Show newer

Osmanlı'daki Sosyalist Ermenilerin Saklı Tarihi - 3: Yoldaş Paramaz ve Arkadaşları

youtu.be/KBc1DSvUtwM?si=zP2R_z

Bizler kendi çağımızın zalimliği ile suçluluk duygumuz arasına devlet denetimindeki yardım kurumlarından örülü bir duvar inşa etmiş durumdayız; hayır işleri tümüyle organize edilmiş.

JOHN FOWLES

Çin, Bir Atomu Tamamen Yönetmeyi Başardı – İkinci Transistör Devrimi Baş...
youtu.be/JuSvj3B7Krc?si=EvXqux

Tyrannosaurus’un Atası Keşfedildi: Khankhuuluu

Bilim insanları, Tyrannosaurus rex’in bilinen en yakın atasını buldu. Yeni tür Khankhuuluu, dinozorların evriminde eksik halkayı tamamlıyor
merlininkazani.com/tyrannosaur

190 ışık yılı uzakta görüntülen çift yıldızlı sistem, gezegenlere dair kabulleri yıkabilir

NASA’nın TESS teleskobu, bilim dünyasında merak uyandıran bir keşif yaptı. 190 ışık yılı uzakta görüntülenen çift yıldızlı bir sistem, ilginç yapısıyla mevcut modelleri baştan yazdırabilir.
donanimhaber.com/190-isik-yili

57 yıllık efsane bilim kurgu filmi bugünü bildi mi? Hayatta kalmayı öğreniyor

2001: A Space Odyssey'deki HAL 9000 gibi bazı yapay zekalar kapatılmaya karşı direnç gösteriyor ve hatta kapanmayı sabote ediyor. Bir yapay zeka güvenlik araştırma şirketi, yapay zeka modellerinin kendi "hayatta kalma dürtülerini" geliştiriyor olabileceğini söyledi. Hatta şantaj bile yapabiliyorlar.mi?
chip.com.tr/galeri/57-yillik-e

Kişi bilinç düzeyinde ve ahlaki bakımdan düşünerek kendi yolunu seçmediği sürece kişilik asla gelişmez.

CARL GUSTAV JUNG

...Özgürlük bir sonuç değil, bir eylemdir; devleti kurarak değil, devlete karşı mücadele ederek elde edilir. Bilgelerin ya da proletaryanın hükümetini hazırlayan sosyalizm, sadece yeni bir teokrasidir; ve her teokrasi bir yalandir...

Emilio Covelli

Hepimizin içinde adını koyamadığımız bir şey var, işte biz oyuz.

José Saramago

NASA'nın üç uzay aracı hemfikir: "Normalden 7 kat daha parlak"

Gizemli yıldızlararası cisim 3I/ATLAS, Güneş’e en yakın geçişinde olağan dışı bir şekilde parlayarak bilim insanlarını hayrete düşürdü. Renginin kızıldan maviye dönmesi ve parlaklığının yedi kat hızla artması, ziyaretçinin sırlarını daha da derinleştirdi.
ntv.com.tr/teknoloji/nasanin-u

Yıldızlararası ziyaretçi yön değiştirdi: "Teknolojik bir manevra olabilir"

Yıldızlararası cisim 3I/ATLAS, Hubble’ın birkaç ay önce görüntülediği gizemli “anti-kuyruğunu” kaybedip yönünü tamamen tersine çevirdi.Harvard’lı Prof. Avi Loeb bu davranışın “teknolojik bir manevraya” işaret edebileceğini söylüyor.
ntv.com.tr/teknoloji/yildizlar

Göbeklitepe Tartışmasını Bitirecek Kanıt Karahantepe’den Geldi

Karahantepe kazıları, 12 bin yıl önce kamusal yapıların ve konutların bir arada olduğunu kanıtlayarak, Göbeklitepe’nin “sadece tapınak” olduğu teorisini çürütüyor.
kayiprihtim.com/haber/gobeklit

66 Milyon Yıllık Dinozor ‘Mumyaları’ Bilim Dünyasındaki Ezberleri Bozdu

ABD’de bulunan 66 milyon yıllık Edmontosaurus mumyası, dinozorların toynaklı yapıya sahip ilk kara sürüngenleri olduğunu kanıtlayarak evrim tarihine ışık tuttu.
kayiprihtim.com/haber/66-milyo

Anıtkabir Otobüsü Kalkmak Üzere

Mahmut Uzun

Anıtkabir otobüsü kalkmak üzere, sevgili yolcular…
Lütfen umutlarınızı, kırık hayallerinizi ve unutulmuş vaatlerinizi bagaj bölümüne yerleştiriniz.
Bu hat tek yönlüdür; dönüş yoktur.
Çünkü bu ülkenin rotası, hep aynı dairenin etrafında döner:
Tarihin gölgesi, suskunluğun merkezi, unutuşun kalbi.

Mermerin soğukluğunda
diz çökülür,
ama toprağın sıcak kanı hala kurumamıştır.
Birileri “saygı duruşu” der,
birileri “milli vecibe”,
ama kimse o sessizliğin neye mal olduğunu düşünmez.
Oysa tarih, çoğu kez sessizliğin dilinden yazılır -
ve en yüksek anıtlar, en derin unutkanlığın üstüne dikilir.

Otobüs doludur yine.
Aynı koltuklarda oturan, ama her dönemde başka slogan atan yüzlerle…
Bir vakit “milli birlik” diye bağıranlar,
bugün “demokratik kardeşlik” türküsü söylüyor.
Fakat her notada aynı eksiklik yankılanıyor:
Kürtlerin yüzyıllardır taşıdığı o görünmez, ağır valiz.
İçinde eksik adalet, ertelenmiş eşitlik, mühürlü umutlar…
Ve her durakta yeni vaatler, yeni yeminler, yeni unutmalar.

Yol tabelaları değişiyor:
Birinde “adalet” yazıyor, diğerinde “kalkınma”,
ama direksiyon hep aynı ellerde.
Her yeni şoför, bir öncekinden daha çok inanmış görünüyor,
ama rotayı değiştirmeye cesaret eden çıkmıyor.
Bu otobüs, merkeze
gider hep -
merkez ki, konuşmanın sustuğu,
sustum diyenin de yok sayıldığı yerdir.

Bizse her defasında aynı durakta bekliyoruz.
Yeniden inanıyoruz, yeniden aldatılıyoruz,
yeniden “iyi yolculuklar” diyoruz.
Oysa hepimiz biliyoruz:
Bu otobüs hiçbir yere varmaz.
O sadece döner -
dönerek unutturur,
unutturarak yönetir.

Belki de asıl tuzak binmekte değil,
asıl tuzak, bu otobüsün bir yere gideceğine hala inanmakta.
Tarih, inançla beslenen bir yanılsamadır bazen;
aynı yokuşta, aynı sürücüyle,
aynı uçuruma doğru ilerleyen bir yanılsama.

Ve biz,
her seferinde el sallayıp “iyi yolculuklar” deriz,
biraz alayla, biraz kederle, biraz alışkanlıkla…
Sanki giden onlar değilmiş gibi,
sanki kalan biz değilmişiz gibi.
instagram.com/p/DQl2ol1DNiB/

Sınırda kapitalizm ve totaliterliğin geri dönüşü

Mustafa Özcan

Faşizmin yeni biçimleri –dijital otoriterlik, kimlikçi popülizm, algoritmik yönetişim– kapitalizmin kendi sınır koşullarında doğan tahayyül krizinin siyasal biçimleridir. Bu biçimler, geçmişin tekrarı değil, krizin yeniden biçimlenmesidir

Kapitalizmin tarihi aynı zamanda kendi krizlerine verdiği politik-ideolojik yanıtların tarihidir. 20. yüzyılda klasik faşizm (İtalya, Almanya) nasıl, kâr oranlarının düşüşü, emek hareketlerinin yükselişi ve liberal demokrasinin çözülmesi karşısında burjuvazinin tarihsel savunma refleksi olarak ortaya çıktıysa, bugün de yükselen otoriter eğilimler (örneğin Putin-Rusya, Modi-Hindistan, Erdoğan-Türkiye, Orban-Macaristan, Trump ve Batı’daki aşırı sağ dalga) kapitalizmin geç neoliberal evrede yaşadığı yapısal sınır krizine benzer bir yanıt olarak düşülmelidir. Aşikar hale gelen “yeni totalitarizm” yalnızca gerici bir geri dönüş değil; kapitalizmin kendi tarihsel sınırlarına dayanmış olması nedeniyle geliştirdiği yeniden üretim stratejisidir. Bu strateji çerçevesinde yaşanan mali krizler (küreselleşmenin sınırlarına dayanması, göçmen sorunu, neoliberal politikaların iflası sonucu belirginleşen kriz); kapitalizmin evrensel değerlerin taşıyıcısı iddiasında olduğu temsil sistemi, hukukun üstünlüğü, insan hakları gibi uygarlık projesini de tıpkı 2. Dünya Savaşı öncesi olduğu gibi kendi sınırına taşıdı.

Totaliterliğin geri dönüşü ve kapitalizmin eşiği
Yirminci yüzyılın sonunda faşizmin tarihsel olarak yenilgiye uğratıldığı, liberal demokrasinin “tarihin sonu”nu temsil ettiği iddia edilmiş, kapitalizmin küresel biçimi ile bireysel özgürlüklerin uyumlu bir sentez oluşturabileceğine inanılmıştı. Oysa yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreği, bu inancın bir yanılsama olduğunu acı biçimde gösterdi. Küresel ölçekte yükselen otoriter-popülist rejimler, dijital gözetim toplumları, ABD ve AB’de faşist partilere artan kitle desteği ve kimlik temelli milliyetçi siyasetlerin sınıf mücadeleleri yerine ikamesi sonucunda solun kitle desteğini oluşturan geniş halk kitleleri nezdinde, yalnızca politik bir geriye dönüşle değil, kapitalizmin kendi içkin sınırlarında beliren yeni bir eşik ile belirginleşmeye başlamıştır. Bu eşik, bir sonun değil, bir doyumun göstergesidir. Kapitalizm, yalnızca üretim ilişkilerinin değil, toplumsal anlamın, öznel deneyimin ve tahayyülünde sınırlarına dayanmıştır. Faşizm ya da totaliterlik, bu tıkanma noktasında, sistemin kendi devamlılığını ontolojik düzeyde yeniden tesis etme çabası olarak belirmiştir. Dolayısıyla faşizmi yalnızca siyasal bir biçim, otoriterliğin bir türü ya da kriz dönemlerinde tekrarlanan bir patoloji olarak değil, tarihsel kapitalizmin kendi kendini koruma refleksi olarak okumak gerekir. Bu noktada “sınırda kapitalizm” kavramı belirleyici hale gelir. Kapitalizm, artık kendi sınırında, varlığını sürdürebilmek için bu sınırı sürekli olarak aşma, genişletme, yeniden icat etme çabası içindedir. Ancak her aşma girişimi, yeni bir kriz biçimi üretir. Ekolojik yıkım, finansal krizler, kimlik politikaları, teknolojik tahakküm – tümü bu sınırda-olma halinin farklı tezahürleridir. Ancak mesele teknik değil, tarihsel-ontolojiktir. Kapitalizmin krizi, sermayenin birikim sınırlarına ulaşması kadar, yukarda belirtilen toplumsal tahayyülün üretkenliğinin de tükenmesiyle ilgilidir. Castoriadis’in deyişiyle, her toplum “kendi dünyasını tahayyül ederek” var olur. Kapitalizm, bu tahayyül gücünü sonsuz büyüme, ilerleme ve piyasa mantığıyla özdeşleştirmiştir. Bugün ise bu mantığın dayandığı anlam dizgesi çökmüştür. Artık ne evrensel insanlık değerlerinden ne ilerlemeden bahsedilebilir. Kendi varlığı ve yaşantısını arayan toplumsal özne, yeni bir anlam üretemediği koşullarda sınırda kapitalizmin önüne koyduğu faşizm dahil her türlü otoriter yönetim seçeneğini gündemine almıştır.

Tarihsel kapitalizmin kriz dinamiği ve iç sınırın mantığı
Marx’ın kapitalizm çözümlemesinin en derin katmanı, onun tarihsel bir sistem değil, tarihsel bir çelişki biçimi olduğunu göstermesidir. Kapitalizm, kendi varlığını, çözümleyemediği çelişkilerin sürekli yeniden üretimi üzerinden sürdürür. Bu nedenle kriz, sistemin istisnası değil, olağan halidir. Marx, Grundrisse’de “Sermaye, bir ‘değer birikimi’ olmanın ötesinde, ‘sonsuz genişleme zorunluluğu’na sahip bir toplumsal ilişkidir” der. Bu zorunluluk, sermayeyi hem dinamik hem de kendine karşıt hale getirir. Çünkü genişleme, her defasında yeni bir dış alan gerektirir: Sömürülecek yeni emek biçimleri, çevre ekonomileri, doğa kaynakları, kültürel pazarlar. Ancak modern kapitalizmin küreselleşmesiyle birlikte bu dışsallık giderek yok olmuştur. Bugün yaşadığımız kriz, tam da bu “dışın tükenişi”dir. Sermaye, artık genişleyebileceği yeni bir alan bulamadığında, genişlemeyi toplumsal dokunun içine, öznenin varoluşuna taşır. İnsan ilişkileri, duygular, arzular, hatta bilişsel süreçler bile piyasa mantığının içselleştirilmiş bir uzantısına dönüşür. Bu, Marx’ın “metanın genel biçim” olarak tanımladığı yapının ontolojik düzeyde tamamlanmasıdır. Sermayenin sınırı, artık yalnızca üretim araçlarının değil, insanın tahayyül gücünün sınırıdır. Bugünün ekolojik felaketleri, küresel eşitsizlikleri ve finansal krizleri, bu çözüm modelinin artık işlemediğini göstermektedir. Sermaye, kendi çelişkilerini başka yere süremez hale gelmiştir ve Marx’ın “mutlak sınır” dediği duruma yaklaşılmıştır.

Toplumsal tahayyül ve anlamın çöküşü
Faşizmin klasik biçimleri, modern ulus devletin ve sanayi kapitalizminin kriz koşullarında doğmuştu. Bu kriz, üretim ilişkileriyle siyasal temsil biçimleri arasındaki uyumsuzluktan kaynaklanıyordu. Kitlelerin siyasal özne haline gelmesi, üretim alanındaki tahakküm ilişkilerini tehdit ediyordu. 20. yüzyılın ilk yarısında faşizm, bu tehdidi bastırmak ve sermaye birikimini yeniden stabilize etmek için “ulusal birlik”, “tek lider” ve “kolektif fedakârlık” mitleri üzerinden işlev gördü. Bugün ise faşizmin dönüşümü, farklı bir tarihsel zeminde, dijital kapitalizm evresinde ortaya çıkmaktadır. Bu yeni biçim, klasik faşizmin açık şiddetini değil, sürekli denetim, görünmez yönlendirme ve kimliksel kutuplaşma tekniklerini kullanır. Castoriadis’e göre toplumlar, yalnızca üretim ilişkileriyle değil, aynı zamanda kendilerine verdikleri anlamlarla var olurlar. Toplumun kurucu öğesi, ekonomik yapı sın yanında, toplumsal öznenin kendini anlamlandırma biçimidir; bu biçim, tahayyülün ürünüdür. Kapitalizm, başlangıcından itibaren belirli bir toplumsal tahayyül üzerine kurulmuştur: Sınırsız ilerleme, rasyonel birey, teknik kontrol ve sonsuz büyüme miti. Ancak günümüzde bu tahayyül, hem ekonomik hem de ekolojik düzeyde çökmüştür. İnsan, doğa ve anlam üretimi, artık sermayenin işleyişine hizmet eden “veri kaynaklarına” indirgenmiştir. Bu durumda sistemin sürdürülebilmesi için yeni bir “tahayyül rejimi” gereklidir. Dijital otoriterlik bu boşluğu doldurur: Anlamın yerini algoritmik düzen alır. İnsan davranışları, tercihler, hatta duygular ölçülebilir ve yönlendirilebilir verilere dönüştürülür. Bu yeni otoriterlik biçimi, klasik faşizmin aksine “baskı”dan değil, “katılım”dan beslenir. Birey, kendi özgürlüğünü deneyimlediğini sanırken, algoritmik süreçlerin içinde belirlenmiş tepkiler verir. Böylece özne, iktidarın aracı haline gelir. Artık faşizm, tek bir liderin iradesiyle değil, algoritmaların görünmez iktidarıyla işler.

Siyasal düzeyde ise bu durum, popülist söylemlerin yükselişiyle birleşir. Popülizm, toplumsal parçalanmayı “halk” ve “elit” karşıtlığı üzerinden yeniden düzenleyerek, kriz halindeki kapitalizme geçici bir anlam sağlar. Ancak bu anlam, gerçek bir siyasal tahayyül değil, ideolojik bir simülasyondur. Böylece dijital faşizm, hem mikro (algoritmik denetim) hem makro (milliyetçi-popülist söylem) düzeyde işleyen iki yönlü bir tahakküm biçimi kurar.

Dolayısıyla sınırda kapitalizmin totaliter yanıtı, yalnızca siyasal değil, kültürel ve varoluşsaldır. Anlamın çöktüğü yerde düzen kurma arzusu, özgürlüğün yerini alır. Teknolojik gözetim, ekonomik belirsizlik ve ekolojik felaketler çağında, insan kendini “düzenin güvenli kollarında” bulur. Fakat bu güven, kendi özne oluşunun kaybı pahasına sağlanır.

Sonuç olarak, faşizmin yeni biçimleri –dijital otoriterlik, kimlikçi popülizm, algoritmik yönetişim– kapitalizmin kendi sınır koşullarında doğan tahayyül krizinin siyasal biçimleridir. Bu biçimler, geçmişin tekrarı değil, krizin yeniden biçimlenmesidir. Kapitalizm, kendi çöküşünü yönetebilmek için insanın anlam üretme gücünü nötralize etmek zorundadır; çünkü anlam, her zaman özgürlüğün kaynağıdır.Bugün totaliter eğilimleri anlamak için, yalnızca ekonomik veya siyasal analiz yeterli değildir; aynı zamanda tahayyül krizini okumak gerekir. İnsan, kendi yaratıcı kapasitesini kaybettiğinde, otoriterlik kolayca meşrulaşır. Bu nedenle tarihsel kapitalizmin eşiğinde yeni bir tahayyül, ekonomik düzeni yeniden yapılandırmanın yanında, toplumsal anlamı yeniden kurmakla mümkündür. Yeni tahayyülün olasılıkları, mevcut sistemin sınırlarına dair farkındalıkla başlar. “Sınırda kapitalizm” yalnızca bir kriz durumu değil, aynı zamanda alternatif bir geleceğin doğabileceği bir tarihsel eşiktir. Bu eşikte, insanın yaratıcı öznelliği harekete geçtiğinde, tarih yeniden yazılabilir, totaliter düzenin dondurulmuş zamanı çözülebilir. Marx’ın özgürleşme vizyonu bu yaratıcı eylemin kavramsal-kuramsal kılavuzu, komünist ve devrimci hareketin düşünsel, siyasal ve sınıfsal dinamiklerinin, amaç, yol ve örgüt bütünlüğünde birleştirilmesi de pratik adımı gibi görünüyor.
sendika.org/2025/11/sinirda-ka

Yoksulluğun Toplumsal ve Bireysel Temsilleri

Orhan Kemal’in eserleri, 20. yüzyıl Türkiye’sinin sanayileşme ve kentleşme süreçlerinde işçi sınıfının yaşadığı yoksulluğu ayrıntılı bir şekilde tasvir eder. Romanları, maddi yoksunluğun ötesine geçerek, yoksulluğun bireylerin sosyal konumlarını, ilişkilerini ve fırsatlarını nasıl şekillendirdiğini gösterir. Karakterler genellikle fabrika işçileri, gecekondu sakinleri veya kırsaldan kente göç etmiş ailelerdir. Bu karakterler, temel ihtiyaçlarını karşılamak için sürekli bir mücadele içindedir ve bu durum, onların toplumsal hiyerarşideki yerlerini sabitler. Yoksulluk, bireysel çabanın sistematik engellerle karşılaştığı bir çerçeve olarak sunulur; örneğin, bir işçinin daha iyi bir iş bulma girişimi, eğitim eksikliği veya sosyal bağlantı yetersizliği nedeniyle başarısızlığa uğrar. Bu temsiller, yoksulluğun yalnızca ekonomik bir durum değil, aynı zamanda sosyal ve kültürel bir kısıtlama olduğunu vurgular.

Kültürel Sermaye Kavramının Çerçevesi
Kültürel sermaye, bireylerin toplumsal alanda avantaj sağlayan bilgi, beceri ve alışkanlıklarını ifade eder. Bu kavram, üç ana biçim altında ele alınır: içselleştirilmiş sermaye, bireyin eğitim, dil becerileri ve kültürel alışkanlıklarıdır; nesneleştirilmiş sermaye, kitaplar, sanat eserleri gibi maddi kültürel ürünlerdir; kurumsallaşmış sermaye ise diploma veya resmi unvanlar gibi tanınmış niteliklerdir. Kültürel sermaye, bireylerin sosyal hareketliliğini etkileyerek, toplumsal eşitsizliklerin yeniden üretiminde kilit bir rol oynar. Araştırmalar, kültürel sermayenin ekonomik ve sosyal sermaye ile iç içe geçtiğini ve bu üç sermaye türünün birbirini desteklediğini göstermektedir. Yoksul bireyler, bu sermaye türlerinden birine veya birkaçına erişimde zorluk yaşadığında, toplumsal alanda dezavantajlı konuma düşer.

Eserlerdeki Karakterlerin Kültürel Sermaye Profili
Orhan Kemal’in romanlarındaki yoksul karakterler, kültürel sermaye açısından ciddi eksikliklerle betimlenir. İçiçe geçmiş yoksulluk ve sermaye eksikliği, karakterlerin hayatlarını derinden etkiler. Örneğin, içselleştirilmiş sermaye bağlamında, işçiler genellikle standart dil kullanımından yoksundur ve resmi eğitim süreçlerinden dışlanmıştır. Bu, onların iş görüşmelerinde veya sosyal ortamlarda kendilerini ifade etme yeteneklerini sınırlar. Nesneleştirilmiş sermaye açısından, yoksul ailelerin evlerinde kültürel ürünlere (kitap, gazete, müzik aletleri) erişim neredeyse yoktur. Bu eksiklik, bireylerin entelektüel gelişimini kısıtlar ve kültürel referanslardan uzak kalmalarına neden olur. Kurumsallaşmış sermaye ise, diploma veya mesleki sertifika eksikliğiyle belirgindir; bu, karakterlerin daha iyi iş imkanlarına erişimini engeller. Kemal’in eserlerinde, bu eksiklikler, karakterlerin toplumsal hiyerarşide alt konumlarda kalıcı hale gelmesine yol açar.

Yoksulluk ve Kültürel Sermaye Arasındaki Dinamik İlişki
Yoksulluk, kültürel sermaye birikimini doğrudan kısıtlayan bir faktördür. Orhan Kemal’in eserlerinde, karakterlerin günlük hayatta karşılaştıkları maddi zorluklar, kültürel sermaye edinimini ikinci plana iter. Örneğin, bir işçi ailesi, çocuklarının eğitimine yatırım yapmak yerine, kira veya gıda masraflarına öncelik vermek zorundadır. Bu durum, bir kısır döngü oluşturur: düşük kültürel sermaye, bireyleri düşük gelirli işlere mahkum eder ve bu da yeni sermaye birikimini engeller. Araştırmalar, yoksul hanelerde kültürel sermaye birikiminin, orta veya üst sınıf hanelere kıyasla %50’ye varan oranlarda daha düşük olduğunu göstermektedir. Kemal’in romanları, bu döngüyü, karakterlerin eğitim fırsatlarını kaçırması veya kültürel etkinliklere katılamaması gibi örneklerle somutlaştırır. Yoksulluk, bireylerin yalnızca maddi kaynaklarını değil, aynı zamanda sosyal ve kültürel katılım kapasitelerini de sınırlar.

Sosyal Hareketlilik Üzerindeki Kültürel Engeller
Kültürel sermaye eksikliği, sosyal hareketliliği engelleyen temel faktörlerden biridir. Kemal’in eserlerinde, yoksul karakterler, elit grupların hakim olduğu sosyal alanlara girmekte zorlanır. Örneğin, bir işçi çocuğunun yüksek öğrenim görme hayali, maddi imkansızlıklar ve kültürel uyumsuzluk nedeniyle genellikle gerçekleşmez. Bu uyumsuzluk, bireylerin davranış biçimleri, dil kullanımı veya sosyal normlara aşinalık eksikliğinden kaynaklanır. Toplumsal alanlarda kabul görmenin ön koşulu olan bu unsurlar, yoksul bireylerde sınırlıdır ve dışlanma mekanizmalarını tetikler. Çalışmalar, kültürel sermaye eksikliğinin sosyal hareketliliği %30-40 oranında azalttığını ortaya koyar. Kemal’in romanları, bu engelleri, karakterlerin başarısız girişimleriyle (örneğin, bir işçinin memur olma çabası) ve toplumsal reddediliş hikayeleriyle açıkça gösterir.

Nesiller Arası Sermaye Aktarımının Kesintiye Uğraması
Kültürel sermaye, nesiller arası aktarım yoluyla toplumsal statünün korunmasında veya geliştirilmesinde önemli bir rol oynar. Ancak Kemal’in eserlerinde, yoksul ailelerde bu aktarım süreci kesintiye uğrar. Ebeveynler, kendi sınırlı kültürel birikimlerini çocuklarına aktaramaz; çocuklar, sokak kültürü veya temel pratik becerilerle büyür. Örneğin, bir babanın okuma yazma bilmemesi, çocuğunun okul başarısını doğrudan etkiler. Araştırmalar, düşük gelirli ailelerde kültürel sermaye aktarımının, orta sınıf ailelere kıyasla %35-45 daha zayıf olduğunu belirtir. Kemal’in romanları, bu kırılmayı, çocukların erken yaşta iş gücüne katılması veya okulu terk etmesi gibi olaylarla resmeder. Bu durum, nesiller arası eşitsizliğin devamını sağlar ve yoksulluğun kalıcılaşmasına katkıda bulunur.

Kentleşme ve Kültürel Sermaye Dönüşümleri
Türkiye’nin 20. yüzyıldaki hızlı kentleşme süreci, kültürel sermaye dinamiklerini derinden etkiler. Kemal’in eserlerinde, kırsaldan kente göç eden aileler, geleneksel bilgi ve becerilerini kent normlarına uyarlamakta zorlanır. Örneğin, kırsal alanda geçerli olan tarım bilgisi, fabrika ortamında işe yaramaz; bu, göçmen işçilerin kültürel sermaye açısından dezavantajlı hale gelmesine neden olur. Kentleşme, yeni beceri taleplerini (teknik bilgi, standart dil kullanımı) artırırken, yoksul bireyler bu taleplere erişimde yetersiz kalır. Analizler, kentleşmenin kültürel sermaye eşitsizliğini %20-30 oranında artırdığını gösterir. Kemal’in romanları, bu uyumsuzluğu, işçilerin kent yaşamına adaptasyon zorlukları ve sosyal dışlanma hikayeleriyle belgeler.

Eğitim Sisteminin Rolü ve Sınırlamaları
Eğitim, kültürel sermaye birikiminin temel araçlarından biridir; ancak Kemal’in eserlerinde, yoksul karakterler için bu sistem genellikle erişilemezdir. Okullara erişim, maddi kaynak eksikliği veya coğrafi engeller nedeniyle sınırlıdır. Ayrıca, yoksul öğrencilerin okullarda karşılaştığı kültürel uyumsuzluk, başarılarını olumsuz etkiler. Örneğin, bir karakterin öğretmeniyle iletişim kuramaması, onun eğitim sürecinden kopmasına yol açar. Araştırmalar, yoksul öğrencilerin okul terk oranının, orta sınıf öğrencilerine kıyasla %25 daha yüksek olduğunu gösterir. Kemal’in eserleri, bu sorunu, çocukların erken yaşta çalışmaya başlaması veya okulu bırakması gibi hikayelerle işler. Eğitim sisteminin eşitsizlikleri pekiştiren yapısı, kültürel sermaye birikimini engeller.

Toplumsal Cinsiyet ve Kültürel Sermaye
Kemal’in romanlarında, yoksulluk ve kültürel sermaye eksikliği, toplumsal cinsiyetle de kesişir. Kadın karakterler, hem yoksulluğun hem de cinsiyet temelli engellerin etkisi altındadır. Örneğin, yoksul bir kadın, eğitim fırsatlarından erkeklere kıyasla daha az yararlanır ve ev içi sorumluluklar nedeniyle kültürel sermaye birikiminden dışlanır. Çalışmalar, yoksul kadınların kültürel sermayeye erişiminin, erkeklere göre %15-20 daha düşük olduğunu belirtir. Kemal’in eserlerinde, kadınların toplumsal alanda görünürlüğü sınırlıdır ve bu, onların sermaye birikimini daha da zorlaştırır. Bu durum, yoksulluğun cinsiyet temelli boyutlarını ortaya koyar.

Edebiyatın Sosyolojik Analizdeki Katkısı
Orhan Kemal’in romanları, yoksulluğu ve kültürel sermaye eksikliğini somut hikayeler üzerinden ele alarak, toplumsal yapıların bireysel hayatlar üzerindeki etkisini gözler önüne serer. Eserler, bireysel mücadeleleri sistematik eşitsizliklerle bağdaştırarak, sosyolojik bir perspektif sunar. Kültürel sermaye kavramı, bu hikayeleri çözümlemek için güçlü bir araçtır çünkü karakterlerin yaşadığı kısıtlamaları ve fırsat eşitsizliklerini anlamayı sağlar. Romanlar, aynı zamanda, yoksulluğun yalnızca maddi bir durum olmadığını, bireylerin sosyal ve kültürel katılımını da etkilediğini gösterir. Bu yaklaşım, edebiyatın toplumsal analizdeki değerini vurgular ve benzer temaları işleyen diğer disiplinlerle (sosyoloji, ekonomi) paralellikler kurar.
insanokur.org/yoksullugun-topl

Roma İmparatorluğu’nda Mithra Kültünün Askerler Arasında Yaygınlaşması ve Çok Kültürlü Yapı

Mithra Kültünün Kökenleri ve Özellikleri
Mithra kültü, kökenlerini Pers mitolojisindeki Mitra figürüne dayandıran bir inanç sistemi olarak ortaya çıkmıştır. Bu kült, Roma İmparatorluğu’nda özellikle MS 1. yüzyıldan itibaren yaygınlaşmıştır. Mithra, güneşle ilişkilendirilen bir tanrı olarak, adalet, sadakat ve cesaret gibi değerleri temsil etmiştir. Roma’daki versiyonu, Pers kökenlerinden farklılaşarak yerel inançlarla harmanlanmış ve özellikle erkekler arasında popüler bir gizem dini haline gelmiştir. Mithra kültünün ritüelleri, gizli toplantılar, inisiyasyon törenleri ve hiyerarşik bir yapı ile karakterize edilmiştir. Bu özellikler, kültün askerler arasında çekici hale gelmesinde önemli bir rol oynamıştır. Kültün evrensel değerleri ve esnek yapısı, farklı kültürel kökenlerden gelen bireyleri bir araya getirme potansiyeline sahipti.

Roma İmparatorluğu’nun Çok Kültürlü Yapısı
Roma İmparatorluğu, geniş coğrafi sınırları içinde farklı etnik grupları, dilleri ve inanç sistemlerini barındıran bir mozaik yapıya sahipti. Akdeniz havzasından Britanya’ya, Kuzey Afrika’dan Mezopotamya’ya kadar uzanan bu imparatorluk, fetihler ve ticaret yollarıyla kültürel etkileşimlerin merkeziydi. Bu çeşitlilik, yerel inançların Roma’nın resmi dinleriyle bir arada var olmasına olanak tanımıştır. İmparatorluk, farklı toplulukları bir arada tutmak için esnek bir yönetim anlayışı benimsemiş, bu da dini pratiklerde çeşitliliğe yol açmıştır. Çok kültürlü yapı, bireylerin kendi inançlarını korurken yeni dini akımlara da açık olmalarını sağlamıştır. Bu bağlamda, Mithra kültü gibi dış kökenli inançlar, Roma’nın bu heterojen yapısında kendine yer bulmuştur.

Askeri Yaşam ve Mithra Kültünün Cazibesi
Askerler, Roma İmparatorluğu’nun genişleme ve savunma stratejilerinin temel taşlarından biriydi. Lejyonlar, farklı bölgelerden gelen bireylerden oluşuyor ve uzun süreli seferler sırasında güçlü bir dayanışma duygusu geliştiriyordu. Mithra kültünün askerler arasında yaygınlaşmasının temel nedenlerinden biri, ritüellerinin ve öğretilerinin askeri yaşam tarzıyla uyumlu olmasıdır. Kült, sadakat, cesaret ve disiplin gibi değerleri vurgulamış, bu da askerlerin meslek etiğiyle örtüşmüştür. Ayrıca, gizli toplantılar ve inisiyasyon törenleri, askerler arasında bir aidiyet duygusu yaratmış ve lejyonların zorlu koşullarında manevi bir destek sağlamıştır. Mithra’nın güneşle ilişkilendirilmesi, ordunun hareketliliğini ve fetih ruhunu simgeleyen bir unsur olarak algılanmıştır.

Kültürel Etkileşim ve Mithra Kültünün Adaptasyonu
Mithra kültünün Roma’da yaygınlaşması, imparatorluğun kültürel etkileşim ağlarının bir sonucudur. Ticaret yolları, askeri seferler ve göçler, doğu kökenli inançların batıya taşınmasını kolaylaştırmıştır. Mithra kültü, Pers kökenli olmasına rağmen, Roma’da yerel inançlarla bütünleşerek yeniden şekillenmiştir. Örneğin, Roma’nın geleneksel tanrılarıyla ilişkilendirilmiş ve yerel tapınak mimarisine uygun mithraeum adı verilen yeraltı tapınaklarında uygulanmıştır. Bu adaptasyon, kültün farklı bölgelerde kabul görmesini sağlamıştır. Askerler, imparatorluğun farklı köşelerine görev için gittiklerinde, bu kültü yanlarında taşımış ve yerel topluluklarla paylaşmıştır. Bu süreç, kültün imparatorluk genelinde yayılmasında kritik bir rol oynamıştır.

Mithra Kültünün Sosyal ve Dini Rolü
Mithra kültü, yalnızca dini bir inanç sistemi değil, aynı zamanda sosyal bir ağ olarak da işlev görmüştür. Gizem dinlerinin genel özelliği olan gizlilik ve seçkinlik, kült üyelerine özel bir statü sağlamıştır. Askerler için bu, hem manevi hem de sosyal bir bağ kurma fırsatı sunmuştur. Kültün hiyerarşik yapısı, inisiyasyon aşamalarıyla bireylerin statülerini yükseltmelerine olanak tanımış, bu da askeri hiyerarşiye paralellik göstermiştir. Ayrıca, kültün evrensel değerleri, farklı etnik kökenlerden gelen askerleri birleştiren bir unsur olarak işlev görmüştür. Bu, Roma İmparatorluğu’nun çok kültürlü yapısında birleştirici bir dini pratik olarak Mithra kültünün önemini artırmıştır.

İmparatorluk Politikaları ve Dini Hoşgörü
Roma İmparatorluğu’nun dini politikaları, Mithra kültünün yayılmasında önemli bir faktör olmuştur. Roma, genellikle fethedilen bölgelerin yerel inançlarına müdahale etmemiş, ancak bu inançların Roma’nın resmi dinleriyle uyumlu olmasını beklemiştir. Mithra kültü, Roma’nın resmi tanrılarından Jüpiter ve Mars ile ilişkilendirilerek kabul görmüştür. İmparatorların bazıları, özellikle MS 3. yüzyılda, Mithra kültünü desteklemiş ve bu kültün lejyonlar arasında yayılmasını teşvik etmiştir. Bu destek, kültün askerler arasında popülerliğini artırmış ve imparatorluğun birleştirici ideolojisine katkıda bulunmuştur. Ancak, Hristiyanlığın yükselişiyle birlikte, Mithra kültü gibi gizem dinleri giderek önemini yitirmiştir.

Mithra Kültünün Askeri Topluluklardaki Etkileri
Mithra kültünün askerler arasında yaygınlaşması, yalnızca dini bir fenomen olmaktan öte, sosyal ve psikolojik etkiler de yaratmıştır. Askerler, uzun süreli seferlerde ve tehlikeli görevlerde manevi bir rehber arayışı içindeydi. Mithra kültü, bu ihtiyacı karşılayarak askerlere bir anlam ve amaç duygusu vermiştir. Kültün ritüelleri, stresli askeri yaşamda bir rahatlama ve topluluk hissi sağlamıştır. Ayrıca, kültün gizli doğası, askerler arasında bir tür özel kardeşlik bağı oluşturmuş ve bu, lejyonların iç disiplinini güçlendirmiştir. Bu bağ, imparatorluğun çok kültürlü yapısında farklı kökenlerden gelen askerlerin bir arada çalışmasını kolaylaştırmıştır.

Sonuç ve Genel Değerlendirme
Mithra kültünün Roma İmparatorluğu’nda askerler arasında yaygınlaşması, imparatorluğun çok kültürlü yapısının bir yansımasıdır. Kültün evrensel değerleri, askeri yaşamla uyumu ve Roma’nın dini hoşgörü politikaları, bu yaygınlaşmayı mümkün kılmıştır. Askerler, kültün ritüellerinde hem manevi bir destek hem de sosyal bir bağ bulmuş, bu da lejyonların dayanışmasını güçlendirmiştir. İmparatorluğun geniş coğrafyası ve kültürel etkileşim ağları, Mithra kültünün farklı bölgelere yayılmasını sağlamış ve bu kült, Roma’nın heterojen toplumunda birleştirici bir unsur olarak işlev görmüştür. Bu süreç, Roma İmparatorluğu’nun dini ve sosyal dinamiklerini anlamak için önemli bir örnek teşkil eder.

insanokur.org/roma-imparatorlu

Show older
Qoto Mastodon

QOTO: Question Others to Teach Ourselves
An inclusive, Academic Freedom, instance
All cultures welcome.
Hate speech and harassment strictly forbidden.