Show newer

"Türkiye’de farklı fikirde olunmaz! Türkiye’de alçak olunur, hain olunur, aptal olunur, satılmış olunur…"

Mahmut Uzun

instagram.com/p/DG0QR8LM-_3/?i

"Tüpçüler tüp, Türkçüler Türk değildir"
( Can Yücel )

Dünya’da hiç bir devlet Türklerin, ekonomik ve tarihi talan üzerine dayalı, hazır değerlerin gaspına dayanıyorla yarışamazlar..!

Mahmut Uzun

instagram.com/p/DGwHcC9MHhV/

İnsanoğlu bir hayaller dünyasında yaşar çünkü hayaller hayatın sefaletini dayanabilir hale getirmektedir. Eğer insan, bu hayallerin neler olduğunu anlayabilirse, yani yarı uykudan uyanıp kendine gelebilirse, kendi gücünün sınırlarını görebilirse, gerçeği öylesine değiştirebilir ki, artık (öyle bir dünyada) hayallere ihtiyaç duymaz.”

—Erich Fromm

29. KÜRT İSYANININ SELASI

Ayşe Hür

Yıllardır gazetelerde, televizyonlarda, sosyal medyada, kitaplarda defalarca Kürt Meselesi üzerine yazmış, dünyadaki çatışma çözüm süreçlerine dair örnekler paylaşmış biri olarak 1 Ekim 2024'te MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin TBMM'de DEM Partili yöneticilerin ellerini sıkmasından ve 22 Ekim 2024 günü de PKK lideri Abdullah Öcalan'ı TBMM'ye gelip DEM Parti grubunda konuşmaya davet etmesinden sonra yaşananları elbette mümkün olduğunca tarihçi nesnelliği ile izlemeye çalıştım.

İzlerken boş durmadım İrlanda, Güney Afrika, Filipinler, Endonezya'da yürütülen süreçleri anlattım.

18 Şubat 2025 günü Mazlum Abdi'nin "Merkezi hükümet kurumlarının Kuzeydoğu Suriye'ye geri dönmesini destekliyoruz" açıklaması üzerine Twitter'da şöyle yazdım:

"Kürtler önemli tarihsel dönemeçlerde (1918, 1945, 1960'lar, 1990'larda, 2000'lerde) atılması hem mümkün hem gereken radikal adımları at(a)mamışlardır. Bu sefer de öyle olacak galiba. Her halkın "Kendi Kaderini Tayin Hakkı" vardır. Demek Kürtler [bu haklarını] böyle kullanacaklar. Üzülerek saygı duyuyorum."

Maalesef dilimi tutamadım ve 24 Şubat 2025'te Suriye'deki Dürzilerin özerklik ilanına ilişkin bir haberin üstüne şunları yazdım:

"Bir avuç Dürzi'deki cesaret, kararlılık "40 milyonluk" birilerinde yok."

Bu twit hiç öngörmediğim şekilde popüler oldu (en son 687 bin kere görüntülenmişti). "Cesaret" terimi feodal anlamıyla ele alındığı için alınanlar oldu, hakaret edenler oldu, nihayet Arzu Demir, "Küçük burjuva ulus kibri ve 40 milyon" başlığıyla bir yazı yazdı. Halbuki beni birazcık tanıyan biri kastettiğim cesaretin, KKTHakkı ile ilgili olduğunu anlardı.

Bugün DEM Parti heyetinin İmralı'dan getirdikleri mektubu okurken, bu kanaatimi değiştirecek bir şey ummuyordum ama bu kadar ağır ve net bir teslimiyet de beklemiyordum. Öyle ki 20 yıl içinde Kürtler adına bu kadar üzüldüğüm bir gün olmamıştır.

"Kapitalizm 'saygıdeğer' bir dolandırıcı tayfasının toplumsal iktidarından başka bir şey değildir.

Alain Badiou

SABAHATTİN ALİ – KOYUN MASALI

Bir zamanlar iri ağaçlı, uçsuz bucaksız bir ormanın kenarındaki çayırlıkta, başında çobanı ve köpekleriyle, bir koyun sürüsü yaşıyordu.

Çayırın otu her zaman bol ve taze, kenardan akan derenin suyu bol ve temizdi; yazın gölgesine yatacak birkaç gür yapraklı ağaç, kışın soğuktan kaçıp barınacak kuytu bir mağara, sürünün rahatını tamamlıyordu.

Ama koyunların keyfi yolunda değildi. Çobandan şikayetleri vardı. Sakalına kır düşmeye başlayan bu adam, sabahtan akşama kadar bayırda uzanıp uyuklar, arada bir kavalını üfler, köpeklere bağırır, yine uykusuna dalardı. Koyunların sütünü sağıp içebildiğini içer, içemediğini satar, canı istedikçe bir kuzu kesip kebap eder, yahut bir koyun boğazlayıp kışa kavurma hazırlar; iki üç haftada bir gelen celebe en yağlı koyunları, kuzuları satar, sonra yine yatıp uykusuna bakardı. Hepsi bir tarafa, bu celebin eline düşenlerin eninde sonunda kasaba varacaklarını bilen koyunlar, kanlı gözlü herif her göründükte korkudan titreşirler, birbirlerine sokuluşurlar, karşı koymayı akıl edemezlerdi. Ne yapsınlar? Bu dünyanın düzeni böyleydi.

Ama koyunların arasında bu işe bir türlü aklı ermeyenler, günün birinde bıçak altına yatmak korkusuyla yaşamaktansa, bu işi bir kökünden halletmek isteyenler türemişti, günden güne de bunların sayısı çoğalıyordu. Mesela, bütün sürü kendi halinde otlar görünürken aralarından gözü kızmış bir koç fırlıyor, çobanın kaba etine bir boynuz yapıştırıyordu. Çoban onun peşini kovalayıp köpeklerin yardımı ile yakalasa, bir ağaca sımsıkı bağlayıp ilk gelen celebe bu hayvanı teslim etse bile, bu hal öbürlerini yıldırmaya yetmiyor, -Sonu kasaba gitmek olduktan sonra, bugün de bir, yarın da bir!- deyip boynuz savuran koyunların sayısı günden güne artıyordu.

Eh, koyun deyip geçmeyelim. Onların içinde de ne koçlar, ne yiğitler vardır. Dünya kuruldu kurulalı bütün koyunlar çobanla, köpekle yaşamadılar ya! Onlar da bir zamanlar kasaptan, celepten, çobandan, köpekten habersiz, yiyeceklerini kendileri arayıp bulurlar, düşmanlarını kendi sert boynuzları ile yıldırıp kaçırırlardı.

Ama onların yağlı etlerine göz dikenler, sütünden yağ ile peynir, derisinden kürk ile çarık yapanlar, her şeyden önce koyunları, çobansız kalırlarsa kurdun kuşun şikarı (av) olacaklarına, kendi başlarına açlıktan öleceklerine inandırdılar. Bu böyle sürüp gittikçe koyunlar da kendilerine inanamaz, kuvvetlerine güvenemez oldular. Sandılar ki, çobanın onları canavardan koruması, önlerine bir tutam ot atması, yumuşak etleri için değil, kara gözleri içindir.

Ama dediğimiz gibi, yavaş yavaş koyunların aklı başına gelmeye başladı. Çobanlar da günden güne kötüleşmişlerdi. Hele bu sonuncusu iyice dalgacıydı. Keyfinden, rahatından başka bir şey düşünmez, sürüye canavarlar saldırınca, eski çobanlar gibi sopasını kapıp köpekleri peşine katarak onlara karşı koyacağı yerde, birkaç koyun, kuzu atıp başından savmaya bakardı.

Günün birinde bitişik ormandaki yabani hayvanlar, canavarlar birbirine girdiler. Çünkü o sene kış sert olmuş, kurtlar, ayılar yiyecek bulamayınca azmışlardı. Onların ulumaları, kükremeleri sürünün bulunduğu çayıra kadar gelince koyunlarla beraber çoban da tir tir titriyordu. Bu aralık, ormandaki kavgadan yaralanıp kaçan, yahut açlıktan pek zebun düştükleri için kavgaya katılamayan birkaç sıska kurt, ormanın kenarına sığınmışlardı. Korkudan şaşırmış koyunları görünce: -İşte dişimize göre düşman!- diyerek ileriye atıldılar. Ama canavarların kıpkırmızı açılan ağızlarıyla iri dişlerini görünce koyunlar işin şakaya gelmeyeceğini anladılar. Köpekler de, koyunlar elden gidince kendilerinin aç kalacaklarını düşünüp gayrete geldiler; hep beraber bu sıska kurtlara saldırdılar. Koçlar başlarını öne eğip iri boynuzlarıyla canavarların üstüne yürürlerken, köpekler de bir hayli havlayıp gürültü ettiler. Zaten dermansızlıktan dört ayakları üzerinde zor duran aç kurtların birkaçı gerisingeriye ormana kaçtı, öbürleri cansız yere serildi.

Bu sırada saklandığı yerden çıkan çoban, sopasını savura savura tekrar sürünün başına geçmek isteyince, koyunlar akıllarını başlarına topladılar. Kasabı, celebi hatırladılar. Köpekler de onun sopasından kurtulmanın ve koyunlarla baş başa kalmanın sırası geldiğine hükmettiler. Hep birlikte çobanın üstüne yürüdüler. Ödlek çoban kaçıp canını zor kurtardı, bir daha da ortada görünmedi.

Bu kavgadan en karlı çıkan köpekler olmuştu. Hem çayırdaki kurt leşlerini, hem de onlarla dövüşürken ölen beş on koyunu yiyip iyice doymuşlardı. Kuyruklarını keyifli keyifli sallayıp uzun, kırmızı dilleriyle yalanarak ortalıkta dolaşmaya, -Gördünüz ya, sizi kurtlardan da, çobandan da kurtardık!- diye koyunlara caka satmaya başladılar. Aradan zaman geçtikçe daha da burunları büyüdü; meğer köpekleri köpekleten çoban korkusuymuş, çobansız kalınca ondan beter oldular. Havladıkça kendi seslerine hayran oluyorlar, -Koyunları gayrete getiren, kurtları korkutup kaçıran bu sestir!- diye ulumalarını yükselttikçe yükseltiyorlardı. Üstelik içlerine bir de büyüklük kurdu düşmüştü: yaralı, sakat birkaç canavarı havlayıp kaçırdıklarını sandıkları için, kendilerinin öyle rastgele köpeklerden olmadıklarına inanıyorlar, -Köpek ne demek? Bizim de aslımız kurt değil mi?- diye övünüyorlardı.

Yavaş yavaş bu kuruntu hepsini zihnini sardı. Koyunlara tepeden bakmaya başladılar. Onların bir kere tadını aldıkları, etlerini unutamadıkları için; kenarda köşede yakaladıkları kuzuları parçalayıp yemeye, hatta biraz sürüden ayrılan iri koyunlara bile saldırmaya kalktılar. -Bizim gibi soyu ormanlara hükmetmiş kahramanların miskin miskin koyun bekçiliği etmesi ne demek?- diye aralarında hayıflanıyorlar, tekrar vahşi ormanlardaki saltanatlı günlere dönmek istiyorlardı.

Kendi gözlerinde büyüdükçe, koyunları daha da küçük görmeye başlamışlardı. Onlar sadece etleri yenecek, sütleri sağılacak mahluklardı:

-Biz havlayıp gayrete getirmesek bu sersemler boynuzlarını bile kullanamazlardı- diyorlardı. -Yanı başımızdaki kocaman ormanda bizim soyumuzdan kurtlar, hatta şu kırtıpil çakallar hüküm yürütür, ortalığı kasıp kavururken, bizim bu çayırda kuzu gibi yaşamamız ayıp, çok ayıp…-

Köpeklerden kurtulmak çobandan kurtulmak kadar kolay değildi. Bunların hem sayısı çok, hem dişleri keskindi. Üstelik bir niza çıksa fırsat bilip üç beş koyunu paralayıveriyorlardı. Bunun için koyunlar, işin sonu neye varacak? diye telaş içinde bekleşiyorlar, çobanı kovdukları gibi bu köpekleri de defetmeyi bir türlü gözlerine kestiremiyorlardı. Ama köpekler en sonunda hem kendilerinin, hem de koyunların başını nara yaktılar; bir gün, daha fazla sabredemeyip, ormanı zapt etmeye karar verdiler. Bu işi kendi başlarına yapamayacaklarını bildikleri için koyunları da önlerine kattılar:

-Siz boynuzlarınızla yol açar, karşınıza çıkanları tepelersiniz, biz de etrafınızda bağrışır, size cesaret verir, düşmanları yıldırırız!- dediler. Bu seferin sonu hayıra varmayacağını ileri sürerek katılmak istemeyenleri, -Alçak, korkak, miskin, hain! Sen bizim gibi damarlarında asil kurt kanı taşıyan köpeklerle bir arada yaşamaya layık değilsin!- diye parçaladılar ve… iştahla yediler.

Ama daha ormanın kenarındaki çalılıklarda, dört taraftan üzerlerine saldıran kurtlar, ayılar, parslar, hatta sırtlanlar ve çakallar, sürüyü kısa zamanda perişan ettiler. Köpeklerin havlaması ağaçların tepelerine varmadan boğuldu, koyunların sıcak kanı yerdeki kuru yaprakların arasında çabucak kayboldu.

Hasta, yahut ihtiyar oldukları için bu sefere katılamayan dört beş koyunla bir hayli körpe kuzu, çayırın kenarındaki mağarada birbirlerine sokulmuşlar, ormandan gelen acı sesleri; yürek paralayan melemeleri, ümitsiz havlamaları dinliyorlar, korkudan titreşiyorlardı. Sesler kesilince birbirlerinin yüzüne baktılar, ormanı zapt etmeye giden köpeklerle onların zorla sürükledikleri koyunların başına geleni anladılar. Aralarındaki iki ihtiyar koç, ağır ağır mağaranın kapısına doğru yürüdüler, kendilerini beklemek üzere orada kalmış olan iki sakat köpeğe yaklaştıkları, henüz kuvvetini büsbütün kaybetmemiş olan boynuzlarını, şimdi karşılarında şaşkın şaşkın uluyan itlerin karınlarına geçirdikleri gibi, ta ilerdeki dereye kadar fırlattılar. Sonra mağaradaki kuzulara dönüp şöyle dediler:

-Bu dünyada çobansız da, köpeksiz de yaşanabilirmiş. Ama bunu anlamak için her defasında bu kadar kanlı kurbanlar verecek olursak pek çabuk neslimiz kurur. Bari siz gözünüzü açın da, ilerde başınıza yeniden itler, hele kendilerini kurt sanan palavracı itler musallat olursa, sürüyü canavarlara paralatmadan onları defetmeye bakın!-

(Sabahattin Ali, 1946)

Diyanet-Sen Genel Başkanı Ali Yıldız, Aile Yılı Eylem Planı’nı ile ilgili basın açıklamasında , kadınları şiddete karşı koruyucu önlemlerin olduğu 6284 sayılı Kanun'u hedefe koydu
evrensel.net/haber/544975/diya

AKP, 2025'i "Aile Yılı" ilân ederek, LGBTİ+’ları hedef alan ve toplumu ikili cinsiyet rejimine göre şekillendirmeyi amaçlayan yasa değişikliklerini gündeme getirdi. Kanun teklifi taslağında yer alan düzenlemeleri İstanbul Milletvekili Özgül Saki ile konuştuk.

bianet.org/haber/ozgul-saki-ye

Bir kez yaşıyorum! Bunu da hırsla, çıkarcılıkla ve yalanlarla geçirmek istemiyorum. Hiçbir efendiye hizmet etmem."

—Ursula K. Le Guin

 

"Kürtler olarak, Türk toplumunun solcumsu kesimini her daim kendimize yakın bulmuşuzdur. Bu nasıl bir şartlanmışlıksa artık, onları sevmişiz, onları bağrımıza basmışız, yetmemiş onların vefatına herkesten önce biz üzülmüşüz. Öyle bir karşılıksız sevda ki bizimkisi, onların bizim hakkımızda ne düşündüğünü ve bizim bir millet olarak ezilmişliğimize karşı onların nasıl bir tutum takındığını bile umursamaz olmuşuz.

Bu noktadan hareketle sözü, bugün vefat eden Türk şarkıcısı Edip Akbayram’a ve vefatının ardından onu ulvi söylemlerle anan kimi Kürt dostlarımın bu tutumuna getirmek istiyorum. Eğer bu şarkıcının cenazesi islami inançlarla bir camiden yolculanacaksa, imamın “Merhumu nasıl bilirdiniz” sorusunu “Onu iyi bilmezdik” diye cevaplamak isterim.

Evet, onu iyi bilmezdim. Onun ne olduğunu en iyi biçimde, Ahmet Kaya’nın, salt bir Kürtçe şarkı eşliğinde bir klip çekme arzusunu dile getirdiği için linç edildiği o meşum geceden bilirim. O utanç gecesinde, Serdar Ortaç’ın sahneye fırlayıp Onuncu yıl marşına alkış tutanlardan biri de Edip Akbayram idi.

O utanç gecesinin çok sonrasında, hakkını yememek lazım, Serdar Ortaç defalarca pişmanlığını dile getirdi. Fakat onun provokasyonuna alkış tutanlar, ki Edip Akbayram da dahil olmak üzere o gecedeki utanç görüntüleriyle alakalı hiçbir nedamet göstermediler.

Evet, merhumu iyi bilmezdik. İyi bilmeyeceğiz de."

Ercan Ilgın

instagram.com/p/DGuKayaK3x8/

Devletin Kürt Sorunu Var, Kürtlerin Değil

Elias Nin

Türklerin, “Kürt sorunu” tartışması yapması, buna çözüm araması, önermesi anlaşılabilir zira Kürtlerin varlığı onlar açısından bir tehdittir. Nihayetinde bir ulusun toprakları, ulusal kimliği ve ulus olmaktan kaynaklanan hakları yok sayılmakta, baskı altına alınmaktadır.
Lakin Kürtler açısından “Kürt sorunu” yoktur, bundan söz etmek, sömürge ulusun kendisine düşmanın gözüyle bakmaktır. Kürtlerin sorunu, bağımsızlık ve ulus olarak tanınma sorunudur.
Bir başka deyişle, TC’nin Kürdistan’daki sömürgeci varlığıdır.
Önce bu hususun altının çizilmesi gerekir; ancak ondan sonra çözümün silahlı mı yoksa silahsız mı olacağı konuşulabilir. Mesela Kürtlerin varlığının tanınması değil, ulusal varlığın tanınmasıdır.
Kürtler bir ulusu olarak kabul edenlerin “Kürt sorunu” demeleri ya da “barışçıl çözüm” benzeri ifadelerden kaçınmaları gerekir zira bu, Devlet Bahçeli, Erdoğan, Öcalan, Demirtaş, Kandil ittifakının dilidir.
Bu ittifak açısında Kürtler bir ulus değil, Türkiye halklarından biridir, onun sorunu da Türkiye’nin iç meselesidir. Kürdistani bir siyaset için bu ittifak her yerde teşhir edilmelidir.
instagram.com/p/DGtG46vtQdg/

Show older
Qoto Mastodon

QOTO: Question Others to Teach Ourselves
An inclusive, Academic Freedom, instance
All cultures welcome.
Hate speech and harassment strictly forbidden.