Bilinen En Eski Alfabe Suriye’de Ortaya Çıkarıldı
Johns Hopkins Üniversitesi araştırmacılarından oluşan bir ekip tarafından Suriye'deki bir mezardan çıkarılan parmak uzunluğundaki kil silindirler üzerine kazınan yazı, insanlık tarihinin en eski alfabetik yazısının kanıtı gibi görünüyor.
https://aktuelarkeoloji.com.tr/kategori/aktuel/bilinen-en-eski-alfabe-suriye-de-ortaya-cikarildi#google_vignette
Dünya Dışı Olduğu Anlaşılan Tunç Çağı Eserleri
Yeni bir araştırma, İber Yarımadası'nda bulunan “Villena Hazinesi ”nin bazı parçalarının uzaydan gelmiş gibi göründüğünü ortaya koydu.
https://aktuelarkeoloji.com.tr/kategori/aktuel/dunya-disi-oldugu-anlasilan-tunc-cagi-eserleri#google_vignette
'Kıyamet balığı' karaya vurdu, apar topar incelemeye alındı
ABD’nin California eyaletinde, ‘kıyamet günü balığı’ olarak bilinen deniz canlısının üç ay içinde ikinci kez kıyıya vurması, paniğe yol açtı.
https://www.sozcu.com.tr/kiyamet-baligi-karaya-vurdu-apar-topar-incelemeye-alindi-p105418
Lazer ışığıyla fizikte "imkansız" başarıldı
Kendi gölgesini yarattı
https://www.indyturk.com/node/748830#google_vignette
Bilimkurgu gibi ama gerçek: "Tek hücreli canlıyla fare yaratmak mümkün"
Hayvanların yaşamadığı dönemden kalma genlerle kök hücre üretildi
https://www.indyturk.com/node/749054
"Yeni bir müzik için yeni kulaklar. En uzaklar için yeni gözler. Şimdiye dek sağır kalınmış doğrular için yeni bir vicdan. Kendi kendine saygı; kendi kendine sevgi; kendi kendisi karşısında koşulsuz bir özgürlük. İşte! Okurlarım ancak bunlardır, gerçek okurlarım, önceden belirlenmiş okurlarım: geri kalanın ne önemi var? Geri kalan, sadece insanlıktır"
Friedrich Nietzsche
Cumhuriyetin İlk Darbesinde Kürtler: 49’lar Davası ve Sivas Kampı
27 Mayıs darbesi döneminde Kürtlere dönük politikayı, yaşanan iki önemli olay somut olarak ortaya koyuyor.
27 Mayıs darbesi döneminde Kürtlere dönük politikayı, yaşanan iki önemli olay somut olarak ortaya koyuyor. 1937-38 yıllarında gerçekleştirilen Dersim katliamının ardından Kürtler için 20 yıl sonra “ilk ses” olarak değerlendirilen “49’lar Davası” ve darbe sonrası Kürtlerin tutuklanarak kapatıldığı ve insanlık dışı uygulamalar ile tarihe geçen “Sivas Kampı”, resmi ideolojinin 27 Mayıs’ta Kürt politikasının sac ayaklarını oluşturuyor. Darbenin 51’inci yıldönümünde, Kürtlere dönük 27 Mayısçıların tavrı, cumhuriyet tarihi boyunca resmi ideolojinin Kürtlere yönelik uygulamalarından ayrı bir yerde durmuyor.
Türkiye’de Cumhuriyet’in kurulmasının ardından “ilk darbe” olarak yakın tarihe geçen 27 Mayıs 1960 askeri darbesinin üzerinden 51 yıl geçti. 27 Mayıs, siyasal tartışmalarda 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbelerine göre “ilerici darbe” olarak görüldü ve Türkiye’ye siyasal tarihinde “iyi darbe” olarak atıf yapılan bir bakış açısı ile tartışıldı. Öyle ki 27 Mayıs’a sol kesimlerin büyük bir çoğunluğu dahi “devrim” misyonu biçti. Ancak, CHP’nin desteklediği ve dönemin Başbakanı Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın Yassı Ada yargılamaları sonrası idamları ile en fazla tartışılan 27 Mayıs darbesinin, çok fazla görülmeyen ve tartışma konusu yapılmayan yönü de vardı. Söz konusu darbe döneminde görülmeyen ve tarihe 49’lar Davası olarak geçen Kürt aydın ve öğrencilerine yönelik tutuklama ile darbeden hemen 4 gün sonra 485 Kürdün tutulduğu ve insanlık dışı uygulamalar ile gündeme gelen Sivas Kampı, 27 Mayıs döneminde resmi ideolojinin Kürt politikasını gözler önüne seriyor.
Dersim katliamından 20 yıl sonra ilk ses: 49’lar davası
27 Mayıs darbesini gerçekleştiren askeri cunta, darbe sonrası Kürt aydın ve öğrencilerinin yargılandığı ’49’lar Davası’nı karşılarında buldu. Söz konusu dava, Mart 1959’da Irak’ta bazı Türkmenlerin ölümüne yol açan gelişmelere misilleme olarak tutuklanan Kürt aydın ve öğrencilerinin yargılamalarını içeriyordu. Ve darbeciler, Kürt aydın ve öğrencilerinin yargılandığı bu davada hiç bir tolerans tanımadı. Öyle ki, 27 Mayıs darbesi sonrasında çıkarılan aftan, 49’lar muaf tutuldu ve 8 yıl boyunca yargılanmaları devam etti. Davanın somut hiç bir kanıtı olmamasına rağmen, Dersim katliamının ardından Kürtlerin “ilk sesi” olduğu için yargılamalar bir cezalandırma yöntemi olarak tarihe geçti.
Irak’taki Türkmenler için misilleme
1937-38 yıllarında gerçekleştirilen Dersim katliamından sonra Kürtler 20 yıl boyunca bir sessizliğe gömüldü. Bu sessizlik 1959’un Mart ayında bozuldu. Sevaf adında Arap ırkçısı bir general Kürtlere otonomi hakkı veren dönemin Irak Lideri Abdülkerim Kasım’a karşı ayaklandığında hükümet kuvvetleriyle birlikte hareket eden Molla Mustafa Barzani’ye bağlı güçler, Sevaf’ın yanında yer alan bir grup Türkmen’in savaş sırasında ölümüne neden olmuştu. Irak’ta yaşananların Ankara’da duyulması ve emekli bir general olan CHP milletvekili Asım Eren’in hükümete “Aynıyla mukabelede bulunmayacak mısınız” diye sormuştu. Eren’i protesto için bildiri yayımlayan Kürt öğrenciler, hazırladıkları metnin altına “Türkiye Kürtleri” imzasını koyunca Kürtlere yönelik fitil de ateşlenmiş oldu. Dönemin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, “6-7 Eylül olayları dolayısıyla dış dünyada hayli eleştiriye muhatap olduk, itibar kaybettik, onun üzerine yeni bir şeyler eklemeyelim” uyarısın da bulunmasa belki de 49’lar davasından daha öte uygulamalar Kürtlere yönelik gerçekleştirilecekti. Çünkü, dönemin devlet yetkililerinin bir çoğunun ağzında, misilleme olarak “Kürtleri sallandıralım” düşüncesi dillendiriliyordu. Dönemin Başbakanı Adnan Menderes, Kürt milletvekilleri tarafından az-çok yatıştırılmışken Musa Anter’in (Apê Musa) “kımıl/süne” zararlısını metafor olarak kullanıp onun üzerinden siyasete yönelttiği Kürtçe eleştiri ipleri koparttı. Cumhuriyet Gazetesi’nde yer alan “Doğu’daki bu küçük gazeteye kim kâğıt veriyor” yorumlarının ardından hükümet bir yandan istihbarat birimlerinin 2-3 bin Kürt’ün Batı’ya göç ettirilmesi önerisini değerlendirirken, diğer yandan hakkında dava açılan Musa Anter’e destek verdikleri tespit edilen 50 Kürt genç ve aydını gözaltına alındı. Kiminin evinde Barzani’nin resmi bulunduğu, kiminin evinde bağımsız Kürt devleti kurulmasını hedefleyen bir parti kuruluşuna ilişkin hazırlık evrakı ele geçirildiği iddia ediliyordu. Tutuklama kararını alan Ankara’da askeri savcılıktı ama 50 kişi İstanbul’a götürüldü ve Harbiye Askeri Komutanlığı’nda hücrelere konuldu. Hücre sayısı 40 olduğu için 10’u tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan sanıklardan Mehmet Emin Batu mide kanamasından yaşamını yitirince geriye 49 kişi kaldı ve dava bu sayıyla tarihe geçti. 14 ay tutuklu kaldıktan sonra sanıklar mahkemeye çıkarılmayı beklerken, 27 Mayıs darbesi gerçekleşti. Darbe sonrası öncelikli işlerinden biri olarak gördüğü genel af meselesi gündeme geldiğinde askeri cunta, 49’lar’ı af kapsamı dışında tuttu ve 49’lar aftan yararlanamadı.
‘Sallandırma’ kılıfa uymadı
27 Mayısçıların niyeti tutuklu Kürt öğrencileri ve aydınlarını, diğerlerine emsal olmak üzere alelacele yargılayıp idam etme düşüncesiydi. Darbeciler, “Sallandıralım” da mutabıktı. Ancak savcılık bu yönde bir talebi kılıfına uyduracak delilden yoksundu. Ve o nedenle iddianame kaleme alınamıyordu. Daha ötesi bir-iki istisna dışında Kürt asıllı hukukçu milletvekilleri dahil kimse sanıkların savunmasını üstlenmeye talip değildi. Nihayet 3 Ocak 1961’de mahkeme başladı. Savcılık, 50 sanıktan 15’i için kafi delil bulunmadığı için, 10 sanık hakkında mahkumiyete yeterli delil olmadığı için beraat kararı verilmesini istedi, fakat 24 sanığın, “Devlet topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı bir devletin hâkimiyeti altına koymaya veya devletin birliğini bozmaya veya devletin hâkimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya matuf bir fiil işleyen kimse ölüm cezası ile cezalandırılır” hükmünü getiren TCK’nin 125. maddesine göre yargılanması istedi. İdamı istenenler arasında Şevket Turan, Naci Kutlay, Ali Karahan, Yavuz Çamlıbel, Ziya Şerefhanoğlu, Medet Serhat, Sait Elçi, Sait Kırmızıtoprak, Yaşar Kaya, Haydar Aksu, Fadıl Budak, A. Efem Dolak, Musa Anter, Canip Yıldırım ve Mehmet Bilgin’inde isimleri bulunuyordu. Ortada delil olmadığı için tüm sanıklar 30 Nisan 1964’te beraat etti, ancak savcının itirazı üzerine karar Askerî Yargıtay tarafından bozuldu. 1965’te suç vasfı değiştirilerek dava yeniden görüldü. Bu sefer Y. Çamlıbel, Ş. Turan, M. Serhat, H. Akkuş, Ö. Akkoyunlu, S. Kılıçoğlu, Ş. Septioğlu, S. Elçi, S. Kırmızıtoprak, Y. Kaya, F. Savaş, F. Budak, A. E. Dolak, C. Yıldırım ve M. Anter TCK’nın 141 ve 142. maddelerinden yani “yabancı devletlerin müzahereti ile milli duyguları yok etmeye ve zayıflatmaya matuf cemiyet kurmaktan” 16 ay hapis, 5 ay 10 gün sürgün cezası aldı. Askerî Yargıtay bu kararı da bozunca dava Askerî Yargıtay Daireler Kurulu’na gitti, ancak karar kesinleşmeden dava zaman aşımına uğradı ve Türkmenler için yapılan bir misilleme olan ’49’lar’ davasının seyri yargı süreci açısından sonuçlanmış oldu.
Sivas kampı ve sürgün
27 Mayısçıların Kürtlere dönük bir diğer uygulaması ise insanlık dışı uygulamalarla tarihe geçen Sivas Kampı idi. 31 Mayıs 1960’ta, Cumhuriyet gazetesinde, “Sabık iktidar, Şeyh Said’in oğlunun Rus yapısı ciple Doğu’da propaganda yapmasına göz yummuştur” iddialarının yer aldığı bir habere yer verilmişti. Yine o günlerde Hakkari, Van, Siirt, Mardin, Diyarbakır gibi bölgenin sınır kentlerinde Barzani hareketine destek eylemleri yapıldığı yönünde iddialara basında yer veriliyordu. Haberden bir gün sonra 1 Haziran 1960’ta, bölgelerinde etkili olan toprak ağalarından, aşiret reislerinden, şeyhlerden ve Kürt milliyetçisi olduğu iddia edilen toplam 485 kişi tutuklanarak, Sivas-Kabakyazı’da açık arazide kurulan bir kampa kapatıldı. Dönemin gazetelerinde, Kürtler hedef gösterilirken, bu kampa ilişkin ise herhangi bir habere yer verilmedi. Olay ortaya çıktığında gerek Milli Birlik Komitesi (MBK) adına yapılan açıklamalarda, gerekse de gazetelerde yazdırılan yazılarda, “ağalık ve şeyhlik düzeninin yıkılması” haberlerine yer veriliyordu. Konuya ilişkin MBK bildirisinde ise, “Türkiye’nin bütünüyle yalnız Türklerin vatanı olduğu, başka gayeler taşıyan birkaç kişiye benimsetilecektir” denilerek, farklı düşünen her kesime bir tehdit mesajı gönderiliyordu. Yine Sivas Kampı’nın dikkat çeken bir yanı ise, tutuklananların CHP’li ağa ve şeyhler değil de, DP’li olmaları kafalarda, “ağalık ve şeyhlik düzeninin yıkılmasından” öte başka soru işaretlerine neden oluyordu.
Kampta tutulan Kürtlerin hepsinin bütün mallarına el konulmuştu. Sivas Kampı’nda tutulanların bir bölümü, sürgün ile karşı karşıyaydı. Sürgüne gidecek 54’ü DP’li, biri Cumhuriyetçi Köylü Millet Parti’li 55 Kürt, “Babam Şarkın cellâdıydı, ben de sizin cellâdınız olacağım” sözleriyle övünen İçişleri Bakanı Muharrem İhsan Kızıloğlu tarafından seçildi. 55 kişi, Antalya, İzmir, Burdur, Muğla, Afyon, Isparta, Manisa, Çorum ve Denizli’ye gönderilerek, sürgüne tabi tutuldu. 21 Kasım 1960’ta 193 kişi tahliye edildi. Geriye kalanlar dokuz ay kampta kaldıktan sonra, üç aylarını sekiz vilayetin nezarethanelerinde geçirip, üstüne de iki buçuk yıl sürgün hayatı yaşadıktan sonra, 55 sürgünle birlikte Ekim 1963’te çıkarılan “genel afla” serbest bırakıldı.-DİHA
İbrahim Aslan
https://lekolin.org/cumhuriyetin-ilk-darbesinde-kurtler-49lar-davasi-ve-sivas-kampi/
TBKP: Sürece müdahalede hatırda tutulması gereken bir örnek… / Komünist Parti'nin yasallaşmasını perçinleyen barışçı eylemler...
https://sesonline1.blogspot.com/2019/12/tbkp-surece-mudahalede-hatrda-tutulmas.html
Sivil itaatsizlikle halkın rızasını kazanma başarısı
https://sesonline1.blogspot.com/2019/12/sivil-itaatsizlikle-halkn-rzasn-kazanma.html
'Benim bu hale gelmeme bir tek cümle sebep olmuştur'
Türkiye’nin sayılı Sümerologlarından Veysel Donbaz ile Sümeroloji’yi, Sümer ve Asur kültürlerini ve tarihin bu az bilinenlerinin Anadolu kültürü üzerindeki etkilerini konuştuk.
https://www.gazeteduvar.com.tr/kultur-sanat/2017/10/28/o-yil-ben-kayit-yaptirmasaydim-sumeroloji-bolumu-kapaniyormus
CIA’den SADAT’a: Özel harp taktikleri
Peker'in Nevzat Tarhan'la ilgili paylaşımları 12 Eylül öncesinde siyasi tutuklar üzerinde yapılan ilaç deneylerine kadar uzanan 'özel harp' taktiklerinin yeniden hatırlanmasına neden oldu...
https://www.gazeteduvar.com.tr/ciaden-sadata-ozel-harp-taktikleri-haber-1540080
“60. Yılında 1964 Sürgünleri ve İstanbullu Rumlar” Konferansı
1964 yılında İstanbul’da yaşayan Yunan uyruklu nüfusun Kıbrıs politikasında koz olarak kullanılması sonucu sınır dışı edilmesiyle, İstanbul Rum cemaatinin nüfusunda radikal bir düşüş yaşandı. Yunan uyruklularla evli olan T.C. tabiiyetinde bulunan İstanbullu Rum Ortodokslar da ailelerinin parçalanmasını önlemek, aile birliklerinin devamını sağlayabilmek adına 1964 sürgün kararından kısa bir süre sonra Yunanistan’a göç etmek zorunda kaldılar. 1964’den sonra da Kıbrıs gerginliğinin kızıştığı dönemlerde yaşanan baskılar, güvensizlik, kısmen de ekonomik sebeplerden dolayı bu göç aralıklarla devam etti. Özellikle 1964’den 1990’lı yıllara kadar devam eden göçler sonucu şu anda İstanbul’da yaklaşık 1.500 kişilik bir Rum nüfus kaldığı tahmin edilmektedir.
1964 Sürgünleri Rum cemaatinin kolektif belleğinde çok baskın bir travmadır. Bunun en temel sebeplerinden biri bu göçün kendi devletleri tarafından uygulanan bir “zorunlu göç” olması ve uygulanış şeklinin insanların onurunu kıracak bir şekilde gerçekleşmesiydi. Her hafta gazetede isimleri çıktı mı diye kontrol ederek, kendi isimlerini gördüklerinde de bir gecede yanlarına sadece bir valiz ve belli bir miktar para alarak evlerini, komşularını, Şehirlerini terk etmek zorunda bırakılan insanlar uzun yıllar bu kırgınlık yüzünden tekrar bu topraklara adım at(a)madılar.
“Benim annemin kuzeninin kocası Yunan tebalıydı. Kuzenime listeyi getirirlerdi. 24 saat içinde terk edilecek diye, her gün listeye bakarlardı babası listede mi diye. Bir sene bu sıkıntıyı yaşadılar. Annem sorardı telefonda, şifreli konuşurlardı, “ne oldu paketten birşey çıktı mı?” diye… huzursuzluğu düşünsene!” Rum, 65, Kadın[1]
1964’deki göçün zorunlu bir göç olması, İstanbul’da kalıp hayatlarına devam eden Rumların da bilinçaltına, “tekrar bir siyasi kriz olursa koz / rehine yerine kullanılacağız, bizi her an gönderebilirler” şüphesini ve güvensizliğini bıraktı. Tüm bu olumsuz algı ve duygular, 1964’den sonra Rumların kolektif belleğine yerleşen ve de farklı kimlik stratejileriyle kuşaklar arası aktarılan bir duygusal miras olarak kaldı.
“Eylül’de (6-7 Eylül 1955) giden olmadı ama esas kıyım 64’de. Doksan küsur binden otuz bine indi nüfus. Ben ilkokuldaydım, Zapyon’da. İçimde uktedir hala. Sınıfın yarısı gitmişti nerdeyse. Bir sene sonra yarısı yoktu arkadaşlarımın.” Rum, 68, Kadın
Zorunlu göçlerin bir diğer önemli sonucu da kent coğrafyasında yarattığı parçalanma oldu. 6-7 Eylül Pogromları, 1964 zorunlu göçleri ve 70 sonrası Kıbrıs krizi nedeniyle “rehine tutulmaları”, “koz” olarak görülmeleri, Rumların içlerine kapanmalarına, geniş topluma karşı daha kapalı ve pasifize bir hayat yaşamalarına, korunmacı bir içgüdüyle cemaatlerinin birarada olduğu belli başlı semtlerde kümelenmelerine sebep oldu. 6-7 Eylül Pogromları ve 1964 yılındaki sınır dışı edilme ile özellikle Samatya, Yedikule ve Fener semtlerindeki Rum nüfusu neredeyse sıfırlandı. Böylece İstanbul’un gayrimüslimlerinin adları ile anılan semtlerin sosyal tabakalaşmasında keskin bir değişim ve dönüşüm de yaşanmış oldu.
Azınlıklara dair disiplinler arası literatür yaklaşık son 20 sene içerisinde değerli çalışmalar içermesine rağmen 1964 Sürgünleri akademik alanda halen mikro bir alan kaplamaktadır. Aşağıda tanıtım afişi yer alan, istos yayın ve Hrant Dink Vakfı ortaklığı ile 20 Kasım’da yapılacak olan, “60. Yılında 1964 Sürgünleri ve İstanbullu Rumlar” tam da bu boşluğu doldurmaya yönelik atılan çok değerli bir katkı sunmaktadır alana. Ayrıca her Cuma saat 14:00’de Spotify’da, “Apelasis: 1964 ve Ötesi” podcast serisi yayında olacaktır. Umuyoruz ki Sürgünün 60. Yıl vesilesi ile hazırlanan bu değerli konferans ve Podcast serisi ile hatırlayıp, hafızaları tazeleyerek, zorunlu yerinden edilmelerin tarihsel sürekliliğine ve bugüne etkilerine dair disiplinler arası bir bakış açısıyla tartışma ve düşünme fırsatı bulacağız.
https://hyetert.org/2024/11/14/60-yilinda-1964-surgunleri-ve-istanbullu-rumlar-konferansi/