HÜZÜNLÜ BİR AŞK HİKAYESİ ; GAM ZEDEYİM DEVA BULMAM...
Tüm şarkıların bir hikayesi vardır...
"Gamzede’yim Deva Bulmam."
Şarkısı da bu tür şarkılardan biridir...
Hemen belirtelim, Gam-zede, üzüntü sebebiyle kötü duruma düşmüş anlamındadır.
Hikayenin kahramanı Kemani Tatyos Efendi’nin kendi cemaatinden çocukluk aşkı bir sevdiği varmış.
Aile o tarihlerde Erivan’a göç ettiğinden evlenememişler.
Aradan uzun seneler geçmiş Tatyos efendi evlenmiş çocukları olmuş ancak kadın hiç evlenmemiş ve bir gün İstanbul’a dönmüş.
Bunu öğrenen Tatyos Efendi sözlerini de yazarak bir eser bestelemiş...
Kısa zaman sonra Beyoğlu’nda bir meyhanede gece nihayete ererken birkaç müşteri ve sandalyeleri toplayıp yerleri süpüren birkaç çocuktan başka kimse kalmamışken birlikte oturdukları Vasili ve Ahmet Rasim Bey de tam gitmeye hazırlanırken Tatyos Efendi kemana uzanmış sanki saatlerdir içen ve çalan o değilmiş gibi kemanı omuzuna yerleştirip, hafifçe başını kemana eğerek, dudaklarında acı bir tebessümle o ana kadar duyulmamış o uşşak şarkıyı ilk defa söylemiş...
Gamzede’yim deva bulmam,
Garibim bir yuva kurmam,
Kaderimdir hep çektiren,
İnlerim hiç reha bulmam.
Elem beni terketmiyor,
Hiç de fasıla vermiyor,
Nihayetsiz bu takibe,
Doğrusu ta'kât yetmiyor.
Ehl-i dilin yoktur kadri,
Uğraşma gel Tatyos gayri,
Eserin çok kıymetin yok,
Git talihine küs bari...
Tatyos kemanı omuzundan indirdiğinde hiç kimsenin tek bir kelime edecek hali yoktur...
Vasili hıçkıra hıçkıra ağlıyor meyhane de kalanlar da göz yaşlarını birbirlerine sezdirmeden silmeye çalışıyorlar...
Birkaç hafta içinde İstanbul’da bu şarkıyı ezberlemeyen ne hânende ne sâzende kalıyor...
Şarkıyı besteledikten bir ay sonra Tatyos Efendi vefat ediyor naaşı kilisede iken otuz yıl önceki çocukluk aşkı olan kadın Ahmet Rasim’in yanına üzerinde
"Tatyos ile birlikte defnedilecektir..."
yazılı bir zarf bırakıyor...
Yarım saat sonra Tatyos’un naaşı ile birlikte toprağa verilecek zarfın içinde şu dizeler yazılıdır;*
*Gamzede'sin devân benim
Garip kuşsun yuvan benim
Çektiğimiz yeter gayri
Kaderimsin inan benim.
Ta'kât yetişmez eleme,
Bülbül imrenir çileme.
Bizim şu kara sevdamız,
Kalsın öteki aleme.
(...)
ALINTI
10 Temmuz 1934: Şair, oyun yazarı, devrimci anarşist Erich Mühsam, tutsak edildiği Nazi toplama kampında işkence sonucu katletildi.
1933’te “Van der Lubble” ateşe verildikten bir kaç saat sonra Mühsam tutuklandı ve hayatının son 17 ayını Sonnenburg, Brandenburg ve Oranienburg’daki toplama kamplarında geçirdi. Dişleri dipçik darbeleriyle kırıldı, kafatası kızgın demir ve gamalı haçla dağlandı.
İdamı ile alay etmek için kendi mezarını kazmaya zorlandı, bedeni çürükler ve yaralarla kaplıydı. İşkencecileri nazi şarkısı söylemesi için onu zorlamaya çalıştı. Bütün bu saldırılara karşı cesurca direndi ve enternasyonel marşını söyledi.
Bütün işkencelere rağmen Erich son ana kadar uzlaşmadan direnişini sürdürdü. İşkence gördüğü gecelerden birinde katledildi.
Erich Mühsam, 1916 yılının Nisan ayında, I. Dünya Savaşı sürerken yazdığı “Ağıt” adlı şiiri;
Ağıt (Nisan 1916) - Erich Mühsam
Biz barışı arzuladık ve istedik.
Ama savaş yuvarlanıp geldi dünyaya.
Ve alevler her şeyi kavurdu, ölüm biçti,
İyiliksever Tanrı, bir nefret hayaletine dönüştü.
Vah bize!
İnsanlara mutluluk ve sağduyu sunduk.
Onlarsa açgözlülüğe yer verdiler.
Kıskançlığın uğursuz yazılarına inandılar.
Kıskançlık onlara kurşun döktü; kıskançlık zehir karıştırdı.
Vah bize!
Halklara bir özgürlük şarkısı söyledik.
Onlarsa efendileri için sıraya girdiler.
Efendilerinin iktidarı için savaştılar
ve çocuklarının bekçileri olduklarını sandılar.
Vah bize!
Seslendik, uyardık onları.
Dehşet yaklaşırken kılığına bürünmüştü.
Başını ve çenesini bir pelerinle sardı
ve aynı pelerini insanların gözlerine ve akıllarına örttü.
Vah bize!
Sırıtkan dehşete karşı direndik.
Ama onlar ona el, yürek ya da kılıç verdiler.
Dehşet, kılıca yön verdi.
Milyonlarca beden kumların üstünde kıvrandı.
Vah bize!
Acı ve mücadele içinde çığlık atıyoruz: “Vah bize!”
Dünya mezar ve kül olacak.
Üç hanım kolunu serbestçe uzatıyor:
Açgözlülük, cinayet arzusu ve kölelik.
Vah bize!
Erich Muhsam
Agos’un 11 Temmuz 2025 tarihli bu manşeti, tarihin, kültürün ve inancın nasıl hoyratça dönüştürüldüğüne dair yeni ve çarpıcı bir örnek.
Bin yıllık bir Ermeni katedralini “restore” edip camiye çevirmek, sadece bir yapıya değil, o yapının taşıdığı belleğe, aidiyete ve hafızaya da saldırıdır.
Bu, Ermeni halkının kolektif hafızasını silme girişimidir. Adına restorasyon denilen bu zihniyet, aslında inkarın, dönüştürmenin ve gaspın kılıfıdır.
Bu nasıl bir zihniyettir ki; geçmişin mezar taşlarını kazır, kiliseleri cami yapar, sonra da “turizm” ve “kardeşlik” adıyla bunu pazarlamaya kalkar?
Bu topraklarda bir halkı sür, öldür, inkar et; ardından onların kutsal mekanlarını kendine mal et!
Bunun adı barbarlık değilse nedir?
Bu, sadece Ermenilere karşı değil; tüm kadim halklara, tarihsel mirasa ve insanlık onuruna karşı işlenen bir suçtur.
Siz, bin yıldır ayakta duran bir katedrali restore etmiyorsunuz; siz geçmişi tahrif ediyor, halkların hatırasına bir kez daha hançer saplıyorsunuz. Ani harabelerinde taş üstüne taş koymayanlar, şimdi o taşların inancını, dilini, kimliğini değiştirmeye kalkıyor.
Bu barbarlıktır.
Bu yağmadır.
Bu, bir halkın kutsalına saldırıdır.
Mahmut Uzun
…Şu an “sosyalistim”, “komünistim”, “demokratım”, “insan haklarından ve özgürlükten yanayım” diyen sözümona nice aydınımız, özünde ırkçı ve milliyetçiyse, bunu yüz yıldır Kemalizmin çöplüğünde beslendiklerine borçludurlar. Bir de “büyük” şair Nazım’a…
“Savaşçı ve faşist” ruhlu millete ve devlete sahip çıktılar;
Nazım gibi. Ülkeye şiirleriyle, edebiyata getirdiği kadarını da bu yolla götürmüştür…
Ülke edebiyatçıları, aydınların, solcuları, tiyatrocuları bayılırlar mesela şu dizelere:
“Dörtnala gelip Uzak Asya’dan
Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket
bizim!”
diye bolca üflemeye, mastürbasyonla tatmin olmaya bayılırlar …
Oysa düşünmezler ki o memleket binlerce yıldır bu topraklarda yaşayan Ermeni’nindir, Kürt’ündür, Rum’undur, Süryani’nindir, Laz’ın, Çerkes’in, Gürcü’nün, Arap’ın, Nasturi’nin, Êzidî’nin ve de Türk’ündür…
Bu memleket, bir orman gibi yaşayan herkesindir…
Gel de anlat bunu, “en aydın benim” diye ortalığa düşüp kasım kasım kasılan iki ayaklı dingillere!
Mahmut Uzun
"Kendine sürgün
bir garip kişiyim;
kutsallığı zincir gibi
parmağında çeviren.
umudu depremden,
aşkı külden
bekleyen benim
aranızda
yerim yok zaten.
heybesinde yılan
işaretleri,
baldıran zehiri
yüzüğünün içinde
ve yanında
kav taşıyan ben;
tekinsizim size göre
ibret için
yakılması gereken."
Metin Altıok
https://www.instagram.com/p/DLmmal8N2bD/?igsh=OGxza25rZDE5d29h
Devlet sustuğunda, katiller konuşur…
Mahmut Uzun
2 Temmuz 1993. Sivas’ta bir otel yakıldı. İçinde insanlar vardı. Aydınlar, sanatçılar, ozanlar, çocuklar…
Canlı canlı yakıldılar. Dışarıda toplanan binlerce kişi “yakın, yakın!” diye bağırıyorlardı. İçeridekiler ise insanlıktan medet umuyordu.
Gelmedi...
Bu bir halk isyanı değildi. Bu bir linçti. Bir katliamdı. Devletin gözetiminde, devletin bilgisiyle, devletin gölgesinde yaşandı. Herkes izledi. Herkesin izlediğini tarih kaydetti.
Ve sonra ne mi oldu?
Tansu Çiller çıktı, “Çok şükür otel dışındaki halkımıza bir zarar gelmedi” dedi.
Yani içerde yananları “halk”tan saymadı. Onları bu milletin parçası olarak görmedi.
Bu, yalnızca bir cümle değil, bir zihniyetti.
Süleyman Demirel ise “Olay münferittir. Halkla güvenlik güçleri çatışmamıştır”
dedi.
Sanki bir tesadüfmüş gibi, sanki binlerce kişi bir anda “aniden” galeyana gelmiş gibi…
Sanki öncesi yokmuş, yıllarca biriken nefret yokmuş, devletin ideolojik mühendisliği hiç yokmuş gibi…
Erdal İnönü ise sorumluluğu başkalarına devretmeye çalıştı: “Benim kadar onlar da sorumlu.”
Hayır! Siz hepiniz sorumluydunuz! Çünkü o gün orada susan herkes, yanındakinin çığlığını bastırdı.
Fehmi Koru, Aziz Nesin’i suçladı.
Mehmet Gazioğlu, inançlara hakaret ettiğini iddia etti.
Yani bu insanlar, “Aziz Nesin vardı, o yüzden insanlar yakıldı” diyebildi.
Faili suçlamak yerine, mağdura yöneldiler.
Tarihin en alçak diliyle konuştular.
Bu sözler rastgele değildir. Bunlar bir zihniyetin, bir devlet aklının, bir cezasızlık geleneğinin göstergesidir.
O gün orada yakılan yalnızca insanlar değildi. O gün insanlık da yandı. Vicdan da, adalet de, hakikat de…
Bugün hâlâ Madımak Oteli bir utanç müzesi
değilse…
Hâlâ faillerin bazıları korunduysa, bazıları serbest kaldıysa…
Hâlâ devlet yetkilileri o gün söylediklerini düzeltme gereği duymadıysa…
Bu, bir devam halidir. Sivas katliamı geçmişte kalmadı. Sivas sürüyor.
Ve o gün “yakın” diye bağıranlar bugün başka meydanlarda, başka isimlerle, başka sloganlarla hâlâ aramızdalar…
Ama artık yeter.
Çünkü devlet sustuğunda, katiller konuşur.
Ve biz sustukça, tarih yanmaya devam eder.
Mahmut Uzun
https://www.instagram.com/p/DLnY7_NNwRt/
“mayısta açan gül adınızla anılacak
alanlara çıkan ses, anımsatan özlem
yarım bırakılmış bir yaşamı
zaman adınızla anılacak Temmuz geldiğinde
yerinden oynayan ana yüreği
kapının her çalınışında
adınızla anılacak körün gözünden
perdeyi kaldıran o alev
utancın yüzü yanıp durdukça”
(Son Söz Yerine, Kemal Özer)
#unutMADIMAKlımda
22s
https://www.instagram.com/p/DLk_6bWoWNd/?igsh=MWxjYno0Y3o3aDBpdw%3D%3D&img_index=2
Temmuz 1993, Leman kapağı.
#SivasKatliamınıUnutma #UnutMadımaklımda
#2temmuz
https://www.instagram.com/p/DLk59cgos-D/
UNUTMADIM. UNUTMAYACAĞIM. UNUTTURMAYACAĞIM.
Arkadaşlarımı, kardeşlerimi diri diri yaktınız!
Kapılar kapatıldı, camlar kırıldı, içeride canlar vardı, siz kibriti tuttunuz!
Ve devlet…
sadece seyretti.
Otuz bir yıl oldu.
Tam otuz
bir yıl.
Biz kül yuttuk, siz unuttuk sandınız.
Ama biz unutmadık!
Ben unutmadım!
Ben, Madımak’ın kapısında yere düşen o çığlığın içindeyim hâlâ.
Siz o gün sadece insanları değil, insanlığı da yaktınız.
Sonra ne oldu?
Yakanlar ödüllendirildi.
Katil avukatları milletvekili oldu.
Sanıklar mülteci değil, devlet korumasında birer misafir oldu.
Mahkemeler tiyatroya, adalet susturulmuş bir tanığa döndü.
Siz, yangının etrafında tekbir getiren güruhsunuz.
Siz, onları alkışlayan mahalleler, o katliamın iktidar ortağısınız.
Ve siz - hâlâ susanlar, hâlâ bu ülkeyi yönetmeye aday olanlar - hepinizin suç ortaklığı tescilli, biliyoruz .
İçim kanıyor.
Ama sadece yas tutmuyorum; öfkemle, hatırlamakla, adını koymakla direniyorum.
Bu topraklarda katliamları örtmek isteyen her güç, Madımak’ın külleri altında kalacak!
Sivas’ta bir otel değil, bir rejim yandı aslında.
İnsanlık yandı.
Ve biz, o yangının içinde hayatta kalan utancız!
Yarın 2 Temmuz.
Bir ülkenin, evlatlarını cayır cayır yaktığı günün 31. yıl dönümü.
Unutanlara, unutturmaya çalışanlara karşı bir kez daha yüksek sesle söylüyorum:
Günü gelecek, bu halk size sadece sandıkta değil, tarihin en karanlık sayfasında da hesap soracak.
Ölenleri öfkeyle, onurla ve sonsuz bir yasla anıyorum.
Mahmut Uzun
https://www.instagram.com/p/DLk3WNhtPVp/