Show newer

Ernst Thälmann, Nazilerin yükselişi ve iktidarı sırasında Almanya Komünist Partisi'nin (KPD) başındaydı. 1925'ten 1933'te Gestapo tarafından tutuklanana dek sürdürmüştü görevini. Ancak o, asıl sıkıntının Sosyal Demokrat Parti'de (SPD) olduğunu düşünüyordu. Çünkü KPD, o yıllarda Stalinist bir çizgideydi ve "Sosyal faşizm" tezini savunuyordu. 1944'te Buchenwald toplama kampında kurşuna dizildi. Umulur ki ibret alınsın.

NFC teknolojisine hayranım. Keşke avucumun içinde falan da olsa da otobüse akbil yerine elimi gösterip binebilsem.

Şimdiki telefonumda (Huawei P Smart 2021 veya kısaca PPA-LX2) maalesef NFC özelliği yok. Pazaryerinden bu özelliğe sahip telefonlara baktığımda bununla karşılaştım. Zaten telefonlara taksit yapılmıyor artık. Türkiye'de kimler bu telefonları peşin olarak alabilir?

Big Mac, dünyanın her yerinde aşağı yukarı aynıdır. Bu nedenle farklı para birimlerin satın alma gücünü karşılaştıran bir verinin temeli olmuştur. Herkesin bildiği üzere Big Mac Endeksi bu.

IKEA iftar menüsü, bu sene 99 lira. Geçen senekiyle aynı ürünleri içermesine rağmen neredeyse iki katı fiyata satılıyor. Biz de bir ay yılındaki (354 gün) enflasyonu ölçmek için bu menüyü kullanabiliriz.

Show thread

Hangi platformda paylaşıldığını bilmediğim bu video, geçen günlerde olay olmuştu. Şimdi biraz bunun üzerine yazayım.

Rusya'da işleyiş nasıl bilemiyorum ama kadının Türkiye hakkındaki tespitlerine katılıyorum. Bu işin iki boyutu var: Biri araya acele iş sokmaya çalışanlar, diğeri verilen sürede işi tamamlayamayanlar. Neresinden tutsan elinde kalıyor.

Bazı şeyler bekleyebilirse bile bazılarının hemen yapılması gerekir. Ben de işin ertesi güne kalmasından hiç haz etmem. Eksik, yarım ve/veya taksitli iş yapmak istemem. Olabildiğince hızlı olmaya çalışırım ki ertesi gün karşıma çıkmasın ve onu unutabileyim.

Ancak bu dünyada çalışılmayacak birkaç milletten biridir Türkler. Bu ülkede herkesin mi eli ayağına dolanır? Rutin işlerde bile panik oluyorsa bir insan o işi neden yapar? Kendi sağlığına yazık değil midir?

Kendi payına düşen kısmı iyice hallettiğinden emin olmasına rağmen beceriksiz insanlarla çalıştığı için işlerin aksamasıyla uğraşabiliyor bir de insan.

Ayrıcalık, sorumlulukla birlikte gelir. Fakat Türkiye hiçbir şeyden sorumlu olmayıp büyük imtiyaz isteyenlerle dolu. Baştan ayağa bu böyle.

İş başvurusunda aranan nitelikler mükemmele yakın olsa da işe başlayınca görüyorsunuz ki herkes vasatın altında iş çıkarıyor. "Kervan yolda düzülür." kafasıyla hareket ediliyor. Bir kısım da kaytarmanın derdinde. En çok onlar konuşur. Sorsan en çok da çalışanlar da onlardır.

Son olarak kadın ortalamanın üstünde bir güzelliğe sahip. Anlatımı da samimi ama hafif bir iticilik var. Sosyal medyada yapılan yorumlar bizim neden düze çıkmayacağımızı haber veriyor. Çoğunluk kadına "Rusya'ya dön o zaman!" diye tepki vermiş.

Sünger Bob Kareşort, çocukluğumuzun güzide çizgi filmlerinden. Ana karakterlere bakacak olursak aynı sokakta yaşayan hayat dolu bir sünger, zeka yönünden kıt ve aylak bir yıldız ile huysuz bir ahtapottan söz edebiliriz. Peki o yaşlarda koyduğumuz bu hükümler ne kadar doğru? Sünger Bob'un mesai arkadaşı Squidward, huysuz olmakta haklı mı? Kendisinin klarnet çaldığını ve büyük bir sanatçı olmak istediğini biliyoruz. Ancak gününün büyük kısmını Yengeç Restoran'da çalışarak geçiriyor. O koca evde bedava oturulmuyor tabii. Gün boyu Sünger Bob ve Patrick'in çıkardığı sorunlarla uğraşıyor. Paragöz bir patronu olması da yaşam kalitesini bayağı bir aşağı çekiyor.

Squidward, muhtemelen Edward ismiyle İngilizce mürekkep balığı anlamına gelen squid sözcüğünün birleşiminden oluşuyor. Ancak yaşantısı kesinlikle bizden izler taşıyor. Az biraz para kazanmak için haftanın altı günü çalışan biz değil miyiz? Üstelik trafikte geçen süreyi de hesaba kattığımızda günün çoğu işe harcanıyor. Maaşımızın çoğu da işyerinden anca iki veya üç vesaitle ulaşılabilen evin kirasına gidiyor.

Kölelik, antik dönemde sanıldığı kadar katı değildi. Bedensel işler kölelere yaptırılsa da özgürlük ile kölelik arasında geçiş mümkündü. Köleliğin en rijit formları Amerika Birleşik Devletleri'nde görülmüştür. Buradaki köleler Afrika'dan taşınarak geliyordu ve alınıp satılabilen mal statüsündeydi. Türkiye'deki çalışma düzeninin 18'inci yüzyıldaki kölelik uygulamalarından çok bir farkı olduğu söylenemez. En azından o dönemdeki köleler sahip olmadıkları evlere para ödemiyorlardı. Şu an bir Türkün bırakın Kadıköy veya Beşiktaş'ı, Şirinevler gibi alelade bir semtten ev alabilmesi mümkün müdür?

Sahip olduğumuzu sandığımız hiçbir şey bizim değil. Barınma temel bir hak iken oturduğumuz eve para ödüyoruz. Onun depremde yıkılma ihtimalini bir kenara bırakalım. İnsanın böylesi bir aboneliği kabullenmesi için makul gerekçeler olamaz. Tüm maaşımızı buna harcayacaksak biz neden çalışıyoruz? Ayda bir kere emülsifiye şnitzel yiyebilmek için mi?

Çok çalışıp az kazanıyoruz çünkü piyasa net bir biçimde sermayeden yana. Dolayısıyla bölüşüm adil değil. Ülkenin en zenginlerinin milli hırsızlıktan aldığı pay günden güne artıyor. Çalışma şartlarıysa giderek kötüleşiyor. Uzun mesai saatleri, düşük ücretler, mobbing, muğlak görev tanımlarının yanı sıra mesaiden sonra ulaşılabilir olma bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Sermaye ağzıyla konuşanlar hukukun, yasaların emekçiden yana olduğunu söylüyor ama bu apaçık bir yalan. İşçiler patronlara açtıkları davaları genellikle kazanıyor çünkü yalnızca çok büyük meseleleri mahkemeye taşıyorlar. Tüm hak gasplarının yargı önünde hesabı sorulsa yargıç ve savcılar başka davalara bakamaz olur.

Peki bu kirli düzenden kurtulmak için bize ne lazım? Başımızda büyük bir bela var. Ülkemizin öncelikle bu ak büyüden kurtulması gerekiyor. Bu hükümetin yarattığı krizler yüzünden böyle konulara sıra gelmiyor. Bunları gönderip gelecek kuşaklara ibret olacak bir biçimde yargılamamız lazım. Bizi azarlamayan ve bizimle dalga geçmeyen birilerini bu makamlara getirdiğimizde işimiz büyük oranda çözülmüş demektir.

Ben güncel siyasetten çok anlamıyorum. Bazen çok çetrefilli hamleler oluyor. Ancak bu seçimde desteklememiz gereken aday hakkında ipucu verebilirim. Beşli Çete ve hazıryiyenlerin öcü gibi korktuğu biri var. Seçime iki ay kala olur da seçilirse diye gözlerine uyku girmiyor. Vitaminsiz Goebbels, bu uğurda çeşitli yollara başvuruyor ancak arıyor tarıyor da bir şey bulamıyor. Kimlik siyaseti, sözde üçüncü yol veya karalama kampanyasından başka bir şey aklına gelmiyor.

Kemal Kılıçdaroğlu, zaten en başından beri benim adayımdı. Emek süreçlerine ilk aşamada faydası dokunmayabilir ama toplumcu çözümleriyle patronarşinin zayıflamasına neden olabilir. Halk da adı konmamış kölelik düzeninden çıkma yolunda ilk adımları atabilir. Fakat İş Kanunu baştan sona değişmesi gerektiği unutulmamalı. Belimizi büken vahşi kapitalizm ancak böyle sona erebilir. Bizim de gerçekleştirecek hayallerimiz vardır belki.

Küçükken Sünger Bob'un mutluluğuna özeniyor insan ama büyüyünce Squidward'un neden asık suratlı olduğunun farkına varıyor. Asıl mesleğini bırakıp kasiyer olmak zorunda kalmış biri. Hiçbirimize yabancı değil.

Önce çiğ köfte, şimdi de KFC dürümü. Bu Doritos cipsinin girmediği yer kaldı mı?

Popeyes, ilginç bir reklam yapmış. Hafiften argoya kaçan bir kullanımı öne çıkarmışlar. Gömmek fiilinin bu anlamı sözlüklerde (En azından kullanıcı katkılarıyla oluşturulan Vikisözlük adına) var mıdır diye merak ettim ve yedinci sıradaki tanımın "Hızlı bir şekilde yemek" olduğunu gördüm. "Bu tanımı kim yapmış yahu?" diye hiddetlenmek üzereydim ki kontrol edince benim yaptığımı anladım.

Süper Lig'de İstanbul'dan sekiz takım var. Bu takımların kendi aralarında oynadığı maçlarla mini bir lig oluşturabilir. "Çok da süper olmayan İstanbul ligi nasıl olurdu?" diye düşündüm ve şöyle iki tablo hazırladım. Ligin ilk yarısındaki maçları derledim sadece. Galatasaray, burada açık ara lider.

Deniz Bağdaş'ın kanalında yayınlanan Bozuk Mikrofon programını takip ediyorum. Son birkaç programda espri kalitesi düştü ama Özgür Turhan ile Deniz Bağdaş'ın bu video kesitindeki tespitleri ve tepkileri şahane.

Sezonun ilk grand slam turnuvası Avustralya Açık, Rusya ve Belarus bayraklarını yasaklamış. Bu akıl tutulması değil de nedir? Dünya nereye gidiyor?

24 Ocak, 1980'lerde alınan meşum kararlar, Uğur Mumcu ve Gaffar Okkan suikastleri ve Elazığ depremi ile hatırlanan lanetli bir gün. Bugün de Schneider işçilerinin grevi yasaklanıyor. Ne desem boş.

Ne zamandır yeni bir kolonya paylaşmıyordum. Ekimde aldığım Tariş limon ve incir kolonyaları beni bir miktar hayal kırıklığına uğratmıştı. Uni Baby (Eczacıbaşı markası) bebek kolonyası gayet hoş denebilirdi. Farklı bir ürün olarak koleksiyonumdaki yerini aldı.

Bu ayın başında şirket herkese iki bin liralık Multinet kartı verdi. Anlaşmalı market ve mağazalardan alışveriş yapılabiliyordu. Ben ilk gün adı pek duyulmamış bir zincir marketten evladiyelik alışveriş yaptım. Ertesi gün Koton mağazasından devasa bir mont aldım ki yarısından fazlası buna gitti.

Bakiyeyi bitirmek için gittiğim markette Eyüp Sabri Tuncer'in amber kolonyasına rastladım. Amber, amber balığı denen bir hayvandan elde edilen bir esansmış. Amber balığı aslında bir balık değil ispermeçet balinasıdır. Artık esans üretmek için denizlere açılmaya gerek yok. Zira laboratuvarda üretilebiliyor bu kokular.

Kiraz çiçeği kolonyası da güzel ve kalıcı. Parfüm olarak bile kullanılabilir. Zaten Eyüp Sabri Tuncer, cumhuriyetle yaşıt bir markadır. Her ikisini de öneriyorum.

Yine garip bir LinkedIn paylaşımına rastladım. Hanımefendi, Amerikalı arkadaşına mahcup olduğu için yazım yanlışlarıyla dolu üç paragraflık yazıyı yazmış. Kadıköy'deki tramvaya ezelden beri giydirme yapıldığını bilmiyor sanırım. Halbuki Taksim'deki tramvay hep kırmızı. Amerikalı arkadaşına geleneksel tramvay göstermek istiyorsa oraya gidebilirdi pekala. Amerikalı da muhtemelen ilk kez giydirme reklam görmüyordur diye tahmin ediyorum.

Bir yerde herkesin bu durumdan rahatsız olduğu yönünde bir serzenişte bulunmuş ama şirketin Getir olmasını da geçtim, reklam yüzünün Oğuzhan Koç olması beni rahatsız etti sadece. Yemekler de muhtemelen montajla sonradan eklenmiş. Biraz amatör bir iş.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, tüm devlet kurumlarınca kara listeye alınmış. Mesela Türk Hava Yolları, Hamidiye Su almıyor artık. Kamu bankaları kredi vermiyor. Yurtdışından binbir güçlükle aldığı kredilere de el konuyor. Tüm bunlar yetmezmiş gibi bütçeden yeterince pay ayrılmıyor. Kısacası İstanbul halkı cezalandırılıyor. Bu bağlamda belediye, yolcu ücretlerini bir kenara bırakırsak, reklam gelirleriyle kendini döndürmeye çalışıyor. Bir miktar anlayışlı olmak zor olmamalı.

Trendyol sitesine girince böyle bir ekranla karşılaşıyorum. İyi de ne alaka? Ben tost makinesi almak için girmiştim.

Galerinin sonunda ilgimi kaybettim. Şöyle izlentiler vardı fakat hepsine ayrıntılı olarak bakamadım.

Show thread

Hiçbir Şey Olmamış Gibi, yapay zeka tabanlı fotoğraflardan oluşuyor. Bu bana thispersondoesnotexist.com sitesini hatırlattı. Alper Yeşiltaş bu eserinde bizi tanıdık isimler etrafında hayal kurmaya davet ediyor.

Show thread

Dilara Başköylü, 2022'deki bu yapıtında üretken çekişmeli ağlar (GAN), text2image sinir ağları, DALL-E ve Disco Difüzon kullanmış. Beden Formasyonları adlı eser, kadın bedeninin sanattaki kullanımı üzerine eğilmiş.

Show thread
Show older
Qoto Mastodon

QOTO: Question Others to Teach Ourselves
An inclusive, Academic Freedom, instance
All cultures welcome.
Hate speech and harassment strictly forbidden.