Show more

1 Mayıs- V. I. Lenin

Yoldaş işçiler! Öyleyse vakti gelen son kavga için iki kat enerjiyle hazırlanalım! 1 Mayıs kutlaması davamıza binlerce yeni savaşçı kazansın ve bütün insanların kurtuluşu için, sermayenin boyunduruğu altında çalışan bütün herkesin özgürlüğü için yürütülen büyük mücadeledeki güçlerimizi daha da büyütsün!

Yoldaş işçiler! 1 Mayıs geliyor, bütün ülkelerin işçilerinin sınıf-bilinçli bir hayata uyanışlarını, insanın insan üzerindeki her türlü zulüm ve baskısına karşı mücadelelerindeki dayanışmalarını, emekçi milyonların açlık, yoksulluk ve aşağılanmadan kurtulmak için yürüttükleri mücadelelerini kutladıkları gün. Bu büyük mücadelede iki dünya karşı karşıya duruyor: sermayenin dünyasına karşı emeğin dünyası; sömürünün ve köleliğin dünyasına karşı kardeşliğin ve özgürlüğün dünyası

Bir yanda bir avuç kan emici zengin… Fabrikalara, iş aletlerine ve makinalarına el koydular; milyonlarca dönüm araziyi ve yığınla parayı kendi özel mülkiyetleri haline getirdiler. Hükümeti ve orduyu kendilerine uşak yaptı, biriktirdikleri servetin sadık bekçi köpeği haline getirdiler.

Diğer yanda, maldan mülkten yoksun milyonlar… İşe kabul edilmek için kalantorlara yalvarmaya zorlanıyorlar. Emekleriyle bütün zenginliği yaratırlar; ama bütün hayatları boyunca bir dilim ekmek için mücadele etmek, çalışmak için sadaka ister gibi dilenmek, bellerini büken işlerde sağlıklarını ve dirençlerini tüketmek zorundadırlar ve köylerdeki harap evlerinde ya da büyük şehirlerdeki bodrum katlarda ya da çatı katlarında açlıktan ölürler.

Ama şimdi maldan mülkten yoksun bu emekçiler kalantorlara ve sömürücülere karşı savaş ilan ettiler. Bütün ülkelerin işçileri emeği ücretli kölelikten, yoksulluktan ve yoksunluktan kurtarmak için savaşıyorlar. Ortak emekle yaratılan zenginliklerden bir avuç zenginin değil bütün çalışanların faydalandığı bir toplumsal sistem için savaşıyorlar. Toprağı, fabrikaları, atölyeleri ve makineleri bütün emekçilerin ortak mülkiyeti haline getirmek istiyorlar. Toplumun zenginler ve yoksullar diye ikiye ayrılmasına son vermek istiyorlar. Emeğin meyvelerinin yine emekçilerin olmasını ve çalışma yoluyla sağlanan bütün gelişmelerin, insanlığın bütün kazanımlarının çalışan insanları baskı altında tutmanın bir aracı olarak değil, onların yararına kullanılmasını istiyorlar.

Emeğin sermayeye karşı büyük mücadelesi bütün ülkelerin işçileri için büyük fedakarlıklara mal oldu. Daha iyi bir yaşam ve gerçek özgürlük hakları için nehirler dolusu kan döktüler. İşçilerin davası için savaşanlar hükümetlerin tarifsiz zulümlerine maruz kaldılar. Fakat bütün bu zulme rağmen dünya işçilerinin dayanışması büyüyor ve güç kazanıyor. İşçiler sosyalist partilerde giderek daha sıkı bir şekilde birleşiyorlar; bu partilerin destekçileri milyonları buluyor ve kapitalist sömürücü sınıf karşısında nihai zafere doğru sürekli, adım adım ilerliyor.

Rus proletaryası da yeni bir hayata gözlerini açtı. O da bu büyük mücadeleye katıldı. İşçilerimizin köle gibi boyun eğmeye zorlandığı, eli kolu bağlı durumundan hiçbir kurtuluş, acı hayatında iğne ucu kadar ışık görmediği günler geçti. Sosyalizm ona kurtuluş yolunu gösterdi ve yüz binlerce savaşçı bir kılavuz olarak gördükleri kızıl bayrak altında toplandı. Grevler işçilere birlikten gelen güçlerini gösterdi, mücadeleyi öğretti, örgütlü emeğin sermaye için ne kadar dehşet verici olabileceğini gösterdi. İşçiler, kapitalistlerin ve hükümetin ancak işçilerin emeği sayesinde yaşayıp semirebildiğini gördüler. İşçiler birleşik mücadelenin ruhuyla, özgürlüğe ve sosyalizme duydukları özlemle ateşlendiler. İşçiler Çarlık otokrasisisin ne kadar karanlık ve şeytani bir güç olduğunun farkına vardılar. İşçilerin, mücadeleleri için özgürlüğe ihtiyaçları var ama Çarlık hükümeti onların elini ayağını bağlıyor. İşçilerin meclisin özgürlüğüne, örgütlenme özgürlüğüne, gazete ve kitapların özgür bırakılmasına ihtiyacı var. Ama Çarlık hükümeti özgürlük yolundaki her çabayı kamçıyla, hapisle, süngüyle bastırıyor. “Kahrolsun otokrasi!” çığlığı Rusya’yı boydan boya dolaşıyor, büyük işçi mitinglerinde, sokaklarda giderek daha sık yankılanıyor. Geçen yaz Güney Rusya’da on binlerce işçi, polis zulmünden kurtuluş ve daha iyi bir yaşam yolunda mücadele etmek için ayağa kalktı. Burjuvazi ve hükümet, büyük kentlerin bütün sanayi hayatını bir vuruşta felç eden işçilerin dehşetengiz ordusu karşısında titredi. İşçilerin davası için mücadele eden düzinelerce savaşçı, Çarlığın iç düşmanın üzerine yolladığı birliklerin kurşunları altında düştü.

Fakat yalnızca bu iç düşmanın emeğiyle yaşayan egemen sınıfların ve hükümetin, onu yenilgiye uğratabilecek bir gücü yok. Dünya üzerinde hiçbir kuvvet, gittikçe daha fazla sınıf bilinciyle kuşanarak, daha sıkı birleşerek ve örgütlenerek büyüyen milyonlarca işçiyi alt edemez. İşçilerin göğüslediği her yenilgi saflara yeni savaşçılar taşıyor, daha geniş kitleleri yeni hayata uyandırıyor ve onları yeni mücadelelere hazırlıyor.

Şu anda Rusya’da öyle şeyler yaşanıyor ki işçi kitlelerinin bu uyanışı daha da hızlı ve yaygın olmalı ve biz proletarya saflarını birleştirmek ve onu daha kararlı mücadelelere hazırlamak için alabildiğine çabalamalıyız. Savaş proletaryanın en geri kesimlerinin bile politik konular ve sorunlarla ilgilenmesini sağlıyor. Savaş, otokratik düzenin düpedüz çürümüşlüğünü, polisin ve Rusya’yı yöneten saray çetesinin haydutluğunu her zamankinden açık ve net bir biçimde gösteriyor. Halkımız kendi ülkesinde açlık ve yokluktan ölüyor; ama üzerinde başka ulusların yaşadığı binlerce mil uzaktaki yabancı topraklar uğruna yürütülen yıkıcı ve anlamsız bir savaşa sürülmüş durumdalar. Halkımız politik tutsaklık altında zulüm görüyor; oysa diğer halkları köleleştirmek için yürütülen bir savaşa sürülmüş durumdalar. Halkımız ülkedeki politik düzenin değişmesini talep ediyor; ama dikkatini dünyanın öteki ucunda patlayan silahların ateşine vermesi isteniyor. Ama Çarlık hükümeti, ulusun zenginliklerini ve Pasifik kıyılarında ölüme gönderilen genç insanların hayatını çarçur ettiği bu oyunda haddini aştı. Her savaş halkın üzerinde etki yapar ve kültürlü ve özgür Japonya’ya karşı yürütülen savaş Rusya üzerinde korkunç bir etki bıraktı. Bu etki, polis despotizmi yapısının uyanan proletaryanın darbeleriyle sarsıldığı bir zamanda geldi. Savaş hükümetin bütün zayıf noktalarını gösteriyor. Savaş bütün maskeleri indiriyor. Savaş bütün çürümüşlüğü gözler önüne seriyor. Savaş Çarlık otokrasisinin mantıksızlığını tüm insanlar için açık seçik hale getiriyor ve eski Rusya’nın, insanların oy hakkından mahrum edildiği, yok sayıldığı, sindirildiği Rusya’nın, polis hükümetine hala serflik bağlarıyla bağlı Rusya’nın can çekişmesini herkese gösteriyor.

Eski Rusya ölüyor. Onun yerini alacak yeni bir Rusya geliyor. Çarlık otokrasisini koruyan karanlık güçlerin sonu geliyor. Ancak yalnızca sınıf bilinçli ve örgütlü proletarya onlara öldürücü darbeyi indirebilir. Yalnızca sınıf bilinçli ve örgütlü proletarya, halkın sahte değil, gerçek özgürlüğünü kazanabilir. Yalnızca sınıf bilinçli ve örgütlü proletarya, halkı haklarını gaspetmek ve burjuvazinin elinde bir araçtan ibaret kılmak için aldatmaya yönelik olarak atılan adımları engelleyebilir.

Yoldaş işçiler! Öyleyse vakti gelen son kavga için iki kat enerjiyle hazırlanalım! Sosyal demokrat proletaryanın saflarını daha da sıklaştıralım! Proletaryanın sözü daha uzak meydanlarda yankılansın! İşçilerin talepleri için mücadele her zamankinden daha büyük bir cesaretle sürdürülsün. 1 Mayıs kutlaması davamıza binlerce yeni savaşçı kazansın ve bütün insanların kurtuluşu için, sermayenin boyunduruğu altında çalışan bütün herkesin özgürlüğü için yürütülen büyük mücadeledeki güçlerimizi daha da büyütsün!

Yaşasın sekiz saatlik işgünü!
Yaşasın uluslararası devrimci sosyal demokrasi!
Kahrolsun haydut ve soyguncu Çarlık otokrasisi!

Nisan 1904

Çeviri yayın tarihi: 26 Nis 2013

[marxists.com’daki İngilizcesinden Sendika.Org tarafından çevrilmiştir]
sendika.org/2024/04/1-mayis-v-

1 Mayıs’ın kökeni ve sık tekrarlanan yanlışlar
Ergün İşeri
Chicago’daki komplo ile işçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele günü olarak 1 Mayıs’ın kökeni ile en küçük bir bağlantısı bile yoktur. Bu durum ne 1 Mayıs’ın tarihteki yerini ne de Chicago’da katledilen işçiler ile işçi önderinin idam edilmesinin işçi sınıfı mücadelesindeki önemini azaltır
Not: 26 Nisan 2012 tarihinde yayımlanan bu yazıyı yeniden okurlarımızın dikkatine sunuyoruz.
1 Mayıs yaklaşıyor ve muhtemelen birçok yerde 1 Mayıs’ın tarihi hakkında yazılar yayınlanıyor veya yayınlanmakta. Bunların önemli bir kısmında bir hata uzun yıllardır sıklıkla tekrarlanıyor.
Kimse üzerine alınmasın, Yıldırım Koç, 2002 yılında yayınlanan makalesinde[1] bunu anlatıncaya kadar aynı hatayı yapmış bir kişi olarak bunları yazıyorum.
Bu hata 1886 yılında Chicago’daki “McCormick Harvesting Machine Company”e ait McCormick Reaper Works’deki (biçerdöver fabrikası) grev ile başlayan ve 4 işçi önderinin idam edilmesiyle sonuçlanan olaylar dizisi ile 1 Mayıs arasında doğrudan bağ kurulmasıdır.
1980’den başlayarak bildiri, makale, konuşma metni, duvar gazetesi, broşür vb. yayın aracıyla bu hatanın yayılmasında katkım olduğu için üzgünüm.
Böyle bir yazıyı hazırlamamın nedeni ise yine kendi yaptığım bir hatanın düzeltilmesine katkı verme çabasıdır. DİSK tarafından yayınlanan “sabahın sahibi var” başlıklı kitapta 1 Mayıs’ın tarihiyle ilgili kısım aynı hatayı tekrarlamaktaydı. “Chicago’daki gösterilere yarım milyon işçi katıldı. İşçiler sokağa çıkmaya 3 Mayıs’ta da devam ettiler. Aynı gün McCormick’e ait fabrikadan atılan işçiler ve grevde olan işçiler de miting yaptılar.”[2] İkinci baskının hazırlığı sırasında gerekli düzeltmenin yapılabilmesi için müdahale etme olanağı bulamamış olmam dolayısıyla kendimi suçlu hissediyorum. Bu hatanın kısmen DİSK’in 14. Genel Kurul Çalışma Raporu’nda giderilmiş olması tek teselli olarak kaldı.
Aslına bakılırsa hemen hemen tüm orijinal kaynaklara erişilebilir olduğumuz bir zamanda bile bu hatanın tekrarlanıyor olması, olayın artık bir tür mitolojik öyküye dönüşmüş olmasıyla izah edilebilir.
Oysa o dönemin tanıkları ve yön veren aktörlerinin yazılarının hiçbirinde bu iki olay arasında bir ilişki kurulmamış, hatta Chicago olayı anılmamıştır. Tipik bir örnek, Rosa Lüksemburg’un 1894 yılında yazdığı 1 Mayıs’ın kökeni nedir? başlıklı makalesidir.[3]
8 saatlik işgünü mücadelesi ve 1 Mayıs 1886 genel grevi
Kapitalizmin emek sömürüsünün en önemli unsurlarından biri, uzun çalışma saatleri olmuştur. Kapitalistlere her şeyi serbest bırakan ama emekçileri köleleştiren ünlü liberalizm, 7-8 yaşındaki çocuklar dahil işçileri günde 16 saati aşan sürelerde çalıştırmıştır.
1810’lu yıllardan beri işçiler ve önderleri çalışma sürelerinin kısaltılması talebiyle çalışmalar yürütmüştür. Günümüzdeki anlamıyla 8 saatlik işgünü kavramı ilk kez Robert Owen tarafından 1817 yılında İngiltere’de dile getirilmiştir.
Ütopik sosyalistlerden Owen’in, 8 saat çalışma, 8 saat eğlence ve 8 saat dinlenme olarak oluşturduğu formül, hızla yaygınlaşan bir slogana dönüşmüştür.
8 saatlik işgünü mücadelesi 1880’li yılların ortalarında birçok ülkede olduğu gibi Kuzey Amerika’da giderek yoğunlaşmıştır. İki ayrı örgüt, Birleşik Devletler ve Kanada Örgütlü Meslekler ve Emek Birliği Federasyonu (FOTLU) ile Emek Şövalyeleri (KofL) 8 saatlik işgünü için belirli aralıklarla yaygın işçi gösterileri, genel grevler düzenlemişlerdir.
Uluslararası İşçi Derneği (International Workingmen’s Association, IWA) diğer adıyla 1. Enternasyonal’in 1866 yılında Cenevre’de yapılan kongresinde, Amerikalı işçilerin bu mücadelesine atıfta bulunularak, 8 saatlik işgünü tüm dünya işçilerinin ortak bir talebi olarak kabul edilmiş ve savunulmaya başlanmıştır.
Verilen zorlu mücadeleler sonucunda 8 saatlik işgününe ilk ulaşan ülke bugünkü adıyla Amerika Birleşik Devletleri olmuş ve 1868 yılında bir yasa çıkarılmıştır. Ancak bu yasa tam anlamıyla uygulanmamış ve bu nedenle de bütün işçi örgütlerinin temel hedeflerinden biri olarak kalmayı sürdürmüştür.
FOTLU tarafından gündeme getirilen 1 Mayıs 1886’da genel grev yapılması çağrısı yeni bir dönemin başlangıcı niteliği kazanmıştır. Bu bir anlamda geleceğin 1 Mayıslarının müjdecisi olmakla birlikte ABD özelinde sendikal örgütlenmenin biçimlenmesini de belirlemiştir.
FOTLU, 1 Mayıs 1886 yılında sekiz saatlik işgünü için ülke genelinde grev ilan etmiş ve bu eylem için dönemin en büyük işçi örgütlenmesi olan (700.000 üyesi olduğu belirtilmektedir) Emek Şövalyeleri’ne öneri götürmüştür.
Emek Şövalyeleri bu çağrıya yanıt vermemiş ancak üyelerinden ve bölge örgütlerinden gelen sekiz saatlik işgünü için genel greve katılım konusundaki yazı ve öneriler üzerine örgütün genel merkezi bir durum değerlendirmesi yapmıştır. Emek Şövalyeleri’nin başkanı, kendi deyimleriyle Büyük Usta İşçi (Grand Master Workman) T. V. Powderly, daha sonra yazdığı anılarında, bu yöndeki talepleri bir tehlike olarak değerlendirdiğini yazmıştır. Bu yaklaşımla 13 Mart 1886 tarihinde gizli bir genelge yayınlayarak, genel greve katılmamaları için örgütünün alt birimlerine göndermiştir.[4]
Bu genelgede, Emek Şövalyeleri’in Genel Kurulu’nda (Assamble) sekiz saatlik işgünü konusunda bir kararının olmadığı belirtilmiştir. Powderly FOTLU’ya resmi bir yanıt vermezken, gazetelere yaptığı bir açıklamada Emek Şövalyeleri’nin sekiz saatlik işgünü diye bir gündemleri olmadığını belirtmiştir.[5]
Oysa Emek Şövalyeleri’nin kurulduğu 1869 yılından itibaren, çalışma sürelerinin kısaltılması ve özellikle Uluslararası İşçi Derneği Kongresi’nde (1. Enternasyonal) de kabul edilen 8 saatlik işgününü desteklediği bilinmektedir. Bu durum Emek Şövalyeleri’nin üyeleri arasında şaşkınlık yaratmıştır.
FOTLU, resmi olarak Emek Şövalyeleri’nden bir destek alamamış olmasına rağmen, 1 Mayıs 1886 genel grevinin hayata geçirilmesi için yoğun bir çalışma yürütmüş, liderliği karşı çıksa da Emek Şövalyeleri üyeleri yaygın olarak bu greve destek vermiştir. Bütün büyük kentlerde yüzbinlerce işçinin katılımıyla grevler, yürüyüşler, mitingler düzenlenmiştir.
ABD’nin tüm sanayi kentlerini saran grev ve gösterilerde her hangi bir çatışma veya günümüzün yaygın medya söylemiyle “olay” yaşanmamıştır.
Powderly anılarında, 1886 yılının sonunda yapılan olağan genel kurulda, “1 Mayıs’ta greve karşıydım, çünkü biliyordum ki hiçbir işçi veya çalışan bunun için hazır değildi.” Powderly, işgününün süresinin 10 saatin altına inmesinin, iş ortamı için uygun olmadığı görüşünü savunmuştur.
Powderly daha sonra göçmen işçilerle ilgili bir devlet dairesinde görevli olarak yaşamının kalan yıllarını geçirmiştir.
Küçük bir federasyon olan FOTLU 1886 yılı sonunda adını değiştirmiş, Amerikalı Emek Federasyonu’na (American Federation of Labor AFL) dönüşmüş, Emek Şövalyeleri’nin üyelerinin önemli bir kısmının da katılımıyla kısa sürede en büyük işçi örgütü haline gelmiştir.
AFL’nin 1888 yılında St Lois kentinde yapılan kongresinde, 8 saatlik işgünü için mücadeleye devam edilmesi ve 1890 yılının 1 Mayıs’ında genel grev yapılması kararlaştırılmıştır.
Uluslararası işçi sınıfı eylemi olarak 1 Mayıs
AFL başkanı Samuel L. Gompers, federasyonun 1 Mayıs 1890 kararını yaygınlaştırmak amacıyla 14 Temmuz 1889 tarihinde ilk toplantısını yapacak Sosyalist Enternasyonel’e bir mesaj göndermeye karar vermiştir. Bu kararını Hugh McGregor ile tartışmış ve sonuçta yazdığı mektubu McGregor ile Paris’e göndermiştir. AFL, genel grevin nasıl yapılacağını da ayrıntılı biçimde planlamış ve bunu da iletmiştir.
20 ülkeden sendika ve siyasi parti temsilcilerinin katılımıyla yapılan Sosyalist Enternasyonal (2. Enternasyonal)’in kuruluş kongresinde AFL’nin önerisi, Amerikan Sosyalist İşçi Partisi temsilcisi J. F. Busche ve Lavinge tarafından sunulmuştur.
Yapılan oylama sonucunda, AFL’nin 1888 kararına atıfta bulunarak tüm ülkelerde ve şehirde 8 saatlik işgünü için 1 Mayıs 1890 tarihinde grev ve gösteriler yapılması kararı alınmıştır. Karar metninin tamamı şu şekildedir:
Tüm ülkelerde ve kentlerde aynı zamanda, üzerinde anlaşma sağlanan aynı günde işgününü sekiz saate yasal olarak indirmek için işçilerin kamu yetkililerinin karşısında güçlerini göstermeleri ve Paris Uluslararası Kongresi’nin diğer kararlarının uygulanması için belirli bir tarihte büyük bir uluslararası gösteri örgütlenecektir.
Amerikan Emek Federasyonu’nun 1888 Aralık’ında St.Louis’de düzenlenen kongresinde 1 Mayıs 1890 tarihinde benzer bir gösterinin düzenlenmesine daha önceden karar verilmiş olduğu göz önüne alınarak, uluslararası gösteriler için de bu tarih kabul edilecektir.
Değişik ülkelerin işçileri kendi ülkelerinin özel durumlarının ortaya çıkardığı koşullara göre bu gösteriyi gerçekleştireceklerdir.[7]
1890 yılında Avrupa’da yaygın işçi mitingleri düzenlenirken ve Amerika Birleşik Devletleri’nde AFL başkanının önerisiyle Marangozlar Sendikası tarafından ilan edilen ve diğer sendikalarca desteklenen karar doğrultusunda genel grev yapılmıştır.
İkinci Enternasyonal’in 1891 yılında Brüksel’de yapılan kongresinde, 8 saatlik işgünüyle birlikte çalışma koşullarının düzeltilmesi ve uluslararasında barışın sağlanması da 1 Mayıs talepleri olarak sıralanmıştır.
1 Mayıs artık uluslararası düzeyde bir işçi günü haline gelmiş, her yıl genişleyerek dünyanın her köşesinde çeşitli eylem ve etkinliklerle gündeme gelen bir mücadele alanı olmuştur.
Chicago komplosu ve önemi
ABD işçi hareketi tarihinde Haymarket kıyımı vb. gibi isimlerle anılan olaylar ise bütün bu gelişmelerden bağımsız bir süreç yaşamıştır.
McChormick fabrikasındaki grev Şubat ayından beri devam etmektedir. 3 Mayıs’ta grevdeki işçilere karşı grev kırıcılar ve polis tarafından saldırı düzenlenmiş, bu saldırı sırasında kimi kaynaklara göre 4 kimi kaynaklara göre ise 6 işçi yaşamını yitirmiştir.
Chicago o dönem, anarşist, sosyalist her renkten sol akımların yaygın olarak örgütlü olduğu bir kenttir. Bu olayın protesto edilmesi için 4 Mayıs’ta Haymarket Meydanı’nda miting düzenlenmesi kararı alınmıştır. Gazete ilanları verilmiş, bildiriler yayınlanmıştır.
Bastırılan bir bildirilerdeki “silahlan” ifadesinin çarpıtmaya açık olduğu fark edilmiş ve dağıtılmadan imha edilmiştir. Sonradan bazı bildirilerin daha önceden dağıtıma çıktığı veya polisin eline geçtiği öğrenilmiştir.
İşçi önderleri her türlü provokasyon girişimine karşı tüm önlemleri almaya çalışmışlar, yapılan konuşmalarda da temkinli bir dil kullanmışlardır. Fakat olayı baştan itibaren kurgulayanlar için bütün bu girişimler boşuna bir çaba niteliği taşımıştır.
Akşam yapılan mitingin bitiminden sonra işçiler dağılırken, polislerin bulunduğu yere bir bomba atılmıştır. Bir polis şefi yaşamını yitirmiştir. Ardından işverenlerin kiralık katilleri ve polislerin saldırısı üzerine çatışma çıkmıştır. Bu çatışmada 7 polis ve 4 işçi ölmüştür.
Olayın hemen ardından büyük bir karalama kampanyası ve tutuklamalar başlatılmıştır. Yargılanan işçi önderlerinin çoğunluğunun anarşist olmalarına ve simge olarak siyah bayrak kullanmalarına rağmen yapılan tüm çizimlerde işçiler şeytan görünümlü ve ellerinde kızıl bayrak tutarak resmedilmiştir.
Tüm mahkeme sürecinde sağlam bir duruş sergileyen Albert Parsons, August Spies, Adolph Fischer ve George Engel ne yazık ki idam edilmiştir. Louis Lingg ise idamların infazından önce hücresinde intihar etmiştir.
Chicago olayının önemi, burjuvazinin işçi sınıfının ve solun mücadelesini kırmak, sindirmek ve hatta yok etmek için düzenin tüm araçlarını çok organize biçimde kullandığı bir örnek olmasındandır.
İzleyen yıllarda hemen her ülkede kullanılacak olan tüm yol ve yöntemler tek bir olayda birbiri ardına uygulanmıştır:
Grevi kırmak için profesyonel grev kırıcıların kullanılmış, işçi direnişi silahlı saldırı ile kırılmaya çalışılmış ve işçiler katledilmiş, tepki gösteren işçilerin mitingi sabote edilmiş, olayla ilgisi olmayan işçi önderlerinin göstermelik bir mahkeme ile idam edilmesi sağlanmış, tüm bu süreçte basın yoluyla işçi örgütlerine ve sosyalistlere karşı yoğun bir karalama kampanyası sürdürülmüştür.
Günümüzde 1 Mayıs’ın anlamı
Görüldüğü gibi işçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele günü 1 Mayıs tümüyle 8 saatlik işgünü için verilen mücadelenin ilk kez uluslararası büyük bir eylem biçimine dönüştürülmesinin üzerinde yükselmektedir.
1890’lı yıllardan sonra önemli mücadelelerle 8 saatlik işgünü hakkının kazanılmasında bir hayli ilerleme kaydedilmiştir. Kimi ülkelerde 1970’lerin sonlarına doğru ve 1980’lerin ilk yıllarında 35 saatlik iş haftası için yoğun bir mücadele verilerek, kısmi başarılar da sağlanmıştır.
1980’ler, yeni liberalizm akımının sahneye çıktığı ve özellikle de 1989 sonrasında hızla yaygınlık kazandığı bir dönemin de başlangıcı olmuştur. Ardından gelen küreselleşme söylemiyle birlikte işçi sınıfının kazanımlarına karşı yoğun bir saldırı başlamıştır.
Esneklik kavramıyla çalışma süreleri, çalışma biçimleri büyük ölçüde yeniden kapitalizmin ilk dönemlerinde olduğu gibi kapitalistlerin keyfiyetine bırakılmıştır.
Bugün işçi sınıfı yeniden, 10 saati bulan ve birçok yerde de aşan işgünü ile karşı karşıya kalmıştır. 1 Mayıs, dün olduğu gibi günümüzde de aynı hedefle önemini daha da artırmış durumdadır.
Ülkemizde yaşanan diğer sorunlar karşısında 8 saatlik işgünü, demokrasi, özgürlük, adalet ve barış talepleri işçi sınıfının öncelikleri olarak belirginleşmektedir.
Bu önceliklerin yaşama geçirilmesi, tüm işçi sınıfının ve tüm emekçi halk kesimlerinin örgütlü ve ortak mücadelesiyle mümkün olacaktır.
Sonuç
Ana hatlarıyla anlatmaya çalıştığımız her biri kitaplar dolusu bir hikayeyi içinde barındıran iki olay birbiriyle tümüyle bağımsızdır.
1 Mayıs AFL’nin 1886 genel grev başarısından yola çıkarak, 1890 yılında 8 saatlik işgünü için yeni bir genel grev yapılması kararı almasıyla başlayan, bu kararın yaygınlaşması amacıyla 1889 yılında toplanan 2. Enternasyonalin gündemine alınmasıyla devam eden ve Paris’teki kongrede kabul edilmesiyle olgunlaşan, 1890 yılında birçok ülkede gerçekleştirilen eylemlerle biçimlenen bir sürecin sonucudur.
Özünde 8 saatlik işgünü talebi vardır.
Ulusal bir eylem, uluslararası bir sınıf mücadelesine dönüşmüştür.
Dolayısıyla Chicago’daki komplo ile işçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele günü olarak 1 Mayıs’ın kökeni ile en küçük bir bağlantısı bile yoktur.
Bu durum ne 1 Mayıs’ın tarihteki yerini ne de Chicago’da katledilen işçiler ile işçi önderinin idam edilmesinin işçi sınıfı mücadelesindeki önemini azaltır.
Her ikisi de farklı bir biçimde işçi sınıfı mücadelesinin önemli kilometre taşlarıdır.
Notlar:
[1] Yıldırım KOÇ, 1 Mayıs’ın kaynağına ilişkin yanlışlar;
yildirimkoc.com.tr/usrfile/133
[2] Sabahın sahibi var, DİSK Yayınları no: 58, Mayıs 2011, Sf. 1
[3] sendika.org/2013/04/1-mayisin-
[4] T. V. Powderly, Thirty Years of Labor (1890)
[5] Samuel L. Gompers, Eight Hours, Seventy Years of Labor (1925)
[6] Proceedings of the Amerikan Federation of Labor, 1906
[7] Alexander Trachtenberg. May Day Archive, The History of May Day, marxists.org/subject/mayday/ar
Not: Metnin Türkçesinde Yıldırım Koç’un makalesindeki çevirisi tercih edilmiştir.
sendika.org/2024/04/1-mayisin-

Yıl 1909, Osmanlı’da 1 Mayıs: Ameleyi efkar-ı hürriyet efkar-ı sosyalizm sardı

Tuba Güneş

“Türkiye’de tek bir ihtimal vardır: Büyük Devrim; Ermenileri, Türkleri, Kürtleri, Süryanileri, Yezidileri, Dürzîleri, Rumları, Yahudileri, Arapları, Arnavutları ve Makedonları köle eden bu rejim, bütün bu halkların birleşik gücüyle devrilmelidir”

Not: 30 Nis 2016 tarihinde yayımlanan bu yazıyı yeniden okurlarımızın dikkatine sunuyoruz.

Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu, Üsküp 1 Mayıs’ını Enternasyonal’e rapor ediyordu ki sosyalist örgütlerin çağrısıyla o gün 120 Bulgar ve Sırp ile 10 Türk işçi, İşçi Bayramı için bir araya gelmişti. Selanik’te ise Yahudisi, Türkü, Makedonu, Bulgarı pek çok milletten işçi bir miting gerçekleştirmişti. Bando eşliğinde, kızıl bayraklarla Osmanlı’da bir yürüyüş yapılmıştı. Rıhtım’dan başlanan yürüyüşte, kırmızı mürekkeple basılan 1 Mayıs Gazetesi dağıtılmıştı. Osmanlı için o gün bir sürpriz miydi?

Üstelik “İşte mayısın birinde, mücadele meydanında toplanan işçinin bütün talepleri bundan ibarettir” diye şunları sayıyorlardı:

Tam siyasal özgürlük
Savaşların sona erdirilmesi
Genel hukuk kurallarına uygun olarak, gizli oy ile doğrudan seçim
Millet egemenliği
Günde sekiz saat çalışma usulünün kabulü
Hukukun ve nitelikli işlerin korunması ve yeni kanunlarla garanti altına alınması
Selanik ve Üsküp 1909… Osmanlı İmparatorluğunun bilinen ilk kitlesel 1 Mayısları tarihe böyle geçti. O günü ve mekanı anlamak, sınıftan korkmaya başlayan rejimi, sınıfın 1 Mayıs kutlama cesaretini, öncesinde ve sonrasındaki işçi ayaklanmaları ve grevlerini görmekle mümkün. Ve elbette ki tüm bu olan biten, hatta ardının gelmesi sürpriz olamazdı.

1908 yılında Meşrutiyet’in ilan edilmesinin ardından geçen 10 yıl içinde Osmanlı’ya matbaanın gelişinden beri (yaklaşık 200 yıl) basılan kitap sayısından çok kitap basılmış, yalnızca oluşmakta olan burjuvazinin değil, işçi sınıfının da aydınlanmasını mümkün kılan şartlar ortaya çıkmaya başlamıştı. Ve elbette ki döneme dünya çapında damga vuran sosyalizm düşü Osmanlı’da yeni yeni işçileşen halkı es geçmemişti.

“Zahmetkeşin fabrika, toprak”
1878-83 arasındaki beş yıl içinde Selanik’te açılan içki, sabun, tuğla, çivi, demir fabrikaları ve pek çok atölye ile Selanik’te hem bir işçi kitlesi oluşuyordu hem de sınıf kini. 1904-1906 yıllarında Selanik, Üsküp, İstanbul, Kavala, Manastır, Edirne, Vodenli’de binlerce işçi grevlere çıkmıştı. Grevlerde 2. Abdülhamid yönetimine, ağır koşullara ve kıtlığa tepki gösteriliyordu. Çoğunlukla Hıristiyan ya da Yahudilerin ellerinde olan özel işletmelerde de kamu işletmelerinde de grev yayılıyordu. 1908 yılındaysa tütün fabrikalarında çalışan işçiler sendika kurmuştu. Aynı yıl yayımlanan Taşnak bildirisi ile sınıfın kimliğinin iyice belirginleştiği görülüyordu: “Biz işçileriz, biz ülkemizin lanetlileriyiz, alevleri yükseltenleriz, ülkemizdeki yenilikçileriz biz.”

“Enternasyonalle insanlık can bulur”
1909 1 Mayıslarında çeşitli milletlerden işçilerin bir araya gelmesine de şaşmamak lazım. Hemen öncesinde, Makedon, Bulgar ve Ermeniler arasında sosyalist örgütlenmeler çoğalıyordu. Bulgar Sosyal Demokrat İşçi Partisi karma sendika örgütlemeye başlamıştı. Örgütler ulusların isimleri ile anılıyordu ancak enternasyonal fikirli yapılardı. Ermenilerin kurduğu Yerkri Tzayn dergisi “Türkiye Ermenileri kendi kurtuluş davalarını, aynı boyunduruk altında yaşayan başkalarının kurtuluş davalarından ayırmamalıdırlar. Türkiye’de tek bir ihtimal vardır: Büyük Devrim; Ermenileri, Türkleri, Kürtleri, Süryanileri, Yezidileri, Dürzîleri, Rumları, Yahudileri, Arapları, Arnavutları ve Makedonları köle eden bu rejim, bütün bu halkların birleşik gücüyle devrilmelidir” diyordu.

“Yıkalım bu köhne cihanı/Kuralım bir yeni âlem”
Ve 1909 yılına gelindiğinde sonraları Sosyalist İşçi Fırkası’nı da kuracak olan İştirakçi Hilmi’nin dergisi İştirak çıkmaya başlamıştı. “Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar” sloganı ile çıkmaya başlayan derginin 1 Mayıs’ı karşılayan sayısında tarih yazanların liderler değil halk olduğuna dikkat çeken makalenin peşinden 1 Mayıs çağrısı geliyordu: “Yarın Batılılarda (Frenklerde) mayısın biridir. Bilimsel sosyalizmin sosyal demokrat prensiplerinin seslerinin keyifle çınladığı her memlekette çaba gösteren evladı ve gayretin kulaklarında ‘Ey bütün ülkelerin emekçileri anlaşın ve birleşin!’ sesleri yankılanır. Her tarafta bütün sanayi işçileri, bütün sosyal demokrat partiler, işsizler gibi meydanı uyanışın ilk adımı olup, milyonlardan oluşan orduları üzerinde kızıl bayrakların sayısız kolları ortaya çıkar. O bayraklarda ‘Yaşasın bir mayıs enternasyonal sosyal demokrat’ cümlesi nakşedilmiştir.”

1 Mayıs, sonrasını da tetikledi, güçlendirdi. Daha iki ay geçmeden Selanik İşçiler Derneği kentte 6 bin işçinin katıldığı yürüyüş gerçekleştirildi. Çok geçmeden de Adapazarı ve Bilecik işçileri greve başladı. Hemen ardından Bursa’daki ipek işçisi 3 bin kadının büyük grevi… İşçilerin direnişine kulak tıkamak ne mümkündü. İpek işçisi kadınlar gazetelere mektup yollayıp herkese ulaşıyordu: “Emek ve çalışma denen cihan yasası bizi ödüllendirmeye değer görmüyor. Daima eziyet, daima felaket. Daima sıkıntı ve sefalet. İşte günlük durumumuz, dileğimiz. Duyarlı insanlar, var olan toplumun bolluk ve mutluluğunu yöneten düşünürler topluluğu, işçi kızların genel çığlıkları karşısında niçin bu derecede dilsiz kalıyorlar?”

“Arzın sefil ve mahkûm insanı/Arza hâkim olur o dem”
Ve sesini yükselten işçi sınıfı ile 1909 1 Mayıs’ını, 1910’daki Selanik, Veles ve birçok Rumeli kentindeki, 1911’de Üsküp, Selanik, İstanbul, Kumanova, Veles, Edirne’deki, 1912’de Selanik ve İstanbul’daki 1 Mayıs kutlamaları takip etti. İşçilerin uyanışının korkuttuğu Osmanlı İmparatorluğu’nun Tatil-i Eşgal Kanunu yasakları nedeniyle 1913 ve 1914’te kutlama yapılmadı ancak bildiriler dağıtıldı. 1921’de İştirakçilerin önderliğinde yeniden kitlesel kutlamalar yapılmaya başlandı. İşte bu miting İstanbul’daki Abide-i Hürriyet’in 1 Mayıs Meydanı olmasını sağlamakla kalmadı. 1920-22 yıllarındaki 1 Mayıs’lara güç verdi. Onlara da emperyalizm karşıtı tepkiler damga vurdu. İşçi sınıfı öyle bir korku yaratmıştı ki takip eden Cumhuriyet yıllarında, 1925’ten 1976’ya kadar 1 Mayıs’ın İşçi Bayramı olarak kutlanmaması için pek çok taktik denendi.

Not: Ara başlıklar Osmanlıca Enternasyonal Marşı’ndandır.

* Başlığın günümüz Türkçesindeki karşılığı: İşçiyi özgürlük düşünceleri, sosyalizm düşünceleri sardı.

Kaynak:

İştirak, 18 Nisan 1236, Sayı 10
Osmanlu İmparatorluğu’nda Sosyalizm ve Milliyetçilik-Erik Jan Zürcher -İletişim Yayınları

sendika.org/2024/04/yil-1909-o

İnsanlar üzgün olduklarında genellikle hiçbir şey yapmazlar. Sadece içinde bulundukları duruma ağlarlar. Ama öfkelendiklerinde, bir değişim yaratırlar.
-- Malcolm X

Astare şa boosted

"European Union faces test of credibility over police raid on Kurdish broadcaster [in Belgium (and France)]

A political institution that boasts in such a way about the defence of human rights, freedom of opinion, freedom of the press and thus also the defence of minority rights cannot remain silent about the police action against the Kurdish broadcaster Roj-TV if it does not want to lose its credibility."
medyanews.net/european-union-f

Weeeell sure, but see, there's a difference between what the EU has in its laws and regulations, even the Treaty of Lisbon, etc (supposed "constitution" equivalent of the EU) compared to what the EU actually does in practice.
Especially if there are potential aspects of racism and similar, because then all supposed immutable principles are just plain disregarded. It has been like that since the EU's predecessors merged from being just the "European Coal and Steel Community" → "European Economic Community" → "European Community" → "European Union".
The union's true foundation is Capital first, People maybe (unless scary foreigners, because then they're not human).
That is what is being used here as then thin tip of "meh, it's just some foreigners, so we don't care" of the crowbar that the far-right WILL use to wreck YOUR human rights throughout all of EU and beyond.

Show thread
Astare şa boosted
Astare şa boosted

The European Federation of Journalists now also condemns anfenglish.com/freedom-of-the- the attack against news journalism in Belgium through the raid of TV-channels Stêrk TV and Medya Haber on grounds of France having on suspected order from Erdoğan had its "anti-terrorist prosecutor" order Belgium to violate the freedom of the press allegedly related to the funding of the democratic confederalism political party PKK, which specifically was ruled years ago by Belgium's Supreme Court to NOT be a terrorist organization because its defense guerrillas HPG/YJA-Star follow the Geneva Conventions and therefore is a legal party to conflict (which is exactly how the relevant laws and customs of war are supposed to work, since about the year 1870).

Show thread
Astare şa boosted

Links to some of the recent news events described in my previous toot on terror-State Turkey's war against democracy and press in western Europe through NATO, once again:

medyanews.net/turkish-state-st
anfenglish.com/freedom-of-the-
anfenglish.com/freedom-of-the-
anfenglish.com/freedom-of-the-
anfenglish.com/freedom-of-the-
anfenglish.com/news/police-tak
anfenglish.com/freedom-of-the-
anfenglish.com/freedom-of-the-
anfenglish.com/freedom-of-the-
anfenglish.com/freedom-of-the-
anfenglish.com/freedom-of-the-
anfenglish.com/freedom-of-the-
anfenglish.com/news/knk-turkey
anfenglish.com/freedom-of-the-
anfenglish.com/freedom-of-the-
anfenglish.com/freedom-of-the-
anfenglish.com/news/mesopotami
anfenglish.com/freedom-of-the-
anfenglish.com/freedom-of-the-
anfenglish.com/news/attacks-on
anfenglish.com/women/women-def
anfenglish.com/news/activists-
anfenglish.com/news/lawyer-les
anfenglish.com/news/european-l
anfenglish.com/freedom-of-the-
anfenglish.com/freedom-of-the-

Show thread
Astare şa boosted

Apparently decision on whom to be picked to replace conflict escalator Stoltenberg as chief of NATO nears, because two recent rimes such a chief was picked Turkey used its NATO-vote to extort the war bloc into further attacking democracy, especially in form of freedom of press in EU+NATO member States in exchange for lifting its block against candidate favored by all others, incl shutting news TV-stations and other press in EU+NATO member States because Turkey disliked them for favoring freedom struggles, feminism, democracy and resistance against occupation and genocide, etc, so as always applied label of "terrorism" against that journalism through the incorrect terror-label against democratic confederalism party PKK.

Now, France on apparent order from ally of "former" al-Qaeda dictatorship Turkey raided press and apparently ordered Belgium to same, targeting Stêrk TV and Media Haber favoring democracy, ecology, feminism and peaceful coexistence in diversity, so is considered by Turkey+lackeys too similar to PKK.
Belgium years ago became only EU-state where Supreme Court ruled according to actual law, that since PKK follows Geneva Conventions it can't be "terrorist organization" but legal conflict party, no matter baseless label EU imposes for terror-State Turkey.

News links in next toot:

Brezilya’da 2.000 Yıllık Hayvan ve Gök Cismi Tasvirleri Keşfedildi

Brezilya’daki arkeologlar, ayak izlerini, gök cismi benzeri figürleri ve domuz gibi hayvanları tasvir eden çok sayıda kaya oyması keşfetti.
arkeofili.com/breziyada-2-000-

Antakya’da Bulunan Dünyanın En Büyük Tek Parça Mozaiği

2009’da başlayan “The Museum Hotel Antakya” inşası sırasında bulunan bu mozaik, bilinen en büyük tek parça taban mozaiği olma özelliği taşıyor.
arkeofili.com/antakyada-buluna

Ünlü fizikçi: 'Evren 27 milyar yaşında ve karanlık madde yok'

Tanınmış fizikçilerden Rajendra Gupta, evrenin 26,7 milyar yaşında olduğunu savunduğu yeni bir çalışma daha yayınladı.
cumhuriyet.com.tr/bilim-teknol

Amerikan üniversiteleri ayakta: 1968 ruhu nasıl Gazze’nin sesi oldu?

Amerika bir haftadır Gazze için ayakta. Columbia’da başlayan Filistin gösterileri, Teksas’tan Ohio’ya, Georgia’dan California’ya bütün Amerikan üniversite kampüslerine yayıldı. Gösterilerin fitilini Columbia’nın ilk Arap rektörü Minuşe Şefik’in 56 yıllık bir geleneği bozarak kampüse polis sokup, 113 öğrenciyi sadece Filistin için çadır kurdukları için toplu bir şekilde gözaltına kurdurması ateşledi. NYU göstericileri engellemek için Batı Şeria duvarını andıran bir duvar inşa etti, Teksas’ta atlı polisler kampüse girdi, Princeton’da lisansüstü öğrenciler okul kampüsünden atıldı, Georgia’da öğrencilerinin tutuklanmasına tepki gösteren hocalar yerlerde sürüklenerek gözaltına alındı. Trumpçı-Cumhuriyetçi kanaat önderleri bile polis şiddetini kınamaya başladı. Amerika’da bir şeyler değişiyor. 1968’de olduğu gibi.
serbestiyet.com/gunun-yazilari

Hatay’da Bulunan Daphne ve Apollon MozaiğiY

1931-1939 yılları arasında Hatay’daki Daphne Antik Kenti’nde bulunan Daphne ve Apollon Mozaiği, MS 3. yüzyılın sonlarına tarihleniyor.
arkeofili.com/hatayda-bulunan-

Hatay’da Bulunan Komedya Ruhu Mozaiği

1931-1939 yılları arasında Hatay’daki Daphne Antik Kenti’nde bulunan Komedya Ruhu Mozaiği, MS 3. yüzyıla tarihleniyor .
arkeofili.com/hatayda-bulunan-

Hatay’da Bulunan Akhilleus ve Briseis Mozaiği

Antioch (Antakya) Antik Kenti’nde bulunan Akhilleus ve Briseis Mozaiği, yaklaşık MS 100-300 yıllarına tarihleniyor.
arkeofili.com/hatayda-bulunan-

Özgürlüktür önemli olan. Halk, özgürlüğü için başkaldırmaz, direnmez. Bir lokma ekmeğe, bir kaşık çorbaya değişir özgürlüğünü.

Anthony Burgess

Hatay’da Bulunan ve Louvre’da Sergilenen Mevsimler Mozaiği

1935 yılında Daphne Antik Kenti’ndeki Konstantin Villasında bulunan Mevsimler Mozaiği, MS 325 civarına tarihleniyor.

arkeofili.com/hatayda-bulunan-

Show more
Qoto Mastodon

QOTO: Question Others to Teach Ourselves
An inclusive, Academic Freedom, instance
All cultures welcome.
Hate speech and harassment strictly forbidden.