1938 yılı yaz ayları, Harman Zamanıdır. Dersim kırımını yapacak askeri komutanın bir ayağı Erzincan’a bağlı Surbahan/Kılıçkaya köyünde üslenmiştir.
Surbahan’dan ve çevre köylerden toplanan ve hepsi de Alevi ve erkek olan 97 masum köylü üç gün Eyüp Ağa’nın ahırında tutulur.
Aralarında şehir esnafından Yağcı Ali, Murtaza Ali, şoför Şükrü, ortaokul öğrencisi Hüseyin Gökdemir, Rüştiye Mezunu Süleyman Gökdemir, köyün muhtarı Halil İnce dahil, her yaş ve meslek grubundan insanlar vardır. İplerle birbirine bağlanarak askerlerin gözetiminde dağa doğru başlatılan bu yolculuk 3 bin 200 metre yükseklikte Ovacık sınırlarında “ıssız” bir yer olan Zini Gediği’nde son bulur.
Getirilenlerin tümü yargısız infazla kurşuna dizilir. Cesetler kurda, kuşa yem edilir.
Katliama maruz kalan köyler (Mollaköy, Surbahan, Kismikor, Balıbey, Mağaçur ve Girlevik) ve katledilenlerin tamamı yaklaşık 200 yıl önce Pulur’dan (Ovacık) gelip yerleşenlerden oluşmaktadır.
Bu ıssız dağlarda 97 köylü katledilirken, aileleri de bilemedikleri bir yolculuğa; sürgüne zorlanmışlardır.
Zini Gediği İnisiyatifi
''26 yaşıma kadar her istediğimi yaptım, bu neye mal olursa olsun.
Sonra bir gün yolun sonuna geldiğimi hissettim.
Kendime dur demem gerekiyordu. İnsan ya ölerek ya da yaşamaya karar vererek kendini durdurabilir. Ben yaşamaya karar verdim.
Bu yüzden Allah benim çaresizliğimdi, artık konuşabileceğim kimse kalmadığı için, konuştuğumdu. Hani adam uçurumdan düşerken bir dala zor zahmet tutunmuş ve dua etmeye başlamış: Kurtar beni Allahım, ne olur kurtar. Bakmış ses soluk çıkmıyor, bağırmış: Başka kimse yok mu?
Yalnızlığının ucuna varan, Tanrı ile konuşmaya başlar ve orada başka kimse yoktur. İster istemez şiirlerimde de bu konuşmanın izleri var. Tasavvufun önerdiği iç yolculuğu, önemli bir olanak olarak görüyorum kendi açımdan.
Tasavvuf insanı günahkâr, aciz bir kul konumundan uzaklaştırıyor.''
Didem Madak, Varlık Dergi röportajı 2001 yılı.