Bu devir, sıradan insanın en parlak zamanı; duygusuzluğun, bilgisizliğin, tembelliğin, yeteneksizliğin, hazıra konmak isteyen bir kuşağın devridir.
Kimse bir şeyin üzerinde durup düşünmüyor. Kendisine bir ülkü edinen çok az.
Umutlu birisi çıkıp iki ağaç dikse herkes gülüyor:
"Yahu bu ağaç büyüyünceye kadar yaşayacak mısın sen?"
Öte yanda iyilik isteyenler, insanlığın bin yıl sonraki geleceğini kendilerine dert ediniyorlar.
İnsanları birbirine bağlayan ülkü tümden yitti, kayıplara karıştı.
Herkes, yarın sabah çekip gidecekleri bir handaymış gibi yaşıyor.
Herkes kendini düşünüyor. kendisi kapabileceği kadar kapsın, geride kalanlar isterse açlıktan, soğuktan ölsün, vız geliyor...
Dostoyevski
Rus yazar Anton Çehov'a başarısız toplumların doğası sorulduğunda şu cevabı vermiştir:
"Başarısız toplumlarda, her aklı başında zihne karşılık bin aptal ve her düşünüre karşılık bin aptalca söz vardır. Çoğunluk her zaman cahil kalır ve sürekli olarak bilgelerden daha fazladır. Dolayısıyla, bir toplumdaki tartışmalara önemsiz konuların hakim olduğunu ve sığ ve yüzeysel olanın merkez sahneye çıktığını görüyorsanız, o zaman derinden başarısız olmuş bir topluma tanık oluyorsunuz demektir."
Mesela anlamsız şarkılar, sözler milyonları dans ettiriyor, şarkıya eşlik ediyor ve şarkıcı ünlü, tanınan, hatta sevilen biri oluyor. İnsanlar toplumsal meseleler ve hayatın kendisi hakkındaki görüşlerini ciddiye almaya başlıyorlar.
Öte yandan yazarlar ve yazarlar - onları kimse tanımıyor, kimse onlara değer veya ağırlık vermiyor. Çoğu insan sıradanlığı ve duygusuzluğu tercih eder. Aklımızı uyuşturan veya saçmalıklarla güldüren biri, bizi gerçeklerle uyandıran ve gerçeklerle acıtan birinden iyidir. Cahil toplumlarda demokrasinin işe yaramamasının sebebi budur; çünkü kaderinize karar verecek olanlar cahil çoğunluk olacaktır.."
İsmim Hangül, Diyarbekirliyim, solcuyum Dedemin ismi Hüseyin, Zirki aşiretinden, kendisi Lice ve Hazro'da Ermenileri katletmesiyle tanınan biri. Ben ondan çok uzağım, çünkü o suçluydu ve bütün cinayetlerden sorumluydu. O, Ermeni olan nenemin önceki eşini öldürmüş ve nenemin kocasının bütün malını, mülkünü üzerine geçirmiş. Nenemi zorla Müslüman ve Kürt yaptılar. Yaşamı boyunca hiç mutlu değildi ve kendisini kuma alan kişiyi hiç sevmedi. Nenemin ismi Ermenice Vartanuş; benim ismim ise Kürtçe Hangül.... Hangül'ün anlamı Vartanuş ile aynıdır. Bugün bana sorarsanız, Kürt olan dedeme değil, Ermeni olan neneme bağlılık duyuyorum."
100 yıl öncesinde IŞiD yoktu, ama Kürtlerden kurulu Hamidiye alayları vardı. IŞID Kürtlere ne yaptıysa, Hamidiye Alayları da Ermenilere aynısını yaptı."
X
İnkar etmiyorlar en azından... Takdire şayan bir durum...
CHP’nin 2020’de Sosyal Politikalardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı görevine getirilen Yüksel Taşkın’ın 2008 yılında verdiği bir röportaj ;
“Kemalizm baştan beri dışlayıcıdır. Kemalizm azınlıklarla ve farklı etnik kimliklerle bir arada yaşama meselesini çözememiştir. Azınlıkların Türkiye’den gitmesiyle vatan ve millet olunabileceği vurgusuna sahiptir. Kemalizm’in dışlayıcı bir etnik milliyetçiliğe ve ırkçılığa kayabilme potansiyeli var. Özellikle uluslararası meseleler devreye girip de korku ve sıkışma yaşandığında ya da Kürt sorununda sıkıştığında Kemalizm’in ırkçı tarafı ortaya çıkıyor.”!
***
Goya’nın ‘Çocuklarını Yiyen Satürn’ resmi, derin politik alegori içermesi açısından günün anlam ve önemine uygun düşüyor.
‘Çocuklarını Yiyen Satürn’de iktidarın kendini korumak için önüne çıkan her şeyi yok eden karanlık doğası teşhir edilir. Resimde Satürn oğlunu yer ama zevkten değil, gözlerinden okunabilen korku ve paranoyadan…
Yunan mitolojisindeki titanlardan birisi olan Kronos (Satürn), babası Uranüs’ü devirerek tahta oturmuştur. Kehanete göre yerine çocuklarından birisi geçecektir. Tahtının elinden alınacağından korktuğu için çocuklarını doğar doğmaz diri diri yutar ama değişimden kaçamaz.
İspanya, Fransız işgalinden kurtulmuş ama savaş sırasında demokratların da desteklediği Kral VII. Fernando tekrar tahta oturduktan sonra anayasayı rafa kaldırıp muhalifleri susturmuştur.
Goya bu dönemi derin bir hayal kırıklığı ve öfkeyle izler. İspanyol monarşisinin halka karşı uyguladığı şiddet, korku ve baskıyı resimleriyle eleştirir. Halkına karşı baskı uygulayan Kralı, geleceği yiyip tüketen Satürn olarak tasvir eder.
Goya, Rubens’in ‘Satürn’ (1636) adlı resminden esinlenir fakat Barok sanatçının eserinde Satürn daha çok “zaman”la özdeşleştirilir. Rubens mitin anlatısal özüne sadıktır. Yaşlı ama güçlü tanrı zamanın yıkıcılığını temsil eder.
Oysa Goya’nın titanı, tahtını kaybetme korkusuyla aklını kaçıran iktidara gönderme yapar. Avuçları içinde Rubens’in tablosundaki gibi bir çocuk değil, yetişkin resmedilmiştir.
Bu nedenle Goya’nın resminde Satürn, yalnızca mitsel bir anlatı değil kendi soyunu yok ederek gücünü korumaya çalışan iktidar arketipi’dir. Bu arketip, iktidar, zaman, kontrol, korku ve yıkım temalarını işleyen sanatçı için de güçlü bir semboldür.
Hikâyenin sonunda Satürn’ün korktuğu kehanet gerçekleşir. Annesi tarafından kaçırılan çocuklardan biri olan Zeus sonunda Satürn’ü tahtından eder. İspanya kralı da mitsel tanrıyla aynı kaderi paylaşacaktır.
Bugün iktidarını korumak için toplumun nasıl ateşe atılabildiğini sadece filmlerden izlemiyor kitaplardan okumuyoruz. Mitler, içinde bulunduğumuz zamanda yaşıyorlar.
Yazı: Gülay Kazancıoğlu
https://www.instagram.com/p/DILx2c5NW6M/
Bu ülkede…
Sağcısı, solcusuyla omuz omuza;
dindarıyla dinsizi, ilericisiyle gericisi,
farklı kelimeler söyleseler de
aynı suçun, suskunluğun ortağıdırlar.
Milliyetçilik,
sessizce işlenmiş bir yazgı gibi
hepinizin içine sinmiş…
Ve ne yazık ki Ermeni düşmanlığı,
bu ortak suskunluğun en karanlık izi olmaya devam ediyor.
Kiminiz sosyalizmle,
kiminiz solculuk kisvesiyle örter bunu.
Kiminiz diniyle meşrulaştırır,
çoğunuz demokrasiden dem vurur ama
hiçbiriniz o hakikat kapısını aralamaya yanaşmazsınız.
1915’le yüzleşmekten kaçarsınız, herkes…
bir türlü söylüyemezler: evet, bu bir soykırımdı.
Çünkü o hakikat kapısı açıldığında,
ardında sadece bir tarih değil,
bir vicdan yarası çıkar ortaya.
Ve o yara,
sadece Ermenilerin değil,
hepimizin taşıdığı büyük bir eksikliktir aslında.
Ben biliyorum…
Bu topraklarda adalet isteyen çok.
Ama adaletin sadece kendine değdiği yerde duranlar,
aslında kimsenin yoldaşı değildir.
O yüzden,
bu ülkede kimse tam anlamıyla benden yana değildir.
Çünkü ben, suskunluğu değil,
acının içinden geçen o çıplak gerçeği konuştum hep, konuşuyorum.
Mahmut Uzun
https://www.instagram.com/p/DIKwF3uqCJk/