü de yaratabilirdi. Yani çelişmezlik yasasını yanlış yapabilirdi. Yani hem Tanrı'nın var olduğunu hem de olmadığını, hem mantık yasalarının ona bağlı olduğunu hem de olmadığını doğru kılabilirdi. Ancak bu, Tanrı'nın var olmamasının ve mantık yasalarının ona bağlı olmamasının mümkün olmasını gerektirir. Fakat mantık yasaları Tanrı'ya bağlıysa, o zaman zorunlu olarak bağlıdırlar. Yani Tanrı'ya bağlı değillerdir. Dolayısıyla varsayımcılık kendi kendini yok eder." (Evan Fales)
"Bazı özür dileyenler bize Tanrı'nın tapınmamızı zorlamamak için bizden saklı kaldığını söylerler. Ama Tanrı bizim özgürlüğümüz için kaygılandığından saklanmıyor. Eyüp'ü unutmadık: bu nedenle Tanrı'nın korkaklıktan saklandığını anlıyoruz. Tanrı saklanıyor çünkü saklayacak çok şeyi var. Biz yanan çalılar ya da bir duman sütunu aramıyoruz. Hayır: Tanrı'yı görmek istiyoruz. Tanrı önümüzde durabilir mi; Tanrı acı çeken insanlığın yüzünü görebilir mi - ve yaşayabilir mi? J'accuse." (Evan Fales)