Show newer

İktidar, öncelikle boyun eğdirilmiş bedenler yaratmayı amaçlar.

Michel Foucault

Bilim insanları Mars'taki kürecikler karşısında şaşkına döndü

Nereden geldiğini bulmaya çalışıyorlar

indyturk.com/node/755951

"Türk ırkının geçmişte ve şimdi ne olduğunu kısaca,en kaba hatlarıyla özetlemeye çalışayım.Bu,basit bir Muhammedîlik meselesi olmayıp,bir ırkın kendine özgü karakteriyle birleşen bir Muhammedîlik meselesidir.Onlar ne Hindistan'ın ılımlı Muhammedîleri,ne Suriye'nin yiğit Selâhaddînleri,ne de İspanya'nın kültürlü Mağribîleridir.
Onlar genel olarak,Avrupa'ya ilk girdikleri kara günden bu yana,insânlığın en büyük insânlık-karşıtı numûnesi olmuştur. Nereye giderlerse gitsinler arkalarında geniş bir kan çizgisi vardı;ve egemenliklerinin ulaştığı her yerde medeniyet gözden kayboluyordu. Her yerde kânûn ile yönetim yerine zorla yönetimi temsil ediyorlardı.Bu dünyânın rehberliğine yönelik amansız bir kadercilikleri vardı: Ahiretteki ödülleri ise şehvet içeren bir cennetti..."
*William Ewart Gladstone,[Birleşik Krallık Başbakanı (1892-1894)],Bulgarian Horrors and the Question of the East/Bulgar Mezalimi ve Şark Meselesi,London:John Murray,1876,s.12-13.

Mahmut Uzun
instagram.com/p/DH-tPfJtbM2/

attackingthedevil.co.uk/pdfs/b

Eflatun'a iki soru sormuşlar.

Birincisi ; "İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları
nedir ? "
Eflatun tek tek sıralamış :

- Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler.
Ne var ki çocukluklarını
özlerler...
- Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler. Ama sağlıklarını geri almak için de para öderler...

- Yarından endişe ederken bugünü unuturlar.
Dolayısıyla ne bugünü ne de yarını yaşarlar...
- Hiç ölmeyecek gibi yaşarlar. Ancak hiç yasamamış gibi ölürler...

Sıra gelmis ikinci soruya ;
"Peki sen ne öneriyorsun?"

Bilge yine sıralamış ;

- Kimseye kendinizi "sevdirmeye" kalkmayın! Yapılması gereken tek şey, sadece kendiniz sevilmeye bırakmaktır.

- Önemli olan; hayatta "en çok şeye sahip olmak" değil, "en az şeye ihtiyaç duymaktır"...

Demiş,

… güzel bir güne uyandım...
İnceden inceye yine isyanlarım beni esir aldı yine...
Kendine sosyalistim diyip, bu yolda bedel ödeyen ve hala ödemeye devam eden siz değerli canlar, nasıl olduda bu kadar değerlerinizden uzaklaştınız;
AKP faşizmi diyorsunuz, sistemin ana çarklısı olan bir partiden medet umar
oldunuz...
Onca bedel, mücadeleniz bunun içinmiydi?

Bu kan emiciler sizin gibi askerleri kullanır, işiniz bitince unufak eder, soysuzların gittiği çöplük deryasında bulursunuz kendinizi…

Bu sisteme teslim olanlara, bayraktarlığı yapanlara özel selamlarımı yolluyorum.!

Mahmut Uzun
instagram.com/p/DH7z_4OsFZ5/

Gün olur yorulurum..
ayaklarımdan, tırnaklarımdan,
saçlarımdan, gölgemden.
Gün olur yorulurum insan olmaktan.

Pablo Neruda

"Kayıtsızlık, tarihin ölü ağırlığıdır."

Antonio Gramsci

CHP Mizanseninde Yeni Perde:
“Tüketim Boykotu!”

Elias Nin

Bir firma, marka boykot edilebilir, etkili de olur; en nihayetinde söz konusu firma batabilir. Bir bütün olarak tüketim boykotu ise tam bir dalaveredir; gerçek yaşamda karşılığı yoktur.
Şöyle ki; boykotun olacağını bilen insanlar zaten önceden yeterli alışverişi yapmış, boykot günü yapacağı tüketimi bir gün önceden tüketmiştir. Boykottan sonraki gün de boykot günü satın alamayacağını alacaktır.
Utanmaz Kemalistler bir de bunu, “Antikapitalist tutum” olarak ekranlarda pazarlamaktadırlar.
Antikapitalist tutum, tüketim boykotu değil, üretim boykotudur.
Antikapitalist olan, tüketicisin tüketimden gelen gücü değil, işçi sınıfının üretimden gelen gücünün kullanılmasıdır.
CHP bunu yapamaz çünkü Kemalist kapitalist devletin kurucu partisidir.
Tüketim boykotu, genellikle orta sınıfların itibar ettikleri bir eylem biçimidir zira yoksulların zaten tüketmek gibi bir lüksü olmadığından, boykot edecekleri bir tüketim de yoktur.
instagram.com/p/DH8N8_LtzE2/

Volkan Konak Vesilesiyle…

Elias Nin

Bu yazıyı Edip Akbayram öldüğünde yazacaktım ama o sıralar günden yoğundu öylece kaldı. Tabii ki asıl mesele Edip Akbayram, Volkan Konak, Livaneli, Ruhi Su, Ahmet Kaya, Suavi ve diğerleri değil, bu vesileyle sosyalizm hareketine bulaştırılmış olan Kemalizm virüsünü konuşmak istiyorum.
Yukarıda adlarını zikrettiğim müzisyenler/şarkıcılar, devrimci olarak bilinir, anılır, büyük ölçüde de böyle kabul görürler; onlar da kendilerini bu biçimde tanımlarlar.
Bu kişilerin geniş kitlelerin devrim ve sosyalizm davasına yönelmesinde büyük katkısı olduğu, en karanlık zamanlarda onların sesi olduğu kabul edilir; kısmen doğrudur da.
Lakin bu kişilerin ve onların durdukları yerin, temsil ettikleri çizginin Türkiye özelinde sosyalizm mücadelesinde yıkıcı bir etkisinin olduğu kanaatindeyim.
Örneğin sol, sosyalizm ve Kemalizm sözcüklerin iç içe geçerek aynı şeymiş gibi algılanmasında ve Kemalizm denilen karşı devrimciliğin kitleler tarafından “devrimci” olarak kabulünde bu sanatçıların payı büyüktür.
Aynı şekilde misakı millicilik, vatanseverlik benzeri karşı devrimci değerlerin sol tandanslı kitlelerde kabul görmesinde de bu sanatçıların payı büyüktür.
Çünkü bu sanatçılar, sosyalizm ile Atatürkçülüğü aynı şey olarak tarih ediyor, kitlelere bunu etkili bir biçimde propaganda ediyorlardı.
Mesela Zülfü Livaneli, Edip Akbayram’ın tabutu başında şunları söylüyordu:

“Edip, Atatürkçüydü, sosyalistti, ışıklar içinde yatsın, ışıklar içinde yatsın…”

Düşünsenize, tarihin ilk faşist ve ırk esasına dayanan devletinin kurucu ideolojisi olan Kemalizm, sosyalizm olarak kabul ediliyor ve propaganda ediliyor. Bunun, Nazizm’in sosyalizm olarak propaganda edilmesinden farkı yoktur.
Tabii ki bu çarpıklığın mimarı adı geçen sanatçılar değil, evveliyatı var. Bu virüsün çıkış kaynağı, TKP, TİP geleneğidir; tabii onlar bu kadar ileri giderek Kemalizm’i “sosyalist” ilan etmediler ama ona “devrimci” bir anlam yüklediler.
Bu virüs Doğu Perinçek, Yalçın Küçük gibi kiralıklar vektörler aracılığıyla 68 kuşağına bulaştırtıldı; zaten pandemi halini de o zaman aldı.
Deniz Gezmiş, Mahir Çayan gibi etkili ve popüler öğrenci liderlerinin, “Kemalizm soldur, milli kurtuluşçuluktur, emperyalizme karşı isyan bayrağıdır” türünden bir tutum alarak onu devrimci ilan etmeleri; Kürdistan'ın, Pontus’un, Batı Ermenistan’ın işgal hareketini “Kurtuluş Savaşı” olarak mütalaa etmeleri virüsün pandemiye dönüşmesinde ölümcül bir etki yapmıştır.
Tabii bu öğrenci liderlerinin korkunç ölümleri de hem onların hem de onlar üzerinden Kemalizm virüsünün sol/sosyalist kitleler arasında daha etkili olmasının yolunu açmıştır.
90’lı yıllarda, büyük ölçüde Kürdistan’daki anti sömürgeci savaşın etkisiyle Türkiye’deki sosyalist/sol kesimlerde de Kemalizm virüsüyle mücadele etkili olsa da sonuna kadar gidilemedi zira virüs mutasyona uğrayarak kendisini yeniledi.
Kemalizm virüsünün yardımına Apoculuk yetişti; misakı milli, Atatürkçülük ve onun “devrimci, anti emperyalist olduğu” efsanesi yeniden hortlatıldı.
90’lı yıllarda özgüven sarsıntısı geçiren, “cumhuriyeti yeniden tartışmak lazım” tartışmaları yapmaya başlayan Türklük, Apoculuğun katkılarıyla adeta küllerinden yeniden dirildi ve bugünlerde tarihinin altın çağını yaşamaktadır.
Volkan Konak, bu çarpık prototipin en çarpık örneklerinden biri olarak üzerinde düşünülmeye değer bir kişidir.
Kendisini devrimci olarak tanımlıyor ama Atatürkçü, Türk bayrağını, “lekesiz, alnı ak bayrağım” olarak selamlıyor, “Ben Laz değilim, Rum da değilim. Kökenim belli. Kardeşim biz Karadenizliyiz, aynı zamanda da Dünyalıyız. Küçülme değil dünyayı ele geçirme peşindeyiz” diyor.
Bir taraftan Türk ve Atatürkçü, sömürgeciliğin, ırkçılığın sembolü bir barağı alnı ak, lekesiz ilan ediyor, diğer taftan devrimci ve dünyalı…
Birçok kuşak bu kavram kargaşası içinde şekillendiğinden, Mustafa Kemal, Seyit Rıza, Hz. Ali, Deniz Gezmiş, İbrahim Kaykapkaya, Ahmet Kaya, Che Guevara fotoğraflarını yana yana asmakta bir beis görmüyor.
Eğer Edip Akbayram, Livaneli, Suavi veyahut da diğerleri, önce sosyalistlerin 1 Mayıs etkinliğinde, ardında da CHP’nin 29 Ekim’de Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında sahne alıyorsa; kim neyi, nasıl birbirinden ayırt edebilir ki?
Ahmet Kaya, bir yandan “yaşasın devrim, yaşasın sosyalizm” deyip, diğer yandan “Atatürk milliyetçisiyim ve o, büyük bir devrimciydi” diyorsa, sol ve sosyalizmle yeni tanışmış genç kuşaklar kurt ile kuzuyu nasıl ayırt edebilsin?
Bu çelişkili durumun sonlandırılması şarttır, aksi halde sosyalizm itibar kaybetmeye, Kemalizm’in özdeşi olarak görülmeye mahkumdur.
Mesela Kürt ulusalcıları arasında sosyalizm düşmanlığın artış göstermesinin en önemli nedenlerinden biri de budur.
Buna son vermek lazım, bunu yapacak olan da Bolşevizm geleneğine bağlı sosyalistlerdir.
Bunun da ilk adımı, biraz daha fazla kişi katılsın diye bu tür ses ve müzik sanatçılarını kendi etkinliklerine davet etmemekten vazgeçmektir. Zira kendilerine hem sosyalist hem de Atatürkçü diyen sanatçılar, yazarlar, sinema oyuncuları, Kemalizm virüsünü sola/sosyalizme taşıyan vektörlerdir (taşıyıcı).

Saraydaki de sokaktaki de aynı…

Elias Nin

Osmanlı bakiyesi olan Türk Devleti 101 yaşında. Bu süre zarfında çok şey değişti lakin iki şey hiç değişmedi; bunlardan biri, kendinden olmayana bitmeyen bir düşmanlık, diğeri ise sarayda yaşayanla sokakta yaşayan arasındaki uçurum.
1930’lu yıllarda Dolmabahçe Sarayı’nda yaşayan nasıl yaşıyordu ise bugün Beştepe’de yaşayan da öyle yaşıyor. Sokaktaki de aynı: O her şeye razı, yeter ki sarayda oturan kişi komşusunun zengini değil de kendi zengini olsun.
Bugün Paris’te yaşayan cumhuriyetçi bir Kürt, Fransız Devrimi’nin sembolü olan Bastille Meydanı’nda elinde bir dövizle poz vermiş, ona rastladım. 1789 Fransız Devrimi’ne atıfta bulunarak, elinde taşıdığı dövize şu sözleri yazmış:

“Sarayın yıkılıp güç zehirlenmesi yaşayanların yargılanacağı günler çok yakın.”

Aynı kişi, 6-7 ay önce de özel uçağı ve berberi ile Paris’e gezmeye giden İmamoğlu ile hatıra fotoğrafı çekerek yayınlamıştı, hem de gururla…
Bu hanımefendi, Erdoğan’ın saltanatına karşı çıkarken, en az onun kadar kirli olan İmamoğlu ile hatıra fotoğrafı çekilmiş olmanın gururun yaşamazdı.
Bu hanımefendiyi şundan örnek verdim: Tıpkı bu hanımefendi gibi Erdoğan saltanatına ve Beştepe’deki şatafatlı yaşama karşı sokağa çıkan milyonlarca insanın da asıl derdi saltanat, lüks yaşam, zengin ile fakir arasındaki uçurum değil, kendinden olmayanın saltanatı ve zenginliğidir.
Aksi halde milyonlarca insan, Beştepe’deki saltanata, Dolmabahçe’de aynı saltanatı sürmüş, devletin bütçesini tek başına kontrol etmiş, kimseye hesap vermemiş, kamu mülkünü kendi zimmetine geçirmiş olan Mustafa Kemal’in posterleriyle sokağa çıkmazdı.
Velhasıl kelam; bir sokak hareketinin karakterini belirleyen, sokaktaki kalabalık değil, ne talep ettiğidir. Bir diktatöre özlem duyarak bir diktatöre karşı çıkmak, kamu malını kendi zimmetine geçiren bir çetenin saltanatına, aynı yola zengin olmuş bir başka zengini kurtarıcı ilan ederek yeni bir düzen inşa edilemez; olsa olsa düzen kendini yeniler.
instagram.com/p/DH3FM9BtaTb/

“Çarşı her şeye karşı…”

Elias Nin

Şimdilerde pek etkisi kalmasa da bir zamanlar Türk kentlerinin en etkili sivil olmayan örgütlenmelerinden biri de ÇARŞI GRUBU idi.
Parolası şuydu: “Çarşı her şeye karşı…” Bunun hemen ardından ilave ediliyordu, “Mustafa Kemal hariç.”
Akıl yoksunu lümpen bir örgütlenmeydi zira akılla hareket eden herkes bilir, Mustafa Kemal’e karşı olmadan hiçbir şeye karşı olunmaz. Aslında Çarşı grubunun bu parola ile verdiği mesaj şuydu: Çarşı, Türklüğe karşı herkese karşı!
CHP’nin, sanki yerçekimi keşfedilmiş cakasıyla pazarladığı “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz” parolası aklıma Çarşı grubunu getirdi.
Öncelikle bir düzeltme yapmak isterim; bu parola, CHP’nin iddia ettiği gibi üniversiteli bir genç tarafından üretilmedi, bu sözler Alman şair Bertol Brecht’’e ait, onun bir şiirinde geçiyor.
CHP’ye gelince, onun bu parola ile kastettiği şudur: “Biz, yani Türklüğe ve Atatürkçülüğe karşı olmayanlar hep birlikte kurtulacağız.”
“Hep beraber” derken kastedilen, Türklüğün taçlanmış hali olan T.C. ile sorunu olanlar değil, onunla övünenler ve ihtiyaç oldukça ona biat edenlerdir.
Bunun aksini düşünmemiz için bir neden yoktur, CHP’nin ve onunla aynı yerde duran diğer Türkçülerin 100 yıllık pratikleri bunun kanıtıdır.
Bugün dahi mitinglerde Topal Osman, Enver Paşa, Talat Paşa ve Atatürk gibi Ermeni, Rum, Süryani, Kürt soykırımcılarının posterleri taşınıyorsa, dünde kalmış bir şey yok demektir; CHP de Türklük de aynı yerde durmaktadır.

instagram.com/p/DHyk36XNLO4/

Kişinin huzursuzluğu, mutsuzluğu, gerginliği, sıkıntısı, depresyonu onu uyandırmaya çalışan önemli dostlarıdır.

— Carl Gustav Jung

Show older
Qoto Mastodon

QOTO: Question Others to Teach Ourselves
An inclusive, Academic Freedom, instance
All cultures welcome.
Hate speech and harassment strictly forbidden.