Show newer

Kafkaslarda Değişen Dengeler

Rusya-Ukrayna arasındaki savaş üç senedir devam ederken, Orta Doğu’da değişen dengelerden sonra, sıranın Kafkasya’ya geldiği anlaşılıyor. Bilindiği gibi, Rusya’nın Ukrayna savaşı ile meşgul olması nedeniyle Suriye’ye verdiği desteği geri çekmesi, Esat rejiminin devrilmesi ve bölgede Siyonist İsrail’in stratejik üstünlüğü ele geçirmesiyle sonuçlanmıştı. Şimdi de Rusya’nın savaşta olmasını ve güç kaybetmesini fırsat bilen ABD elebaşılığındaki Batı emperyalizmi gözünü yeniden Güney Kafkasya’ya dikti.

21. yüzyılda, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin enerjiye olan ihtiyaçları çok büyük oranda arttı. Yeni bir Orta Doğu olmamakla birlikte, Batı’nın elindeki en önemli petrol sahası olup, yakın gelecekte tükenecek olan Kuzey Denizi rezervlerinin yerini almaya aday Hazar’daki enerji kaynakları ve hidrokarbonlar Güney Kafkasya’nın stratejik önemini daha da artırdı. Yapılan hesaplara göre, tüm dünyadaki enerji rezervlerinin, bugünkü tüketim hızı ile elli yıl ömrü kaldı. Çin ve Hindistan’ın gelişme seyrinin devam etmesi hâlinde enerji kaynaklarının ömrünün daha da kısalacağı tahmin ediliyor.

21. yüzyılın Orta Doğu’su diyebileceğimiz Kafkasya’da, SSCB’den kopan üç devlet; Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan jeopolitik tablonun önemli aktörleridir. Azerbaycan, Hazar Denizi havzasının ve Orta Asya’nın zenginliklerini içeren “şişenin” girişini kontrol eden, yaşamsal önemdeki “tıpa” olarak tanımlanabilir. Ermenistan; Kafkasya’ya açılan kilit, Türkiye’nin Turan yolu üzerinde stratejik bir engel, Kafkasya jeopolitik tablosunun önemli bir oyuncusudur. Gürcistan ise Karadeniz ile Kafkas ülkeleri arasında köprü ve Kafkasları kontrol açısından stratejik bir konumdadır. Bu özellikleriyle bölge, hem enerji kaynakları hem de Rusya’yı güneyden çevrelemek isteyen emperyalist ABD ve Primakov doktrinine göre, bölgeyi yumuşak karnı olarak gören Rusya için büyük önem taşımakta olup, alt emperyalist Türkiye’nin de hedefleri arasındadır. Bölgenin merkezî önemini kavrayan Rusya, gerek SSCB döneminde gerekse sonrasında, bölgenin üç devletinin desteğiyle, jeopolitik dengeyi büyük ölçüde kendi lehine çevirmişti. ABD tarafından güneyden kuşatıldığını hisseden Rusya’nın amacı, yakın çevresini, yani tüm Kafkasya’yı stratejik denetime alarak Çarlık Rusya’sından beri süre gelen jeopolitik gelenekleri sürdürebilmektir. ABD’nin jeopolitik çıkarı ise bölgeyi Rusya’nın etkisinden çıkarmak, enerji zengini Güney Kafkasya’yı emperyalizmin çıkarları doğrultusunda yeniden dizayn edip Orta Asya’ya ulaşabilmektir.

Son Ermeni-Azeri savaşına askerî olarak katılan Türkiye’de Turancılık, devletin resmî ideolojisi olarak, İttihat ve Terakki’den beri hep var oldu. Türkiye, ölümcül Turan fantezisi gereği, Azerbaycan yoluyla Hazar Denizi’ne, oradan da Orta Asya’daki Türkî cumhuriyetlerine ulaşmayı hedefliyor. Diğer yandan da Azerbaycan ve Orta Asya’dan gelip Batı’ya gidecek enerjinin terminal ülkesi olmayı hayal ediyor. Ermeni toprağı Zengezur koridoru, Türkiye’nin Orta Asya’ya ulaşmasını engellediğinden koridorun açılmasında ısrar ediyor. Türkiye, Ermenistan’ı Azerbaycan ile kontrol altına alma peşinde. Azerbaycan’ın 2020 ve 2023 senelerindeki saldırılarının asıl nedeni bu stratejik hedeftir. Bu nedenle Türkiye, Azerilerin haksız savaşını Azerbaycan ordusunu eğiterek ve fiilen son savaşa da katılarak destekledi.

Güney Kafkasya’da dengeler, Ermenistan’da Batı yanlısı Peşinyan’nın başbakan olması ile değişmeye başladı. Yukarı Karabağ’ın kaybıyla sonuçlanan 2023’deki savaşta Rusya’nın gerekli desteği vermemesi, Ermenistan’ın Rusya’dan yana stratejik pozisyonunu değiştirmesiyle sonuçlandı. Azerbaycan, Batı ile Rusya arasında denge politikası izlerken, ilişkiler 2024 senesinde Azerbaycan yolcu uçağının Kazakistan’da düşürülmesiyle bozulmaya başladı. Azerbaycan, Rusya kabul etmese de uçağın Rusya tarafından düşürüldüğünü iddia etti. Daha sonra Rus güvenlik güçlerinin iki Azerbaycan vatandaşını Moskova’da işkence ile katletmesi üzerine, 2025 senesinde taraflar medya ofislerinde operasyonlar yapıp kültürel faaliyetleri askıya alarak karşılıklı notalar verdiler. Bu arada Azerbaycan ile Ermenistan da yaptıkları görüşmeler sonucunda, Zengezur koridorunun açılması da dâhil, ihtilaflı konularda büyük oranda anlaşmaya vardılar. Peşinyan’ın Ankara’yı ziyareti de anlaşmayı perçinlemiş oldu.

Gelinen aşamada, bölgede Rusya lehine olan dengeler değişmiş olduğundan, Rusya-Ermenistan-İran ekseni dağılmış gibi görünüyor. Böylece Azerbaycan-Gürcistan-Ermenistan’dan oluşacak Güney Kafkasya zinciri ile Rusya’yı güneyden, İran’ı kuzeyden kuşatmak mümkün olacaktır.

Gerek Orta Doğu gerekse Kafkasya’daki gelişmeleri ve Rusya-Ukrayna savaşını, iki emperyalist devletin, ABD ve Çin’in arasında yapılacak “3. Paylaşım Savaşı”nın ayak sesleri olarak görmek gerekiyor. Hegemonyası gerilemekte olan ABD, bir yanda kendi cephe gerisini tahkim ederken, diğer yandan Çin’in stratejik ortakları Rusya ve İran’ı pasifize ediyor. ABD’nin tek süper güç olma pozisyonunu muhafazası ancak Orta Doğu ve Kafkasya’da petrol ve doğalgaz aktarımını kontrol etmesi, Pasifik’te ittifaklarını güçlendirmesiyle mümkün olabilecektir.

İsmi konmamış bu savaşta emperyalist Rusya ise Ukrayna savaşından başını kaldırdıktan sonra, yumuşak karnı Kafkasya’da dengeyi kendi lehine çevirebilmek için; karşıt unsurların bloke edilmesi, sosyo-politik ortamın destabilize edilmesi ve sert güç kullanmak da dâhil, her türlü enstrümanı kullanacaktır.

Ahmet Hulusi Kırım

sosyalizm.org/kafkaslarda-degi

Bir Solculuğun İflası:
Ataol ve Anayasadaki “Türklük”

Mahmut Uzun

Kendine solcuyum diyen bir adam, arka arkaya üç anayasa maddesi paylaşmış. Hepsi aynı şeyi söylüyor:
“Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.”

1924, 1961, 1982…
Yani cumhuriyetin her aşamasında; inkılapçısından darbecisine, Kemalistinden anayasa hukukçusuna kadar hepsi aynı nakaratı okumuş:
“Herkes Türktür.”

Bir insan bu cümleyi okur da hala yüzü kızarmaz mı?

Bir solcu, halkların varlığını reddeden bu faşizan yasa dilini övünçle paylaşır mı?

Oysa bir solcu, halkların sesine kulak verir, onları asimilasyona karşı korur, yanında durur.

Bir şair, resmi ideolojinin borazanı mı olur?

Hayır, sen solcu falan değilsin Ataol.

Sen sadece “devletin şiirini” yazan bir kalemsin.

Senin “solculuğun”, Kürt’ün, Ezidi’nin, Ermeni’nin, Rum’un, Süryani’nin inkarına sessiz kalan, hatta onu kutsayan bir çukurda tükenmiş.
“Eşit yurttaşlık” demek değil senin için; herkesin “Türk” olduğunu dayatmak.

Madem herkes Türk,
neden Kürtçe konuşmak hala okulda suç?

Neden Ermeni “Ermeni” olduğunu söyleyince hala hedef?
Neden Ezidi’yi hala dağ başında unutur gibi yapıyorsunuz?

Solculuk, halkların kardeşliğini ezberlemek değil, onların acısını sahiplenmektir.

Senin şiirin susarken, bir çocuğun dili susturuluyorsa,
Senin kalemin o an devletin copuna dönüşmüştür.

1924’te dayattılar.
1961’de tekrar ettiler.
1982’de askerin darbe anayasasına da yazdılar.
Şimdi sen de o sözleri büyük bir marifet gibi paylaşmışsın.

Ve biz biliyoruz:
Siz “herkes Türk’tür” dedikçe, herkes daha çok Kürt olur.
Daha çok Ermeni olur.
Daha çok kendi olur.
Çünkü insan, kimliğini inkar eden sisteme boyun
eğmez;
onun karşısında direnerek var olur.

O yüzden, sen ve senin gibiler…
Solculuğunuzu resmi törenlerde bırakın.
Gerçek solculuk, halkların özgürce kendisi olmasını savunmaktır.
Kimseye “sen de Türksün” demek değil,
herkese “sen olduğun gibi değerlisin” diyebilmektir.

Sen ve senin gibiler o ülkenin başına bela olmuş birer zavallı ve hep
böyleydiniz...

instagram.com/p/DMt-V0TtZfx/

“Proletarya ile burjuvazi arasında, yaşamdaki konumlarından kaçınılmaz olarak kaynaklanan uzlaşmaz bir düşmanlık olduğunu fark ettiniz mi?

Sonuç olarak proletarya ve burjuvazi arasında savaş kaçınılmazdır ve bunun tek sonucu burjuvazinin yok edilmesi olacaktır.”

Mihail Bakunin

RAYMOND KEVORKİAN Ermeni Soykırımı

Raymond Kevorkian’ın Ermeni Soykırımı adlı eseri, bu alanda yazılmış en kapsamlı ve en sarsıcı çalışmalardan
biridir.
Sadece bir tarih kitabı değil; aynı zamanda yüz binlerce insanın sistemli biçimde nasıl yok edildiğini belgeleyen bir insanlık suçunun tanıklığıdır.

Baştan sona arşiv belgelerine, tanıklıklara ve resmi kayıtlara dayanarak kaleme alınan bu eser,
20. yüzyılın başında Anadolu topraklarında yaşanmış en karanlık dönemlerden birini gözler önüne seriyor.
Kevorkian, sadece bir tarih anlatmıyor; aynı zamanda bir vicdan çağrısında bulunuyor.

Bu kitap, milliyetçi ve ırkçı fanatizmin nasıl barbarlığa dönüştüğünün bir “başyapıtı”dır.
Bu başyapıt, bir halkın unutulmuş çığlığı, bastırılmış hafızanın yeniden dirilişi, utancımızın ve utancınızın kapkara aynasıdır.

Okunmalı.
Çünkü unutulmasın diye yazıldı. Çünkü inkarın karanlığını dağıtmanın ilk şartı, hakikatin sözcüklerine kulak vermektir.

Mahmut Uzun
instagram.com/p/DMqoQcTN296/

Friedrich Nietzsche’den 20 Değerli Söz

1. “Kolay yaşamak mı istiyorsun? Sürüde kal ve sürü sevgisi uğruna kendini unut.”

2. “İçinde en azından bir kere dans etmediğimiz her gün kayıptır.”

Hayat Dediğin Nedir ki? | Friedrich Nietzsche

3. “Açı doyuran kişi, kendi ruhunu sevindirir: Böyle der bilgelik.”

Böyle Buyurdu Zerdüşt | Friedrich Nietzsche

4. “En eski zamanlardan günümüze dek insanların kavramakta zorlandıkları kendileri ile ilgili bilgisizliklerdir!”

Friedrich Nietzsche | Tan Kızıllığı

5. “Kişi sevgi içindeyken, başka zamanlarda dayanabileceğinden çok daha fazlasına dayanır, her şeye katlanır.”

Friedrich Nietzsche | Deccal

6. “Sıradan, vasat toplumların ve insanların en belirgin özellikleri; bir an olsun menfaatsiz yapamamalarıdır.”

Friedrich Nietzsche | Şen Bilim

7. “Ve bir dost sana kötülük yaparsa ona şöyle de: Bana yaptığını sana bağışlıyorum. Fakat kendine yaptığını ben nasıl bağışlayayım.”

Friedrich Nietzsche | Böyle Buyurdu Zerdüşt

8. “Tanrı ne bir şeyi gizler, ne de bir şey bildirir, o yalnızca işaret eder. Size neyi işaret ediyor o tanrı?”

Friedrich Nietzsche | Tarihin Yaşam için Yararı ve Sakıncası

9. “Kendi yolunda giden biri, hiç kimseyle karşılaşmaz: 'Kendi yolunda yürümenin' yapısında vardır bu.”

Friedrich Nietzsche | Tan Kızıllığı

10. “Eylemler konusunda söz verilebilir ama duygular için söz verilemez.”

Friedrich Nietzsche | İnsanca Pek İnsanca

11. “Kendi zenginliğinizin düşmanını bir biçimde yenmek istiyorsanız, önce kendinizi yenmelisiniz.”

Friedrich Nietzsche | Karışık Kanılar ve Özdeyişler

12. “Şu öğüdü veriyorum sana:
başkasıyla gelen mutluluk, başkasıyla gidecektir!'”

Friedrich Nietzsche | Aforizmalar

13. “Kim, ne zaman yeni bir cennet yaratmaya girişmişse, gücü kendi cehenneminden almıştır.”

Nietzsche | Hayat Dediğin Nedir Ki?

14. “İnsan, göreceli olarak, en bozuk yapılı hayvan, en hastalıklı hayvandır.”

Friedrich Nietzsche | Deccal

15. “Yaşamak acı çekmektir; hayatta kalmak acıda bir anlam bulmaktır.”

Friedrich Nietzsche | Tragedyanın Doğuşu

16. "Sevmeyi öğrenmek gerekir,
iyi olmayı öğrenmek gerekir."

Friedrich Nietzsche | İnsanca, Pek İnsanca 1

17. “Karşılığında bana yoldaşlık sunmayan kişilerin
yalnızlığı çalmasından nefret ederim.”

Hayat Dediğin Nedir ki? | Friedrich Nietzsche

18. “İnsanın daima kendi hakkında konuşması, kendini gizleme yöntemi de olabilir.”

Hayat Dediğin Nedir ki? | Friedrich Nietzsche

19. “İnsanın görecek ya da kavrayacak şeyinin olmadığı yerde araştırıcak bir şeyi de kalmamıştır.”

İyinin ve Kötünün Ötesinde | Friedrich Nietzsche

20. “Tanrılar bile aptallık karşısında çaresiz kalırlar.”

Deccal | Friedrich Nietzsche

x.com/Fparrhesia/status/195016

“Sonunda, görkemli mazlumların yüceltilmesi, onları bu hale getiren görkemli sistemin yüceltilmesinden başka bir şey değildir.”

Theodor W. Adorno

Siyonizm’in Uyuyan Hücreleri

30 Haziran’da Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın, Britanya Dışişleri Bakanı David Lammy’yi Külliye’de kabul ettiği duyuruldu. Ne konuşulduğuna dair bir açıklama yapılmadı. O günün akşam saatlerinde, normalde 26 Haziran’da yayımlanmış olan ancak Ekşisözlük’te “scandsucker” rumuzlu, AKP trolü olduğu söylenen bir hesap üzerinden yayılan Leman dergisindeki karikatür, beklenen şekilde “uyuyan hücreleri” harekete geçirdi. Derginin İstiklâl Caddesi’ndeki bürosu önünde toplanıldı, arbede yaşandı, o ve devamındaki günlerde dergiye ait mekânlara da irili ufaklı saldırılar gerçekleşti.

İlk dakikalardan itibaren dergiye soruşturma açılmış, karikatürün çizeri de dâhil dört kişi yaka paça gözaltına alınmış, bu görüntüler resmî mercilerce servis edilmişti. Sonrasında tutuklama kararı da verildi. İstanbul Valisi Davut Gül’ün yaptığı açıklamada “oyuna gelmeme” vurgusu ağır basarken, Erdoğan’ın yaptığı ilk açıklamada ise, “Türkiye’nin iç cephesinde gedik açacak hiçbir eyleme tahammülümüz yok,” dendi. Provokasyonun hem Sivas Katliamı’nın yıldönümüne hem de Muharrem Ayı’na denk getirilmesi, kitle içerisinden “burası yanacak” minvalindeki söylemlere karşın, Gül ve Erdoğan nezdinde Devlet’in “Alevî canları” sahiplenmeye yönelik açıklamaları olayların arka plânı açısından fikir vericidir. Olağan durumlarda siyasal cepheleşme stratejisini ustalıkla kullanan Erdoğan’ın tansiyonu yükseltmesi, sokağı daha da köpürtmesi beklenirken bu kez yatıştırıcı bir pozisyon alması, iktidar tarafından “Terörsüz Türkiye” adıyla anılan konseptin yürürlükte olduğunu göstermektedir. Bu konsepte karşı hem içerideki hem de dışarıdaki eylemler için, “Kimsenin gözünün yaşına bakmayız, saldırganların başını tek tek ezeriz,” deniyor ikinci açıklamada. Bahçeli’nin sert tutumu bir yana, Mansur Yavaş ve İYİP tarafından yapılan açıklamalar da Devlet’in çizgisine uyum gösterirken, Özgür Özel’in alenen dergiyi sahiplenmesi de önemlidir, zira Akit gibi kanallar da meseleyi “CHP zihniyeti”ne bağlayarak tamamlayıcı rolünü oynuyor. Solcular ise, her zamanki gibi meseleyi “lâiklik” perdesinin ötesine taşıyamayacak kadar aciz hâldedirler.

Leman dergisi üzerinden yaşananlar; Suriye’deki yeni yönetim üzerinden Britanya ve ABD’nin hegemonya mücadelesi, İran’a saldıracak kadar azgınlaşan İsrail’in tökezlemesi, devletler nezdinde azalan desteği, daha önemlisi bölgede Türkiye ile karşı karşıya gelmesi ve PKK’nin silâh bırakma sürecine karşı giriştiği eylemlerin[1] bir halkasıdır. İsrail köşeye sıkıştıkça, Türkiye cephesindeki cevabı, iç karışıklık çıkarmak amacıyla sinir uçlarını kaşıyacak şekilde hareket etmektedir. Türkiye’de Devlet ve Devlet’in Yakındoğu’da gerçek stratejik ittifakı olan Britanya nezdinde “düşman” hâline gelen İsrail’in muhalefet cenahında giderek daha örgütlü hâle gelmesi anlaşılır bir durumdur; Siyonizm’in Türkiye’de networke sahip olduğu sır değildir; yakın zamanda İran, bu gibi networklerin eylem kapasitesini göstermesi açısından ciddi bir örnek teşkil etmiştir. CHP’den beslenen basın/medya kuruluşlarındaki anlatılar bunun delilidir. Leman’a bunu yaptıran el bellidir; Devlet de bu elin farkındadır ve bu yüzdendir ki dergiye yönelik ayrıca “yurt içi veya yurt dışından ya da yabancı kuruluşlardan malî destek alınıp alınmadığını” tespit etmek amacıyla malî soruşturma da açılmıştır.

Leman’dan önce köpürtülen Talat Paşa tartışması da bu yöndedir. Ermenistan Başbakanı Paşinyan’ın Türkiye’ye gelmesi, Erdoğan ve Fidan’la görüşmesinin hemen öncesinde, Sabahat Akkiraz’ın baş sazan olma şerefine nail olduğu bir tartışma başlatılmıştı. Talat Paşa, Osmanlı Ermenilerine yönelik faaliyetin baş icracılarındandır ve tehcirin arka plânında Saray’da egemen olan Ermenilerin Yahudi sermayesince tasfiyesi vardır. Bu parantez bir yana, İran’ın İsrail ile savaş pozisyonuna geçtiği koşullarda, Zengezur Koridoru’nun açılması ve Türk-Ermeni ilişkilerinin ekonomik/jeostratejik bir ortaklık düzeyine yükselmesi bağlamında, Erdoğan tarafından Türkiye’ye davet edilen Paşinyan’ın gelişi öncesi zeminin dinamitlenmesi dikkat çekicidir. Dikkat edilecek olursa, Talat Paşa tartışması patlatıldığında, Paşinyan’ın Türkiye’ye gelmekte olduğu kamuoyu tarafından bilinmiyordu. Talat Paşa tartışması istihbarat işidir.

Sürekli “Özgürlük, Kardeşlik” naraları atan CHP medyasında, özellikle Yılmaz Özdil gibi eline tutuşturulanları sokak ağzıyla geveleyen şovmen görevliler eliyle Ermenilere yönelik yoğun nefret propagandası, “Atatürkçülük” adı altındaki İbranîyeti göstermektedir. Bu, yüzlerce yıllık bir mazinin ihtiyaç hâsıl olduğunda yeniden köpürtülmesidir. Bugünlerde bilinçli olarak yayılan Alparslan Türkeş’e ait bir video kaydı vardır. Burada Türkeş, o dönem toprak kaybedilmesi üzerinden Talat Paşa’nın çok da muteber bir kişi olmadığını anlatıyordu. Bu hamle, MHP tabanını, Paşa’yı sahiplenen CHP kitlesiyle yan yana düşürmemek için yapılmış olsa gerek.

Azerbaycan ve İsrail, son Karabağ Savaşı’ndan bu yana bariz biçimde giderek “tek devlet-iki millet” görüntüsü vermektedir. Gazze soykırımı bu vaziyetin zirve noktalarından olmuştur. Paşinyan’ın Türkiye ziyaretini takip eden süreçte, Azerbaycan’ın Rusya ile ilk bakışta anlamsız görünen bilinçli gerilim politikası da bölgeye düşmanlık tohumları ekilmesiyle ilgilidir.[2] Gerilimdeki gariplik fikir vericidir. Paşinyan’ın gelişi Azerbaycan’ın Türkiye’ye ve Batı’ya doğrudan erişimiyle yakından ilgilidir.

Neticede Türk-Ermeni, mütedeyyin-seküler kavgası tarihsel kökleri olan ve sinir uçları bugün de açık bulunan meselelerdir. Siyonist devlet teorisine göre, Yakındoğu’da bulunan halk ve devletlerin sürekli kavga ve karmaşa içerisinde, zayıf bir biçimde bulunması gerekmektedir. İsrail’in güvenliği, İsrail dışındaki her unsurun güvensizliğine bağlıdır. İsrail’in İran karşısında aldığı ağır yenilgi, yanı sıra Siyonist devlet doktrini bölge halklarının düşmanlaştırılmasını ve iç huzursuzlukların kaşınmasını icap ettirmektedir. Aksine bölge devletleri arasında, elbette çıkar temelli ancak İsrail aleyhine diyaloglar gelişmektedir. Olaylara ve aktörlere bu çerçeveden bakınca manzara netleşmekte, ilk bakışta garip gelenler anlam kazanmaktadır.

Tahir Yılmaz

2 Temmuz 2025

Dipnotlar:

[1] Bunlardan en başarılısı ve gözden ırak tutulanı, sürecin yürütücüsü olan Sırrı Süreyya Önder suikastıdır. Bugün “komplo teorisi” olan bu eylemin arka plânı yıllar sonra ortaya çıkacaktır. Önder, Devlet erkânıyla uğurlanmıştır. Sürecin diğer yürütücüsü olan Pervin Buldan ise aynı tarihlerde İtalya’da geçirdiği “trafik kazası”ndan kurtulmayı başarmıştır…

[2] Bu gerilim basın organları üzerinden görünmekte; Sputnik Azerbaycan Direktörü ile Genel Yayın Yönetmeni yaka paça gözaltına alınarak tutuklanmış, Azerbaycan Kültür Bakanlığı ise Rusya’nın ülkedeki tüm kültürel etkinliklerinin iptal edildiğini duyurmuştur.

sosyalizm.org/siyonizmin-uyuya

Nesli tükendi sanılıyordu, yeniden ortaya çıktı

Bu böceği çok uzun zamandır kimse görememişti. Herkes nesli tükendi sanırken bilim insanlarının onu yeniden bulması ise, doğanın güzel bir sürprizi olarak kayda geçti.

chip.com.tr/haber/nesli-tukend

Şimdiye kadarki en büyük kara delik birleşimi tespit edildi

Bilim insanları 23 Kasım 2023’te şimdiye dek gözlemlenen en büyük kara delik birleşmesini tespit etti. Bu gözleme dair bulgular ise bugün kamuoyuyla paylaşıldı.

birgun.net/haber/simdiye-kadar

Öjeninin sözcüleri ve hortlatılan malthusçuluk

Ne kadar faydalı olup olmadığımız Ali Demirsoy ve Celal Şengör'ün işi değil. Yaşamımızı onların kirli dudaklarına terk edecek çağı da çoktan geçtik. Kimsenin emeği üzerinde yaşamıyoruz. Üreterek var oluyoruz.

bianet.org/yazi/ojeninin-sozcu

Yesinler siniz duyarlılığınızı…

Elias Nin

Sosyal medyada etiket oluşturarak biri 15, diğeri 16 yaşındaki iki yoksul Kürt çocuğu linç eden, onlara en ağır cezanın verilmesini talep eden aşağılık bir kampanya yürütülüyor.
Bildik ahlak: Güçsüz olanı günah keçisi yap, kendi aşağılık ikiyüzlülüğünü, adaletin her köşe başında katledilmesi karşısındaki suskun suç ortaklığını iyileştir.
Bu iki çocuğu katil yapan, işledikleri cinayetten sonra zafer sarhoşluğu yaşamalarına yol açan nedenler kimsenin umurunda değil.
Soruyorum: Eğer bu çocuklardan biri bu linç kampanyasına katılanlardan birinin çocuğu, kardeşi olsaydı nasıl olurdu?
Bu kişi buna rağmen bu linç kampanyasına katılır mıydı? “Benim çocuğum en ağır cezayı alsın?” der miydi?
“Adalet istiyoruz” diyerek iki çocuğu linç ettirmek için kuyruğa giren adalet düşkünlerine başka bir soru: Ünlü Estetik Cerrahı Opr. Dr. Bülent Cihantimur ile Yazar Eylem Tok’un 17 yaşındaki şımarık oğulları Timur Cİhantürk de1 Mart 2024 tarihinde ehliyetsiz kullandığı lüks araçla 1 kişiyi ezerek öldürmüş, 4 kişiyi de yaralamıştı. Anne Eylem Top, oğlunu alarak ABD’ye kaçtı, o zaman neden “adalet” diye kuyruğa girmediniz?
Yoksulları, zayıf olanları, sizin olmayan çocukları linç ederek “duyarlı” insan rolü kapmak ne kolay, sizin duyarlılığınız yesinler!
Bu iki çocuğa karşı örgütlenen linç kampanyası faşizan bir karakter taşımaktadır, faşizmin “temiz toplum” anlayışın tezahürüdür. Ahlak şudur: Ayrık otlarını temizle ve kurtul!
Dün de yazdım: TC’nin yüzyıllık sömürgeci, faşizan, ötekileştirici, yoksulluk ve çaresizlik üreten karakteri, bütün bu olanlara göz yuman çoğunluğun kirli ahlakı yargılanmadan bu iki çocuğu yarılamak, 100 yıllık suçun faturasını en zayıf olan kesmektir.
Hayatın dışına itilmiş, ötekileştirilmiş iki yoksul çocuğun işledikleri suçu nedenlerinden bağımsız ve sadece bir sonuç olarak mütalaa etmenin adı adalet aramak değil, kanı kanla yıkamaktır. Bunu sağlayarak gönül erinci aramak, insan neslinin en aşağılık halidir.
Ne diyeyim: Kendini ahlakınıza benzeyen adaletinizin altında kalın!

instagram.com/p/DMforrcNa3B/

LOZAN ve KÜRTLER

Mahmut Uzun

Ayşe Hür’ün arşivinden bir belge:
4 Kasım 1922’de TBMM Gizli Oturumu’nda, Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Bey şöyle konuşuyor:

“Bendeniz Kürdoğlu Kürdüm.
Kürtler hiçbir şey istemiyorlar.
Yalnız büyük ağabeyleri olan Türklerin saadet ve selametlerini istiyorlar.
Avrupa’nın Sevr paçavrasıyla verdiği bütün hakları ayaklarımız altında çiğnedik.
Türklerle birlikte savaştık, onlardan ayrılmadık ve ayrılmak da istemeyiz…
Heyet-i murahhasamızdan ricam, azınlıklar konusu görüşülürken
Kürtlerin hiçbir talebi olmadığını ifade etmenizdir.
Ve lütfen Suriye’de terk ettiğimiz hudutları geri alın,
Kerkük’ü, Süleymaniye’yi, Musul’u unutmayın.”

Alkışlarla karşılanan bu sözler, bir halkın kaderinin nasıl kendi ağzıyla inkâr edildiğini gösteriyor.

Şimdi soruyorum:
Tarih tekerrürden ibaret derler…
Bugünlerin “Kürt politik önderleri”ne bakın:
Kimin için Kürt çocuklarının kanı dökülüyor?
Kim için direniş, kim için ihanete ortaklık yapılıyor?
Neden atalarının izinden gittiklerini şimdi daha iyi anlıyor musunuz?

Asıl soru şu:
Bu halk gerçekten devletleşmeyi istiyor mu?

Sanmıyorum!

Çünkü her seferinde başkalarının haritasını yırtmak yerine,
kendi varlığından feragat etmeyi tercih edenler çıkıyor sahneye.
Ve biz her defasında, aynı sahte alkışlarla kandırılıyoruz.
instagram.com/p/DMefLOFtZpd/

Öcalan, Kürt Halkının Ocağına İncir Ağacı Dikecek Kadar Derin Bir Projenin Parçasıdır.

Bunu yıllardır söyledik. Duyulmadık, dışlandık, susturulduk, susturulmak istendik. Ama hep aynı hakikati dillendirdik:
Öcalan, Kürt halkının özgürlük umudunu içeriden imha etmek üzere kurgulanmış derin ve sistematik bir projedir, projenin merkezindedir. Bu, basit bir sapma ya da bireysel ihanet değildir; bu, kürt halkının on yıllarca süren direnişini devlete teslim eden kapsamlı bir tasfiye planıdır.

Bugün artık perde kalmamıştır. Her şey artık aleni, açık, gözler önündedir. Hakikat, kaçınılmaz bir biçimde konuşmaktadır.
Evet, Kürt halkı tarihsel bir eşiktedir:
Ya bu ihanet düzenine boyun eğecek, yok oluşa doğru sessizce sürüklenecek… ya da ulusal değerlerine, tarihsel belleğine, diline, kültürüne ve özgürlük idealine sımsıkı sarılarak bu karanlık oyunu bozacaktır.

Bu bir uyarı değil, bir çağrıdır. İhanete karşı hakikatin, teslimiyete karşı onurlu direnişin çağrısı. Artık kandırılmış olma bahanesi yok. Artık “bilmiyorduk” deme lüksü kalmamıştır. Her şey ayan beyan ortadadır. Bu noktada susmak, bilerek veya bilmeyerek ihanete ortak olmaktır.

Öcalan merkezli bu proje, Kürt halkının kaderini devlete entegre etme, teslim alma ve hafızasızlaştırma planıdır. Ve ne yazık ki bu plan, içimizden devşirilen aktörlerle adım adım uygulanmaktadır.

Kürt halkı, eğer yaşamak istiyorsa - sadece fiziken değil, bir halk olarak varlığını sürdürmek istiyorsa - bu projeye, bu oyuna, bu ihanete karşı topyekün bir duruş sergilemek zorundadır.
Geçmişin mücadele mirası, bugün bizi sorumlu kılıyor.
Ya kendi kaderimize sahip çıkarız ya da bir halk olarak tarihten siliniriz.

Mahmut Uzun

instagram.com/p/DMcPJ4RtSw0/

Ahmet Minguzzi Cinayeti Üzerine…

Elias Nin

Mattia Ahmet Minguzzi bıçaklanarak öldürüldüğünde 14 yaşındaydı. Bu da birçok çocuk cinayeti gibi sıradan bir haber olarak geçiştirilecekti ama olmadı çünkü öldürenler yoksul Kürt, öldürülen ise ayrıcalıklı (zengin) bir ailenin çocuğuydu.
Mattia Ahmet Minguzzi, İtalyan şef Andrea Minguzzi ve Türk çellist Yasemin Akıncılar Minguzzi’nin oğluydu, özel İtalyan Lisesi’nde öğrenciydi.
Mesela 12 yaşındaki bedenine 13 kurşun sıkılarak öldürülen Kürt Uğur Kaymaz ya da
12 yaşında havan topu mermisiyle öldürülen Ceylan Önkol değildi.
Minguzzi ailesinin bu çocuk ölümlerinden haberinin olmadığı muhakkaktır, zaten olması da beklenemez zira onlar için yaşam hakkının kutsallığı da evlat acısının dayanılmaz ağırlığı da kendi sırça köklerinin sınırlarında başlamaktadır.
Aynı şey, Minguzzi ailesinin dostları ve Ahmet Minguzzi için adalet isteyen adalet düşmanı ırkçı Beyaz topluluk için de geçerlidir.
Minguzzi ailesi ve dostları, Ahmet Minguzzi’yi öldüren çocukların mevcut yasaya göre değil de yasanın dışına çıkılarak cezalandırmalarını talep ediyorlar; bunun için kampanyalar yapıyorlar.
Devlete teslim olmayan devrimcilere ibret olsun diye 17 yaşındaki Erdal Eren’i idam eden ahlak ne ise yoksul ve hayatın dışına itilmiş diğer çocuklara ibret olsun diye 15-16 yaşlarında olan bu iki çocuğa, çocuklara uygulanan yasa yerine, 18 yaş üstü yetişkinlere uygulanan yasanın uygulanmasını isteyen ahlak da odur.
Ortada bir cinayetin olduğu muhakkaktır lakin bu iki çocuğu birer katile dönüştüren nedenler görmezden gelinerek adalet sağlanamaz zira bu cinayet sadece bir sonuçtur.
40 yıllık savaş, 100 yılı aşkın bir süredir devam eden inkâr, zorunlu olarak göç edilen Türk kentlerinin varoşlarına sıkıştırılmış bir “yaşam” ve bütün bunların sonucu olan siyasallaşmamış “kin” yok sayılarak Ahmet Minguzzi cinayeti anlaşılamaz.
Bu çocukları katil yapan sistemin ideolojik, sınıfsal, ulusal, cinsiyetçi dayanakları yargılanmadan yapılacak yargılama, en zayıf olanı suçlu ilan ederek Minguzzi ailesinin de bir parçası olduğu asıl suçluları görünmez kılmaktır.

instagram.com/p/DMcl3mFN3vh/

Güneş Sistemi’nin Ucunda Gizemli Bir ‘Kozmik Fosil’ Keşfedildi

Astronomlar, Güneş Sistemi’nin uzak köşelerinde “kozmik fosil” olarak tanımladıkları bugüne dek gözlemlenen en ilginç yapılardan birine rastladı.

kayiprihtim.com/haber/gunes-si

Hegel’in yolu Ani Katedrali'ne düşerse

Ani, 10. yüzyılın sonundan 13. yüzyıla uzanan kısa ama parlak döneminde, Ermeni mimarisinin en yoğun deneysel laboratuvarı hâline geldi.

bianet.org/yazi/hegelin-yolu-a

El âlemin ananeleriyle dalga geçmek kolay!

Mazi değiştirilemez ama ondan ders almak mümkün diyen Māoriler’in sesine kulak vermekte fayda var.

bianet.org/yazi/el-alemin-anan

Marx’ın Matematiksel Elyazmaları: Bir kitabı arama, bulma ve çevirtme öyküsü

Kitaptan kimse haberli değildi sanırım, haberli olabilecek çok az sayıdaki insanla da ben karşılaşmadım belki de. Adını sormayı akıl edemediğim için sonraki yıllarda aklıma geldikçe hayıflandığım, şık giyimli, nazik davranışlı adam dışında…

haber.sol.org.tr/haber/marxin-

Show older
Qoto Mastodon

QOTO: Question Others to Teach Ourselves
An inclusive, Academic Freedom, instance
All cultures welcome.
Hate speech and harassment strictly forbidden.