Show newer

Soykırım gerçeğiyle yüzleşmedikçe bugünü anlamak mümkün olmayacak.

Ermeni Soykırımı'nın üzerinden 109 yıl geçti, Ermeni halkı hala adalet bekliyor.
1915'de hayatını kaybedenlerin anısına saygıyla...


x.com/PGercegi/status/19153209

1915 Ermeni soykırımı ve tehcirinde katledilen tüm canları saygıyla anıyorum! Ve soykırım ve tehcire katılan ya da sesiz kalıp izleyen ve hiç bir şey yapmadan bekleyen herkesi kınıyorum... Ermeni soykırımını ve diğer Hristiyan halkları karşı yapılan soykırımı ve tehciri unutmadık, unutturmayacağız!

''1915 SOYKIRIMI” İFADESİ NEDEN GEREKLİDİR?

24 Nisan 1915, Ermeni halkına yönelik sistematik yok etme sürecinin başlangıcıdır. Bu inkâr edilemez bir tarihsel gerçektir. Ancak aynı dönemde Süryaniler ve Pontus Rum halkları da benzer imha politikalarının hedefi olmuş; yüz binlerce insan sürgün edilmiş, öldürülmüş ya da zorla din değiştirmeye maruz bırakılmıştır.

1915, bir tarihsel kırılmanın sembolüdür.

TARİHSEL NEDEN: Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde uygulanan "etno-dinsel homojenleştirme" politikası yalnızca Ermenileri değil, Anadolu’nun tüm gayrimüslim halklarını hedef almıştır. 1915–1918 arasında aynı mantıkla yürütülen katliamlar, birden fazla halkı kapsamaktadır.

SİYASAL NEDEN: Tek bir halkın adını anmak, diğer halkların acısını görünmez kılmakta ve bugün de süren inkâr politikalarına istemeden katkı sunabilmektedir. Bu, tarihsel adaletin eksik temsilidir.

ETİK NEDEN: Adaletin evrenselliği, acılar arasında hiyerarşi kurmamakla başlar. Her halkın yasını tanımak, ortak bir yüzleşme ve onarım zeminini inşa etmenin en doğru yoludur.

Bu nedenle, “Ermeni Soykırımı” tanımı elbette önemlidir ve yerini korumalıdır. Ancak 1915’i tanımlayan en kapsayıcı ve tarihsel olarak en doğru başlık: “1915 SOYKIRIMI” olmalıdır.

Bu başlık, hiçbir halkın acısını eksiltmeden, tümünü eşit biçimde tanımayı ve adaletin kolektif bir hakikat temelinde kurulmasını mümkün kılar.

İnsan Hakları Derneği’nin çabasını önemsiyor, ancak tüm halkların yaşadığı acının eşit biçimde tanınmasının, hem tarihsel sorumluluğun hem de onarıcı adaletin bir gereği olduğuna inanıyorum. 20250422FK

ALINTI

 
"İnsanları haksız yere hapse atan bir hükümette, dürüst bir adamın yeri de hapistir.."

Henry David Thoreau

"Çoğu Türk solcusu, Ermeni Soykırımı’nı tümüyle Kürtlerin üzerine yıkmaya çalışıyor.
Kürtler ve “onların temsilcisiyim” diyenler ise “Biz devletsizdik” diyerek bütün sorumluluğu İttihatçılara havale ediyor.

Beyler,
Elini taşın altına koymayan, ama çok bilmişlik taslayan sizler de çok iyi biliyorsunuz:
Bu bir devlet organizasyonuydu.
Ermeni, Süryani ve Rum halklarının yok edilmesi; İttihat ve Terakki’nin planladığı, belgeleriyle sabit bir resmî devlet politikasıydı.
Ama o politikayı sahada hayata geçirenler yalnızca İttihatçılar değildi.
O planı, coşkuyla ve tekbirlerle uygulayanlar; o devletin halktan devşirdiği, çoğu zaman da gönüllü kıldığı kalabalıklardı.

Bu yüzden “soykırımı sadece Türkler yaptı” demek kolaycılık olur.
“Sadece Kürtler yaptı” demek de öyle.
“Sadece Türkler ve Kürtler yaptı” demek ise diğer katılımcı halkları aklamak anlamına gelir.

Bu topraklarda işlenen büyük suçun paydaşları çoktu.

Türkler, Enver, Talat, Cemal, Kemal gibi katillerin öncülüğünde bu suça ortak oldular.
Kürtler, Ehsan Nuri, Bedirhan, Simko gibi isimlerle bu vahşete katıldılar.
Çerkesler, Ethem ve Salih Zeki Zor gibi katillerle bu soykırımda yer aldılar.
(Salih Zeki Zor, TKP Merkez Komite üyesiydi ve anılarında yalnızca Der Zor’da 300 bin Ermeni’yi katlettiğinden bahseder.)
Lazlar, Laz Taburu’nu kuran insan kasabı Topal Osman önderliğinde bu suça katıldılar.
Araplar, Urfa, Siirt, Mardin, Hatay gibi yerlerde şeyhler ve imamlar öncülüğünde, Ermeni ve Süryani komşularını katlettiler.
(Not: Bu katliamcılardan biri de, Nusaybin’de Süryanileri kılıçtan geçiren ve HDP Eşbaşkanı Mithat Sancar’ın dedesi olan kişidir.)

Benim hafızamda suskunluk yok.
O suskunlukla baş etmeye çalıştığım her gecede, yanan köylerin, gömülemeyen çocukların, kiliselere doldurulan insanların, kadınların sesi var.
Soykırım dediğimiz şey sadece rakam değildir.
O, yok sayılan bir halkın çığlığıdır.
Ve o çığlık hâlâ duyuluyor — kulaklar sağırsa bile.

Ermeni, Süryani, Ezidi ve Rum Soykırımları, İttihat ve Terakki’nin öncülüğünde, Türk, Kürt, Arap, Çerkes ve Laz uluslarının kitlesel katılımlarıyla gerçekleşmiş çokuluslu bir insanlık suçudur.

Bu adı doğru koymak gerekir..."
M.Uzun

PERVİN BULDAN'IN ROMA KONUŞMASI
VE ABDULLAH ÖCALAN'IN TARİH OKUMALARI

Ayşe Hür

İtalya'nın en büyük işçi konfederasyonu CGIL'in ev sahipliğinde Roma'da gerçekleşen konferansta konuşmacı olan DEM Parti eski Eş Genel Başkanı ve İmrali Heyeti üyesi Pervin Buldan şöyle demiş:
"Atatürk'ün Kürtlere nasıl yaklaştığını, İsmet İnönü'yü yanında tutarak bunu nasıl yaptığını anlattı. Şu anki durum Atatürk ve İsmet İnönü'nün birliğini anlamayacak yerden meseleye bakıyor dedi. Türk-Kürt ittifakının gerçekleşmesi için herkesin geçmişi bir kez daha gözden geçirmeye ihtiyaç var. Bunun için karar verdiğini, barışmak ve silahlara veda etmekten başka çözümün kalmadığına inandığını söyledi. Bunun için Sayın Öcalan önceki barış sürecini de değerlendirdi. Önceki süreçte toplum hazır olsa da siyasetin buna hazır olmadığını söyledi. Çünkü o süreçte milliyetçi cephe bu sürecin karşısındaydı. Ancak bu süreçte milliyetçi cephenin lideri olarak görülen Devlet Bahçeli'nin çıkışıyla yeni bir süreç başladı."
Çeşitli nedenlerle Pervin Buldan'a ateş püskürenlere hatırlatmak gerekir ki, Pervin Buldan sadece elçi, bu görüşlerin sahibi Öcalan. Daha önce de paylaştığım gibi Öcalan'ın Atatürk'ün ve ekürisi İnönü'nün siyasaları hakkında bugün bazı CHP'lilerin bile savunamayacağı kadar enteresan fikirleri var. "Enteresan" diyorum ama okuduğunuzda siz de kabul edersiniz ki, Öcalan ya tarihi bilmiyor ya da (hadi "çarpıtıyor" demeyeyim) "revizyondan geçiriyor". Bilmemesi az ihtimal, ikincisi ise yüksek ihtimal çünkü 1999 öncesi ve sonrasında yaptığı analizler arasında epey farklar var. Türkiye'ye tutuklu olarak getirildiği tarih olan 15 Şubat 1999 öncesi Kemalizme karşı daha eleştirelken, sonrası Kemalizm'de hikmet bulmaya başlamış. Hele Atatürk'e yönelik iltifatları, kendini onunla karşılaştırması, sosyo-psikolojik analizler yapmayı gerektiriyor.
Öcalan'ın 15 Şubat 1999 öncesi tarih okumasına da (özellikle üslubuna) itirazlarım vardı ama 15 Şubat 1999 sonrasındaki oportünist yorumlarına katılmam hiç mümkün değil. Bir kişinin görüşleri elbette değişebilir ama bu değişikliğin nedenini açıklaması gerekir. Aynı veri setiyle birbirinin 180 derece zıttı açıklamalar yapmak ancak siyasetçilerin kabul edebileceği şeylerdir, bilim insanlarının değil. Bu ikinci dönem görüşleri bilen biri Öcalan-DEM öncülüğünde yürütülen görüşmelere neden eleştirel yaklaştığımı anlayabilir. Kemalizmin Kürt, Alevi, gayrimüslim, sol ve mütedeyyin politikalarını kıyasıya eleştiren birinin, siyasi stratejisini Kemalizmin yeni sürümü üzerine inşa eden birini eleştirmesi bilimsel etik gereğidir. Konu kişisel değildir, ideolojiktir, tarihe bakışımla ilgilidir. Bunları söylemezsem kendim saygım kalmaz.
Öküzün altında buzağı arayanlara duyurulur.
Öcalan'ın tarih yorumlarını bilmeyenlere bazı örnek cümlelerini tekrar aktaracağım şimdi. Bunları okuduktan sonra benim durduğum yeri anlamayanlara da anladığı halde beni taciz etmeye devam edenlere de farklı nedenlerle sözüm olmayacak. Nihayetinde herkes kendi heykelini yontar.
15 ŞUBAT 1999'DAN ÖNCEKİ GÖRÜŞLERİ
“Türkiye somutunda bir Cumhuriyet Dönemi vardır. Onun kuruluş aşaması ve önderliğinin durumunu biraz açmak, günümüze kadarki oluşumları daha iyi anlamayı mümkün kılacaktır. M. Kemal’in bu konudaki hastalıklı örneği ve bunun Türkiye toplumunun günümüzdeki aile buhranlarının temel bir nedeni olması söz konusudur. O dönemdeki çözümsüzlük bugünkü buhranların temel nedenlerinden biri olmaktadır.” (Sexwebun, 123 s. 8.)
"M. Kemal 1920'lerde olsa olsa bir Hitler'dir, bir Mussolini'dir. Bunlar aynı 'çağdaşlığa' sahiptirler. Nitekim Hitler 'M. Kemal benim öğretmenimdir' der. Yine Mussolini ile çok sıkı görüş alışverişi içindedir. O ondandan öğrenir, uygular. Yani aynı günleri, aynı ayları birlikte yaşayan üç çarpıcı faşist kimlik söz konusudur. (...) M. Kemal belki onlardan daha tehlikelidir." (Serxwebun, 155, s. 4)
"Bilindiği gibi ömrü boyunca 'Tek kişi cumhuriyeti' kurulur. Kim ne derse desin bu tek kişi cumhuriyetidir." "M. Kemal 1920'lerde olsa olsa bir Hitler'dir, bir Mussolini'dir. Bunlar aynı 'çağdaşlığa' sahiptirler. Nitekim Hitler 'M. Kemal benim öğretmenimdir' der. Yine Mussolini ile çok sıkı görüş alışverişi içindedir. O ondandan öğrenir, uygular. Yani aynı günleri, aynı ayları birlikte yaşayan üç çarpıcı faşist kimlik söz konusudur. (...) M. Kemal belki onlardan daha tehlikelidir." (Serxwebun. 155, s. 27.)
“O büyük bir taklitçidir. Al Stalin’den öğrendiklerini uygula, yine al Hitler’den, Mussolini’den öğrendiklerini uygula, al kapitalizmden ve sosyalizmen öğrendiklerinden işine geleni uygula. Yani burada din. İman, ahlak, kısacası ilke yoktur, tümüyle kendisine göre ayarlama vardır.” “Padişah Abdülhamit M. Kemal’e göre bu alanda çok daha büyük reformcu ve çağdaştır. M. Kemal’in taklitçiliği Abdülhamit’in çok ötesinde, çok gerisindedir.” (Serxwebun, 156, s. 28.)
“Yunan işgali nedeniyle Anadolu da neredeyse elden gitmekle karşı karşıyayken M. Kemal bunun büyük tehlikesini görüp, kendisinde yarattığı fobiyle 'Bir de Kürtler başkaldırırsa tekrar Türklük de biter' diyerek isyanları şiddetle bastırmaya yönelmesidir.” “1920’lerde Kürtlere karşılık, kalan Türk devlet kalıntılarının da yok olması demektir. Hatta ulusal tehlikenin gırtlağa kadar gelişmesidir. Bunu bildiği için tüm gücüyle ‘Türk-Kürt kardeşliği’, ‘tarih boyunca birlik beraberlik’ gibi bir safsatayla kendi faşist-milliyetçi amacını gizler. Ama gelişen yeni bir devlet biçimidir. Hem de en katı ulusçuluğu, bir anlamda faşist ideolojik zırh olarak benimseyen devlet tekelciliği, oldukça merkezileşmeyi sağlamış Türk burjuva cumhuriyetidir.” (Serxwebun 157, s. 5.)
“Şeyh Sait bin defa Atatürk’ten ilericidir, Çerkez Ethem bin defa demokrattır. Hatta tasfiye edilen diğer bütün o öğeler bin defa demokrattır, şahsiyet sahibi olan onurlu kişiliklerdir. Şimdi daha iyi anlaşılıyor ki en gerici olan Mustafa Kemal’in kendisiymiş. En eli kanlısı kendisiymiş. En anti demokrat. En anti sosyalist Mustafa Kemal’in kendisiymiş.” (Serxwebun, 162, s. 15)
“Tekrar vurguluyorum. Eğer bu ittifak olmasaydı bu cumhuriyet kurulamazdı… Diyeceksiniz ki, ’Başlangıçta Mustafa Kemal kabul etti de sonradan geçti’. Bu ayrı iki süreçtir. Şimdi o dönemin Kürtleri ittifakı kabul ettikten sonra neden isyan ettiler? Bunlar ayrı süreçlerdir. Kabul edişleri de o kadar kötü değildir, ama sonradan karşı koymaları ve isyan yapmaları kötü bir durum değildir.” (Serxwebun, 187, s. 18)
“Kemalist dönemi … veya diğer deyişle Sultan Mahmut ve Abdülhamid döneminin içiçe geçirilip karıştırılmasından meydana gelen Mustafa Kemal dönemini 1925’lerden başlatmalıyız. Yalnız bunu şahsileştirmek de sakıncalı olabilir…. Burada dikkat edilirse Mustafa Kemal bir kişiliksizliktir. Politikaları iki tane padişahın politikasının birleşimidir kendisi ortada yok. Diğer bir şey; çok silik bir Türk burjuvazisi vardır…. Gözünü kesinlikle Ermeni ve Rum sermayesine dikmiştir." “Hiç abartmaya gerek yok. Mustafa Kemal herhangi bir Osmanlı paşasıdır…. 1917’lerde imparatorluk çözülüyor, Kürdistan’da boşluk var. Aşiret kıyafetleri giyerek hazırlanmaya çalışıyor. Bakıyor ki bu macera fazla etkili değil, 1919’lara geliyor hızla bu sefer Türk milliyetçisi kesiliyor…. 1920’lerde kısmen Bolşevik geçiniyor… Bunda da fazla anlam bulayacağını görünce en gerici kapitalist burjuva pozitivizmine yöneliyor. İngilizleri daha gözde görüyor onun işbirlikçiliğine yöneliyor. Çünkü dünya çapında İngilizler hakimdir. Ve korkunç şoven kesiliyor.” (Serxwebun, 206, s. 12)
Misak-ı Milli’ye göre Musul-Kerkük’ü içimize alırsaksak [Mahmut Berzenci] beni atlatır, baş edemem Kürt ulusal kurtuluş hareketiyle diyor. … Çok ilginçtir daha önce Kemalistler ile Berzenci arasında çok iyi ilişkiler vardı ama anlaşmadan sonra imha edilmesi için [İngilizlerle] birleştiler.” “Güneyde Mahmut Berzenci hareketini, Kuzey’de Şeyh Said önderliğindeki Kürt hareketini acımasız biçimde birlikte bastırırlar. Bu, Ermeni katliamının hemen sonrasında ve Yahudi katliamı öncesinde jenosidin en çok uygulandığı bir ulusal kurtuluş sürecidir. Bu nedenle Hitler’in Kemal için ‘benim öğretmenimdir’ değerlendirmesini yapması dikkat çekicidir….Demek ki Kemalizm’in birinci ayağı ve esası Kürt katliamı oluyor.” (Serxwebun 206, s. 14.)
"Kürtlerin 1925'teki başkaldırısı aslında bana göre bir başkaldırıdan ziyade, bir Mustafa Kemal provokasyonudur." "Şeyh Said ve Seyit Rıza hareketlerini çok bilinçli bir Kürt başkaldırısı olarak değerlendirmiyorum. Zaten öyle bir özellikleri de yoktu. Bir örgütlenmeleri yoktur. Fakat potansiyel olarak bunlar 'Ya niye bizi tamamen tasfiye ediyorsun? Bizim geleneklerimiz var, şeyhliğimiz var, seyitliğimiz var, paşalığımız var, biraz Kürtlüğümüz var, örflerimiz var, adetlerimiz var. Bunları neden yaptın?' diyor." ((Serxwebun, 206, s.16)
“Mustafa Kemal’in başlangıçta bir baskı hedefi bile olmamıştır. Gelişmeye açık ve Kürt inkarcılığını amaçlamaz. Hepsi gelir (Kürt ileri gelenler) Kürtçe konuşur, ‘bizim millet’ derler. Bir tehlike yok. Zaten Mustafa Kemal bu konuda hassastır. Bu süre 1923-1924’e kadardır. Yani devlet gayet sağlam temellere oturana kadar…. Ama cumhuriyet kurulduktan sonra yoğun bir inkar geliştiriliyor. Burada büyük bir saptırma var. Türkiye Cumhuriyeti’nde temel handikap böyle başlıyor. Kemal’in ulusçuluğu ve siyasal anlayışını biliyoruz.” (Seçme Röportajlar, cilt II. 1994?, s. 95.)
“1925’te Kürt isyanı cumhuriyeti temelden zorluyordu ve Mustafa Kemal tahminen korkuya kapıldı. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın da bir çok kişinin rakip olma durumu var.” (Seçme Röportajlar, 1994?, cilt II, s. 96.)
"M. Kemal'in başlangıçta kardeşliğe ihtiyacı vardı. Bunu çok iyi formüle etti, daha sonra tek kişi diktatörlüğüne geçmek istedir. Bir ideolojik zırha ihtiyacı olacaktı. Kürtler kalkmış, eski otonomilerini istiyorlar. Bu ne demektir? En azından federal sisteme benzer ya da eyalet sistemine benzer bir gelişmenin kabul edilmesidir. Buna verilen karşılık nedir? 'Kürt yoktur, Türk her şeydir' veya 'Bir Türk dünyaya bedeldir.'" (Seçme Röportajlar, 1994?, cilt II, s. 279.)
"Aslında Mustafa Kemal'in herhangi bir ideolojik yanı yoktur....Gerektiğinde faşist pratiğe yönelecek gerektiğinde komünistlik taslayacak kadar ilkesizdir. Bu kendi içinde büyük tahrifattır. Büyük bir yalanın. büyük bir yanlışlığın örgütlenmesi veya çok çelişkili olan durumların bastırılarak bir sistem diye yutturulması oluyor." (Sömürgeci Cumhuriyet, 1995, s. 315.)
“Mustafa Kemal’e boşuna ‘deccal’ denilmemiştir…. Kemalizm bu kadar kara cahil ve faşist yanı olan bir düşkünleşme olayıdır. İslami seçenek bin beş yüz yıl öncesine kadar gidip dayanıyor. Buna rağmen Türk halkının sarılmak istediği bir seçenek haline gelebiliyor. Bundan hiç ürkmemek veya gericilik hortladı diyerek kıyamet koparmamak gerekiyor.” ( Sömürgeci Cumhuriyet, 1995, s. 316.)
“Mustafa Kemal’in İslamiyeti ortadan kaldıran bir kişilik olduğu biliniyor. Uluslararası alanda Kemalizm’e bu dayanağı sağlayan, ona bu kararı aldırtan Yahudilerdir, Siyonizm’dir, masonlardır. Neden? İslam dünyasını zayıflatmak, Filistin’deki gelişmeleri ortaya çıkarmak için.” (Sömürgeci Cumhuriyet, 1995 s. 324.)
15 ŞUBAT 1999'DAN SONRAKİ DÜŞÜNCELERİ
“Osmanlı İmparatorluğu… kapitalizmin yayılma süreci karşısında fazla dayanamaz ve 20. Yüzyılın başlarında çözülüp tarihe karışır. Türkler bu. Sefer İslam ideolojisi yerine, Batıcı, milliyetçi ideolojisiyle Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde, Batı kolonyalizmi ile işbirlikçi durumuna düşen sultanlık çevrelerine, Ermeni ve Rum kompradorlarına karşı, dışta Bolşevikler ve Kürtlerle geliştirdikleri ittifaklarla hem Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı kazanırlar. Hem de cumhuriyet sürecine tarihi bir geçiş yaparlar.” (Sümer Rahip Devletinden Halk Cumhuriyetine Doğru, Cilt 1, s. 520, 2002. Bundan böyle Sümer Rahip Devletinden)
“Anadolu’da Mustafa Kemal önderliğinde gelişen ve esas olarak Türk ve Kürt halklarının ortak iradesine dayanan Ulusal Kurtuluş Savaşı, İlerici ve kalıcı yönü ağır basan, Avrupa uygarlığının olumlu özelliklerine sahip çıkan ama onun tahakkümcü yönüne de karşı koyan bir öze sahiptir.” (Sümer Rahip Devletinden, cilt II, s. 102, 2002.)
"Mustafa Kemal milliyetçiliği aslında bilimden uzak olmayan, maceracılığa kaçmayan, yurtsever yanı ağır basan biçim taşımasına rağmen, bu özünü hızla yitirip siyasal iktidarın
temel kitle uyuşturma aracına dönüştürüldü." (Bir Halkı Savunmak, 2004, s. 206)
"İngiliz etkisi dolaylıdır. Adeta 'Musul-Kerkük'ü bırakmazsanız, biz de Kürt isyanını destekleriz' biçiminde şantajvari bir yaklaşımla koz olarak kemalistlere karşı kullanmışlardır. Bu da Kürt-Türk ilişkilerinin olumsuzlaşmasında temel bir rol oynamıştır. Halbuki Mustafa Kemal Atatürk 1924 başlarında Kürtlerin özgürlük problemlerini kabul etmekte, bir çözüm arayışında olduklarını bu yılda yaptığı İzmit Basın Konferansı'nda dile getirmektedir." (Bir Halkı Savunmak, 2004, s. 248)
"Atatürkçülük denen olgu 20. yüzyılın en önemli değişim projelerinin başında gelmektedir. Bu özüne hiç anlam vermeksizin, fetişçi bir Atatürkçülük daha çok işine gelir. Özellikle çağdaşlık, kadın, bilim, cumhuriyetçilik başta olmak üzere birçok yönüyle çeliştiği halde, bu istismarcılık en güçlü bir yöntem olarak sürdürülür. Özde değil lafta bir Atatürkçülük, hem resmi devlet kurumlarında hem toplumsa alanda yaygın bir tutumdur." "Mustafa Kemal Atatürk'ün Kürt politikasını antiemperyalist konumu belirler. Antiemperyalizm dışında özgür Kürtlüğe bir düşmanlığı olduğunu kanıtlayacak belge yoktur. Belki Kürtlerin emperyalizmin elinde bir cumhuriyeti yıkma, sultanlığı ve halifeliği geri getirme rolünü abartmış olabilir. Ama politikasının özünün bu olduğunu kimse inkar edemez." (Bir Halkı Savunmak, 2004, s. 254)
"Türk yönetiminin Kürtleri eski tarz yönetemeyeceklerini iyi anlaması gerekir. İkinci bir Irak istemiyorlarsa, demokratik çözüm ve barış üzerinde ciddiyetle durmaları gerekir. Bu çözümün Mustafa Kemal Atatürk'ün özgürlük yaklaşımının gerçekçi bir uygulamasına ters düşmediğini iyi bilmek gerekir. Atatürk'ün özgür Kürt yurttaşlığına ve kendi ortaklaşa veya ayrı demokratik organlarına düşman olduğunu, kemalizmin Kürt düşmanlığı demek olduğunu iddia etmek, milliyetçi tuzaklara düşmek anlamına gelir." (Bir Halkı Savunmak, 2004, s. 257)
"Yavuz Selim'in Kürt politikası bu tehlikeyi bertaraf etmişken, M. K. Atatürk'ün de 1920'lerde bu tehlikeyi önlemesi, Kürtlerle özgürlük ilişkisi temelinde kurulan bu ittifakla mümkün
olmuştur. Türklerin Anadolu tarihleri Kürt ilişkileriyle çok sıkı bir diyalektik ilişki içindedir; bu ilişkinin parçalanması, tam düşman hale dönüştürülmesi, Türklerin ister farkında olsunlar ister olmasınlar, en büyük stratejik kayıpları olacaktır. İsyanlarda kusur her iki taraftadır. İlkel ve şoven milliyetçilik, feodal dini gelenekler stratejik bir ilişkiyi anlayıp yürütecek konumda değildiler. Kürt tasfiyesinde aşırıya gidilmekle stratejik ilişki yok olmanın eşiğine gelmiştir. M. K. Atatürk ve İ. İnönü bunu son dönemde görmüşlerdir. Fakat telafisi mümkün olmamıştır." (Bir Halkı Savunmak, 2004, s. 298)
İttihatçı milliyetçiliği, Alman yayılmacılığına uygun hat üzerinde, tüm Türklük dünyasını aynı ırkçı milliyetçi bayrak altında toplamak ister. Bu yaklaşımın tarihsel toplumsal gerçeklikten kopuk olması Osmanlı İmparatorluğu'na pahalıya mal olur. Buna mukabil imparatorluk enkazından Ulusal kurtuluş savaşıyla Türkiye
Cumhuriyeti'ni kuran Mustafa Kemal önderlikli hareketin milliyetçiliğe yaklaşımı farklıdır. Anadolu kültür uygarlıklarını kendine esas alan, Sümerlerden Hititlere kadar gelmiş geçmiş
Anadolu uygarlıklarına dayalı bu milliyetçiliğe kültür milliyetçiliği veya Anadolu yurtseverliği demek mümkündür. Mustafa Kemal bu farklı milliyetçi anlayışların farkındadır. Kendisine ısrarla yapılan "yeni kurulan cumhuriyete 'Türk Cumhuriyeti' diyelim" önerisini yine açıkça reddedip, Türkiye “yani ırk bazlı değil, ülke bazlı” adlandırmasını daha uygun görmüştür. Her ırk, soy bu milliyetçilik, daha doğrusu yurtseverlik içinde seve seve yer alabilir anlayışı içindedir. Bu milliyetçiliğe veya yurtseverliğe ırkçılık demek mümkün değildir." (Bir Halkı Savunmak, 2004, s. 246)
"İsyanlar hakkında Mustafa Kemal ve İsmet Paşalar sadece ezmeyle meselenin halledilemeyeceğinin bilincindedir. Özellikle idamlarda aşırıya gittiklerini İsmet Paşa hatıralarında belirtmektedir. Cumhuriyet için derin bir yara açıldığını fark etmişlerdir. Üzerini küllendirmeyi bu nedenle çözmeye tercih etmişlerdir." (Bir Halkı Savunmak, 2004, s. 250)
"Suçu tamamen Mustafa Kemal’e yükleyemeyiz. 1920’lerde eşit ittifakı savunuyordu… Sonra isyanlar oldu. Arkasında Sultan Vahdettin ve İngilizler vardı.” “Mustafa Kemal ülkesi için kendi halkı için dünya çapında en büyük mücadeleyi veren önderlerden biridir. Mustafa Kemal iyi bir savaşçıydı, iyi bir bağımsızlıkçıdır, laiktir, bilimseldir, ortaçağ ideolojisine karşıdır. Zaten cumhuriyetçi olduğunu biliyoruz. Aydın taslaklarına söylüyorum. Mustafa Kemal kadar kendi halkınızı seviyor musunuz? Onlar kadar vatanınıza sahip çıkıyor musunuz, anti emperyalist misiniz? Onun kadar halkına, tarihine kültürüne düşkün müsünüz? Yaklaşımınız cahilcedir, buna hakkınız yok.” (24 Eylül 2004 tarihli avukat görüşmesi notlarından.)
“İttihat ve Terakki’nin ulus devletçi anlayışı Ermeni meselesinde Türkiye’yi Sevr’e götürüyorsa, bunların Türklükle alakası yoktur. Bunların çoğu dönmedir. Bu anlayış dört milyon kilometrerakelik devleti bitirdi. Şimdi de Türklük adına bir sürü propaganda yapıyorlar. Türkleri Yahudilerin koyduğu yere koymuşlar. Eee sonuç: Anadolu’da biz birbirimize gireriz. Mustafa Kemal bunu yapmıyordu. O kimseyle görüşmedi. Önce Erzurum’a geldi, Diyarbakır eşrafına mektup gönderdi. İçteki bütünlüğü sağlayacaktın. PKK için doksan dokuz ülkeye taviz verdiler. Bu Kemalizm midir?” “Mustafa Kemal’in tecrübesi tarihi bir tecrübedir. Kürtler mutlaka ders çıkarmalıdır. Ders çıkarmazsak 1925’teki gibi başımıza belalar gelebilir. 70 yıl bu konularla uğraşılır. Bugün Türkler, Kürtler ve Ortadoğu halklarına söylüyorum. Biraz saygılı iseler, Mustafa Kemal’in devrimci kişiliğini yaşatsınlar. Eğer Mustafa Kemal’e zırnık kadar saygıları varsa, onun özgür kimliğini bugüne taşısınlar.” “Bizim Mustafa Kemal’in cumhuriyeti ile bir sorunumuz yok. Bu cumhuriyet J.J. Rousseau, Robespierre, Napolyon üzerinde birleşmiştir. Bu Mustafa Kemal’dir. J. J. Rousseau ideolojik, Robespierre politik, Napolyon askeridir. Mustafa Kemal bu yönleri almıştır. Onun cumhuriyeti Fransız modelidir. Onda yüzde 25 demokrasi, yüzde 75 devlettir. … O dönemki koşullar ancak buna izin veriyordu.” (18 Mart 2005 tarihli avukat görüşmesi notlarından.)
“Mustafa Kemal’de demokrasi çizgisi, birlik ve kardeşlik çizgisi vardı. Kürtlerle iyi gidecekti. [1925'te] İsyan yaptırıldı, ondan sonra yokluk gelişti.” (6 Mayıs 2005 tarihli avukat görüşmesi notlarından.)
“Cumhuriyeti kuran ve yaşatmaya çalışan Mustafa Kemal, sonuçta ihtilalci bir kişiliğe sahiptir ve emperyalizm tehlikesini de görmüştür. Bu nedenle o ve ekibi 1925’ten sonra cumhuriyeti koruma içgüdüsüyle hareket etmiştir.” (23 Haziran 2006 tarihli avukat görüşmesi notlarından.)
“Mustafa Kemal 1919-1924 arasındaki dönemde biraz bağımsızlıkçıydı. Ancak İngilizler bundan sonra denetimi ellerine aldıktan sonra devleti tanıdılar. Ama biliyorsunuz o dönemin bütün kadroları İttihat ve Terakki kadrolarıydı, etrafını sararak onu boğdular. 1920’lerde bile Mustafa Kemal bunlarla uğraştı, çok güçlüydüler. Sonra çok sayıda kadrolarını (Dr. Nazım, Cavit gibi) tasfiye etti.” “Evet Mustafa Kemal devrimcidir, ihtilalcidir. Sonradan Kürt isyancıları ezmiştir, ama akıllıdır da. Gerektiğinde Kürtler ile işbirliği yapmış ve cumhuriyeti de bu temelde kurmuştur. Kürtlerle ittifak yaparak kurmuştur. Ancak daha sonra devletin Kürtleri inkarı ile Kürt isyancıların hataları, Kürt sorununu çözümsüz hale getirdi.” (9 Eylül 2006 tarihli avukat görüşmesi notlarından.)
“Atatürk gibi ciddi bir devlet adamı olsaydı veya Türkiye tarihinde bazı ciddi devlet adamları gibi kişiler olsaydı bu sorunu şimdi çözerlerdi.” (29 Ekim 2006 tarihli avukat görüşmesi notlarından.)
“Seyit Rıza’yı idam etmek için alelacele bir prosedür uyguladılar. İdamına hemen karar verdiler ve Mustafa Kemal’in imzasını beklemeden Seyit Rıza’yı idam ettiler. Seyit Rıza’nın idamında Mustafa Kemal’in imzası dahi yoktur.” (14 Nisan 2008 tarihli avukat görüşmesi notlarından.)
“Gelin Mustafa Kemal’in 1920’lerdeki ilk Meclis konuşmasını referans alalım. Sonrasında çözüme yönelik birçok konuşmasını referans alalım…” (25 Nisan 2008 tarihli avukat görüşmesi notlarından.)
“Mustafa Kemal’in özgürlükçü olduğuna da inanıyorum, bağımsızlıkçı olduğuna da inanıyorum ve direndiğine inanıyorum. O nedenle ısrarla Mustafa Kemal’e vurgu yapıyorum. Ama bırakmadılar, güç getiremedi, etrafını kuşattılar. İttihatçı kadro ile Mustafa Kemal’in etrafını sarmışlardı.” (4 Temmuz 2008 tarihli avukat görüşmesi notlarından.)
“Mustafa Kemal’i gündeme getirmemin nedeni onun bilime verdiği önemdir. Mustafa Kemal’in bıraktığı miras budur. Bugün de bu miras esas alınarak sorun çözülebilir.” (28 Kasım 2008 tarihli avukat görüşmesi notlarından.)
“İngilizler, Mustafa Kemal’i Türkiye’yi kendi çizgisine getirmek, kendi kontrolünde tutmak için bu üç kesimin tasfiyesini sağladı. Said-i Nursi, Mehmet Akif onlarla, bazı provokasyonlarla İslamcıları tasfiye ettiler… Mustafa Suphi’yi denizde boğdurdular… Şeyh Said isyanıyla birlikte Kürtleri de tasfiye ettiler.” (29 Mayıs 2009 tarihli avukat görüşmesi notlarından.)
“Kürtlerin Kurtuluş Savaşı’ndaki yeri ve önemli rolü aslında 1921 Anayasası’na da yansıdı. O dönemde Kürtlere özerklik tanıyan düzenlemeler yapıldı, “Özerklik tanındı’. … Ama İngilizler, İttihat Terakki kadroları, İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak eliyle Mustafa Kemal’i etkisizleştirdiler.” (9 Temmuz 2010 tarihli avukat görüşmesi notlarından.)
“Atatürk’ün bir numaralı Kürt düşmanı olmadığı gerçeğini başta Genelkurmay’ın ortaya çıkarması lazım. Aslında bu onların görevi ve onların sorumluluğundadır. Buradan onlara sesleniyorum.”
“Kürt isyanları devreye girince cumhuriyet tökezledi. Mustafa Kemal bilinçliydi, bu işbirlikçileri tanıdı. Mustafa Kemal’in Cemil Çeto için ‘Kendi halkına bu kadar ihanet edenin bana da hayrı olmaz’ dediği söylenir.” “Oyuna gelmeyin dedi. ‘Kürdistan Devleti kurma oyununa, Ermeni Devleti kurma oyununa gelmeyin dedi. Cumhuriyetle birlikte Kürtlerin bütün özgürlükleri tanınacaktı. Doğrudur. Atatürk stratejik açıdan yaklaştı. Bu 24’e kadar sürdü.” (Serxwebun, 222. s. 12)
“Mustafa Kemal’in Fransız Devrimi’nden esinlenerek gerçekleştirdiği cumhuriyet ve her düzeydeki kurumlaşması, esas olarak Batı zihniyetine dayanmaktadır. Çok gecikmiş de olsa, aslında Rönesans, reformasyon ve aydınlanma sürecinin dar bir milli zırh içinde devrimci yöntemlerle gerçekleştirmek istemiştir.” Serxwebun, 270. s. 13.)
“Mustafa Kemal hiç bir zaman dış güçlerle hareket etmedi.” (Serxwebun, 302, s. 40)
“M. Kemal Kurtuluş Savaşı’nı kazanmak için Kürtlerle eşit şartlarla geliyor, eşit şartlarla Kürtler ile diyaloga geçiyor. Miço, Diyap Ağa gibi Kürt büyüklerinin elini öpmüştür, onlarla birliği sağlamıştır…. Bu da demokratik cumhuriyetle uyumlu bir yaklaşımdır.” (Serxwebun 307, s. 61.)
“Mustafa Kemal ne Türk milliyetçisidir, ne solcudur, ne de başka bir şeydir. Mustafa Kemal öyle söyledikleri gibi çılgın bir Türk de değildir, son derece akılcıdır. Kürt ve Türk halkının menfaatlerini çok iyi bilen, onların içinde özgürlüğe en yakın duran kişidir.” (Serxwebun, 308, s. 5)
Benim demokratik özerklik dediğim şey, M. Kemal’in Ocak 1924’te [doğrusu 1923’te olacak] İzmit’te söylediği bir nevi muhtariyetin tam kendisidir.” “Ben Kemalist falan değilim ama M. Kemal'in Kurtuluş Savaşı'nda Kürtlerle yaptığı ittifakı görmek gerekiyor." "M. Kemal'in kendi sözütdür: 'Türkiye Kürt'süz olmaz. Kürdistan da Türk'süz olmaz'." (Serxwebun, 310, s. 57,58)
“Diyarbakır’ın 1920’lerdeki tavrı [Şeyh Said İsyanı’na destek vermemesi, Atatürk'ün 'gelin Cumhuriyet'e katılın' çağrısına uyması] doğruydu. O zaman Kürtler İngilizlerin planına dayanacaklarına demokratik mücadeleye önem verselerdi, daha iyi sonuç alırlardı. Bana da Şeyh Saidçilik yaptırmaya çalışıyorlar. Ben şu anda ‘demokratik özerklik’ diyorum, bu temelde M. Kemal ile ilişki geliştirselerdi, bugün Ortadoğu’da Kürtlerin durumu çok daha ileri düzeyde olurdu.” Serxwebun, 313, s. 43.)
“Kürtlerin başına gelen tüm olaylardan Mustafa Kemal’i suçlu buluyorlar. Tüm olumsuzlukları Mustafa Kemal’e yıkıyorlar. Bunları yapan bazı tarikatlar ve şeyhlerdir. Aslında bir çok olayı başkası yapmıştır ama Mustafa Kemal’e mal ediyorlar.” (Serxwebun. 325, s. 35)
“1923’ten beri [İngiliz yanlıları?] cumhuriyet yönetiminin gaspını gerçekleştiriyor. İktidar aygıtı etrafında yapay bir Türk ulusçuluğu ideolojisiyle oluşturulan ‘Beyaz Türklük’ temelinde bir zümre olarak Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın temel müttefikleri olan sosyalistleri, İslami ümmetçileri ve Kürt milli güçlerini komplocu yöntemlerle tasfiye ederek günümüze kadar kesintisiz devam eden bir ‘Oligarşik diktatörlük’ kuruyor. Bu iç hegemonik diktatörlük dışta dünya hegemonik güçlerinin başını çeken İngiltere’nin yakın denetimi ve perspektifi altında rolünü oynuyor. Özellikle M. Kemal Atatürk’ün kişiliğini (bağımsız ulus kişiliği) sembolleştirip (özünde çok sert uygulamalarla güçten düşürüp) ‘Atatürkçülük’ veya zaman zaman ‘Kemalizm’ adı altında Ortaçağ taassubundan daha ağır olan faşist bir ideolojik kimlikle (etnik Sünni Türkçülükle) sınırları kapsamındaki tüm toplumsal kültürlerin asimilasyonunu ve soykırımını programlaştırıp uyguluyor.” (Serxwebun 358, s. 32)
“Mustafa Kemal hem kişilik, hem yetişme tarzı gereği, hem de bilinç ve irade olarak bu koşulların biçilmiş kaftanı ve kaptanı durumundadır. Ayrıca Fransızcayı bilmesi, Jakobenizm’in ilkelerini benimsemiş, Üçüncü Cumhuriyet Fransa’sını kavramış olmasında büyük kolaylık sağlamıştır.” (Türkiye’de Demokratikleşme Sorunları, Kürdistan’da Çözüm Modelleri, 2011, s. 20.)
“1920’de TBMM’nin ilanıyla başlayan süreç aslında işgale karşı olmanın da ötesinde toplumsal bir devrimi ifade etmekteydi. …Mustafa Kemal’in ısrarla Meclisi tek meşruiyet kaynağı görmesi anlaşılırdır. Meclis yeterince derinlikte olmasa da ihtilal koşullarının farkındadır.” (Türkiye’de Demokratikleşme, 2011, s. 21.)
xxx
Esas olarak Mehmet Memdoğlu'nun Öcalan'ın Mustafa Kemal Okumaları (Yakın Plan, 2012) tarihli kitabından yaptım bu derlemeyi. Ayrıca internette pdf formatında bulunan Bir Halkı Savunmak (2004) kitabından da yararlandım. Öcalan'ın 2013-2015 arasındaki avukat görüşlerinde uzak tarihle ilgili belirlemeler çok az. 2015 sonrasında itibaren de zaten açıklama yapmasının imkanı kalmamıştı. 2019 sonrasındaki nadir görüşmede ise uzun uzun tarih konuşmadı bildiğim kadarıyla. Dolayısıyla 2012-2025 arasındaki değişimleri tespit edemedim. Ancak Pervin Buldan'ın Roma konuşmasındaki Atatürk-İnönü referansı, Bir Halkı Savunmak'dan (2004, s. 298) neredeyse aynen aktarılmış gibi.
İfadeleri tarih sırasına dizmeye çalıştım ama bazı ifadelerin referansı olan Serxwebun dergisi ilk olarak Mart 1979’da yayınlanmış. Derginin 1982'den 2011 yılına kadarki sayıları pdf olarak 2012 yılında sanal ortamda paylaşıma açılmıştı. Site 2015’te mahkeme kararıyla yasaklandı. Artık siteye girilemiyor ya da ben Türkiye’den giremedim. Yukarda zikredilen en eski tarihli sayı olan 123 numaralı derginin Mart 1992 tarihli olduğunu tespit ettim. Şubat 1999 tarihli sayı ise 206 numaralı. Buna göre her ay düzenli çıkmamış olduğunu anlaşılıyor. Ancak 206. sayıdan sonra da 1999 öncesi konuşmaları yayımlandığı için derginin tarihi ile konuşmanın tarihi birbirini tutmuyor olabilir.

Bu devir, sıradan insanın en parlak zamanı; duygusuzluğun, bilgisizliğin, tembelliğin, yeteneksizliğin, hazıra konmak isteyen bir kuşağın devridir.

Kimse bir şeyin üzerinde durup düşünmüyor. Kendisine bir ülkü edinen çok az.

Umutlu birisi çıkıp iki ağaç dikse herkes gülüyor:

"Yahu bu ağaç büyüyünceye kadar yaşayacak mısın sen?"

Öte yanda iyilik isteyenler, insanlığın bin yıl sonraki geleceğini kendilerine dert ediniyorlar.

İnsanları birbirine bağlayan ülkü tümden yitti, kayıplara karıştı.

Herkes, yarın sabah çekip gidecekleri bir handaymış gibi yaşıyor.

Herkes kendini düşünüyor. kendisi kapabileceği kadar kapsın, geride kalanlar isterse açlıktan, soğuktan ölsün, vız geliyor...

Dostoyevski

Rus yazar Anton Çehov'a başarısız toplumların doğası sorulduğunda şu cevabı vermiştir:

"Başarısız toplumlarda, her aklı başında zihne karşılık bin aptal ve her düşünüre karşılık bin aptalca söz vardır. Çoğunluk her zaman cahil kalır ve sürekli olarak bilgelerden daha fazladır. Dolayısıyla, bir toplumdaki tartışmalara önemsiz konuların hakim olduğunu ve sığ ve yüzeysel olanın merkez sahneye çıktığını görüyorsanız, o zaman derinden başarısız olmuş bir topluma tanık oluyorsunuz demektir."

Mesela anlamsız şarkılar, sözler milyonları dans ettiriyor, şarkıya eşlik ediyor ve şarkıcı ünlü, tanınan, hatta sevilen biri oluyor. İnsanlar toplumsal meseleler ve hayatın kendisi hakkındaki görüşlerini ciddiye almaya başlıyorlar.

Öte yandan yazarlar ve yazarlar - onları kimse tanımıyor, kimse onlara değer veya ağırlık vermiyor. Çoğu insan sıradanlığı ve duygusuzluğu tercih eder. Aklımızı uyuşturan veya saçmalıklarla güldüren biri, bizi gerçeklerle uyandıran ve gerçeklerle acıtan birinden iyidir. Cahil toplumlarda demokrasinin işe yaramamasının sebebi budur; çünkü kaderinize karar verecek olanlar cahil çoğunluk olacaktır.."

Biraz yaşayacaktık, biraz da gülecektik
Sonra ölüp gideceğiz zaten. Neden bu kadar ağır yaralar açıldı ki ruhumuzda."
***

İsmim Hangül, Diyarbekirliyim, solcuyum Dedemin ismi Hüseyin, Zirki aşiretinden, kendisi Lice ve Hazro'da Ermenileri katletmesiyle tanınan biri. Ben ondan çok uzağım, çünkü o suçluydu ve bütün cinayetlerden sorumluydu. O, Ermeni olan nenemin önceki eşini öldürmüş ve nenemin kocasının bütün malını, mülkünü üzerine geçirmiş. Nenemi zorla Müslüman ve Kürt yaptılar. Yaşamı boyunca hiç mutlu değildi ve kendisini kuma alan kişiyi hiç sevmedi. Nenemin ismi Ermenice Vartanuş; benim ismim ise Kürtçe Hangül.... Hangül'ün anlamı Vartanuş ile aynıdır. Bugün bana sorarsanız, Kürt olan dedeme değil, Ermeni olan neneme bağlılık duyuyorum."

100 yıl öncesinde IŞiD yoktu, ama Kürtlerden kurulu Hamidiye alayları vardı. IŞID Kürtlere ne yaptıysa, Hamidiye Alayları da Ermenilere aynısını yaptı."
X

mastodon.bida.im/@siyasur/1143

İnkar etmiyorlar en azından... Takdire şayan bir durum...

CHP’nin 2020’de Sosyal Politikalardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı görevine getirilen Yüksel Taşkın’ın 2008 yılında verdiği bir röportaj ;
“Kemalizm baştan beri dışlayıcıdır. Kemalizm azınlıklarla ve farklı etnik kimliklerle bir arada yaşama meselesini çözememiştir. Azınlıkların Türkiye’den gitmesiyle vatan ve millet olunabileceği vurgusuna sahiptir. Kemalizm’in dışlayıcı bir etnik milliyetçiliğe ve ırkçılığa kayabilme potansiyeli var. Özellikle uluslararası meseleler devreye girip de korku ve sıkışma yaşandığında ya da Kürt sorununda sıkıştığında Kemalizm’in ırkçı tarafı ortaya çıkıyor.”!
***

“Atatürkçü bir insanın dürüst ve hoşgörülü olduğuna hiç tanık olmadım.

Atatürkçülük sınırsız kibir ve sınırsız nefretle malul olan bir düşünce tarzıdır.

Hepsi beş para etmezdir.”

Sevan Nişanyan

Goya’nın ‘Çocuklarını Yiyen Satürn’ resmi, derin politik alegori içermesi açısından günün anlam ve önemine uygun düşüyor.

‘Çocuklarını Yiyen Satürn’de iktidarın kendini korumak için önüne çıkan her şeyi yok eden karanlık doğası teşhir edilir. Resimde Satürn oğlunu yer ama zevkten değil, gözlerinden okunabilen korku ve paranoyadan…

Yunan mitolojisindeki titanlardan birisi olan Kronos (Satürn), babası Uranüs’ü devirerek tahta oturmuştur. Kehanete göre yerine çocuklarından birisi geçecektir. Tahtının elinden alınacağından korktuğu için çocuklarını doğar doğmaz diri diri yutar ama değişimden kaçamaz.

İspanya, Fransız işgalinden kurtulmuş ama savaş sırasında demokratların da desteklediği Kral VII. Fernando tekrar tahta oturduktan sonra anayasayı rafa kaldırıp muhalifleri susturmuştur.

Goya bu dönemi derin bir hayal kırıklığı ve öfkeyle izler. İspanyol monarşisinin halka karşı uyguladığı şiddet, korku ve baskıyı resimleriyle eleştirir. Halkına karşı baskı uygulayan Kralı, geleceği yiyip tüketen Satürn olarak tasvir eder.

Goya, Rubens’in ‘Satürn’ (1636) adlı resminden esinlenir fakat Barok sanatçının eserinde Satürn daha çok “zaman”la özdeşleştirilir. Rubens mitin anlatısal özüne sadıktır. Yaşlı ama güçlü tanrı zamanın yıkıcılığını temsil eder.

Oysa Goya’nın titanı, tahtını kaybetme korkusuyla aklını kaçıran iktidara gönderme yapar. Avuçları içinde Rubens’in tablosundaki gibi bir çocuk değil, yetişkin resmedilmiştir.  

Bu nedenle Goya’nın resminde Satürn, yalnızca mitsel bir anlatı değil kendi soyunu yok ederek gücünü korumaya çalışan iktidar arketipi’dir. Bu arketip, iktidar, zaman, kontrol, korku ve yıkım temalarını işleyen sanatçı için de güçlü bir semboldür.

Hikâyenin sonunda Satürn’ün korktuğu kehanet gerçekleşir. Annesi tarafından kaçırılan çocuklardan biri olan Zeus sonunda Satürn’ü tahtından eder. İspanya kralı da mitsel tanrıyla aynı kaderi paylaşacaktır.

Bugün iktidarını korumak için toplumun nasıl ateşe atılabildiğini sadece filmlerden izlemiyor kitaplardan okumuyoruz. Mitler, içinde bulunduğumuz zamanda yaşıyorlar.

Yazı: Gülay Kazancıoğlu
instagram.com/p/DILx2c5NW6M/

Show older
Qoto Mastodon

QOTO: Question Others to Teach Ourselves
An inclusive, Academic Freedom, instance
All cultures welcome.
Hate speech and harassment strictly forbidden.