Show newer

İnsan hayatı ucuzlaştı. Cellatın onu yok etme emrini yazdığı kağıttan bile daha ucuz. Kiralık katilin, iktidarı ele geçiren ilk kötü adamın emriyle birini öbür dünyaya göndermek için hazır olduğu artan ekmek payından bile daha ucuz. Bu kanlı sefahat, sosyalizm adına, emekçi halkların kardeşliğini insanlığın en yüksek hedefi ilan eden öğretinin adına gerçekleştiriliyor.

Julius Martov

Yargıç-bürokratlar tarafından verilen kararlar, yetkililere bağlı oldukları için mahkeme değildir. Yüksek Devrim Mahkemesi'nde halkın temsilcileri yoktur, sadece devlet memurları vardır ve maaşlarını Troçki ve diğer Halk Komiserleri'nin elinde olan devlet hazinesinden alırlar. Sanığın savunması için tanık çağırmasına izin verilmediğinde bu bir mahkeme değildir. ... Bu ahlaksızlık senin adınla yapılıyor, Rus işçisi!

Julius Martov

ÇOCUKLARA YÖNELİK YAVAŞ ŞİDDET
Böcek ailesinin sessiz tanıklığı
Böcek ailesinin yaşamını yitirmesi, ülkemizde toksik maddelerle ilgili kontrol ve denetimsizliğin, insan ve çevre sağlığını korumaya yönelik kamusal yapının ne kadar zayıf olduğunu acı biçimde gösterdi.

bianet.org/yazi/bocek-ailesini

Sultan Alparslan’ı Kürt/Alevi Komutan Yusuf öldürdü | Aziz Tunç

Türk devletinin Malazgirt üzerinden yarattığı “şanlı tarih” kurgusu, tarihsel gerçekleri çarpıtmanın en çarpıcı örneklerinden biri. Oysa Sultan Alparslan, dönemin kaynaklarında “kana susamış” bir hükümdar olarak anılıyor ve bir Kürt/Alevi komutan tarafından öldürülüyor.
Osmanlı devleti, siyasal krize girdiği 1840’lardan sonra “tarihi çarpıtmayı” özel bir politika olarak belirlemiş ve uygulamıştır. Türk devleti de en başından beri aynı “tarihi çarpıtma” uygulamasını devam ettirmiştir.

Bu “tarih çarpıtma” uygulaması ilk dönemler el yordamıyla, sistemsiz ve net olmayan bir biçimde yapılmıştır. Ancak bir süre sonra bu uygulamalar daha sistemli, net ve bir ulus yaratma perspektifine bağlı olarak yürütülmüştür

Söz konusu sürecin asli mimarı İttihat ve Terakki Fırkası’dır. İTF, bütün Osmanlının kurtuluşunu amaçlayan bir politikayla kurulmuştur. Ancak İTF, bir süre sonra bütün Osmanlıyı kurtarma iddiasından vazgeçmiştir. Çünkü uluslaşma süreci başlamıştı ve İTF’nin dayanacağı bir ulus yoktu. Bu süreçte ve bu gelişmeler üzerine yaşanan tartışmaların sonucunda çeşitli ulusal temsilcilerin İTF’den ayrılmaları söz konusu olmuştur.

Bunun üzerine İTF, Osmanlı topraklarında dayanacakları bir ulus yaratma politikası geliştirmiş ve bu politikayı uygulamaya yönelmiştir. Osmanlı coğrafyasında bulunan Araplar, Kürtler, Ermeniler, Rumlar, Süryaniler, Kafkas halklarının her birisinin İTF’nin ulus yaratma programı açısında yetersizlikleri veya sorunları vardı. Buna rağmen Türk ulusu yaratmak hem koşullar açısında mümkündü hem de nispeten daha gerçeğe uygundu.

Devamında yaşanan siyasal gelişmelere bağlı olarak İTF, bir darbeyle iktidara hâkim olmuştur. Bu durumda Türk ulusu yaratma politikası devletin resmi politikası olarak uygulanmıştır.

Türk ulusu yaratma projesi beraberinde bir “şanlı tarih” ve benzersiz bir kültürel yapı oluşturmayı da dayatmıştır.

Türk ulusu yaratmaya tarihin derinliklerinde bir “köken” aranarak başlanmıştır. Öyle ya oluşturulacak olan ulusun “şanlı bir tarihi ve özellikleri olan kültürel kodları” olmalıydı.

Orta Asya’da aranan tarihi köken, Hun’lardan başlatılmış, kendilerini hiçbir zaman Türk olarak tanımlamamış olan Selçuklular “Türk yapılarak” devam ettirilmiştir. Oradan Türklüğü sürekli aşağılayan Osmanlıların Türk oldukları kabul edilmiş ve böylece Türklüğün tarihsel zinciri tamamlanmıştır.

“Tarih böyle çarpıtılmış” ve yaklaşık 2500 yıllık tarih çarpıtılarak Türklük için “şanlı bir tarih”in zemini oluşturulmuştur. Bu zemin üzerinde ince bir tarih çalışması yapılarak oluşturulacak olan ulusa daha birçok özellik kazandırmak mümkün olmuştur.

Bu süreci ve “tarihin çarpıtılmasını” incelemek bu makalenin ölçülerini aşacaktır. Ancak özel örnek olması için güncel bir konuya değinmek gerekiyor.

Türk devletinin Malazgirt savaşına özel bir önem verdiği ve bu amaçla her yıl birçok düzenleme yaptığı, kesenin ağzını açık tuttuğu da bilinmektedir. Sadece bu kutlamalarda kullanılması amacıyla bir sarayın yapılmış olması bunu göstermektedir.

Ayrıca Türk devleti ve devlet tarihçileri, ilkokuldan başlayarak bütün eğitim süreci boyunca ve medya organları aracılığıyla Alparslan’ı büyük komutan olarak anlata anlata bitirememektedirler.

Halbuki nihayetinde Alparslan da dönemin bütün komutanları gibi iktidar olmak ve iktidarını korumak için vahşet uygulayan bir egemendir.

Alparslan’ın Türk devleti tarafında bu şekilde ve bu kadar abartılarak yüceltilmesi doğru değildir, masum değildir, maksatlıdır, ulusal köken oluşturma çabasının sonucu ve gereğidir.

Bu nedenle Türk devletinin göklere çıkardığı Alparslan’ı dönemin tarihçisi Urfalı Matteos, “şehir halkını kılıçtan geçiren” “kana susamış bir adam” olarak tanımlamaktadır. Demek ki Erdoğan, atası olarak kabul ettiği Alparslan’ın ruhuna hitap etmek için kılıçları kınından çıkartmaktan söz etmiştir.

Tarihçi Urfalı Matteos anlatmaya devam ediyor. “Sultan Alparslan bütün askerlerini toplayarak Gehon diye tesmiye edilen Cahun nehrini geçti. O büyük bir ordunun başında olduğu halde metin ve meşhur bir kale olan Han’a üzerine yürüdü ve kuşattı bu kalenin sahibi cesur ve aynı zamanda azgın ve merhametsiz bir adamdı. Sultan Kaleyi günlerce muhasara altında tutup çok sıkıştırdı. O aynı zamanda Kalenin reisini atalarının topraklarının daimî sahibi kalmak şartıyla kendisine itaate davet etti. Kale Reisi hayli sıkıntılara göğüs gerdikten sonra ….korkunç bir plan düşündü. O gün karısı ve çocuklarıyla beraber şenlik ve ziyafet yaptı. Davullar çaldırarak ve şarkılar söyleterek onlarla beraber neşe içinde yedi içti. Fakat geceleyin karısını ve üç oğlunu sultanın eline düşüp ona köle olmamaları için vahşiyane bir surette kendi eliyle kesti. O ertesi sabah erken de oğullarını kesmiş olduğu iki keskin bıçağı yanına aldı ve Sultan’ın huzuruna gitmek üzre kaleden çıktı. Sultan onun geldiğini haber alınca huzuruna getirilmesini emretti. Reis huzura çıkınca eğildi, fakat ona yaklaştığı sırada aniden Sultan’ın üzerine atıldı ve çizmeleri içinde saklamış olduğu iki bıçağı çekti. … vahşi bir hayvan gibi Sultan’ın üzerine atılan adam iki bıçağını da onun vücuduna sapladı. Sultan’ın adamları ileri atılıp onu olduğu yerde öldürdüler…..Sultan beş gün…” sonra ve “ bir Kürt’ün eliyle ölmüştür.” Urfalı Mateos, s. 145- 146

Alparslan’ı öldüren bu Kürt komutanının bir diğer özelliğini de bir Türk tarihçisi şöyle ifade etmektedir. “Sultan Alparslan bir Batini’nin suikastına uğrayarak 25. birinci teşrin 1072 yılında ve genç yaşında hayata gözlerini kapadı.” Selçuklular zamanında Türkiye Osman Turan. s. 64- 65

Görüldüğü gibi Malazgirt savaşından yaklaşık altı ay sonra Alparslan kocaman ordusuyla Kürt/Batıni- Alevi Komutan Yusuf’un Han’a Kalesini kuşatmış, yoğun baskı ve vahşet uygulamıştır. Buna karşı direnen Kürt/Batıni- Alevi komutan Yusuf, bir süre sonra gücünün ve imkanlarının bir orduya karşı direnmeye yetmeyeceğini görmüştür.

Bunun üzerine Kürt/Alevi Komutan Yusuf, Alparslan’a esir düşerlerse daha çok acı çekeceklerini düşünerek, çocuklarını ve eşini kendi elleriyle öldürmüştür. Sonrada çadırına giderek Alparslan’ı çadırında öldürmüştür.

Bu bilgi dönemin ve coğrafyanın özellikleriyle de örtüşmektedir. O yıllarda Hasan Sabbah, bölgenin önemli bir gücüdür ve Nizamülmülk’ün veziri olduğu Selçuklulara karşı mücadele etmektedir. Dolayısıyla söz konusu bölgede Batını/Alevilerin bulunması ve Selçuklulara karşı mücadele ediyor olmaları bu bilgilerin doğruluğunu teyit etmektedir.

Belirtilen gerçekliklerden hareketle, Alevi düşmanlığının bu tarihsel düşmanlıklardan büyüdüğünü söylemek de yanlış olmayacaktır.

avrupademokrat9.com/sultan-alp

Partimiz, oturanlar ve oturtulanlar olarak ikiye ayrılmıştır.

Julius Martov

Astronomide Kurallar Yıkıldı: Gökbilimciler Var Olmaması Gereken Bir Yıldız Keşfetti

Gökbilimciler sessiz bir kara deliğin yörüngesinde kimyası yaşlı, yaşı genç olan ve “hiçbir anlam ifade etmeyen” bir yıldız buldu.
kayiprihtim.com/haber/kurallar

Dersim, Seyit Rıza ve Bitmeyen Irkçılık: Tarih Neden Hâlâ Tekrar Ediliyo... youtu.be/-oKkjFyGiGs?si=2TVprg

 “Anarşistler olarak, ekonomi ve iktisadı ve bunların gerektirdiği her şeyi, ister piyasalar, ücretler, merkezi planlama, sanayi veya iş olsun, ortadan kaldırmayı amaçlıyoruz. Bu nedenle, feodalist, merkantilist, kapitalist, sosyalist veya komünist olsun, hiçbir üretim, tüketim ve mal dağıtım sisteminin değeri olmadığını ilan eden ekonomik nihilistleriz. Bu tür sistemler sadece değersiz olmakla kalmaz, aynı zamanda insanlara, insan olmayan hayvanlara, ekosistemlere ve gezegene zararlı ve ölümcül olan bir sosyal kontrol aracıdır ve bu nedenle tamamen ve kesin olarak yok edilmelidir. Ekonomi kapitalist, faşist veya sosyalist bir rejim tarafından yönetiliyor olsun, hatta katılımcı bir ekonomi olsun, yine de insanlara, insan olmayanlara ve toprak kaynaklarına dayatılan bir otorite sistemidir."

Bobby Whittenberg-James

Göbeklitepe’de 30 yeni keşif: Ağzı dikişli heykel ne anlatıyor?

Şanlıurfa’daki Göbeklitepe ve Karahantepe’de 30 yeni eser keşfedildi. Bu eserler arasında ise en çok ağzı dikilmiş, gözleri ise kabuklarla doldurulmuş gibi görünen heykel dikkat çekiyor. Peki "ölüm yüzü" olarak tanımlanan heykelin hikayesi ne?
ntv.com.tr/galeri/turkiye/gobe

İnsanlık, Evrenin En Büyük Gizemi Olan Maddeyi İlk Kez Görmüş Olabilir
Bilim insanları, NASA’nın Fermi teleskobu sayesinde evrenin en büyük gizemi olan “karanlık madde”nin izini ilk kez doğrudan tespit etmiş olabilir.
kayiprihtim.com/haber/karanlik

Hripsime Sayrin’in mirası nasıl ölmeden hemen önce BBP'li "yeğeni"ne geçti?

Türkiye'deki gayrimüslim yurttaşların miraslarının ya da mal varlıklarının şüpheli şekilde el değiştimesiyle ilgili seri haberler kaleme alan Cumhuriyet gazetesi yazarı Barış Terkoğlu yeni bir iddiayı gündeme getirdi. Terkoğlu'nun yazısına göre Türkiye Ermeni toplumundan 79 yaşındaki Hripsime Sayrin’in aslında mirasını ailesine ve Ermeni vakıflarına bırakmıştı, ancak ölümüyle aynı gün hazırlanan yeni bir "sözlü" vasiyetle, tüm mal varlığı "yeğeni" olarak kendini tanıtan BBP’li Fırat Baran Durmaz’a geçti.
Gazeteci Barış Terkoğlu’nun Cumhuriyet'te yer alan haberinde aktardığına göre yaşlı yurttaşların “manevi annelik”, “manevi kardeşlik”, “manevi yeğenlik” gibi gerekçelerle servetlerinin el değiştirdiği çok sayıda dosya bulunuyor.

Terkoğlu’nun dikkat çektiği örneklerden Hrispime Sayrin'in ölümü ve vasiyet süreci siyasi bağlantıları ve mirasın el değiştirme biçimiyle öne çıkıyor.

Hripsime Sayrin, 24 Mayıs’ta 79 yaşında hayatını kaybetti. Sekiz değerli gayrimenkulü, bankalarda yüksek meblağda parası vardı. Duldu ve çocuğu yoktu. Resmî mirasçısı kardeşi Onnik Dellaloğlu'ydu. 2023 Mart’ında, aklı başındayken hazırladığı el yazılı vasiyetinde mal varlığını kardeşinin çocuklarına ve Ermeni vakıflarına paylaştırmış, defin sürecini ve bazı kişisel eşyalarının geleceğini dahi ayrıntılı olarak yazmıştı. Ancak ölümünden sonra yeni bir vasiyetname ortaya çıktı. Üstelik bu belge, Sayrin’in öldüğü gün verilmişti. El yazısı ona ait değildi. Mirasın tamamı, 1982 doğumlu Fırat Baran Durmaz adlı bir kişiye bırakılıyordu.

Fırat Baran Durmaz ise BBP’nin Avcılar kurucu ilçe başkanıydı. Ayrıca partinin Avcılar Belediye Meclisi üyesiydi.

Barış Terkoğlu'nun, Hrispime Sayrin'in ölümü ve vasiyet sürecinin detaylarını anlattığı yazısı şu şekilde:

"Ermeni yurttaşımız Hripsime Sayrin 24 Mayıs 2025’te vefat etti. Öldüğünde 79 yaşındaydı. Hali vakti de yerindeydi. Sekiz adet çok değerli gayrimenkulü, bankalar ve finans kuruluşlarında yüksek meblağlarda parası vardı. Duldu ve çocuğu yoktu. Tek resmi mirasçısı kardeşi Onnik Dellaloğlu’ydu. Mirasının ona kalması bekleniyordu. Öte yandan, 2023 yılı martında, aklı başındayken kendi el yazısıyla bir vasiyetname hazırlamıştı. Mal varlığını kardeşinin çocukları olan yeğenleriyle yetim çocuklara sahip çıkanlar başta olmak üzere Ermeni vakıfları arasında tek tek paylaştırıyor, ölümünden sonra nasıl gömülmek istediğini anlatıyor, tablolarına bile vasiyette yer veriyordu.

Ancak...

Ortaya yepyeni bir vasiyetname çıktı. Üstelik bu vasiyeti öldüğü gün, ölmeden birkaç saat önce vermişti. El yazısı da kendisinin değildi. Bütün mal varlığını, Fatih’te yaşayan Fırat Baran Durmaz isminde 1982 doğumlu 43 yaşında birine bırakmıştı.

Altından BBP'liler çıktı
Elbette kardeşi “Kim bu Fırat Baran Durmaz” diyerek durumdan şüphelendi. Durmaz, BBP’nin Avcılar kurucu ilçe başkanıydı. Ayrıca partinin Avcılar Belediye Meclisi üyesiydi. Ne yaşam ne kültür ne inanç olarak iki isim arasında ortaklık olabilirdi.

Dahası...

Hripsime Sayrin, Sarıyer Maslak’ta kendisine ait bir evde yaşıyordu. Ancak Şile’de ölmüştü. O gün 20.30’da 112 Acil Servis tarafından ölmek üzereyken Şile Devlet Hastanesi’ne getirilmiş, birkaç dakika sonra canlandırılamayıp hastanede vefat olarak 20.55’te kayda geçmişti. Şile’de ne bir akrabası ne de bir arkadaşı vardı. Şüpheleri iyice arttı.

Ölümden geç haberdar edilen aile işin peşine düştüğünde daha da garip durumlar ortaya çıktı.

Hripsime Sayrin tek başına yaşayan bir kadındı. Çok para harcamasını gerektirecek bir yaşamı yoktu. Ancak ölümüne doğru giderken hesabından milyonlarca lira çıkmıştı.

Ölüm günü verdiği “sözlü vasiyetname tutanağı” belgesinin ilk tanığı Mübeccel Bulur isminde biriydi. Fırat Baran Durmaz’ın kayınvalidesiydi. El yazısı ona aitti. Öbür tanık Metin Yalçın’dı. O da BBP Avcılar ilçe başkan yardımcısı ve Durmaz’ın özel kalemiydi. Hripsime Sayrin’e imzalatmışlardı. Vasiyetnameye göre Fırat Baran Durmaz, oğlu gibi Sayrin’in bakımıyla ilgilendiği için ona mirasını bırakmıştı.

Milyonlarını aldı
İşin esasında Durmaz, Sayrin’in hayatına son bir yılda girmişti. Çevresine kendisini Sayrin’in yeğeni olarak tanıtıyordu.

O kadar ki...

Sayrin’in öldüğü gün, hastanede düzenlenen ölüm belgesinde, “bilgi veren” olarak görünen Durmaz’ın yakınlık derecesi olarak “yeğeni” yazıyordu. Oysa Durmaz, Hripsime Sayrin’in yeğeni falan değildi!

Birçok kişinin söylediğine göre, Sayrin’in yaşlı olması sayesinde onunla yakınlık kurmuş, işlerini takip etmeye başlamış, onun güvenini kazanmıştı. Noterde bunun için genel bir vekaletname çıkartmıştı. Bu sayede tüm işlemlerini yapabiliyordu. Sayrin’in Şekerbank Göztepe Şubesi’ndeki hesabından, 10 Nisan 2025 tarihinde, yani ölümünden bir buçuk ay önce, Durmaz’ın hesabına 16 milyon 336 bin 32 lira havale yapılarak hesabının sıfırlandığı ortaya çıktı.

Bu kadar da değil.

Öldü mü öldürüldü mü?
Cenazesinden vakıflar dahil kimse haberdar edilmemiş, Hripsime Sayrin, vasiyetine aykırı şekilde, apar topar Durmaz tarafından gömülmüştü. Yakınlarının anlattığına göre, Maslak’taki Mashattan Sitesi’ndeki evine ölümünden sonra da giriş çıkış yapılmıştı. Evde Sayrin’e ait olmadığı belli olan eşyalar ve en önemlisi boş mücevher kutuları bulunmuştu. Durmaz, site yönetimine de Sayrin’in çok hasta ve yaşlı olduğu için işlerini yürüttüğünü söylemişti. Ancak site yönetimi ölümünden yaklaşık bir ay önce Sayrin’in gayet sağlıklı göründüğünü söylüyordu.

Gerçekten de Hripsime Sayrin, anlatılana göre, yalnızca şeker hastalığı için ilaç kullanıyordu. Ciddi bir sağlık sorunu yoktu. Öte yandan Sayrin’in Kadıköy Göztepe’deki evine gidildiğinde de içerideki pek çok şeyin alınmış olduğu görüldü. Apartman görevlisi, Durmaz’ın kendisini Sayrin’in yeğeni olarak tanıtarak eve girip çıktığını söylüyordu.

Hem Fırat Durmaz, hem vasiyetnamenin tanıkları olan kayınvalidesi ve özel kalemi, verdikleri ifadelerde, Sayrin’in Durmaz’ı çok sevdiği için mallarını öldüğü gün ona bırakmaya karar verdiğini iddia ettiler. Dahası... Sayrin’in ölmeden önceki hafta üç kez kalp krizi geçirdiğini söylediler. Buna dair somut bir kayda ulaşılamadı. Ancak 2023 yılı ağustosunda yaşlılıktan dolayı algı bozukluğu olduğunun raporlara girdiği ortaya çıktı. Kısacası Sayrin’i kandırmak çocuğu kandırmak gibiydi.

Şimdi hem ailesi hem Ermeni yurttaşlarımızın vakıfları, Sayrin’in nasıl öldüğünü, ölüm günü vasiyetinin nasıl yazıldığını, BBP’li siyasetçinin Sayrin’le yakınlığını sorguluyor. Yargıdaki dosyanın çözülmesini bekliyor.

Ölümün üzerindeki perdeyi kaldırmak için yaşamla hesaplaşmayı tamamlamak gerekir."
agos.com.tr/tr/yazi/36432/hrip

Selanik’te “Kadından Kadına” Etkinliği: Merimna Pontion Kyrión’dan Anı ve Hizmet Köprüleri

Selanik — 12 Kasım 2025
Merimna Pontion Kyrión Thessaloníkis (Selanik Pontoslu Kadınlar Yardımlaşma Derneği), “Anı ve Hizmet Köprüleri – Kadından Kadına Yolculuklar” başlıklı etkinliğini Efxinos Leshi’nin salonunda düzenledi. 1904’ten bu yana sosyal dayanışma ve kültürel hafıza alanında faaliyet gösteren dernek, bu yılki etkinliğini kadınların toplumdaki rolüne ve katkılarına adadı.

Dernek Başkanı Anatolí Dimitriádu, toplumsal hizmetleri, bilimsel çalışmaları ve siyasi faaliyetleri nedeniyle Asimína Gkága’ya “Anna Theofyláktou” ödülünü takdim etti. Ayrıca derneğe uzun yıllar verdiği katkılardan dolayı İfigéneia Panídou, Onursal Başkan ilan edildi. Ödüllerin her ikisi de Eléni Násta tarafından tasarlandı.

Etkinlikte konuşan emekli profesör Kóstas Fotiádis, “Kadın varlığının ve sürekliliğinin toplumsal hizmetteki değeri” başlıklı sunumunda, kadınların toplumdaki aktif rolünün önemine dikkat çekti.

Törene, devlet ve yerel yönetim temsilcilerinin yanı sıra çok sayıda kültürel ve bilimsel kurumdan katılım oldu. Katılanlar arasında Başbakanlık Selanik Ofisi’nden Giánnis Papageorgíou, Selanik Belediyesi Spor, Gençlik ve Gönüllülük Başkan Yardımcısı Kyrakí Yiannakídou, Pavlos Melas Belediyesi Sosyal Dayanışma ve Sağlık Başkan Yardımcısı Sylvána Karasavvídou da yer aldı.

Etkinlik, yazar Rodí Stefanídou’nun “O İsvoléas” (İşgalci) adlı eserinden yaptığı okuma ile sona erdi. Eser, geçmiş ile geleceği birleştiren dayanışma, mücadele ve kadınlar arası aktarımlar üzerine güçlü mesajlar içeriyor.
pontosgercek.com/selanikte-kad

Γαλάζιας Πατρίδας” κατέρρευσε υπό το βάρος των εξελίξεων στην Ανατολική Μεσόγειο
Παρά τους στρατιωτικούς λεονταρισμούς, η Άγκυρα βρίσκεται όλο και περισσότερο εκτός παιχνιδιού, ενώ Ελλάδα και Κύπρος – μέσα από συμμαχίες και διεθνείς συμφωνίες – διαμορφώνουν το νέο ενεργειακό και γεωπολιτικό τοπίο της περιοχής, αναφέρει το άρθρο της τουρκόφωνης ιστοσελίδας

geopolitico.gr/2025/11/siyasi-

Pontos Rumlarının tarihi, sadece Pontosluların değil, tüm Yunan ulusunun tarihidir

🟦 “Görevimiz, Bir Pontos Helenizmi Müzesi ve Araştırma Merkezi Kurmaktır”
Batı Makedonya Üniversitesi Onursal Profesörü Konstantinos Fotiadis ile Söyleşi
Röportaj: Nikos Aslanidis

📜 Bir Akademisyenin Tarihle Hesaplaşması
Batı Makedonya Üniversitesi Onursal Profesörü Konstantinos Fotiadis, ömrünü Pontos Rumlarının tarihini, kültürünü ve özellikle de soykırımın belgelenmesini araştırmaya adamış bir bilim insanı.
Sadece tarihçi değil, halkının hafızasını korumayı bir ahlaki görev olarak gören bir aydın.

Yıllar süren çalışmalarının ardından, Fotiadis artık tek bir hedefe odaklanmış durumda:
Selanik’te Pontus Rumları Müzesi ve Araştırma Merkezi kurmak.
Ona göre bu yalnızca bir kültür projesi değil, tarihsel bir borç ve kolektif sorumluluk.

“Bu müze, sadece geçmişin acılarını değil, halkımızın yaratıcılığını, sanatını ve direncini de belgelemelidir.
Bizim tarihimiz unutulursa, kimliğimiz de yok olur.”

🏛️ Fotiadis’in Kişisel Katkısı
Profesör, bu girişimi desteklemek için 35.000 ciltlik arşivini,
Pontus Rum Soykırımı’nı konu alan 600 tabloyu, gravürleri, haritaları, kartpostalları ve binlerce fotoğrafı bağışlama sözü verdi.
Ayrıca, yüksek lisans öğrencileriyle birlikte mültecilerle yaptığı 2.000 sözlü tarih görüşmesini de araştırma merkezine ücretsiz olarak sunacak.

Bu malzeme, geleceğin tarihçileri için benzersiz bir tanıklık arşivi olacak.

“Bu büyük görevi ben hayattayken tamamlamak istiyorum.
Çünkü benim için tarih, yalnızca kitaplarda değil, yaşayan insanların hafızasında var.”

🏡 Pontoslu Bir Ailenin Çocuğu
Fotiadis, 1948’de Naousa yakınlarındaki Ano Zervochori köyünde doğdu.
Köyün sakinleri, Pontos’un Apsus bölgesinden gelen ve Soykırımdan kurtulmuş mültecilerdir.
Zorunlu göçten sonra Giannitsa bataklığının verimli topraklarına yerleşmişlerdi.
İlk yıllarda tek konuşulan dil Pontosçaydı.

“İlkokula başladığımda Yunanca bilmiyordum,” diyor Fotiadis.
“Çocuk dergileri yerine babamın aldığı Pontiaki Estia dergisini okuyarak büyüdüm.
Anadiline olan sevgim yüzünden ilkokulda bile Filon Ktenidis’in oyununda sahneye çıktım.”

🎓 Bilim Yolculuğu ve İlk Araştırmalar
1966’da Selanik Aristoteles Üniversitesi Felsefe Fakültesi’ni kazandı.
Okulda herkes onu “Pontios” lakabıyla tanıyordu.
İkinci sınıftayken, tarih profesörü Apostolos Vakalopoulos, ona “Pontos’un Kripto-Hristiyanları” konulu bir araştırma önerdi.
1968’de bu çalışmasını Panagia Soumela’da geniş bir katılımla sundu.
Sonra da Pontos Araştırmaları Derneği’nin desteğiyle kitaplaştırdı — bu, hem onun ilk yayını hem de derneğin ilk kitabıydı.

Daha sonra Almanya’da Tübingen Üniversitesi’ne giderek “Küçük Asya’daki İslamlaştırmalar ve Pontos Kripto-Hristiyanları” konulu doktorasını tamamladı.
Hocası Vakalopoulos’un 1950–52 arasında yaptığı mülteci görüşmelerini de kendisine miras bıraktı.

Bugün, 46 kitap ve yüzlerce makaleyle Fotiadis, Pontos tarihi araştırmalarının en üretken isimlerinden biri.

🏺 “Selanik Pontosluların Anasıdır”
Fotiadis’e göre, Pontos Rumları Müzesi için en doğru şehir Selaniktir.

“Selanik, yüz binlerce Pontoslunun anavatanıdır.
Yahudi toplumu burada bir Holokost Müzesi kurduysa,
biz de 353.000 kaybımızın anısına aynı saygıyı göstermeliyiz.”

Bugün Selanik’te yalnızca Pontoslu Kadınlar Derneği’nin küçük bir müzesi var.
Oysa şehirde 600.000’den fazla Pontos kökenli insan yaşıyor.

“Festivaller güzel, ama kimliğimiz yalnızca dansla yaşatılmaz,” diyor Fotiadis.
“Tarihimizi tanıtmak, Soykırımı belgelemek bizim kuşak borcumuzdur.”

🕍 Paýlos Melas Kampı Tartışması
2016’da Savunma Bakanlığı, Paýlos Melas Askerî Kampı’nı belediyeye devretti.
Plan: Burada Ulusal Direniş Müzesi ve Pontos Soykırımı Müzesi kurmaktı.
Ancak bazı federasyonlar buna karşı çıktı; Pontos federasyonları da Fotiadis’e açık destek vermedi.
Bazı çevreler onu “müzenin kendi adını taşımasını istiyor” diyerek suçladı.

“Bu en büyük iftiradır,” diyor Fotiadis.
“25 yıldır tüm masrafları kendim karşıladım, makbuzlar elimde.
Arşivim kişisel değil, halkıma aittir.”

📚 Arşivin Zenginliği
Arşivinde 35.000 kitap, 600 tablo, yüzlerce gravür, harita, kartpostal ve 2.000 mülteci röportajı bulunuyor.
Bunlar yalnızca belgeler değil, bir halkın yeniden doğuşunun kanıtları.

“Bu çalışmalarla Pontos tarihini unutturmamaya yemin ettim,” diyor Fotiadis.

🧭 Soykırımın Tanınması Mücadelesi
Yunanistan’da Pontos Soykırımı konusunun okul kitaplarından çıkarıldığını,
ancak son yıllarda yeniden müfredata girdiğini hatırlatıyor.

“Soykırım kelimesi hâlâ bazı siyasetçilerin korktuğu bir sözcük.
Ama ben ömrümü bu gerçeği belgelemeye adadım.”

Fotiadis bu konuda 46 kitap yayımladı.
2003’te Parlamento Başkanı Apostolos Kaklamanis, bu kitaplardan birini altı dile çevirdi;
ancak politik sebeplerle yayımlanamadı.
Sonunda İvan Savvidis’in desteğiyle İngilizce, Almanca ve Rusçaya çevrildi.
2018’de ise kendi imkânlarıyla Türkçeye bastı:

“Bizim Pontos kökenli Müslüman kardeşlerimizin de gerçeği öğrenmesini istedim.”

Bu nedenle Türkiye’ye girişi yasaklandı.
Türk milliyetçi örgütü Atabey, onu “CIA ajanı ve Türk düşmanı” ilan eden bir mektubu Erdoğan’a gönderdi.

“Ben hiçbir halkın düşmanı değilim,” diyor Fotiadis.
“Biz aynı ağacın dallarıyız. En büyük acım, atalarımın topraklarını ziyaret edememek.”

⚓ “Tarihini Unutan Toplum Cezasını Görür”
“Dostum Mihalis Haralambidis’in dediği gibi,
‘Tarihini küçümseyen toplum, tarih tarafından cezalandırılır.’
Türk kışkırtmaları bizim suskunluğumuzun ürünüdür.
Gerçek kurtuluş, Pontos Soykırımı’nın uluslararası tanınmasından geçer.”

🌐 Fotiadis’in Dijital Girişimi
“Tüm milletvekillerine ve önde gelen kişilere çevrim içi olarak, yalnızca Selanik’te bir Pontos Müzesi ve Araştırma Merkezi kurulmasının gerekliliğini anlatan özel kitabımı — hellenicponticmrc.gr — gönderdim.
Hâlâ isteyen herkes siteye girip orada benim katkılarımı görebilir.”

Son Söz
Fotiadis’in mesajı açık:

“Pontos’un anısı sadece acıyla değil, onurla yaşatılmalıdır.
Bize düşen görev, geçmişi belgeleyip gelecek kuşaklara aktarmaktır.”

📰 Kaynak: Röportaj, Nikos Aslanidis tarafından gerçekleştirilmiş,
Batı Makedonya Üniversitesi Onursal Profesörü Konstantinos Fotiadis’in sözlerinden derlenmiştir.
pontosgercek.com/pontus-heleni

Mavi Vatan hayal mi oldu?

TOLGA GÜNEY yazdı: Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti, ABD ve İsrailli şirketlerle yaptıkları anlaşmalar sonucu bölgede doğalgaz çıkarımı konusunda adımlar atarken, Türkiye “Mavi Vatan”da adım atamaz durumda. Bu anlaşmalar bölgeyi yeni bir emperyalist paylaşım alanı olarak öne çıkarırken, Türkiye’nin askeri tehdidi, iki ülkenin giderek daha fazla bu güçlere yaslanması sonucunu doğuruyor.

Tolga Güney

Kıbrıs’ta son 1 ayda yaşanan bazı gelişmeler Türkiye’nin uzun zamandır dillendirdiği “Mavi Vatan” hayalinin suya düştüğünü ortaya koymaya yetiyor. Avrasyacı amiraller Cem Gürdeniz ve Cihat Yaycı tarafından ortaya atılan daha sonra iktidar tarafından da sahiplenilen ve yürütücülüğünü siyasal İslamcıların yaptığı bu yaklaşım ile Türkiye Karadeniz, Akdeniz ve Ege’deki deniz yetki alanlarını ve buralardaki tüm canlı, cansız varlıkları kapsayan alanı “vatan” toprağı olarak görüyor. 462 bin metrekareyi kapsayan bu “Mavi Vatan” Kıbrıs Adası’nı 3 taraftan kuşatırken, 3 denize de sınırı olan ülkelerin deniz sahalarını da sınırlandırıyor.

Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ni imzalamayan birkaç ülkeden biri olan Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilan ettiği Münhasır Ekonomik Bölgeleri (MEB) tanımazken, Girit ya da Sicilya gibi üzerinde yerleşim olan adaların MEB’e sahip olma hakkını da tanımıyor. Kıbrıs Cumhuriyeti, Fransa, İsrail, Rusya ve Yunanistan da dahil olmak üzere diğer ülkeler, Türkiye’nin kara ve deniz üzerindeki bu iddialarını uluslararası hukuka aykırı olarak görüyor ve Türkiye’yi adanın tartışmalı MEB’inde sondajdan kaçınmaya çağırıyor.

Kıbrıs 3 ülkeyle anlaşma imzaladı
Hem bölgesel hem de küresel güçlerin hedefinde olan bölge, enerji rezervleri ve ticaret yolları nedeniyle paylaşılamazken, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yaptığı anlaşmalarla, Türkiye’nin bu hayali imkansız bir hale geliyor. Kıbrıs Cumhuriyeti ile Lübnan arasında geçtiğimiz hafta yapılan deniz sınırı sınırlandırma anlaşması iki ülke tarafından da onayladı. Bu anlaşma ile enerji kaynaklarının değerlendirilmesi için somut olasılıklar yaratmanın ve daha geniş kapsamlı Kıbrıs-Lübnan iş birliğinin önü de açılmış oldu. Böylece Kıbrıs Cumhuriyeti 2003’te Mısır ve 2010’da İsrail ile yaptığı deniz alanı sınırlandırma antlaşmalarına bir yenisini daha ekledi. Ayrıca Yunanistan da Mısır ile 6 Ağustos 2020’de deniz yetki alanlarını sınırlandırma anlaşmasını imzaladı.

Bu da Kıbrıs’ın ilan ettiği 13 adet petrol–doğal gaz arama ruhsat sahasında enerji şirketlerinin bölgede ruhsat alıp aramaya başlamasının önünü açıyor. Bu anlaşmaya Türkiye’den ilk tepki Zafer Partisi Genel Başkan Yardımcısı Fikret Bayır’dan geldi. Bayır, “Mavi Vatan’ın Adım Adım Kaybı” başlıklı yazısında Türkiye’nin Mavi Vatan’daki kayıplarının devam ettiğini ve bu gelişmenin ülke için ağır bir darbe olduğunu savundu.

‘Kronos’ yatağı için anlaşma
Yine Kıbrıs Cumhuriyeti daha önce ilan ettiği Münhasır Ekonomik Bölgesi’nin (MEB) 6. Parselinde yer alan “Kronos” doğal gaz yatağının işletilmesi için üç ticari anlaşma imzaladı. Limasol’da düzenlenen Doğu Akdeniz Enerji Konferansı ve Fuarı 2025 sırasında, Mısırlı Mısır Doğal Gaz Holding Şirketi (EGAS) ve 6. Blok için lisanslı konsorsiyumu oluşturan Eni ve Total Energies şirketlerinin temsilcileri ile imzalandı.

Buna göre, Kalkınma ve Üretim Planı’nın onaylanması ve nihai yatırım kararının 2025 yılı sonu için alınmasıyla birlikte, “Kronos” yatağından ilk gaz üretiminin 2027 yılı içerisinde gerçekleşmesi öngörülüyor. Yıllardır Türkiye’nin askeri güç tehdidi ile engellenmeye çalışılan bölgedeki doğalgaz çıkarma çalışmalarının önü açılırken, Kıbrıs basını bunun diğer yataklarda da yapılacak çalışmaların önünü açacağını savunuyor.

Kıbrıs Cumhuriyeti etkisini büyüttü
Aslında konunun tarihi arka planına bakınca zaten işlerin bugüne kadar da hiç iyi gitmediği, “Mavi Vatan” söyleminin sadece sözde ve askeri tatbikatlarda kaldığını görürüz. Kıbrıs Cumhuriyeti 13 bölgede MEB ilan ettikten sonra buna ilişkin önemli adımlar atarken Türkiye sadece askeri tehdit ile bunu engellemeye çalıştı.

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 2011’de ABD’li Noble Energy şirketine verdiği ruhsatla, şirket sondaja başlamıştı. Yine Avrupa Birliği (AB) girişimleriyle hazırlanan Doğu Akdeniz Doğal Gaz Boru Hattı (EastMed) projesi 2017’de İsrail, Kıbrıs Cumhuriyeti Yunanistan, İtalya ve AB arasında imzalandı. Ayrıca Mısır, Kıbrıs Cumhuriyeti, Yunanistan, İsrail, İtalya, Ürdün ve Filistin Ocak 2019’da Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nu kurdu. Forum’un Ocak 2020’deki üçüncü toplantısına ABD, Fransa, AB ve Dünya Bankası gözlemci olarak katılırken, Türkiye bu girişimin dışında bırakıldı. Öte yandan Çin de 2013’te ortaya attığı “Kuşak ve Yol” ile Doğu Akdeniz havzasında etkin olmaya başlarken, bölgedeki en büyük altyapı projesi olan Yunanistan’ın Pire kentindeki konteyner limanına 2016’da tam olarak sahip oldu.

Kıbrıs Cumhuriyeti’ni enerji sahaları alanında oyun dışı bırakamayan Türkiye, bölgesel sorunlarda da Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ön plana çıkmasını engelleyemedi. Uluslararası toplantılarda Kıbrıslıların varlığı engellenmeye çalışılırken Mısır’da 13 Ekim’de yapılan Gazze’de Ateşkes toplantısına katılan Kıbrıs Cumhurbaşkanı, Gazze’ye dair söz alarak, açıklamalar ve önerilerde bulundu. Türkiye’nin etkisizleştirme çabaları zemin bulmazken, Doğu Akdeniz ile ilgili önemli kararlar da alındı. Kronos anlaşması bunlardan biriydi.

Öte yandan Yunanistan da Akdeniz’de yeni enerji anlaşmaları yaparken, geçtiğimiz hafta ExxonMobil’in “Blok 2″ye giriş anlaşmasının imzalanmasının yanı sıra, Mora ve Girit’in güneyindeki alanlar için Chevron ile görüşmeler sürüyor. Chevron-Helleniq Enerji Ortak Girişimi ile müzakereleri yürüten Hellenic Hidrokarbon ve Enerji Kaynakları Yönetim Şirketi’nin yaptığı açıklamaya göre, finansal şartlar netleştirildi ve sözleşmelerin hukuki boyutuyla ilgili görüşmelere geçildi. Bu anlaşma, Yunanistan’da 40 yıl aradan sonra ilk keşif sondajının yapılmasının önünü açıyor.

Türkiye’ye yaptırım uygulandı
Türkiye ise bölgede etkinliğini kaybederken sadece kendisinin tanıdığı ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Türkiye’nin “subordinate local administration” yani alt yönetimi olarak tanımladığı KKTC ile bir kıta sahanlığı sınırlandırması anlaşması yaparak birlikte hareket etmeye karar verebildi. Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’na (TPAO) verdikleri ruhsatlarla özellikle doğal gaz arama faaliyetlerine hız verdi. 2018’de Türkiye, Exxon Mobil şirketinin Kıbrıs Adası’nın güneyinde yer alan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 10 numaralı parselinde doğalgaz aramaya başlaması üzerine kendi sondaj gemilerini Akdeniz’e çıkararak kıta sahanlığında gaz aramaya başladı. Fakat bu karar AB tarafından yaptırımlarla karşılandı. 8 Kasım 2019 tarihli AB Konseyi kararıyla, Türkiye ile üst düzey temaslara ara verilmesi, AB’nin Türkiye’ye sağladığı fonlarda kesintiye gitmesi, Hava Taşımacılık Anlaşması görüşmelerinin askıya alınması gibi kimi yaptırımlar uygulamaya konuldu. 27 Şubat 2020 tarihli Konsey kararı çerçevesinde üst düzey iki TPAO yöneticisine yaptırım uygulama kararı alındı. Türkiye’nin Mayıs 2020’de bölgeye tekrar sondaj gemisi göndermesi üzerine AB Konseyi Türkiye’ye “Doğu Akdeniz’deki hukuka aykırı faaliyetlerini” durdurması ve “AB üye devletlerinin kara suları üzerindeki egemenliği ve deniz alanları üzerindeki egemen haklarına” saygı göstermesi çağrısında bulundu.

Öte yandan Türkiye bu süreçte Oruç Reis’in Akdeniz’deki sismik araştırmalarını yeniden başlattı. Fransa, Yunanistan, İtalya ve Güney Kıbrıs ise Doğu Akdeniz’de ortak askeri tatbikat düzenledi. Türkiye, Temmuz ayında Oruç Reis gemisinin Yunanistan’a ait adalar Rodos ve Meis arasında sismik faaliyet yapacağını duyurdu. Yunanistan’ın tepkisi üzerine Oruç Reis’in araştırma faaliyetlerini Antalya Körfezi ile sınırlı tuttu.

Mavi Vatan tatbikat isminde kaldı
Türkiye bu sahada sadece 27 Şubat-8 Mart 2019 tarihlerinde Mavi Vatan isimli bir tatbikat yapabildi. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, sonraki üç yılda bu tatbikata devam ettikten sonra 2023’te yeniden Denizkurdu Tatbikatı ismine geri döndü. Karadeniz, Ege ve Akdeniz’de eş zamanlı yapılan bu tatbikat uluslararası güçler açısından bir anlam ifade etmezken, Kıbrıs Cumhuriyeti ile yapılan anlaşmalar devam etti. Öte yandan Türkiye için kazanç sayılabilecek tek anlaşma ise 27 Kasım 2019’da Libya ile yapılan “Akdeniz’de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması” ile “Güvenlik ve Askeri İşbirliği” mutabakat muhtıraları oldu. Bununla Akdeniz’de Libya ile deniz sınırı belirlendi, fakat bundan fazlasına gidilemedi. Bu anlaşmalarla çizilen sınırlarla, Kıbrıs adasının 3 tarafı ile Kıbrıs ve Yunanistan’ın Mısır’la yaptığı deniz yetki sınırlaması haritasındaki bölgeler de Türkiye’nin kıta sahanlığı içinde yer aldı.

Hayal oldu
Bir taraftan çevresinde yaşayan halklar arasında ticaretin ve iletişimin aracı olan Akdeniz, diğer taraftan da büyük rekabet, çatışma ve savaşların denizi oldu. Bundan önce bölgede uzun zamandır uyuşmazlık ve çatışma unsuru olan enerji kaynakları ve ticaret yolları, bundan sonra da başka sorunların çıkmasına neden olacak.

Bu hattın bu kadar önemli olmasının bir başka nedeni ise Hindistan’dan başlayarak Avrupa’ya ulaşması planlanan ticaret hatlarının güvenliği. Bu bölgelerin ucuz emek cenneti olarak kullanılması ve buradan ucuza üretilen malların Doğu Akdeniz hattından güvenli geçişi için zaten İsrail son 2 yıldır bir savaş veriyor. Önce Hamas ve Hizbullah ardından da İran’a bölgede ağır darbeler indiren İsrail hem enerji hem de ticaret hatlarının ‘jandarma’sı olarak bölgenin ‘güvenliğini’ sağlıyor.

Askeri tehdit unsuru sürüyor
Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti, ABD ve İsrailli şirketlerle yaptıkları anlaşmalar sonucu bölgede doğalgaz çıkarımı konusunda adımlar atarken, Türkiye “Mavi Vatan”da adım atamaz durumda. Bu anlaşmalar bölgeyi yeni bir emperyalist paylaşım alanı olarak öne çıkarırken, Türkiye’nin askeri tehdidi, iki ülkenin giderek daha fazla bu güçlere yaslanması sonucunu doğuruyor. Ne yazık ki iki ülke de kendi öz gücüyle bu enerji kaynaklarını işlemek yerine bölgenin emperyalist ülke ve küresel şirketlere açılmasına izin vermiş durumda. Bunda 1974 işgali ve Türkiye’nin her fırsatta askeri tehditte bulunuyor olmasının önemli faktör olduğunu da belirtmek gerek.

Tüm bu paylaşım süreci, soğuk ve sıcak savaş olarak devam ederken, bir yanda Kıbrıs’ın işgali ve yerleşimci sorunu, diğer yanda Yunanistan ve Kıbrıs’a özellikle İsrail ve Hindistan tarafından yapılan askeri yardım ve üs elde etme çabaları da sürüyor. Bütün bu anlaşmalarda en önemli etken Türkiye’nin askeri tehdidi olurken, Kıbrıs ve Yunanistan hükümetleri bu tehdit karşısında çareyi küresel şirketlere ve emperyalist ülkelere kucak açmakta buluyor. Fakat başka çözümler de mümkün olabilir. Bunu mu düşünmeye başlasak?
siyasihaber10.org/mavi-vatan-h

KIBRIS’TA PONTOS RUM SOYKIRIMI ANITI

Cumhurbaşkanı’nın Paralimni – Derinya Belediyesinde Pontos Helenizmine Adanmış Anıtın Yapımıyla İlgili Açıklamasının ardından anıt için girişimlere başlandı
Paralimni – Derinya Belediye Başkanı Yorgos Nikolettos, 10 Kasım 2025 Pazartesi günü ofisinde, “Nikos Kapetanidis” Eylem Derneği Başkanı Yorgos Yorgiadis ile bir görüşme gerçekleştirdi.

Görüşme sırasında, Cumhurbaşkanı’nın ilgili açıklamasının ardından, Pontos Helenizmine adanacak anıtın inşası için gerekli izin süreçlerinin ilerleyişi ele alındı.

Paralimni – Derinya Belediye Başkanı Yorgos Nikolettos, bu projenin özel bir tarihî ve ulusal öneme sahip olduğunu belirterek, belediye ve devletin bu girişim aracılığıyla Pontos Helenizmine saygılarını sunduğunu ve Pontos Rumlarının Soykırımı’nın anısını canlı tuttuğunu ifade etti.

Ayrıca, anıtın yapımının tüm özgür Mağusa bölgesi için bir referans noktası teşkil edeceğini vurguladı; ulusal kimlikleri uğruna mücadele eden ve hayatlarını feda eden atalara bir saygı duruşu olacağını, aynı zamanda anı, adalet ve tarihî sürekliliğin zamana meydan okuyan bir sembolü olarak işlev göreceğini belirtti.

Anıtın yapılacağı yer işgal altındaki Mağusa’dan bir kilometre ve 1996 yılında Türklerin Tassos Isaac ve Solomos Solomou’yu öldürdüğü karakoldan 800 metre uzaklıkta.

pontosgercek.com/kibrista-pont

Kıbrıs eğitiminde yeni bir dönem: Pontos Soykırımı Anma Günü’nün resmen kabulü – Türkiye’nin “Mavi Vatan” doktrinine yanıt

Χρήστος Κωνσταντινίδης / Hristos Konstantinidis

Kıbrıs’taki eğitim alanına yeni bir boyut kazandırıyor Temsilciler Meclisi’nin son kararı: 19 Mayıs’ın, Pontoslu Rumların Soykırımını Anma Günü olarak resmen kabul edilmesi. Kıbrıs gazetesi Fileleftheros’un haberine göre, 117(I)/2025 sayılı yasanın kabulü tarihsel bilinci güçlendiriyor ve okul topluluklarını bu günü eğitim planlarına dâhil etmeye çağırıyor; böylece hafıza ve tarihsel bilginin önemine dikkat çekiliyor.

Eğitim Bakanlığı genelgesinde neler yer alıyor
Eğitim Bakanlığı’nın tüm ortaokullara, liselere ve teknik okullara gönderdiği genelgeye göre, 19 Mayıs günü öğrenciler sınıflarında ilgili broşürleri okuyacak ve kısa süreli bir tartışma gerçekleştirecek. Amaç, soykırımın anlamını ve tarihsel hafızanın korunmasının gerekliliğini kavramak.

Genelge ayrıca, aynı uygulamanın sürdürüldüğü diğer resmî yıldönümleri ve anma günlerini de hatırlatarak, öğrencilerin tarih, insan hakları, barış ve demokrasi konularında daha geniş bir eğitim almalarına katkıda bulunuyor.

Kıbrıs okullarında anılan anma günleri
Ortaöğretim ve Teknik Eğitim Müdürlüklerinin ilgili yönergesine göre, sınıflarda özel olarak anılması öngörülen tarihler arasında şunlar yer alıyor:

14 Eylül: Küçük Asya Felaketi’nin Anısı
27 Ocak: Holokost Anma Günü
15 Ocak: Enosis (Birleşme) Referandumu Yıldönümü
8 Mart: Dünya Kadınlar Günü
8 & 9 Mayıs: Halkların Faşizme Karşı Zaferi & Avrupa Günü
10 Mayıs: Ermeni ve Süryani Soykırımı
19 Mayıs: YENİ GÜN – Pontoslu Rumların Soykırımı
Tarihsel sorumluluk ve eğitim
19 Mayıs’ın okullardaki anma günleri arasına kurumsal olarak eklenmesi, eğitim çevrelerinin belirttiği üzere, tarihsel adaletin sağlanması ve pedagojik duyarlılığın geliştirilmesi açısından önemli bir adım oluşturuyor. Uygun eğitsel yaklaşımlar sayesinde öğrenciler tarihsel gerçeği tanıyacak, düşünecek ve hafıza, soykırımlar ve insanî değerler konularında eleştirel düşünme becerilerini geliştirecekler.

Bu eklemeyle Kıbrıs eğitimi, kolektif tarihsel hafızanın korunması ve Pontoslu Yunanlılara yönelik tarihsel haksızlığın tanınması yönünde rolünü daha da güçlendiriyor.

Kıbrıs üzerinden “Mavi Vatan”a yanıt!
Geçtiğimiz Mayıs ayında Nikos Hristodulidis, Pontoslu Rumların soykırımını anma günü vesilesiyle Türkiye’ye net bir mesaj göndermişti. Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, Paralimni–Derinya Belediyesi tarafından, “Temeteron” (Mağusa Pontos Derneği), “Nikos Kapetanidis Eylem Derneği”, Kıbrıs Helen Kültürü Enstitüsü, Argyroupoli (Atina) Pontoslular Derneği ve Kavala Pontuslular Kulübü işbirliğiyle düzenlenen 19 Mayıs 2025 tarihli anma etkinliğinde ana konuşmacıydı.

Konuşmasının ardından Kıbrıs lideri, Pontos medyasına yaptığı açıklamalarda Helenizm’e dair derin anlamlar taşıyan ifadelerde bulundu:

“19 Mayıs Anma Günü’nü okullara dâhil etme kararımız, yalnızca kurbanların anısını onurlandırmak için değil, aynı zamanda sizin mücadelenizden ders almak içindir. Yıllar geçmesine rağmen örgütlü ve kararlı biçimde bu ateşi canlı tutuyorsunuz. Sizin mücadelenizden güç alıyoruz; bu güçle işgali sona erdirip vatanımızı yeniden birleştirmek istiyoruz,” dedi Nikos Hristodulidis.

Kıbrıs’ın okullarda Pontos soykırımını öğretme kararının “Mavi Vatan” doktrinine bir yanıt olup olmadığı sorulduğunda Cumhurbaşkanı bunu evet olarak yanıtladı:

“Evet, bu aynı zamanda ‘Mavi Vatan’a da bir cevaptır. Türkiye’nin Yunanistan ve Kıbrıs’a tek bir bütün olarak yaklaştığını fark etmemiz gerekiyor. Biz de Türkiye’ye aynı yöntemlerle değil, bir bütün olarak —yani Helenizm olarak— karşılık vermeliyiz,” diye açıkladı.

pontosgercek.com/kibris-egitim

Show older
Qoto Mastodon

QOTO: Question Others to Teach Ourselves
An inclusive, Academic Freedom, instance
All cultures welcome.
Hate speech and harassment strictly forbidden.