Show newer

Yıldızın yuttuğu gezegene yapılan otopsiden şoke edici bir sonuç çıktı

Ölmekte olan yıldızlar kırmızı devlere dönüşüp genişlerken gezegenleri yer. Dünya da birkaç milyar yıl içinde Güneş tarafından yenecek

indyturk.com/node/756747

Kemalizm ve 'Eleştirinin Eleştirisi'

Tanıl Bora

Yirmi otuz yıldır Kemalizme kahretmiş olan solcuların ve demokratların, liberallerin, nihayet ayılarak “gerçeği gördükleri” çokça söyleniyor. Kemalizme atfedilegelmiş müstebit ve vesayetçi idarenin, otoriter zihniyetin, “toplum mühendisliğinin” beterini, hasını, AKP iktidarında görüyorlardır; anti-Kemalizmlerinden pişman ve özeleştiri borçlu olmalıdırlar, buna göre.

İktidar mahfillerindeki yazarlar da, muhalif sol muhitlerin Kemalizme rücu ettiğini söyleyip duruyorlar. Solda Kemalizme alınmış mesafeler kapanmış, daha ılımlı, daha hoşgörülü bir tutum benimsenmiştir, onlara bakılırsa. Zaten sağ ve bilhassa İslâmcılık, Türkiye’de solun oldum olası Kemalizmle iltisaklı olduğuna emindir, onu neredeyse sırf bu bağla sınar ve bu şemanın teyidiyle kendini pek memnun hisseder.

Oysa, her muhalif veya basitçe memnuniyetsiz siyasî muhitteki anti-Kemalistlerin veya basitçe Kemalist-olmayanların, şu zamanda onu açık ve yakın tehlike olarak görmemelerinde şaşacak bir şey yok. Kemalist kimlikli muhalefetle yan yana gelebilmelerinde de şaşacak bir şey yok. Baskı ve tehdit altındakilerin ortak zemin aramasına şaşırmak, sinizmdir.

Bu bahsi, anti-Kemalizmden pişman ve tövbekâr olmak, Kemalizme rücu etmek gibi reaksiyoner hissiyatlardan daha sağlam bir zeminde düşünmek mümkün. İlker Aytürk’ün “post-post-Kemalizm paradigmaya doğru” arayışı, [1] bunun için bir imkândır. Post-post-Kemalizm, daha çok sosyal bilimlerle ilgili bir terimleştirme, siyasî bağlamda buna “anti-anti-Kemalizm” diyebileceğimizi düşünüyorum.[2]

Kastedilen, özetle şu: Sosyal teoride ve siyasette, Kemalizme muhalefet (“anti”) ve onu aşma (“post”) çabası, bize bir şeyler öğretti ve bir şeyler kazandırdı. Darbeciliğin, tepeden inmeciliğin, vesayetçiliğin, elitizmin sorgulanması, aydınlanmanın kaynağındaki eleştirel aklı tıkayan katılaşmaların farkına varmak (laiklik anlayışından pozitivizme), milliyetçi-ulusalcı koşullanmalarla ve tehdit algılarıyla yüzleşme, ilk akla gelenlerdir.

Şimdi, bu kazanımları, bu ‘aklı’ geliştirmek, orada yani post- veya anti-Kemalizmde takılı kalmamayı gerektiriyor. Bir başka deyişle, Kemalizme “Kartaca” (link) muamelesi yapmamayı gerektiriyor.

Bu gereğin bir faslı, Kemalizmin sorgulanmasında tecrübe edilen eleştirel kavramları ve değerleri, bunların Kemalizmle mukayyet ve ona has olduğu zannından çıkarak, ‘bütün satha’ yaymaktır. Bu fasılda post- veya anti-Kemalizme getirilen yaygın eleştiri, Kemalistlere boca edilen ithamlardan, ‘sağın’ esirgenmiş olmasıdır. Bu dengesizliğe düşmüş olanlar elbette var. Böyle bir hakkaniyetsizlikten beri duranları görmezden gelmek ise, başka bir Kartacacılıktır.

İkinci fasıl, doğrudan buna bağlıdır: Kemalizme atfedilen arıza ve cürümlerin ne kadarı, -hepsi mi-, Kemalizmin icadı idi? Ne kadarı, zamanın ruhunun eseri idi? (Kemalizmin kendisinin biricik ve benzersiz olduğuna dair zehabının, Kemalizm eleştirisince de aynen paylaşmasında büyük bir sorun yok mu? Bilhassa uluslararası mukayese babında.) Ne kadarı, umumi ‘siyasî kültürümüzün’ ve şu meşhur ezelî-ebedî ‘devlet geleneğimizin’ maslahatıdır? Şükrü Argın’ın Express’in son sayısında, -Cereyanlar’ı olağanüstü cömert bir alakayla ele alırken [3]-, tartıştığı gibi mesela, Kemalizm, resmî ideolojinin ve devlet aklının muvakkat bir kisvesinden veya muhtelif görünümleri arasında bir görünümünden mi ibaret? (Tabii bu soruları, hep Kemalizmin ‘boş gösteren’ kapasitesiyle birlikte düşünmeyi ihmal etmemeli – ki Kemalizm tamamen de ‘tesadüfileşmesin,’ müphemleşmesin.)

Üçüncü fasıl, bence en önemlisi: Toptancılıktan kaçınmak. Tefrik edebilmek. Sözgelimi Falih Rıfkı’yla Hasan Âli Yücel’i, en azından Necip Fazıl’la Sezai Karakoç’u ayırt edebildiği kadar ayırt edebilmek. Sözgelimi Turan Güneş’le Turhan Feyzioğlu’nu ayırt edebilmek.[4]

Şunu da unutmamalı: anti- ve post-Kemalist eleştiri mesaisinin, Kemalistlerin de değişmesine, farklılaşmasına etkisi olmadı mı? Bilhassa Gezi protestoları ve 7 Haziran 2015 seçim kampanyası deneyimleriyle birlikte ve bu deneyimlerde çökelmiş olan etkisiyle düşünün bunu... Özellikle ulusalcılıkla kaim olan müstebit bir Kemalistlik hâlâ pekâlâ mevcuttur. Buna mukabil, demokratik ve özgürlükçü saikleri önemseyen bir Kemalist söylem de, -mesela CHP’nin kimi genç milletvekillerine baktığınızda-, görece daha güçlü. Bunda, Kemalizmin, baskı ve tehdit altındaki bir topluluk (kimilerine göre, bir “azınlık”) haleti ruhiyesinin lehçesine dönüşmesinin de payı var. Bu değişimler, melezlikler de yaratıyor. Kemalizme ‘doktriner’ bir anlam yüklemeksizin, onun bazı simgelerini kullananlar da var, bu simgeleri bambaşka özlemlerle yan yana getirenler de var.[5]

Burada bir ihtimal, bir kapı, başka dışlananlarla-muhaliflerle-memnuniyetsizlerle etkileşime açık bir perspektifin gelişebilmesidir. Oradan, belki gerçekten yeni bir şey çıkar. Yine mesela 7 Haziran öncesi iklimi hatırlayalım. Diğer ihtimal, kendi “haklı çıkma” hissine kapanıp, aslında basbayağı “öz yurdunda garip, öz vatanında parya” gayzını tersine çeviren kahır dilidir. Oradan, ancak regresyon ve restorasyon çıkar. Mesela, 7 Haziran tecrübesinin nasıl kolay buharlaşabildiğini, genel olarak Kürt “rezervini” hatırlayalım.

Aslında sadece soru sormuş oluyorum bu kısa yazıda. Üzerine uzun düşünülmesi gereken satır başları bunlar.

Sözün özü lâzımsa: Tefrik edebilmek, haklılık yarıştırmaktan daha hayırlıdır.

[1] “Post-post-Kemalizm: Yeni bir paradigmayı beklerken,” Birikim, sayı 319 (Kasım 2016), s. 34-48.

[2] Bkz. Cereyanlar, İletişim Yayınları, İstanbul 2017, s. 188 vd.

[3] “Çölde vaha,” Express, sayı 154 (Temmuz-Ağustos 2017), s. 49-61.

[4] Bu tefrik etme gayretini, sekiz yıl önce, Türkân Saylan örneğinde göstermeye çalışmıştım: link

[5] Elçin Aktoprak, bütün muğlaklıklarıyla bu süreç üzerine sesli düşünüyordu: “İzmir marşı ve şimdi ve sonrası,” Birikim, sayı 335 (Mart 2017), s 46-52.

birikimdergisi.com/haftalik/83

"Maalesef halk cahildir ve hükümetin sistematik çabalarıyla cehalet içinde tutulmaya devam edilmektedir."

Mihail Bakunin

Rus yazar Anton Çehov'a başarısız toplumların doğası sorulduğunda şu cevabı vermiştir:

"Başarısız toplumlarda, her aklı başında zihne karşılık bin aptal ve her düşünüre karşılık bin aptalca söz vardır. Çoğunluk her zaman cahil kalır ve sürekli olarak bilgelerden daha fazladır. Dolayısıyla, bir toplumdaki tartışmalara önemsiz konuların hakim olduğunu ve sığ ve yüzeysel olanın merkez sahneye çıktığını görüyorsanız, o zaman derinden başarısız olmuş bir topluma tanık oluyorsunuz demektir."

Mesela anlamsız şarkılar, sözler milyonları dans ettiriyor, şarkıya eşlik ediyor ve şarkıcı ünlü, tanınan, hatta sevilen biri oluyor. İnsanlar toplumsal meseleler ve hayatın kendisi hakkındaki görüşlerini ciddiye almaya başlıyorlar.

Öte yandan yazarlar ve yazarlar - onları kimse tanımıyor, kimse onlara değer veya ağırlık vermiyor. Çoğu insan sıradanlığı ve duygusuzluğu tercih eder. Aklımızı uyuşturan veya saçmalıklarla güldüren biri, bizi gerçeklerle uyandıran ve gerçeklerle acıtan birinden iyidir. Cahil toplumlarda demokrasinin işe yaramamasının sebebi budur; çünkü kaderinize karar verecek olanlar cahil çoğunluk olacaktır.."

“Mükemmel bir birey ancak mükemmel bir toplum içersinde yetiştirilebilir.
Eğer kişi sadece kendisi için çalışırsa ünlü bir bilim adamı, büyük bir düşünür, çok iyi bir şair, müzisyen olabilir. Ama asla mükemmel bir insan olamaz. Tarih ancak ortak çıkarlar için çalışmış insanların yüceliğini kabul eder.
En mutlu insan en fazla sayıda insanı mutlu eden insandır. “

Karl Marx

"Eğer tahtından indirmek istediğiniz bir despotsa, önce onun içinizde kurulu tahtını kaldırın. Bir zorba, gururlu ve özgür insanları nasıl yönetebilir, eğer onların kendi özgürlüklerinde bir zorbalık, kendi gururlarında bir utanç yoksa? Eğer kurtulmak istediğiniz şey bir yükümlülükse, bu yükümlülük size dayatılmadı, onu siz seçtiniz."

Halil Cibran

Biraz yaşayacaktık, biraz da gülecektik
Sonra ölüp gideceğiz zaten. Neden bu kadar ağır yaralar açıldı ki ruhumuzda."
***

İsmim Hangül, Diyarbekirliyim, solcuyum Dedemin ismi Hüseyin, Zirki aşiretinden, kendisi Lice ve Hazro'da Ermenileri katletmesiyle tanınan biri. Ben ondan çok uzağım, çünkü o suçluydu ve bütün cinayetlerden sorumluydu. O, Ermeni olan nenemin önceki eşini öldürmüş ve nenemin kocasının bütün malını, mülkünü üzerine geçirmiş. Nenemi zorla Müslüman ve Kürt yaptılar. Yaşamı boyunca hiç mutlu değildi ve kendisini kuma alan kişiyi hiç sevmedi. Nenemin ismi Ermenice Vartanuş; benim ismim ise Kürtçe Hangül.... Hangül'ün anlamı Vartanuş ile aynıdır. Bugün bana sorarsanız, Kürt olan dedeme değil, Ermeni olan neneme bağlılık duyuyorum."

100 yıl öncesinde IŞiD yoktu, ama Kürtlerden kurulu Hamidiye alayları vardı. IŞID Kürtlere ne yaptıysa, Hamidiye Alayları da Ermenilere aynısını yaptı."
X

mastodon.bida.im/@siyasur/1143

Hepiniz farkındasınız; para da, toprak da,kanun da, fikir de, din de bu ülkede her şey sermaye sahiplerine hizmet ediyor.”

—Karl Marx

Benim yalnız bir tek tutkum vardı: Özgürlüğe duyduğum şiddetli arzu.

Max Stirner

İnkar etmiyorlar en azından... Takdire şayan bir durum...

CHP’nin 2020’de Sosyal Politikalardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı görevine getirilen Yüksel Taşkın’ın 2008 yılında verdiği bir röportaj ;
“Kemalizm baştan beri dışlayıcıdır. Kemalizm azınlıklarla ve farklı etnik kimliklerle bir arada yaşama meselesini çözememiştir. Azınlıkların Türkiye’den gitmesiyle vatan ve millet olunabileceği vurgusuna sahiptir. Kemalizm’in dışlayıcı bir etnik milliyetçiliğe ve ırkçılığa kayabilme potansiyeli var. Özellikle uluslararası meseleler devreye girip de korku ve sıkışma yaşandığında ya da Kürt sorununda sıkıştığında Kemalizm’in ırkçı tarafı ortaya çıkıyor.”!
***

Troçki, Şakir Paşa ve Zahrad

Adalar, Zahrad’a, Troçki’ye, Can Yücel’e ve Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı’ya hak ettikleri müzeleri ve etkinlikleri sağlamayı başarırsa, ülkenin tarihi için daha iyi bir başlangıç olur.

google.com/amp/s/www.gazeteduv

“Atatürkçü bir insanın dürüst ve hoşgörülü olduğuna hiç tanık olmadım.

Atatürkçülük sınırsız kibir ve sınırsız nefretle malul olan bir düşünce tarzıdır.

Hepsi beş para etmezdir.”

Sevan Nişanyan

Show older
Qoto Mastodon

QOTO: Question Others to Teach Ourselves
An inclusive, Academic Freedom, instance
All cultures welcome.
Hate speech and harassment strictly forbidden.