"Canlıların varolma hakkı tartışılamaz ve hiçbir canlının varoluşunu haklı göstermesine de ihtiyaç yoktur. "Zararlı türler" ve "zararlı otlar" sözleri, bitkilerin ve hayvanların bize hizmet etmek için varolduğunu ve üzerlerinde hiçbir sınır tanımayan bir hakka sahip olduğumuzu savunan, yüzyıllar öncesinden gelen bir önyargının yansımasıdır. Bu ifadeler benmerkezciliğimizin (ya da insanmerkezciliğin) cahilliğimizin ve dar görüşlülüğümüzün doğrudan ifadesinden başka bir şey değildir. Gerçekte, başka birçokları arasında bir türüz biz de, o kadar. Bu arada, yok olmalarından bütünüyle sorumlu olduğumuz, sayıları gittikçe artan, yeryüzünden silinmiş türlere bakacak olursak, doğanın dengesine ve yaşam çeşitliliğinin korunmasına zararlı tür nitelemesini, diğer tüm türlerden daha çok hak eden biz oluruz herhalde."
Hubert Reeves
Albert Einstein Madalyalı
Kanadalı astrofizikçi ve yazar
Sadri Alışık'tan sokak köpekleri için mesaj var: "Bu dersi Üniversite mektebinde bile öğrenemezsin. Sokak köpeklerine selam vermek, adam olmaya çeyrek var demektir." Avare (1964)
HAYVANLARI HAKLAMA YASASI
Rabia Mine
Senelerdir hayvanların lehine güncellenmesi için didindiğimiz "Hayvan Hakları Yasası" nihayet değiştiriliyor; ama başta köpekler olmak üzere, zavallı sokak hayvanlarının durumunu bin beter edecek şekilde...
Yasanın adı artık düz, "Hayvan Yasası"...
Zira, güç bela sürdürebildikleri bir kuru 'yaşam hakları" vardı; o da "Sahipsiz hayvanların da sahipli hayvanlar gibi yaşamaları desteklenmelidir," ibaresinin yasadan çıkarılmasıyla, ellerinden alındı.
Bu bağlamda, yeni yasaya artık rahatlıkla "Hayvanları Haklama Yasası" diyebiliriz.
İktidara geldiğinden beri en temel stratejisi, insanları birbirinin karşısında ötekileştirerek yarattığı kaostan nemalanmak olup; ne insanı ne doğayı ne de hayvanı gram umursamadığını milyonlarca kez kanıtlamış olan AKP hükümeti yine yaptı yapacağını...
En alt kültürü oluşturan ve aslında bir bilinç meselesi olan "vicdan" hasletine sahip bulunmayan cahil kitlesine yaranmak için Kürtlerden, Ermenilerden, Zerduşlardan, Berduşlardan, lgbtiq+'lardan, Gezi'ci srtüklerden ve benzerlerinden sonra, hayvanseverleri hedef aldı...
Ülke bu kez de haftalardır halkın önüne kemik gibi atılan "ötanazi" kelimesiyle kutuplaştırıldı ve bütün özgürlük, güzellik, mutluluk düşmanı yobazlarla kafatasçı homofobiklerin çoğu, "sokak hayvanlarının uyutulmasını istiyoruz" diye böğürenlerin safında yer aldı.
Sokaklarda açlıktan delirecek duruma düşürülmüş olmasalar ya da türlü şiddet eylemleriyle kışkırtılıp durulmasalar, normal şartlarda kimseye saldırmayacak olan köpeklerden bazıları kırk yılda bir insanların zarar görmesine yol açıyor diye milyonlarcasının katledilmesi için böğüren bu insan müsveddelerinin hiçbirini, bir kere bile hayvana karşı işlenen şiddet ve cinayet suçları karşısında "insanlar katldilsin" diye böğürürken görmedik ama ne hikmetse...
Yasalarımızda hayvanlara karşı işlenen vahşet eylemleri "suç" değil "kabahat" sayıldığı ve bu bağlamda ancak sahipli olan hayvanlara karşı işlenen "kanlı kabahatlerde", o da üç kuruş para cezasından başka hiçbir caydırıcı yaptırım bulunmadığı için hayvanlara kesintisiz olarak en hunharcasından şiddet eylemleri uygulanan ülkemizde bir tane hayvan düşmanı caniye bile, değil ötanazi yapmak, tek bir tane ciddî ceza verilmesi düşünülmedi.
Geldiğimiz korkunç noktada ise zevk için hayvana işkence yapan, tecvüz eden, zehirleyen, kesen, arabaların ardında sürükleyen, türlü şekillerde öldüren sayısız caniden hiçbirinin ceza görmesi için böğürmeyen insan kılıklı zebaniler, birkaç tane açlıktan ve zulümden delirmiş köpeğin içgüdüsel saldırısının faturasını, milyonlarcasından çıkarmak istiyorlar.
Bugün aynı zamanda azılı bir lgbtiq+ düşmanı olan o vicdan fukaralarından birinin, yeni Hayvanları Haklama Yasası'nı aklamak için, yapay zekâya "sokak hayvanlarının zararlarını" sorup paylaştığını gördüm.
Ne hikmetse, aynı yapay zekânın "Sokak hayvanlarının faydaları nelerdir?" sorusuna verdiği çarşaf gibi yanıtı paylaşmamıştı. Hatta ve hatta burnuna o yazıyı dayayanlara pişkin pişkin, "Yapay zeķânın her dediğine inanacak değiliz heralde!" diyecek kadar da arsızdı.
Yurdumun, bazıları üniversite mezunu, hatta akademisyen vs bile olsalar, kendi içlerindeki kuburdan çıkamamış alt kültür insanlarının en temel problemi, kendilerinden başka herkesi aptal zannetmeleridir.
Oysaki kendinden başka herkesi aptal zannedenler, kafalarının kuma gömülü olması yüzünden kendileri görmediği için, kimsenin de açıktaki kıçlarını görmediğini sanan devekuşlarına benzerler.
Bu devekuşları bugün de "Ötanazi kelimesi yasadan çıkarıldı işte ne güzel!" diye kandırmaya çalışıyorlar, "aptal zannettikleri" kesimleri...
Sanki biz, TC'nin yasal mevzuatlarındaki aslî uygulamaların daima son derece muğlak yazılıp, karar mercilerine sonsuz bir subjektiflik olanağı tanıyan "istisnalar" üzerinden işletildiğini bilmiyormuşuz gibi...
TC bize, yasa başlığında her türlü hakkı tanır; altta yazan istisnalarla, hepsini peyderpey geri alır.
Tıpkı dün kabul edilen yasa tasarısında, sıralanan "istisnaî" durumların mevcudiyeti halinde veterinerlerin kararıyla uyutma işleminin yapılabileceğine dair madde gibi...
Biz o uyutma kararlarının nasıl alınacağını çok iyi biliriz.
İktidarın sokak hayvanlarıyla ilgili bütün sorumluluklarla maddî manevî yükümlülükleri, çoğu CHP'nin eline geçmiş bulunan belediyelere yıkmaktaki sefil hesaplarını da çok iyi bildiğimiz gibi...
Hele ki insanların "Ola ki mecburen bırakmak zorunda kalırsam, ben nasıl öderim bu parayı!" korkusuyla hayvan sahiplenememeleri için hayvanseverlere 60 bin liralık "bırakma cezası" getirmek, resmen insanlığın bittiği yer!..
Be hey, açıktaki mabadlarından vicdanlarını pırtlatmış devekuşları!.. Hayvanları en korkunç işkencelerle katleden canavarlara, o da sadece katlettikleri hayvan birinin tescilli ya da çipli malı ise birkaç bin tl'den başka en ufak ceza verilmeyen ülkenizde, bir hayvansevere herhangi bir mücbir sebep dolayısıyla hayvanını bırakmak zorunda kalması halinde 60 bin tl ceza verilecek olmasının arkasındaki karanlık emeli görmüyor olamazsınız!
Evet, hiçbir hakiki hayvansever, evladı gözüyle baktığı hayvanını kendi isteği ile bırakmaz! Ne var ki hayat koşulları, hele de bizimki gibi istikrarsız ülkelerde çoğunlukla isteklerimizin aksine seyreder. Bugün, tek bir kedinin bakımı bile, veteriner ücretleri hariç, ayda asgarî bin tl'nin üzerinde... Kimsenin, bugün zor-güç bakabildiği cana, yarın bakabileceğinin garantisi yok. Ayrıca hastalanmak; işiz, aşsız, evsiz kalmak gibi türlü türlü beklenmedik mecburiyet ihtimali var. Hayvanseverler zaten sonu gelmeyen zamlar yüzünden inanılmaz zorlanıyorken, onların yüreklerine bir de böyle bir korku salmak; birçok insanı bu endişe yüzünden hayvan sahiplenmekten alıkoymak, insanlık mıdır?
Hayvanlara işķence yapan aşağılık canavarlara zerresinin hissettirilmediği bu endişeyi ve korkuyu, hayvanseverlere yaşatmak hak mıdır?
Güya "ötanazi" ifadesi metinden çıkarıldı diyerek muhteşem hale getirilmiş gibi yedirmeye çalıştığınız yasada her köpeğe, kapatıldığı barınakta sadece bir ay "sahiplenilmek için bekleme süresi" tanınıyor. Bir ay içinde sahiplenilmeyen ķöpeğin, yenilerine yer açmak için "uyutulacağından" bahsediliyor.
Artık orta sınıfın bile fukara olduğu bu konjonktürde, ezkaza bırakmak zorunda kalması, hatta kaybetmesi veya kaçırması halinde 60 bin tl ceza ödeyeceğini bilen kaç kişi, gidip barınaktan hayvan sahiplenmeye cesaret edebilir?
Eski yasada yer alan "Evcil hayvanlar, türüne özgü hayat şartları altında yaşama özgürlüğüne sahiptir. Sahipsiz hayvanların da sahipli hayvanlar gibi yaşamaları desteklenmelidir!" seklindeki temel ilkenin çıkarıldığı yeni Nazi yasasıyla, sokak hayvanlarının bütün hayat damarları kesildi lan, kesildi!..
Direkt bir toplu ötanaziyle değilse bile, dolaylı olarak zamana yayılmış idam fermanları yazıldı...
Senelerdir, hayvana karşı işlenen vahşet eylemleri "kabahat" olmaktan çıkarılarak "suç" kapsamına alınıp, suçlulara toplumda caydırıcı olacak ağır cezalar verilsin diye kendimizi yırtarken, hayvanseverlere ve kendi partilerinin haricindekilere hiçbir doğru düzgün ödenek vermedikleri belediyelere korkunç cezalar getirdiler.
Siz hâlâ bu tür tezgâhların yüzde doksanının iktidar yandaşları tarafından organize edildiğini bile bile, "Ama mama lobisi, bağış toplayan hayvan dernekleriyle para kırışıyor!" diye bik bik ederek, hayvanlar için kendini parçalayan değerli insanlara ve kurumlara leke sürmeye çalışacak kadar alçalın.
"Hayvan canı, insan canının yanında çöptür!" diye böğürerek, insanlıktan çıkın!
Bir de çoğunuz, iki lafınızın biri, "Yaratılanı severiz, yaradandan ötürü!" demiyor musunuz; üzerinize kusmk istiyorum!
Buradaki temel mesele, "sokak hayvanları ya da yasa tasarısı değil; adalet ve yaşam hakkı!"
Kendi ırkından, inancından ve hatta türünden olmayan her canlının yaşam hakkını çalan zebanilerin cehenneme çevirdiği bu ülke, insan gibi insan olanı delirtir!
Delirmeyen, insan değildir!
Kesin bilgi, yayabilirsiniz.
Rabia Mine
Türkiye tarihinde sokak hayvanlarıyla ilgili problemler ilk defa yaşanmıyor. Tarihler 24 Temmuz 1987'i gösterdiğinde Bursa'da 1747 kedi ve köpek fırınlarda diri diri - öldürülmeden önce uyuşturuldukları iddia edilerek- yakılmıştı. Bu haberi duyan Bilge Karasu "Ne Kitapsız Ne Kedisiz" isimli kitabında bu olayı derinlemesine ele alarak ölümünden sonra bile düşünsel anlamda bize ışık tutmaya devam ediyor. Gelin, Bilge Karasu ile birlikte hayvan yasası karşıtı argümanları ele alalım...
https://www.instagram.com/p/C9xxgMhuOxC/
"SONUÇSUZ BİR TELEFON KONUŞMASI
..........
bak Bedri dinle beni,
dinle beni iki gözüm kardeşim
yücel diyor ki bedri
(kapı çaldı, bi dakka
...................)
hayır Zeki değilmiş,
Akın'mış gelen.
Akın diyor ki Bedri
halt etmesin, gelsin diyor
gelsin de söyleşelim,
dadılık bitsin diyor.
kabarmış müzik damarı yine bizim Gürler'in.
dalgaların, durakların dumanını attırıyor
bağırıyor minör minör,
barok dedikçe
ve gülüyor majör majör,
dokundukça tellerine enformasyon'un.
...........
...........
bırak şimdi çalışmayı, Hacettepe'yi
Kemal'i de yatır artık be kuzum,
yatsın kerata!
sen dünyanın en iyi,
sen dünyanın en doçent
sen dünyanın en baba
babasısın be bedri
bilmez miyim ben seni!
bak şimdi dinle beni
Agostina kızmaz bana
boş lafı bırak!
hem kızacak ne var bunda be bedri
kadın değil, kumar değil be gözüm
biraz müzik
biraz sanat
biraz da laklak
hepsi bu
geleceksin değil mi
geliyorsun değil mi
gelmelisin mutlaka
bırak şimdi gülmeyi de evet de
hadi bedri
evet de!
çok da güzel çay demledim tam senlik
vallahi çiçek gibi
bir de güzel peynir var ki
harika
bilmiyorum
ablan bulmuş,
kaçtan almış
sormadım.
sormak neyi kurtarır ki be Bedri
sele gitmiş değirmenin
şakşağı mı aranır ki!
ekonomi filan değil bu bizimkisi,
çürük yangın merdiveni be Bedri
geliyorsun değil mi
geleceksin değil mi
gelmelisin mutlaka
domates, yeşil biber, maydanoz,
diri diri
kütür kütür
tam senlik
ekmek de taze bedri,
ekmek de be kardeşim, ekmek de!
biz rakıya vuracağız besbelli,
sen çaya yumulursun.
ne yaparsın be Bedri,
arada bir çekmeden de olmuyor
olmuyor be kardeşim olmuyor
şu dinine yandığımın dünyası
baka baka içine gözlerimizin
ediyorlar içine günlerimizin
hidrojen sallasan gıkı çıkmıyor
sabır kayası da sabır kayası!
.......
.......
hadi, hadi atla gel
bekletme bizi.
Yücel'i bilmez misin be Bedri
doktor değil mübarek
gecikmiş tanrı
çay devirir bardak bardak
üstüne rakı
anlatırken sanırsın ki ince sazdan hüseyni
ak gömleği geçirmesin sırtına,
Hipokrat andı
bir de bahar bahar gülmez mi sana
al başını çık dağlara
Yücel'i bilmez misin be Bedri
sâfi tümör celladı
kızdırmasın gelsin diyor,
'bin kelleyi bir cidaya dizerim
kızarsa beynim'
diyor
Gürler'se çoktan yerleşti enformasyon füzesine
yıldızlar arasında mekik dokuyor.
yüreğimi çıkartmış koymuş masaya
beynimi çıkartmış koymuş masaya
insan denen karmaşığın dibini kurcalıyor
hayır hayır
buz koymuyor rakısına filozof doktor,
dna kullanıyor.
bana öyle geliyor ki azizim
dna da az gelecek böyle giderse
bizimkinin hızına
Gürler'i bilmez misin be Bedri,
alıyor da yüreğini insanın,
yerine bülbül yerleştiriyor.
bu hekimsel coşkunluğa gülüyor Akın;
'allah be!' diyor.
Akın'ı bilmez misin be Bedri,
simyacılık uzmanı,
lokman çömezi.
yeni dönmüş dağlardan güneş kokuyor.
bol bol ot toplamış, keyfi yerinde!
"lokmancilik oynuyoruz aman be abi"
deyip deyip emiyor aslan sütünü,
anasonla koklaşıyor kadehinde.
of be, of be!
amma da sakızlattık sözü be!
Paveze de senin olsun,
Maronetti de..
hadi artık, bırak artık, bırak şu çalışmayı.
kant da kalsın bu gecelik,
Sossür de,
Della Volpe de..
yahu bırak Kroçe'yi Bedri be
çaydanlıkta su kalmadı kardeşim,
bitirdi rakıları bu doktor Gürler
alooo!
sesin gelmiyor Bedri!
Kemal sen mi oynadın bu telefonla?
banyoda mı baban yavrum,
dönmedi mi dedin daha,
dönmedi mi Beytepe'den!
Kemal yavrum, babanı istiyorum.
baban yavrum baban yok mu?
baban Kemal,
baban yavrum,
nerde babacan?
bak Bedri dinle beni
Akın diyor ki Bedri
alooo?
Yücel diyor ki
aloooo?
Gürler diyor ki Bedri
aloo?
sesin gelmiyor Bedri
Bedri sesin gelmiyor!
sustur su gürültüyü,
sustur su asansörü,
şu radyoyu, şu müziği
şu kenti sustur Bedri!
alooooo!
alooooo!
Kemal sen çık aradan!
Ergun oğlum baban nerede?
ben Hüseyin, Agostina
Agostina, ben Hüseyin!
kuzum neden yoksunuz,
neden kimse konuşmuyor bu telefona.
sıfırbir dinle beni,
sıfırüç dinle beni,
heey ptt nerdesin?
sıfıriki nerdesin,
bozukluk var nerdesin,
konuşmuyor nerdesin?
sıfırsekiz, sıfırdokuz
Ahmet, Mehmet, Roma, Berlin, Moskova,
ses vermiyor Ankara
ses vermiyor nerdesin?
sen bakıver Gürler şuna,
sen bakıver Yücel şuna,
Akın, şuna sen bakıver kardeşim,
ses vermiyor bütün dünya,
ses vermiyor nerdesin?
yoruldum be çocuklar!
bunaldım bağırmaktan
kocaldım be çocuklar...
unuttum neresiydi,
bilmiyorum nerdedir,
nasıldır bilmiyorum.
bir yerler vardır elbet,
bildirin bir yerlere çocuklar.
'geceler bozuk' deyin,
'gündüzler bozuk' deyin,
yaşamak be çocuklar,
'yaşamak bozuk' deyin.
bildirin bir yerlere çocuklar,
aylara, yıldızlara, m Mars'lara, Merih'lere
bir bilen yok mu sorun,
bir gören yok mu sorun,
sorun Bedri kardeşi!
ne de güzel çay yapmıştım,
ne de güzel peynir vardı,
ekmek de taptazeydi...
o akşam beş kişiydik orada
biri Gürler İliçin'di biri o
biri Yücel
Kanpolat'tı, biri o
biri Akın Çubukçu'ydu, biri o
biri bendim, biri o...
o akşam dört kişiydik orada/ beşinci yoktu.
Bedrettin yatıyordu
Karşıyaka'da; kurşun yemiş, karnı toktu "
Hasan Hüseyin Korkmazgil
Beyar Encu
@beyarEncu
Katliamda görev alan asker, şu ifadeleri kullanıyor: “Kadın, çocuk ve bebekler dahil herkesi, bölgedeki bütün köylerin halkını, binlerce insanı, Zilan deresine doldurdular. Etraflarını makineli tüfeklerle çevirdiler. Makineli tüfeklerin başında bizler, yani erler vardı. Ellerimiz tetikteydi ve namlular topluluğa dönüktü. Bizim arkamızda erbaşlar sıralanmıştı. Elleri tüfeklerin tetiğinde namluyu bize yöneltmişlerdi. Onların arkasında, üçüncü sırada subaylar tabancaların namlusuna mermiyi sürmüş bekliyorlardı. Biz ateş etmesek erbaşlar bizi vuracaklardı. Onlar bizi vurmazsa subaylar onları ve bizi vuracaklardı. Tetiğe bastık. Binlerce mermi deredeki insan topluluğunun üzerine ateş kustu. Kadınların, çocukların, yaşlı, genç erkeklerin korkunç çığlıkları dereyi sardı. Bir süre sonra çığlıklar iniltiye dönüştü. Ve sonra iniltiler de kesildi. Yaşlı ve genç erkeklerin yanında, binlerce kadının, çocuğun, kundaktaki bebeklerin cesetleri bir kan gölü içinde bırakıldı. Kurda, kuşa yem edildi. Bir süre sonra cesetler koktu, çürümeye terk edildi.” #ZilanKatliamı #GeliyêZîlan