EŞEK MUHABBETİ
İnsan denen yaşam türünün, eşek kadar aşağıladığı başka bir hayvan var mı acaba?
Bu kadar horlanan, bu kadar alay edilen başka bir hayvan.
Baksanıza sözlerimize.
"Adam adamdır olmasa da pulu, eşek eşektir atlastan da olsa çulu.."
"Mey biter saki kalır, Her renk solar haki kalır, Diploma insanın cehlini alsa da; Hamurunda varsa eşeklik, baki kalır.”
"Eşeğe altın semer vursalar, eşek yine eşektir."
"Eşek at olmaz, ciğer et olmaz."
"Eşek hoşaftan ne anlar."
"Eşeğe cilve yap demişler, çifte atmış."
"Eşeğe gerdan kır demişler, zart diye osurmuş."
"Adam hacı mı olur ulaşmakla Mekke’ye, eşek derviş mi olur taş çekmekle tekkeye."
"Sopayı yiyen eşek atı geçer."
"Eşek ölür semeri kalır, insan ölür eseri kalır."
"İnsan eşek olursa semer vuran çok olur."
"Diploma cehaleti alır, eşeklik baki kalır."
"Eşeği bağlasan durmaz."
"Adam ol, baban gibi eşek olma."
"Yüz verdik eşeğe, geldi sıçtı döşeğe."
"Şahlanan eşek sırtüstü düşer."
"Eşeği saldım çayıra mevlam gayıra.".
"Aklını eşeğe verme, çeker seni arpa tarlasına."
Oysa eşek zeki, dikkatli, arkadaş canlısı, oyuncu ve öğrenmeye meraklıdır.
Yük taşır.
Araba çeker.
Tarla sürer.
Vefakardır.
Cefalardır.
Emektardır.
Yıllarca sahibine hizmet eder ama yine de yaranamaz.
Neden acaba?
Eşeklerin davranışlarını araştıran İngiliz zoologlar bu hayvanların sanılanın aksine çok zeki canlılar olduğunu belirledi.
Temiz yerlere basarlar.
Gittikleri yolları unutmazlar.
Dibini görmedikleri suya girmezler.
Ve en önemlisi de, zorla ya da korkutularak, kendi yararlarına olmadığına inandıkları bir işi kolay kolay yapmazlar.
İnatlaşırlar.
Zorluk çıkarırlar.
Belki de bundandır insanların eşekleri sevmemesinin nedeni.
Yıl 1908'dir.
Türk Edebiyatının hiciv ustası Şair Eşref, Manisa Turgutlu'da kaymakamdır.
İzmir valisi Kâmil Paşa, ilçeye denetime gelir.
Şair Eşref’i bir eşeğin sırtında tur atarken gören vali, Eşref’in düşeceği korkusuyla seslenir.
"Aman dikkat et Eşref, eşek seni düşürmesin!"
Şair Eşref hemen cevaplar.
"Meraklanmayın paşam, eşek kâmildir.”
Yerel seçim yaklaştı siyasetçiler oy için halkı yine eşek yerine koymaya başladı.
Şair Eşref yıllar önce bu zihniyete şu cevabı vermişti. "
Alıntı
Nihal Atsız’daki Kemalizm: Millî ve Seküler Bir Dinin İzini Sürmek
Doç. Dr. Fatih Çağatay Cengiz
Özet
Nihal Atsız ve Kemalizm üzerine yapılan akademik tartışmalar genellikle Atsız’ın resmi ideoloji eleştirileri üzerine yoğunlaşmaktadır. Bu eleştirilere göre, Atsız’ın soy tetkikine dayanan ırkçılığı, sulhe ve tembelliğe karşı şecaati ve savaşmayı salık vermesi, Batılılaşma’yı bir tür yozlaşma ve yabancılaşma olarak gören tavrı; Kemalizm’in Türk vatandaşlığı, muasırlaşma ve barışçıl dış politika anlayışıyla tezatlık oluşturmaktadır. Millet, medeniyet ve siyaset tanımları üzerindeki farklılık, iki düşünce sistemi arasında uzlaşmaz bir çelişki görmektedir. Bu makale bu iddiaların aksine, Atsız’ın din algısının Kemalizm’in dinsel pratikleriyle örtüştüğünü, millî ve seküler bir din yaratma isteğinin Türkçülük ile Kemalizm’i ortaklaştırdığını iddia etmektedir. Nihal Atsız’ın millî bir Diyanet’i dini taassuba karşı mücadeleye çağırması ve tarikatların dini inhisarına karşı devletin inhisarında etno-seküler bir din arzusu, 1930’ların Kemalist din politikalarıyla koşutluk göstermektedir. Kemalizm ve Nihal Atsız’da temsil edilen Türkçü düşünce, metodolojik kaynağını pozitivizm ve Sosyal Darwinizm’den alarak dini “içtimai bir mesele” olarak kavrayıp Weberci anlamda dinin ‘büyüsünü bozmakta’ ve dine bakışı milliyetçi bir çerçevede ele almaktadır. Pozitivizm, teolojik ve metafizik spekülasyonlar yerine gözlem ve deneye dayanan açıklamaları bilginin kaynağı olarak sunup dinsel bilginin dogmatizmine meydan okurken, Sosyal Darwinizm milletlerin yaşam mücadelesinde bir kurum olarak dinin arkaik bir kurum olarak kaldığını iddia eder. Her iki düşünce de, 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyılın başlarında dönemin Zeitgeist’ını oluşturarak entelektüellerin zihin dünyasını biçimlendirmiştir. Özellikle Osmanlı’nın çöküş döneminde ‘Devlet nasıl kurtulur?’ sorularına aranan entelektüel cevaplar, pozitivist ve Sosyal Darwinist güzergâhlardan geçmiştir. Din, bu geçiş alanları üzerinde her şeyden önce iktidarın bir egemenlik alanı değil, sosyal bir müessese olarak kavranmıştır. Kemalizm’in Aydınlanma geleneğinden gelerek siyasal iktidarı gökyüzünden yeryüzüne indirme çabası gibi Atsız’ın da millî ve seküler bir dinin izini sürmesi ile mevcut kurumsal dini pozitivizm perspektifinden eleştirmesi bu iki düşünceyi ortaklaştırmaktadır. Bu yazı, 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyılın başlarındaki pozitivist ve Sosyal Darwinist düşüncenin devlet elitlerini ve ‘geleneksel aydını’ birleştiren bir düşünce olduğundan hareketle 1930’lardaki Kemalizm’in ve Nihal Atsız’ın din politikaları konusunda ortaklaştığını sonucuna varmaktadır.
https://icimdekikaos.blogspot.com/2024/02/nihal-atszdaki-kemalizm.html
Bugün, Kürt tarihinin öncüsü #Qazi Muhammed'in idamının yıldönümü
Qazi Muhammed vasiyetinde Kürtlere şöyle bir çağrı yapmıştı:
“Kürtler birlik olmazsa her zaman sömürü altında olacaklar. Siz Kürtler diğer milletlerden hiçbir eksiğiniz yok, ama bağımsız yaşayanlardan çok daha cesur ve yiğitsiniz.”
https://www.instagram.com/p/DH4G84fxcgF/
Asurî-Süryanî kardeşlerimizin yeni yılı Akitu olarak bilinir ve her yıl 1 Nisan tarihinde
kutlanır.
Akitu, Mezopotamya kökenli bir bahar bayramıdır ve Asurî-Süryanî toplumu için hem kültürel hem de tarihi açıdan büyük bir öneme sahiptir.
Bu gün, yeni bir başlangıcı, bereketi ve yaşamın yenilenmesini simgeler.
Kutlu ve hep var olsunlar...
Mahmut Uzun
https://www.instagram.com/p/DH5l1pmNUZ3/
Myanmar yıkımla baş başa
Myanmar yönetimi, hava saldırıları devam ederken depremzedelere yardım ulaştırılmasını engellemekle suçlanıyor. Yardımların silahlı gruplarının kontrolündeki bölgelerde kaybolduğu veya engellendiği de belirtildi.
https://www.ozgurpolitika.com/haberi-myanmar-yikimla-bas-basa-199201
Mektuptaki bomba: Trump’tan İran’a tehdit. ABD ne istiyor? Kıyamet senar...
https://youtu.be/zOiGDj9FTr4?si=6c2M5b7BgJg4Ub7R
ABD, Bir NATO Ülkesine Saldırabilir. Trump, "Askeri Seçenek Masada"
https://youtu.be/m0f23516AkI?si=0W1p7OnvJLgQ1Wxn
MUSTAFA KEMAL HALEP DEVLETİNİ YIKTI 1920/24. - ERDOĞAN'DA ROJAVA’YI M...
https://www.youtube.com/live/HR4_PKpNxzs?si=LgVmXlfJGBysjRWt
Kemalistler, her ne olursa olsun, “Ülke bizim, biz yöneteceğiz.
Başkan olacaksa biz olacağız.” diyorlar…
Seçim,
referandum,
hile,
çalma, çırpma…
“Yaparım!” diyorlar.
Ve “İktidar benim hakkım. Cumhur benim. Ben olacağım!” diyorlar…
Yetmedi:
• İkna odaları…
• Dini sohbetler…
• Katliamlar…
• Korkutmalar…
• Tehditler…
Tüm bunlar da mı yetmedi?!
“İnsan hakları” söylemi…
“Demokrasi” söylemi…
“Ülkenin geleceği”…
Olmazsa, “bölünme” paranoyası…
Hah, o da olmadı: “Laiklik”!
O da mı olmadı?!
Yeni Türkiye – Eski Türkiye…
Ayrılık…
Olaylar…
Kopuşlar…
Bağımsız Kürdistan tehdidi kapıda…
Bir sürü kombinasyon sizlere:
Seçin, beğenin, alın…
Bedavadır!
Tayyip, ver bunların dersini bir güzel!
En büyük Tayyip, başka büyük yok!
HEPİNİZ KİRLİSİNİZ VE TAYYİP’TEN DAHA ÇOK KİRLİSİNİZ…
TÜMDEN HEPİNİZ, TEZ ELDEN YOK OLMANIZ İÇİN TANRIYA ( İNANMASAM BİLE ) TALEPTE BULUNUYORUM…
Mahmut Uzun
https://www.instagram.com/p/DH3Ip1gNdKI/
100 bin yıllık mezarların anlattıkları…
Doğan Barış ABBASOĞLU
Günümüz İsrail sınırları içinde bulunan Tinshemet Mağarası’nda ortaya çıkarılan gömüler üzerinde yapılan araştırmalar sembolizmin gelişimi ve bölgede o dönemde insan toplulukları arasındaki alışveriş ve kültürel iletişim konusunda eşsiz bilgiler ortaya çıkardı.
https://justpaste.it/bl6y7
Kitle hareketi büyüdükçe faşizm geriler
Deyim yerindeyse uyuyan dev artık uyanmıştır. AKP Kürt mahallesini zaten kaybetmiştir. Hareket üniversiteleri ve büyük şehirleri sardığında arkası gelir.
ZEKİ AKIL
Erdoğan muhalefete ve siyasi rakiplerine karşı yasalara ve ahlaki ilkelere göre mücadele etmiyor. Devletin gücünü de kullanarak, onları düşmanmış gibi ele alarak, kumpas ve darbelerle etkisiz hale getirmek istiyor. 2015 Haziran seçimlerinde çoğunluğu yitirdiğinden bu yana Türkiye’de normal bir seçim yapılmadı. Haziran seçimleri iptal edildi, katliamlar eşliğinde seçim yenilendi. Şimdiye kadar da devlet gücüyle, gerginlik, ötekileştirme, hile ve oy çalmalarla gelindi.
Bütün bunlara rağmen Erdoğan iktidarının sonuna geldiğini görüyor. Yasal açıdan yeniden seçime girme hakkı kalmamış. Anayasaya göre bir insan iki defadan fazla seçime giremez. Ama Erdoğan yasa ve anayasayı takmamayı, kararlarına uymamayı zaten olağanlaştırmış. Bunu muhalefete ve halka da kabul ettirmiş. Bu durum kanıksanmış. Bu konuda Erdoğan’ın başarılı olduğu söylenebilir.
İmamoğlu’nun adaylığı netleşmeye doğru gidince Erdoğan panikledi. Bütün veriler İmamoğlu’nun kazanacağını gösteriyordu. İmamoğlu’ndan kurtulmak için kumpası, devletin gücünü, darbeyi devreye soktu. Siyasi mücadeleyle yürütülmesi gereken bir rekabete mahkemeleri, polisi karıştırdı. Devlet gücünü iktidarı için çok açık ve pervasızca kullandı. Siyasi rakibini hedefleyip tutuklattı.
Bu darbe ve kumpaslar açık ki, ancak direnişle, halkın desteğiyle püskürtülebilir. Hukuk ve yasalar iktidarın sopası olmuş. CHP’nin tutumu burada çok önem kazanıyor. CHP belediyelerde iktidar durumunda. Seçimde de birinci parti olarak çıkmış. Bu gücünü ve avantajını kullanacak mı, yoksa geri çekilip pasif bir pozisyonda mı kalacak? Ayrıca muhalefet gücü sadece CHP’yle sınırlı değil. CHP toplumsal muhalefeti de açığa çıkarabilecek adımları atabilecek mi? Bu sorular Türkiye’nin siyasi geleceğini ve Erdoğan iktidarının kaderini belirleyecektir.
Şimdiye kadar CHP’nin aldığı tutum olumlu olarak değerlendirilebilir. İstanbul’da yarattığı hareket ve kitlesellik giderek Türkiye’nin diğer illerine de yayılmaya başladı. Üniversitelerin hareketlenmesiyle yeni bir aşamaya evrilmeye başladı. Gençliğin harekete geçmesi çok önemlidir. Gençlik bütün toplumsal kesimleri etkiler ve hareketlendirir. Buna sendikalar ve emek çevreleri de katılırsa toplumsal hareket ülkenin tümüne yayılır. Erdoğan dahil hiçbir güç artık bu dalganın karışında duramaz.
Kürt halkı Erdoğan iktidarında büyük saldırılara maruz kaldı. Hapishaneler Kürtlerle dolup taştı. Kobané gibi kumpas davaları görüldü. Üç seçimdir Kürt halkının kazandığı belediyelere kayyımlar atanıyor. Kürtler için yasalar ve hukuk zaten işlemiyor. Dağ taş bombalanıyor, şehirler harabeye çevrildi.
Türkiye halkları bu yıkım ve savaşın faturasını ödüyor. Ekonomi dibe vurdu. Yoksulluk arttı. Yolsuzluk, kayırma ve rüşvet çarkı her tarafı sardı. Devlet devlet olmaktan çıktı. Hukuk işlemediği için tek kişiye dayalı ucube bir sistem ortaya çıktı. Bu açıdan AKP’nin kitle tabanı giderek eriyor. MHP dışında AKP’nin dayanağı kalmadı. AKP içeride zayıfladığı ve aşındığı gibi dışarıda da büyük oranda teşhir olmuş ve güven yitimine uğramıştır.
AKP’nin en büyük silah elindeki basınıdır. O da artık inandırıcılığını yitirmiştir. Dezenformasyon ve psikolojik savaş bir yere kadar iş görür. Bu araçlar ve politikalar yıprandığı ve etkisini yitirdiği için Erdoğan daha fazla devlet gücüne ve darbeci yöntemlere başvuruyor.
CHP’nin duruşu ve kitle hareketi darbeyi kısmen sınırladı. İstanbul’a kayyım atanmasını durdurdu. Ancak bu Erdoğan’ın duracağı ve vazgeçeceği anlamına gelmiyor. Erdoğan ölür ama iktidardan vazgeçmez. Yasalara ve ahlaki kurallara uymaz. Sonuna kadar gitmeye devam edecektir. Ama kitle hareketi büyüdükçe ve daha geniş alanlara yayıldıkça onun hareket alanı da daralacaktır.
RTÜK demoklesin kılıcı gibi basının üzerinde sallanıyor. Yasaklar ve tutuklamalar artabilir. MHP ve AKP kitle hareketlerini vandallık gibi kavramlarla kriminalize etmeye devam edecektir. AKP’nin elindeki basını tam bir savaş aracı gibi kullandığı ve basın ahlakına uymadığı bilinmeyen bir durum değil. Ama bütün bunlar belirttiğimiz gibi aşınmış durumda. Hareket milyonları kapsadığında ve sokaklar hareketlendiğinde korku duvarları yıkılır.
Şimdi en önemli sorun, ortaya çıkan bu kitle gücünü ve hareketlenmeyi doğru yönetmek ve koordine etmektir. Üniversitelerin provokasyonlara karşı daha duyarlı olması gerekir. Akademisyenlerin tutuklanması, gözdağı vermeler, sendikaların baskılanması bu eylemleri durduramaz. Deyim yerindeyse uyuyan dev artık uyanmıştır. AKP Kürt mahallesini zaten kaybetmiştir. Hareket üniversiteleri ve büyük şehirleri sardığında arkası gelir. AKP, Türkiye’nin tümünü hapishaneye çevirmeye kalksa da artık bu dalgayı kıramaz.
Bu bir isyandır
Ahmet KAHRAMAN
Sokaklarda isyan var. Diktatörün aldırdığı yok. Daha sonra demir parmaklıkların gerisinde titreye, sarsıla can veren “Kankası” Mısır’ın Mursi’si gibi, o da devletin kendisidir. Kendini öyle görüyor.
Türk devletinde yaşanan toplumsal olaylar, “kağıttan diktatör”ün, kendisini “al aşağı” edecek güçteki rakibi Ekrem İmamoğlu’nu, “yalan dolan” çarkında öğütüp bertaraf etmesine tepkiden ibaret değildir.
Olaylar, onun da ötesinde açların isyanıdır.
İmamoğlu olayı, sadece vesile, ilk adımın görünen gerekçesidir.
Sokaklardaki gerçek ise açların hak, hukuk, adalet, kısacası özgürlük davasının dillendirilmesidir.
Bu yönüyle olay meşruiyetini, legalite ve hukukiliğini çoktan yitirmiş ırkçı, IŞİD dincisi güce karşı gövde gösterisi, hırsızlar sistemine kafa tutmadır.
Gayri meşruluğu artık tartışma götürmeyen güç ise hala, köleleri zorla terbiye edip “zapt u rapta” almakta direniyor. Çünkü bildikleri bu, konuştukları bil budur. Bu devlet, köle efendileri gibi, polis gücünü özel “dövücü” olarak besleniyor.
Türk anayasasına göre insanlar, “ben devletim” diyen zübüklerden izin almaksızın, topluca sokağa çıkma, sorunlarını haykırma hakkına sahiptir. Ama Türk İslam faşizminde, anayasal hakların kullanımı da suçtur. Bu hakları kullanan Kürtler tanklarla eziliyor, topluca katlediyor, tek tek vuruluyor, sokaklarda halka açık işkence görüyorlar.
Şimdi, Kürtler ezilirken alkışa duranlardadır, sıra. Kürtlere de onların başına gelenleri seyrediyor, uzaktan.
Halkın parasıyla beslenip silahlanan polis, halka karşı kullanılıyor. Sokağa çıkan açları dövmekle görevli birlikler olarak copları, kalkanları, zehirli gaz tüfek, tabancalarıyla saldırıyorlar.
Türk’ün devleti yeni değil, başından beri, dünya dışı bir yapı olarak böyle işliyor. Yönetilenler dün düşmandı, bugün de düşman.
Osmanlı Padişahını devirdiler ama, diktatörler onları aratan yetkidedir.
Örneklersek, Türk devletini 23 yıldan beri buyruklarla yönetip yönlendiren, buyruğuyla mala mülke, hayatlara çöken Recep Erdoğan, 1990’larda henüz hurdaya çıkmış, çöplüğe atılma miadını çoktan aşmış, cıvata tutmadığı için, plakası telle bağlanmış Renault marka bir arabaya binili olarak çıkmış, bir amigo (kalabalıkları eğlendirip oyalayan) idi. Gecekondunun çulsuz betonuna yere diz çökerek, Emine’si ve dört evladıyla, etsiz, yavan “mercimek çorbasına kaşık sallıyordu, o zamanlar.
Sağa sola el kaldırıp parmağındaki evlilik yüzüğünü, dürüstlüğünün sembolü olarak gösteriyordu, “bundan fazla bir servet olursa, bilinki hırsızlıktır” diyordu.
Ama öyle değil işte. Hemen sonra seçildiği belediye başkanlığından başbakanlığa yürürken, ardından sürüklenen “Akbil” mahkeme dosyasında adı, yolsuzluk ve kalpazanlıkla anılıyordu. Kendisi artık zengindi. Başbakanlık koltuğuna oturduğunda, kendisini yolsuzluk ve kalpazanlıktan aklayan yargıç da Yargıtay başkanıydı.
Ve kendisi sabahın köründe Bilal’i uykudan uyandırıp “evdeki paraları sıfırla, polis baskında” emrini veriyordu. Bilal’in komutasındaki aile saatler boyu paraları, zulalara naklediyordu.
Emrindeki polisten kaçan başbakan, kısa süre sonra, darbe içinde gerçekleştirdiği darbelerle polisi, orduyu ve adliyeyi emir ve komutası altına alıyor, cici muhalefetin yardımlarıyla anayasa değişikliği sonucu “tek adam” oluyordu.
O şimdi, altın varaklı koltuğa kurulu, yedi saraylı ve de ülkede tek yargıç, tek polis, tek söz ve yürüyen tek karardır.
Sokaklarda isyan var. Diktatörün aldırdığı yok. Daha sonra demir parmaklıkların gerisinde titreye, sarsıla can veren “Kankası” Mısır’ın Mursi’si gibi, o da devletin kendisidir. Kendini öyle görüyor, o. Polis copu, asker postalıdır kendisi. Tek savcı ve karar veren tek yargıç.
Açların isyanı daha ne kadar ve nereye bilinmez, ama o, ömrünün sonuna kadar üstüne oturduğu görkemli çiftliğin efendisi olarak kalmaya kararlı. Öylesine hırsızlı, kazanıp üstünde oturduğu ülkenin efendiliği konusunda o denli tutkulu ki, uğurda yapamayacağı, feda etmeyeceği şey yoktur.