Pinned toot

sohbet hoştu, ama başta bahsettiğim ilgi eksikliğim nedeniyle pozisyonları tartmakta zorlanıyorum.

bi noktada hepimiz bunları düşünmek zorunda kalacağız ama en azından “üzerimizde oyunlar oynanıyor”tadında öfkeli bi loser gibi yakalanmak istemediğime eminim bu kaçınılmaz gündeme.

bi yerinden girişmem gerekecek. bu toot ile başlatmış olayım

youtu.be/mNeFMLmM0jk?si=l-DhXr

Show thread

ben gerçekten de insan denilen şeylerin işlemeye aday oldukları enerji türlerine dönüşmüş hayatlar olduklarına inanıyorum.

nasıl bi enerji türüne dönüşmek istediğiniz size kalmış ama ben istikrarsızlığı fosil yakıtları yüzünden özellikle sürdürülen bi ortadoğu’nun çeperinde yaşıyorum.

şeriatının da terörünün de ölüme yollanan milyonların ve bu makinenin öğütemediği kalabalıkları kendinden uzak tutmak için yuvamız bildiğimiz yeri kendi çeperine dahil edişinin de bunlardan bağımsız olduğunu düşünmüyorum.

Show thread

enerji gereksinimi ve verimliliği, bunun hayat tarzları ve daha büyük endüstriler arasındaki farklı ölçekleri gibi konularda duyduklarımı süzgeçlerden geçirebilecek düzeyde bi ilgilenmişliğe sahip değilim.

ama şuanki dünyanın süregittiği senaryolarda benim hayatıma yer yok. bence birçoğunuzun da hayatına yer yok bu arada

o yüzden her fırsatta farklı enerji sistemlerinin önerebileceği farklı dünyalara ve bunun sinir sistemlerimiz üzerindeki “insan”olarak adlandırılan parazite karşı yapılabilecek bi hamle oluşuna vurgu yapan solarpunk akımını hep gündemimde tutmaya çalıştım.

kendi nesildaşları olan çoğu akademisyen gibi günümüz söylemine değindikleri yerlerde şaşırtmayacak düzeyde özensiz davrandıklarını önden ekleyeyim. gene de her dakikasını çok hevesle izledim.

türkçeyi kimliğinde vazgeçilmez gören ve bunun kökenlerine değer veren herkese baya baya önerebileceğim bi program olmuş.

bize sebep olan atalarımız anadolu’ya geldiklerinde, bu toprakların kendi içerisinde öncesinde barındırmadığı sadece iki şeyle geldiler:

türkçe dili ve askeri teknoloji.

başta bahsettiğim kökensel unsurlara değer verdiği iddiasındaki insanları, ben açıkçası önce bu konudaki ilgileriyle ölçerim.

yoksa şan, şeref, büyüklük, soyluluk falan gibi gündelik hamaset mastürbasyonuyla arasına kalınca bir çizgi çekmemiş kişiler bana sadece kullanışlı hayatlar olmaya teslim olmuş yığınlar olarak görünüyorlar.

youtu.be/M2kAv5YL9iw?si=YL9q-S

internet bi şekilde kafamda kırılmış durumda.

youtube videolarına çok zor tahammül eder oldum. asla görüntüye bakasım gelmiyor, görüntüsüne baktığım şeylerin arkaplanındaki sesleri kaldırıyorum falan. videoda gördüğüm insanları, bi şekilde muhattap alınmayı bekledikleri şekliyle muhattap alamıyorum. "konunun bi primat formu görmemle alakası nedir?" oluyorum hemen. çok alakası vardır muhtemelen de o konuların kodlandığı temel konseptler kırılmış durumda.

ben bu formatın bi yerlerde bi eşiği olduğunun farkındaydım zaten. içerik ile karşılaşan zihni, önlem alamayacağı kadar hızlı ve sık hamlelerle yoğurmak bi süre daha idare edecek bizi ama... ama işte

çok net sonuçlar da çıkartasım yok. böyle paradigma değişimlerinde çok hızlı ters tarafta kalınabiliyor çünkü.

değişedursun bakalım

yirmilerin ilk yarısı tuhaf bi savaş.

herkesin sorumluluklarınız ve çözüm sağlayacağınız problemler (meslek diyoruz ya hani) konusunda, direkt sizin hayatınızda geçerli olmasını bekledikleri pek net gündemleri var.

çocukkenki, ilk ergenlikteki belirsizlikten başka bi belirsizlik bu dönemki. çünkü önceki dönemlerde sadece bi cevheri şekillendirmekti dert, şuan ise hayatınız zenginleştirilmiş uranyum gibi herkese göre (ve tabii beyninizde ‘ben’ diyen şeye göre de) her an gerçekleşmeye hazır.

e tabii ne biçim bi savaş dönüyo dimi üzerinizde. size verdikleri isme bu düzeyde yatırım yapmalarının sebebini falan farkediyosunuz, meğersem bu zenginleştirilmiş uranyumun çeperinden otlanmakmış hep dert.

neyse, bu dönem öyle bi dönem ki gerekirse psikolojik aygıtınızı, bedeninizi ve stres mekanizmanızın eşiklerini bi parça zorlamak pahasına o savaşı kazanmak zorundayız. çok azımızın o herkesin gündemine, o çevrenin çağrısına kulak verip de hayatını kurtarma şansı var. çünkü çevremizin hayatımız üzerine konuştuklarının sorumluluğunu alabilecek bi çapı yok. onların çağırdığı kişi olduğunuz ölçüde sizin de yok. o yüzden stres mekanizmasından, psikolojik aygıta kadar zaman zaman gözden çıkartılması gerekenlerden bahsediyorum.

bi düşünsenize, herkese 10 sene önce sağlıkçı ol dediler. 5 senedir de yazılımcı ediyorlar herkesi. devlet memuru ettiklerini saymıyorum bile. çevre, bu hayatların sorumluluklarını alıyor mu peki? bu problemlere ve böylesi çözümlere atanmış hayatların enkazları için suçlayacak birtakım güç sahipleri falan hep bulurlar. ama hiçbi zaman çevrenin kendi çağrısı sorumlu değildir.

o yüzden, yirmilerin ilk yarısında (duruma göre 30’a kadar uzayabilecek o aralıkta) güzel yaşamak ancak size çağrıda bulunan çevrenin o sorumluluğu alabileceğine inanmışsanız mümkün. bu konuda en ufak bi şüphesi olan, benim gibi, güzel yaşama hevesinin bu savaşı kazanmasına bağlı olduğunu bilmeli.

o yüzden sıkılmak, odaklanamamak, başarısız hissetmek falan; bunların karşısında omurganı eğeceksen belki de çevrenin çağrısına katılmalısın. sizin gibilere av bol ne olsa. her yeni neslin hayatını talan eder, her 10 yılda bir sorumluluğunu alamayacağınız meslek yığınlarıyla öğretiyi yaymaya devam edersiniz.

amber albümünü [ youtube.com/playlist?list=OLAK ] dinlemeyi az önce tamamladım.

autechre grubunun iki üyesinden biri olan sean booth, yaptıkları müziğin intelligent dance music (idm) olarak tanımlanmasına, bu etiketi aptalca bularak reddetmiş. aslında bu etiket altında listelenen aphex twin, boards of canada gibi diğer sanatçıların işleri ile ortak bileşenler barındırmadıklarını söyleyemeyiz. ancak gene de bu etiket bu sanatçıların yaptıkları şeyleri tarif etmek için gerçekten de doğru bi işaret sistemi oluşturmuyor gibi.

bu müziklerde bir “intelligent”, ya da türün diğer işaret edildiği etiket biçimiyle “braindance” kavramları ile doğrudan alakalı olduğunu düşünmüyorum. bu daha çok dinleyicinin yaşadığı deneyimi tarif etme biçimi ile alakalı, yani kendindeki izdüşüm ile. ben bu müziklerin yapısına baktığımda bi tarafta sürekli değişen, açılıp kapanan, dağılıp birleşen geometrik şekillerin ritimlerini; öte yanda ise atmosferik, ambiyans bir dizi ezginin bu dinamik alanı katettiğini görebiliyorum.

o yüzden ben, kendimce bu türe topolojik-elektro demeyi tercih edeceğim. çünkü gerçekten de bu müziklerde geometrik sahnelerin yağdırıldığı yerbilimsel dizelerle karşılaşıyoruz.

albüme geri dönecek olursam; ilk başta aphex twin’le birlikte sevdiğim şeylerin çok daha rafine bi formunu autechre’ın işlerinde yakalayabildiğimi farkettim. o yüzden amber albümü kütüphanemde kalıcı olacak gibi görünüyor.

albümden iki favorim;

i. teartear [ youtu.be/sLmWk6EYfeg?si=pv-FVg ]
ii. piezo [ youtu.be/5Amux8FK-gs?si=iRs-1J ]

yeterliliklerini karşıladığınız aynı yol üzerindeki insanlardan en fazla iki hafta geride kalmış olabilirsiniz. geri dönülmez bi ayrımla yetersiz olduğunuz hissi pek de isabetli değil. kavramayı gerçekten hayati bi şekilde istediğini unutmadığın 2 hafta boyunca çalışmak, bu sorunu çözecektir.

the math sorcerer’dan izlediğim en güzel videolardan birisiydi.

youtu.be/sZ60bY2pJfo?si=CAn2n7

ırkçıların, kültürleri tarafından kurban edilmesi gecikmiş kalıntılar olduklarını düşünüyorum. kendi topluluğun sana bir dil, bütün bir dünya veriyor. neye benzeyeceğin belli değilken senin üzerinde bi risk alıyor. sense o dilin elde ettikleri üzerinde doğal hakkın olduğuna inanıp, üzerine bunun seni başka gruplardan üstün yaptığını falan düşünüyosun. sana o dili veren kültürün sırtında tam bi parazit gibi yayılmışsın.

kurban edileceğin gün, gelmiş de geçiyor

hayatın için güzel olanakların elinden kaçmak üzere olduğu ile yüzleşiyorsun. hemen benlik araya girip kendine pay almaya çalışıyo “vay ben ne tembelim” de “vay benim yüzümden oldu” da. bi sus be allah’ın cezası adam. senin gram önemin yok şuan, kendini suçlayarak bile dahil olamayacaksın o dünyaya. seni istemiyo kimse anla artık

bu batağın bi adı var mı bilmiyorum.

tutkulu olduğunu farkettiğin mesleğini, sanatını, felsefeni ya da herhangi bi deneyimini vs. keşfettikten sonra ondan önceki hayatındaki neredeyse bütün boşlukları doldurabildiğini farkediyorsun ama o şeyi icra edersen ancak.

o şeyi icra ettiğinde aşırı iyi hissediyorsun ama bi noktada yorgun düşüp dinlenmeye zorlanıyorsun. bıraktığın anda ise o dipteki hayatınla burun burunasın gene. o şeyi icra etmek 1 adım ötende ama şuanda yapmadığın için onu icra edecek mecali bulamıyorsun kendinde.

namgar, geleneksel buryat ve moğol ezgilerini jazz, ambiyent, folk ve pop bileşenleriyle besteleyen bir etno-kolektif. kendilerinden dinlediğim ilk albüm “nomad”i az önce tamamladım. taygaların ve bozkırların dilinden ancak böylesi güzel bi vokal ve sibirya enstrümanlarının kombosuyla konuşulabilirdi.

albümden iki favorim şunlar:
i. orphan camel colt [ youtu.be/FT4Sqo2eJ6k?si=Yxifbu ]
ii. tunka [ youtu.be/OJBSQ6Tkvug?si=PrZfEl ]


bc: namgar.bandcamp.com/album/noma
yt: youtube.com/playlist?list=OLAK

son 7-8 senede tarih birazcık hızlanınca "dünya bok yoluna mı gidiyo ya?" olduk ya hani hep birlikte. bu hisleri ben de yaşıyorum ara ara.

ama kabaca, kuşbakışı bi şekilde tarihe yaklaşırsak, hani hep bi şeyleri anlatırken tarihsel kökenine gidiyoruz ya, tarihte "stabil" dönem de çok az zaten.

bi şekilde herkes kendi ütopyasını anlatırken yıllardır bi geçmişe gider, avrupa tarihinden bir dizi kesit alır ve der ki "önce x'ti, sonra y ve z olunca, t olarak sonuçlandı". şimdi bu durum beni hiç germiyo artık. çünkü biz rahat rahat konuşuyoz rönesanstan, reformdan. ama inanılmaz dönemler cidden. asla "stabil" değil.

o dönemleri yaşayanların baştaki soruyu kaç kere sorması gerekmiştir, hiçbi halta yaramadığını anlamak için?

hani dünya hep fantastik bi yermiş zaten. 2. dünya savaşı sonrası ortaya çıkan bazı kalın güç ağları vardı, onların hatrına cepten yedik biz de. tatlı tatlı yaşadı babalarımız, dedelerimiz.

ben artık dünyayı kafamdaki "stabil" duruma göre ölçmüyorum o yüzden. her tarihsel kapan kendi zihinlerini yaratır.

bırakın, direnmeyin. 21. yüzyıla dönüşmemize az kaldı.

her şey yeni başlıyo

ha atlamışım, aile kurumuyla alakası da şu bunların;

aile burda insanların çocuklukları, ergenlikleri ve onları yetiştiren insanların çabalarını ve hayatlarını talan etme aracından başka bi şey değil.

annenize, babanıza, artık kime aile diyor iseniz minnet dolu olabilirsiniz. o zaman onların çabalarını hayatları ve kendileriyle kutlayın. aile gibi üçüncü taraf arayüzler o çabaların ve hayatların talan edilmesi için orada.

insanlar aile gibi göstergelerin altında bir dizi sorumluluk ve standartlar sıralarlar. aslında bütün dertleri bu sorumlulukları denetleme hakkı. yeğenine sulanan adam, yeğeni üzerinde aile sorumlulukları işlettiği iddiasında. ne kadar sapkınca bi şey yaptığı değil mi? ama aile kurumunu bunun için kabul ediyo bu grup tamamen. aile dediğimiz insanlar bize bunu yapmamış, yaptırtmamış olabilir. bu onların yüce gönüllülüğü ve hayatlarının bi olayı. kısacası aile denilen şey, hayatlarımız üzerinde tam bi terörist hamle.

bu insanlar bildiğin sapık. çizdikleri muhafazakar tabloya aldanmamalı. birisini ahlaksızlıkla itham ederken inanın orgazm oluyorlar.

Show thread

hayatlarının %60’ından fazlasını birbiri hakkında haber alışverişi sayesinde yaşayan insanların arasına karıştıkça çok daha net farkettim ki aile kurumunun kurtarılabilir bi yanı yok.

çocukken yetişkin diye hayranlıkla baktığım insanların tanık olduğum sosyal ilişkilerine inanamazsınız arkadaşlar. ölen arkadaşının dul eşine göz dikeni mi dersin, yüzyüzeyken ahlak satıp giyimi nedeniyle yeğenine instagramdan sulananı mı dersin. adam evli misal, evli olmayan bi kadının hareketlerinden sorumluluk devşirmeye çalışıyo kendine. hani hep bi cebini boş tutuyo falan, gündemleri hep bi başkasının özgürlük alanına taciz etme hakkını kimin elde edeceği. kadını, erkeği kimse masum değil. hepsi bi noktada mağdur olmuş ve bu hayat tacizi yöntemlerini de burdan öğrenmiş. tam kurt kanunu gibi ama bunlar larva kurdu.

türkiye komple bu şuan. en muhafazakarından, en sekülerine, hayatının %60’ından fazlası birbirlerinin hayatı hakkında haber alışverişi olan herkes böyle.

bu insanların kendileri hakkında bi şey söylemek bile istemiyorum. bunu kültür etmişler kendilerine artık. çürüyüp yok olana kadar böyleler. hayatları için ise sadece şunu söyleyebilirim, ordan artık isabetli bi deneyimin çıkma ihtimali çok düşük. sakatlanmış hayatlar bunlar. bu hayatlar elbette öncekilerin üzerinden geçecek ilginç insanlara da gebe.

ama başta bahsettiğim grup tamamen kaybedilmiş bana kalırsa

dillerin birbirine çevrilebilirlikleri o kadar da ilginç bi olay olmamakla birlikte, buna şaşırmak uygarlığa yapılmış yersiz bi övgüdür. çevrilebilir olan dil ya da dünya değil, olgulardır. olguların aynılığını övme davranışının arkaplanını ise görmek bile istemiyorum. kokusu buraya kadar geliyo zaten

oyun felsefeniz var mı? “oyunlar x’tir. hayatımda y’ye tekabül ederler.” gibi bi şeyler?

Show more
Qoto Mastodon

QOTO: Question Others to Teach Ourselves
An inclusive, Academic Freedom, instance
All cultures welcome.
Hate speech and harassment strictly forbidden.