ben gerçekten de insan denilen şeylerin işlemeye aday oldukları enerji türlerine dönüşmüş hayatlar olduklarına inanıyorum.

nasıl bi enerji türüne dönüşmek istediğiniz size kalmış ama ben istikrarsızlığı fosil yakıtları yüzünden özellikle sürdürülen bi ortadoğu’nun çeperinde yaşıyorum.

şeriatının da terörünün de ölüme yollanan milyonların ve bu makinenin öğütemediği kalabalıkları kendinden uzak tutmak için yuvamız bildiğimiz yeri kendi çeperine dahil edişinin de bunlardan bağımsız olduğunu düşünmüyorum.

Show thread

enerji gereksinimi ve verimliliği, bunun hayat tarzları ve daha büyük endüstriler arasındaki farklı ölçekleri gibi konularda duyduklarımı süzgeçlerden geçirebilecek düzeyde bi ilgilenmişliğe sahip değilim.

ama şuanki dünyanın süregittiği senaryolarda benim hayatıma yer yok. bence birçoğunuzun da hayatına yer yok bu arada

o yüzden her fırsatta farklı enerji sistemlerinin önerebileceği farklı dünyalara ve bunun sinir sistemlerimiz üzerindeki “insan”olarak adlandırılan parazite karşı yapılabilecek bi hamle oluşuna vurgu yapan solarpunk akımını hep gündemimde tutmaya çalıştım.

internet bi şekilde kafamda kırılmış durumda.

youtube videolarına çok zor tahammül eder oldum. asla görüntüye bakasım gelmiyor, görüntüsüne baktığım şeylerin arkaplanındaki sesleri kaldırıyorum falan. videoda gördüğüm insanları, bi şekilde muhattap alınmayı bekledikleri şekliyle muhattap alamıyorum. "konunun bi primat formu görmemle alakası nedir?" oluyorum hemen. çok alakası vardır muhtemelen de o konuların kodlandığı temel konseptler kırılmış durumda.

ben bu formatın bi yerlerde bi eşiği olduğunun farkındaydım zaten. içerik ile karşılaşan zihni, önlem alamayacağı kadar hızlı ve sık hamlelerle yoğurmak bi süre daha idare edecek bizi ama... ama işte

çok net sonuçlar da çıkartasım yok. böyle paradigma değişimlerinde çok hızlı ters tarafta kalınabiliyor çünkü.

değişedursun bakalım

yirmilerin ilk yarısı tuhaf bi savaş.

herkesin sorumluluklarınız ve çözüm sağlayacağınız problemler (meslek diyoruz ya hani) konusunda, direkt sizin hayatınızda geçerli olmasını bekledikleri pek net gündemleri var.

çocukkenki, ilk ergenlikteki belirsizlikten başka bi belirsizlik bu dönemki. çünkü önceki dönemlerde sadece bi cevheri şekillendirmekti dert, şuan ise hayatınız zenginleştirilmiş uranyum gibi herkese göre (ve tabii beyninizde ‘ben’ diyen şeye göre de) her an gerçekleşmeye hazır.

e tabii ne biçim bi savaş dönüyo dimi üzerinizde. size verdikleri isme bu düzeyde yatırım yapmalarının sebebini falan farkediyosunuz, meğersem bu zenginleştirilmiş uranyumun çeperinden otlanmakmış hep dert.

neyse, bu dönem öyle bi dönem ki gerekirse psikolojik aygıtınızı, bedeninizi ve stres mekanizmanızın eşiklerini bi parça zorlamak pahasına o savaşı kazanmak zorundayız. çok azımızın o herkesin gündemine, o çevrenin çağrısına kulak verip de hayatını kurtarma şansı var. çünkü çevremizin hayatımız üzerine konuştuklarının sorumluluğunu alabilecek bi çapı yok. onların çağırdığı kişi olduğunuz ölçüde sizin de yok. o yüzden stres mekanizmasından, psikolojik aygıta kadar zaman zaman gözden çıkartılması gerekenlerden bahsediyorum.

bi düşünsenize, herkese 10 sene önce sağlıkçı ol dediler. 5 senedir de yazılımcı ediyorlar herkesi. devlet memuru ettiklerini saymıyorum bile. çevre, bu hayatların sorumluluklarını alıyor mu peki? bu problemlere ve böylesi çözümlere atanmış hayatların enkazları için suçlayacak birtakım güç sahipleri falan hep bulurlar. ama hiçbi zaman çevrenin kendi çağrısı sorumlu değildir.

o yüzden, yirmilerin ilk yarısında (duruma göre 30’a kadar uzayabilecek o aralıkta) güzel yaşamak ancak size çağrıda bulunan çevrenin o sorumluluğu alabileceğine inanmışsanız mümkün. bu konuda en ufak bi şüphesi olan, benim gibi, güzel yaşama hevesinin bu savaşı kazanmasına bağlı olduğunu bilmeli.

o yüzden sıkılmak, odaklanamamak, başarısız hissetmek falan; bunların karşısında omurganı eğeceksen belki de çevrenin çağrısına katılmalısın. sizin gibilere av bol ne olsa. her yeni neslin hayatını talan eder, her 10 yılda bir sorumluluğunu alamayacağınız meslek yığınlarıyla öğretiyi yaymaya devam edersiniz.

amber albümünü [ youtube.com/playlist?list=OLAK ] dinlemeyi az önce tamamladım.

autechre grubunun iki üyesinden biri olan sean booth, yaptıkları müziğin intelligent dance music (idm) olarak tanımlanmasına, bu etiketi aptalca bularak reddetmiş. aslında bu etiket altında listelenen aphex twin, boards of canada gibi diğer sanatçıların işleri ile ortak bileşenler barındırmadıklarını söyleyemeyiz. ancak gene de bu etiket bu sanatçıların yaptıkları şeyleri tarif etmek için gerçekten de doğru bi işaret sistemi oluşturmuyor gibi.

bu müziklerde bir “intelligent”, ya da türün diğer işaret edildiği etiket biçimiyle “braindance” kavramları ile doğrudan alakalı olduğunu düşünmüyorum. bu daha çok dinleyicinin yaşadığı deneyimi tarif etme biçimi ile alakalı, yani kendindeki izdüşüm ile. ben bu müziklerin yapısına baktığımda bi tarafta sürekli değişen, açılıp kapanan, dağılıp birleşen geometrik şekillerin ritimlerini; öte yanda ise atmosferik, ambiyans bir dizi ezginin bu dinamik alanı katettiğini görebiliyorum.

o yüzden ben, kendimce bu türe topolojik-elektro demeyi tercih edeceğim. çünkü gerçekten de bu müziklerde geometrik sahnelerin yağdırıldığı yerbilimsel dizelerle karşılaşıyoruz.

albüme geri dönecek olursam; ilk başta aphex twin’le birlikte sevdiğim şeylerin çok daha rafine bi formunu autechre’ın işlerinde yakalayabildiğimi farkettim. o yüzden amber albümü kütüphanemde kalıcı olacak gibi görünüyor.

albümden iki favorim;

i. teartear [ youtu.be/sLmWk6EYfeg?si=pv-FVg ]
ii. piezo [ youtu.be/5Amux8FK-gs?si=iRs-1J ]

ırkçıların, kültürleri tarafından kurban edilmesi gecikmiş kalıntılar olduklarını düşünüyorum. kendi topluluğun sana bir dil, bütün bir dünya veriyor. neye benzeyeceğin belli değilken senin üzerinde bi risk alıyor. sense o dilin elde ettikleri üzerinde doğal hakkın olduğuna inanıp, üzerine bunun seni başka gruplardan üstün yaptığını falan düşünüyosun. sana o dili veren kültürün sırtında tam bi parazit gibi yayılmışsın.

kurban edileceğin gün, gelmiş de geçiyor

hayatın için güzel olanakların elinden kaçmak üzere olduğu ile yüzleşiyorsun. hemen benlik araya girip kendine pay almaya çalışıyo “vay ben ne tembelim” de “vay benim yüzümden oldu” da. bi sus be allah’ın cezası adam. senin gram önemin yok şuan, kendini suçlayarak bile dahil olamayacaksın o dünyaya. seni istemiyo kimse anla artık

bu batağın bi adı var mı bilmiyorum.

tutkulu olduğunu farkettiğin mesleğini, sanatını, felsefeni ya da herhangi bi deneyimini vs. keşfettikten sonra ondan önceki hayatındaki neredeyse bütün boşlukları doldurabildiğini farkediyorsun ama o şeyi icra edersen ancak.

o şeyi icra ettiğinde aşırı iyi hissediyorsun ama bi noktada yorgun düşüp dinlenmeye zorlanıyorsun. bıraktığın anda ise o dipteki hayatınla burun burunasın gene. o şeyi icra etmek 1 adım ötende ama şuanda yapmadığın için onu icra edecek mecali bulamıyorsun kendinde.

namgar, geleneksel buryat ve moğol ezgilerini jazz, ambiyent, folk ve pop bileşenleriyle besteleyen bir etno-kolektif. kendilerinden dinlediğim ilk albüm “nomad”i az önce tamamladım. taygaların ve bozkırların dilinden ancak böylesi güzel bi vokal ve sibirya enstrümanlarının kombosuyla konuşulabilirdi.

albümden iki favorim şunlar:
i. orphan camel colt [ youtu.be/FT4Sqo2eJ6k?si=Yxifbu ]
ii. tunka [ youtu.be/OJBSQ6Tkvug?si=PrZfEl ]


bc: namgar.bandcamp.com/album/noma
yt: youtube.com/playlist?list=OLAK

türümüzün müzakereyle çözdüğü problemler kümesi

muhafazakar baskının kişisel alanı basit anlamıyla ihlal etmenin ötesinde, tam anlamıyla nasıl terörize ettiğini çok güzel gösteren bi filmdi. nezaket ve kibarlığın işlevsizleştiği, herkesin bi diğerini kaldıraç gördüğü bi yumakta her an kurban ve talan edilen şey ise hür yaşama cesareti ve o cesareti gösterenler oluyor.

mubi.com/tr/tr/films/joyland

Show more
Qoto Mastodon

QOTO: Question Others to Teach Ourselves
An inclusive, Academic Freedom, instance
All cultures welcome.
Hate speech and harassment strictly forbidden.