Bu günlerden Pontus Soykırımı...19 Mayıs
GAVUR PİS OLSA DA ALTINI TEMİZDİR!
Maraş katliamından kıl payı kurtulan görgü tanığı Vergine Mayikyan (1898 doğumlu) geçmişini acıyla hatırlayarak tanık olduğu korkunç olayları detaylı bir şekilde anlattı:
“…Karapet Ağa çok zengindi; o usta bir kunduracıydı. Maraş’ın yöneticisi Cutki Efendi’nin ayakkabılarını imal etmişti ve kendini emniyette hissediyordu. Ama silahı olmadığı için, kendini savunamazdı. Bir gece ayak takımından Türkler bahçe kapısını kırarak içeri daldılar ve evine girdiler; genç, yaşlı demeden ailesinin bütün fertlerini öldürdüler ve bahçedeki kuyunun içine attılar. Evini talan ettiler ve ganimeti aralarında paylaştılar. Bu olaydan sonra Ermeniler kendilerini nasıl savunacaklarını düşünmeye başladılar. Güvenlik kaygılarıyla kadınları ve çocukları Karasun Mankants Kilisesi’ne gönderdiler. Kiliselerden en büyüğü ve duvarlarla çevrili olduğu için en güvenli olanı Karasun Mankants Kilisesiydi.
Bölgemizdeki bütün kadınları, gelin adayı kızları ve çocukları, toplam 2.000’den fazla insanı oraya topladılar. İğne atsan yere düşmezdi. Sahn, giriş, üst kat dopdoluydu. Bizim fedayiler her taraftan gözetliyorlardı. Ama Türk çapulcu kalabalığı kudurmuş, Ermeni kanına susamıştı; her taraftan Türklerin sesleri duyuluyordu: ‘Hazreti Muhammed adına yemin ederiz ki bütün Ermenileri katledeceğiz.’
Silahlı Türk kalabalığı Karasun Mankants Kilisesi’nin çevresinde bir insan zinciri oluşturdu ve kiliseyi çember içine aldı; Türkler kapıların açılmasına bile izin vermediler; kapıların gece açılacağını söylediler, emir öyleymiş.
Karasun Mankants Kilisesi bir tepe üzerine inşa edilmişti. Kiliseye giden, taşlarla döşenmiş yol birkaç yüz metre uzunluğunda, hemen hemen 4 metre genişliğindeydi ve her iki yanında ağaçlar vardı. Kiliseye doldurulmuş Ermeniler gece kapının açılmasını bekliyorlar; ama gece saat on, on bir, on iki oluyor, kapıyı açan olmuyor. İçerisi tıka basa Ermenilerle dolu; ne su var, ne de ışık; her yer pisleniyor; biri ağlıyor, diğeri sızlıyor, bir diğeri de dua ediyor.
Kısacası görülmemiş bir kargaşa ortaya çıkıyor. Biz onların seslerini evimizin altındaki mahzenden duyuyorduk. Bir de küçük bir delikten, sabah birkaç Türkün, kilisenin kemer şeklindeki çatısına çıkmış, petrole bulanmış yanan elbise parçalarını kilisenin kubbesinden içeriye atmakta olduklarını gördük. …Yanık kokusu her yere yayılmıştı. Kiliseden yükselen sesler insanın yüreğini sızlatıyordu. Binlerce insan ağlıyor, bağırıyor, çığlık atıyor ve kapının açılması için yalvarıyordu. Sesleri yerin dibinden geliyor gibiydi. O kadar yüksek sesle ahlayıp inliyorlardı ki, yankıları bize kadar ulaşıyordu; bu yankılar saatler geçtikçe azaldı. Ama insanların yanmış kemiklerinin kokusu her tarafa yayılmıştı. Canavarlar yapacaklarını yapmışlardı. Artık kilisede ve evlerimizin çevresinde canlı kimse kalmamıştı. Kilisenin büyük taşlarla döşenmiş birkaç yüz metrelik zemini sanki kalın bir sabun tabakasıyla örtülüydü; insanların vücutlarındaki yağlar eriyip akmış ve iki parmak kalınlığında bir tabaka halinde yoğunlaşmıştı…
Oraya ilk gidenlerin ayakları karda bırakılan ayak izleri gibi yağ tabakasında iz bırakıyordu… Bir de baktık ki Türk kadınları ellerine birer elek almış kiliseye doğru koşuyorlar. Biz uzaktan seyrediyorduk; ama ben dayanamayarak gidip orada olan biteni görmek istedim. Üstüme ferace gibi bir şey giydim, başıma da bir çarşaf geçirdim; ağzımı burnumu örttüm, zaten çok iyi Türkçe konuşuyordum ve kendimi ele vermeyeceğimden emindim. Ben de Karasun Mankants Kilisesi’ne gitmek üzere yola düştüm. Kilisenin isler içindeki duvarları yarı yarıya yıkılmıştı. İnsanların kapının altından süzülen erimiş yağları ise tepeden aşağıya akmıştı... ayağımı basınca yapışıyordu; diğer ayağımı da yere basınca o da yapışıyordu… Sonunda elinde elekle yanımda yürüyen bir Türk kadın farkettim. O beni görerek dedi ki: ‘Bacı sen niye yanına elek almadın?’ Ben de şaşırmadan dedim ki ‘Geri dönüp alırım.’ Gülerek cevap verdi: ‘Geri döndüğünde ne kalır ki?’ Zaten katliamdan sonraki üçüncü gündü; ama çömlekçi fırını gibi kızarmış olan kilisenin duvarları hala sıcaktı. İçeri girdim ki ne göreyim! Türk kadınların her biri kilisede bir yer kapmış kimsenin kendi sınırından içeri girmesine izin vermiyor ve kadınlar birbirlerine bağırıyorlar: ’kim sınırımı aşarsa öldürürüm!…’
Benimle gelen kadın bana dönerek dedi ki:
‘Gâvur pis olsa da altını temizdir…’
Elekten geçirilmiş külün içinde erimiş bir altın parçası bulduklarında o canavar görünümlü kadınların sevincini unutamam
Kaynak
aykırıdoğrular.
Ermenice ismi “sabah ışığı” demek olan, ileriki yıllarındaysa “Aurora” diye anılacak Arşaluys Mardiganyan'in yaşam hikayesi 1901’de Osmanlı vatandaşı olarak Çemişgezek’te başlıyor.. 14 yaşındayken tanışıyoruz onunla… Hayat dolu. Ailesi ile sevgi dolu bir ortam içinde yaşıyor , babası varlıklı bir tüccar. Ancak yaşadığı dönemde çoğu Osmanlı vatandaşı Ermeni gibi aynı acıyı yaşıyor, Büyük Felaket'i… Anavatanından kopuyor, kopartılıyor.
Yolculuğu Çemişgezek'ten Malatya, Diyarbakır, Urfa, Muş, Erzurum ve Kars'a uzanıyor. Tiflis'te sona eriyor. İki yılda 2 bin 250 kilometrelik yürüyüşü anlatılıyor kitapta .. Ama bu yol sadece Arşaluys'un yürüyüşünden ibaret değil. Bu süreç içinde küçük kız, sevdiklerinin öldürüldüğünü görüyor. İstismara uğruyor. Ve sonunda Tiflis'in ardından kendisini ABD'de buluyor...
Ermenice "sabahın ışığı" anlamına gelen adı Arşaluys aynı anlama gelen Aurora'ya, Mardigyan soyadı ise Mardiganian'a dönüşüyor. Henry L. Gates tarafından hakkında "Ravished Armenia" kitabı yazılıyor..
Sonra da "Auction of Souls" filmi çekiliyor. Küçük bir kız çocuğu yetişkin bir kadın olmadan Hollywood setlerine çıkıyor.
Büyük bir şöhret takip ediyor Aurora'yı. Çemişgezekli Ermeni kızı "Ermenistan'ın Jeanne d'Arc'ı" diye anılmaya başlıyor. Sadece kendini oynadığı için değil halkının yaşadıklarını da aktardığı için dünyaya. İstemediği ve beklemediği bir şekilde bir yıldıza dönüşüyor..
Dersimli Mardiganyan rol yapmayıp, kendi yaşadığı gerçek hikayeyi oynuyor.. Film ilk gösteriminde gişe rekoru kırıyor ve çok tutuluyor..
Filmden elde edilen bütün gelir ise.. Ermeni Soykırımı'nda ailesi katledilen Ermeni yetimlerine gönderiliyor..
Sonra bir gün aniden "unutuluyor" Aurora. Uzun yıllar bir erkeğin kendisine dokunmasına izin vermese de, 1929'da evleniyor. Artık Amerikalı Ermeni bir ev kadını oluyor ve Martin adlı bir erkek çocuğunun annesi… 1994 yılında hayatını kaybedene kadar…
93 yaşında vefat eden Arşalus Mardiganyan, yaşamının son anına kadar yaşamını küçük kardeşini gazete ilanlarıyla bulmaya adıyor.. 1918'ten 1994'e kadar kardeşini bulmak için ABD'de verdiği gazete ilanları... hafızalarda bu nedenle iz bırakıyor :
"Ben Dersim doğumlu Arşalus (Aurora) Mardiganyan. Ailem ben 14 yaşındayken Çemişgezek'te katledildi. Şu an Los Angeles'te ikamet etmekteyim. Kendim gibi Dersim doğumlu olan küçük kardeşimi aramaktayım." 💕
" Aurora
Çemişgezek'ten Hollywood'a bir kadın, bir hayat, bir film.."
Aras Yayınları
Sevgi Zerrin Bazman arkadşım yazmış...
Bundan sonra şunlar olacak, Erdoğan ölene kadar başınızda kalacak!
Bundan sonra elinde ne var ne
yok satacak…
Anlaşılan bundan sonra bay
diktatör ümmüğünüzü daha çok sıkacak.!
Bu devlet ülkedeki halkı bilerek ve
isteyerek o kadar cahilleştirildi ki, bırakın yarattıkları cehennemde yansınlar…
Unutmayın hiç bir diktatör seçimle gitmedi, bunu bir kez daha anladık, anladınız.!
Şimdi şapkanızı önüne koyup bir düşünün, niye yenildik !
Mahmut Uzun
SOYKIRIM KURBANLARININ
ANISI ÖNÜNDE BİR
KEZ DAHA SAYGIYLA
EĞİLİYORUM ...
Mahmut Uzun
https://www.instagram.com/p/CsivtxnK3b-/
1/10 "KRAL ÇIPLAK!" DİYECEK ELEMAN ARANIYOR
Ayşe Hür
Danimarkalı masal yazarı Hans Christian Andersen’in (1805-1875) ünlü “Kralın Yeni Elbisesi” adlı masalında, dış görünüşünden başka hiçbir şey umurunda olmayan bir Krala, iki uyanık terzi, sadece akıllı insanların görebileceği
2/10 bir elbise yaptıklarını söyleyerek Kralı çıplak dolaştırırlar. Kral, ahmak damgası yememek için susar; Kralın çevresindekiler de Kralın çıplak olduğunu gördükleri halde makamlarını, ayrıcalıklarını, kellelerini kaybetmemek için krallarına gerçeği söyleyemezler.
3/10 Kral bir gün, halkın arasına "yeni elbisesi" ile yani çıplak olarak çıkar. Başlarına bir şey gelmesin diye korkan ahali aslında olmayan elbiseye övgüler düzüp çıplak kralı alkışlarken, kalabalıkta bir çocuk bağırır: “Aaaa! Kral çıplak! Neden Krala kimse bunu söylemiyor???"
4/10 Etraflarını sadece soytarılarla, dalkavuklarla dolduran güç sahiplerinin düşebilecekleri hali anlatan bu masal okul müfredatımıza bile girmiştir! Hayret ki hayret! Andersen'i benim kuşağım Kibritçi Kız, Küçük Deniz Kızı, Hansel&Gretel gibi aşırı acıklı masallarıyla tanır.
5/10 Meğer Andersen 1841 baharında İstanbul'a gelmiş. Kız Kulesi'ni, Üsküdar'ı gezmiş. Abdülmecid'in Cuma selamlığında bandonun Rossini'den opera parçaları çalmasına ve Sultan'ın bunu garipsememesine şaşırmış. Ardından İzmir'e gitmiş. İki şehirde de ne kadar kaldığı belli değil.
6/10 Andersen'i neden andığımı anlamışsınızdır. Söz dalkavuktan açılmışken; Reşat Ekrem Koçu der ki, Topkapı Sarayı arşivindeki I. Mahmut devrine (1730-1754) ait bir arizanın ekinde şöyle bir "dalkavukluk tarifesi" varmış: Dalkavuğun burnuna fiske vurma, fiske başına: 20 para.
7/10 Başına kabak vurma, seferi: 20 para. Yüzüne tokat atma, tokat başına: 30 para. Oturduğu minderden ve setten aşağı yuvarlama: 30 para Yüzüne mürekkep veya kömür sürme: 37 para. Ellerini ve ayaklarını domuz topu ile bağlama: 40 para.
8/10 Bir salkım üzümün sapı ile beraber yedirilmesi: 40 para Kafasına yumruk indirme, yumruk başına: 40 para Çıplak başını tokatlama, tokat başına: 45 para Elinde beş on kıl kalmak ve dişlerini leylek gibi çatırdatmak şartı ile sakal boyamasına: 60 para.
9/10 Sakalın yarısı veya tamamının arpa boyunca kırkılması: Ayda 30 kuruştan 90 kuruş nafaka. Eyerinin bir tarafında üzengi bulunmayan haşarı bir ata bindirilip temaşası hoşa giderse: 300 para Kuyruğu dışarıda kalmak üzere bir fındık sıçanını ağzının içine kapatma: 400 para.
10/10 Bostan dolabına bağlanarak su içinde bir müddet durdurulmak şartıyla bostan kuyusu içinde bir devir: 600 para. Bu latifede birden fazla her devir için ayrıca 100 para. Bu latifede dalkavuk boğulup ölürse: Cenaze masrafı latifeyi yapana ait.
Günümüzde tarife ne acep?
Aydın kimdir / Kime Aydın Denir?
Kısa kısa...
Marguerite Duras;
“Politik değilseniz, entelektüel de olmazsınız” der...
George Orwell;
“Evrensel riyakârlık dönemlerinde hakikâti söylemek devrimci bir eylemdir” der...
Noam Chomsky;
“Gerçeği söylemek ve yalanları gözler önüne sermek, aydınların sorumluluğudur, gerçeği konuşmayan kişiye entelektüel denemez” der...
Jean Paul Sartre;
Aydın, “Hiçbir engel tanımadan, tehlike karşısında bile kendine bir sınır koymadan, koydurtmadan düşünmektir" der...
Edward Said;
“Aydın, hiçbir otorite karşısında boyun eğmeyen, her durumda insan özgürlüğünü savunan ve bu özgürlüğün yaşam bulması için durmadan çabalayan bir kimsedir” der...
Demek ki,
her okumuşa aydın denmiyor/ dememek gerekiyor.!
Mahmut Uzun
https://www.instagram.com/p/CsTPyGXqqv0/?utm_source=ig_web_copy_link&igshid=MzRlODBiNWFlZA==
(...) Kemalizm demek, her türlü ilerici ve demokratik düşüncenin zincire vurulması demektir. Kemalizm demek, her alanda Türk şovenizminin kışkırtılması, azınlık milliyetlere amansız bir baskının uygulanması, zorla Türkleştirme ve kitle katliamı demektir. Kemalizm işçiler için cop ve dipçik, grev ve sendika yasağı demektir.
İbrahim Kaypakkaya