Show newer

Karadeniz’in Sürgün Ezgileri

Başak Güler

Kırgız edebiyatçı Cengiz Aytmatov, Toprak Ana romanında, “Yır (türkü) insanların içini temizler ve onları birbirine yaklaştırır” diye yazar. Müziğin insanları birbirine yaklaştırdığı, aynı duyguları, kimi zaman hüznü, kimi zaman sevinci duyumsatan, kimi zaman da her bir yaşayışın farklı anılarını zihinlerde çağrıştıran bir işlevi vardır. Yaşadığımız topraklar bu anlamda müziğin çok çeşitli milletlerin, kültürlerin süzgecinden geçerek rengârenk bir hal aldığı, bağlamanın, kemençenin, tulumun, davulun, zurnanın, sipsinin, bendirin ve daha nice müzik aletinin melodilerle dile geldiği bir zenginliğe sahiptir. Bu enstrümanlar insan sesleriyle, ritimleriyle ve danslarıyla birleşir. Her biri, toplumu bir arada tutan birer anlatıcıdır.

Yunanistan’ın kuzeyinde bir yerlerde, diyelim ki Hortokopi’de Yorgi ustanın parmaklarının arasında duran üç telli kemençenin kulağımıza gelen ince ve keskin tınısı… Aynı tını Türkiye’de Trabzon Maçka’da kemençeci Ali’nin sazından yükselir. Bu bir tesadüf değildir. Bu komşu iki ülkenin aynı melodileri göğe yükselten insanlarının ortak bir müzik dili, kültürü vardır çünkü. Bu müziklerin yankıları, Karadeniz’in derinliklerinde gömülü olan geçmişin izlerini taşır.

Karadeniz denildiğinde akla genellikle kendine has lehçesiyle konuşan insanlar, kemençe ve horon eşliğinde coşkuyla oynanan oyunlar, yöresel yemekler ve espri dolu diyaloglar gelir. Karadeniz deyince akla gelen bu neşeli ve canlı imgeler, bölgenin sadece yüzeydeki kültürel kimliğini yansıtır. Fakat Karadeniz halklarının yok sayılan, unutturulmaya çalışılan acılarla bezeli bir geçmişi de var. Bugün Giresun’da, Trabzon’da, Rize’de, Artvin’de çalınan tulum ve kemençeden çıkan seslerin insanın yüreğini titreten bir ezgiye dönüşmesinde belki de bu acılardan süzülen notalar vardır.

Tarih bu topraklarda nice halkın yaşadığı zorbalığa, katliamlara, acı ve gözyaşına tanıktır. Egemen sınıfların iktidar mücadelelerinin bir sonucu olarak, azınlık olarak görülen halklar ya asimile edilmeye zorlanmış, kimlikleri silinmeye çalışılmış ya sürgün edilerek kendi topraklarından, köklerinden koparılmış ya da fiziksel olarak yok edilmiş, katledilmiştir. Tarihin tanıklığında, Yorgi ustanın sesinin, gözünde tüten Karadeniz topraklarına neden bu kadar uzakta yankılandığına bakalım.

Sürgünde bir halk
Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı, yaşandığı dönemde yarattığı değişimlerin yanı sıra takip eden yıllarda da siyasi ve demografik açılardan değişiklikler yaratmıştır. Bu gelişmeler Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları gibi etnik olarak çok unsurlu devletlerde, farklı dil, din ve geleneklerle bir arada yaşayan, birbirlerinin kültürlerinden etkilenen, ortak bir tarihsel geçmişe sahip olan halkları etkilemiştir. Bu imparatorlukların yıkılıp dağılması ve yeni ulus-devletlerin inşası sürecinde siyasi kimlikler yeniden şekillendirilirken, pek çok halk, katliamlarla, zorla yer değiştirmelerle, sürgünlerle ve kitlesel göçlerle karşı karşıya kalmıştır.

Osmanlı Devleti’nin dağılmasına eşlik eden süreç de yeni bir ulus-devlet kurulması fikri ve bu temelde atılan adımlarla somutlanır. Ana gövdeyi Türklük temeline oturtan Kemalist kadrolar Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda Türk/Müslüman kimliğinin dışında kalan halkları, gayrimüslimleri yaşadıkları topraklardan sürmeye, bazı durumlarda ise alenen imha etmeye dayalı ırkçı bir politika izlediler.

“1922’nin Eylülünde Yunanistan savaşı kaybederek Anadolu’dan çekildi. Başlayan kıyım ve baskı nedeniyle yüz binlerce Rum, başta İzmir olmak üzere Ege ve Karadeniz’den Yunanistan’a göç etmeye başladı. Yunanistan ve Girit’tense Müslümanlar Türkiye’ye doğru akın ediyorlardı. Resmi mübadele anlaşması ise bu metazori göç dalgasını takiben geldi. İlk adım 30 Ocak 1923’te Yunanistan ile yapılan nüfus mübadelesi antlaşmasıyla atıldı. Bu antlaşmaya göre 1 Mayıs 1923’ten itibaren Türkiye’deki Rum-Ortodoks dinine mensup vatandaşlar ile Yunanistan’daki Müslümanlar mübadele edilecekti.”[1] Elbette devletin yaptıkları bunlarla sınırlı kalmadı; gayrimüslimlere Türkçe konuşma zorunluluğu, toplumsal dışlama, düşük ücretler, işsizlik, iskân kanunları, ağır vergiler dayatılarak “kendiliklerinden” göç etmeleri sağlandı. “Yalnızca 1922’yi takip eden bir yıl içinde 1 milyon 200 bin Rum tehcire maruz kalmıştır. 1915’teki 1,5 milyona yakın Ermeni’nin kırıma uğratılması ve sürülmesini de hesaba kattığımızda, daha Cumhuriyet’in kuruluşunun başında yaklaşık 3 milyon gayrimüslimin bu topraklardan sökülüp atıldığını görürüz.”[2]

“Ayrık otları”nın iç çekişi
“Bir Sarmaşık Olsaydım/ Sıkıca tutunsaydım bir yere/ Sökülüp atılmasaydım/ Köklerimi salsaydım derinlere…/Bense ayrık otuyam/ Her çıktığı yerden sökülen/ Sarmaşık olmak isteyip de/ Basit bir ot bilinen”[3]

Tıpkı şarkının sözlerindeki gibi, insan doğduğu, büyüdüğü, benimsediği topraklarda kök salmak, içinde yaşadığı coğrafyada, toplumda yer edinmek ister. Tek tek insanlar gibi halklar da var oldukları yerde kök salmak, çoğalmak, yeşillenip çiçeklenmek ister. Bu topraklar Ermenilerin, Süryanilerin, Arapların, Rumların, Yahudilerin, Türklerin, Kürtlerin, Çerkezlerin, Lazların, Gürcüler ve daha pek çok halkın evi olmuştur. Fakat devlet erkânının tepeden aldığı kararlar sonucu bu halkların bir kısmı kök saldığı topraklardan çekilip alındı. Nice zulümle sınandı, ne olup bittiğinin ayırdına bile varamadan varını yoğunu kaybetti, katledilen ölülerinin yasını tutmaya vakit bulamadan sırtlayıp birkaç çaputu düştü yollara. Yunanistan’la gerçekleşen mübadele de yine böyle iki halkın kaderini kökten değiştirmiştir. Zorla ayrılan aileler, terk edilen topraklar, yitirilen dostluklar; her biri birer travma olarak halkların belleğinde kalmıştır. Her köy, her kasaba, her sokak, bir zamanlar birlikte yaşamış olan halkların unutulmuş hikâyelerine ev sahipliği yapar.

İşte Karadeniz’in yeşilinden koparılıp Yunanistan’a göç ettirilen Rumlar bu hikâyelerin sahibi olanlardır. Onların alnında “sta ksena ellinas kai stin ellada ksenos” yani Yunanistan dışında Yunan, Yunanistan’da ise yabancı anlamına gelen bir damga vardı adeta. Bu nedenle de pek çoğu Yunanistan’da barınamayarak Avrupa’nın çeşitli ülkelerine göçüp diaspora olarak yaşamlarını sürdürdüler. Sadece Rumlar değil, Yunanistan’dan kopartılarak Türkiye’ye yerleştirilen Müslümanlar da aynı biçimde hem denizi aşıp geldikleri yollarda hem de yerleştirildikleri topraklarda nice zorluk yaşamıştır. Yunanistan’da “Müslüman” diye dışlananlar Türkiye’de “Gavur” diye dışlanmış, ayrık otu muamelesi görmüştür. Her iki ülkeden de sürülen halklar gittikleri yeni topraklarda her şeylerini yeniden kurmak zorunda kalmışlardır. Yalnızca evlerini değil, kültürlerini, geleneklerini, yaşam biçimlerini de korumak için çabalamışlardır. Ne var ki ne evlerinin sıcaklığı, ne çocukluklarının geçtiği toprakların kokusunu bulabilmişlerdir. İçlerinde hiç kapanmayan bir boşluk, hiç tamamlayamadıkları bir eksiklikle yaşamaya devam etmişlerdir.

Yeni bir kimlik arayışı içinde debelenen, yaşadığı topraklara adapte olmaya çalışan bir halkın acıları, ne yazık ki kolayca silinmiyor, gelecek nesillerin hafızasında da yaşamaya devam ediyor. Bir ağaç toprak altındaki suya ulaşmak için nasıl köklerine ihtiyaç duyuyorsa halklar da doğdukları topraklara, geçmişlerine aynı hasreti duyuyor. Bu özlemle ellerindeki yadigârı yaşatmaya, gelecek kuşaklarına aktarmaya çalışıyorlar. Fakat bu doğal refleksler bile bazen egemenlerin kışkırtıcılığına maruz kalıyor, karalanıyor, haksızlığa uğruyor.

Örneğin, geçtiğimiz Ocak ayında uluslararası müzik yarışması olan Eurovision’a katılacağı açıklanan şarkıyla Yunanistan TRT’nin hedef tahtasına oturtuldu. Bunun sebebiyse seçilen şarkının Pontus Rumlarının sürgün edilmesini anlatmasıydı. “Asteromata” isimli şarkıyı seslendirecek olan sanatçı Klavdia konuşmasında şarkının içeriği için şöyle diyor: “Şarkı köklerinden koparılmayı ve göçmenliği anlatıyor. Ülkemiz bu duyguları yaşamış bir ülkedir. Bunu dedelerimizin hikâyelerinde ve bugün daha iyi bir yaşam için ülkemize gelenlerde görüyoruz. Ailem Pontus kökenli göçmenlerdi. Ben de bu nedenle eserle bağ kuruyorum. Büyükannem bana hikâyeler anlattı, ailesini anlattı, köklerinden koparılma zamanında nasıl ayrılıp Sovyetler Birliği’ne gittiklerini, annemle babamın orada doğduğunu, orada büyüdüğünü ve 91’de Yunanistan’a dönüp burada yeni bir hayata başladıklarını anlattı.”

Asteromata güzel gözlü kadınlara ithafen söylenen, “yıldız gözlüm” anlamına geliyor. Şarkının sözleri aslında yukarıda bahsettiğimiz köklerinden sökülen ama topraklarını unutmayan bir halkın duygularını betimliyor:

Tatlı annem, benim için ağlama.

Sana siyah giysiler giydirseler bile

Kusursuz bedenim

Alevler onu yenemez.

Ateşin kırlangıçları

Denizleri geçseler bile

Köklerimin topraklarını

Hiçbir zaman unutmazlar.

Benim yıldız gözlü küçüğüm

Dön de seni öpeyim.

Kutsal gözyaşlarında

Dudaklarımı söndüreyim

Benim yıldız gözlü küçüğüm

Dön ki sana sarılabileyim.

Unutulmuş kanatlarım

Yaşamımın son demindeyim dinleneyim.

Tatlı annem, benim için ağlama.

Hayatım bir gemi

Geri dönüş yolunu arıyor

Yelkenlerimi açıyorum.

Ah yıldızım benim, cevahirim

Ah yıldızım benim, cevahirim

Yıldızım…

Tarihsel bir gerçekliği düşmanlık yaratmadan, sadece özlem duygularıyla yansıtmak bile, her fırsatta milliyetçiliği kışkırtmaya ihtiyaç duyan egemenler tarafından suç sayılıyor. Halklar birbirine yaklaşmasın, birbirlerinin yaşamlarıyla, acıları ve sevinçleriyle özdeşlik kurmasın diye büyük bir ideolojik savaş yürütmeye devam ediyorlar. Fakat bu ideolojik savaşın karşısında halkların kardeşliğini savunan, bir yandan kendi tarihini, geleneklerini, kültürünü yaşatmaya devam ederken diğer yandan halkların ortak bir paydada buluşmasını arzu eden ve bunun için uğraşanlar da var.

Achilleas Vasiliadis’in ardından
Ataları Karadeniz’den sürülenlerden, köklerini yaşatma gayesinde olanlardan biri de Achilleas Vasiliadis’ti. Yunanistan’ın Karadeniz ezgileri ve kemençe üstatlığıyla ünlü sanatçısı Achilleas Vasiliadis geçtiğimiz Ocak ayında yaşama gözlerini yumdu. Radyo yapımcısı, tiyatrocu, dansçı ve Yunanistan Selanik’te açtığı Parakath[4] isimli dernekle Karadeniz kültür ve geleneğini yaşatan biriydi. 1952 yılında Yunanistan’da, Drama’nın bir köyünde doğan Vasiliadis sadece Pontusça (Romeika) söylediği türkülerle değil en çok da insani ilişkileri ve değer yargılarıyla tanınan bir sanatçıydı. Aslen Argiroupoli’den (Gümüşhane) göçen dedeleri sayesinde hem Pontusçayı hem de Karadeniz kültürünü öğrendi ve yaşamı boyunca da bu kültürün devamı için çalıştı. Kendisi gibi kemençe üstadı olan Kostas Siamidis’in de içinde yer aldığı Parakath’da geleneksel Karadeniz müziklerinin, yemek kültürünün yaşatılmasına hizmet ettiler. Özellikle gençlerin Pontus kültürünü öğrenmesi, doğdukları topraklara özlem duyanların gidip görebilmesi için turlar düzenlediler. Vasiliadis atalarının geleneğinin yaşaması için maddi bir karşılık beklemeden mütevazı çalışmalar yürüttü.

Trabzon’u memleketi bilen Vasiliadis aynı zamanda Trabzonspor taraftarı olduğunu söylüyordu. Öyle ki Trabzonspor’un şampiyon olduğu yıl yapılacak olan kutlama etkinliğinde sahne alarak Karadeniz ezgilerini seslendirmek de istedi. Fakat tıpkı kendisi gibi Trabzonspor taraftarı olan kemençeci Matthaios Tsahouridis ile birlikte, gönül verdiği Trabzon’da düşman olarak aksettirildi, milliyetçi kışkırtıcıların engellemelerine maruz kaldı. Ama o geçmişin ağır yüküne, yaşadıkları özlem dolu kedere, her iki ülkede de bugün hâlâ devam eden egemen zihniyetin yaratmaya çalıştığı düşmanlık algısına rağmen halkların dostluğunu yücelten tavrından ödün vermedi. Bu nedenle 72 yaşında hayata gözlerini yumarken geride bıraktığı insanlar ona olan minnetlerini ifade ettiler. Vasiliadis’in cenazesi dostlarının çaldığı çok sayıda kemençe eşliğinde, güzel ezgiler ve dileklerle, onun adına sıralanan övgü dolu sözlerle kitlesel bir katılımla kaldırıldı.[5]

Onun ardından çalınan kemençeler toplumun geleceğe dair umutlarını, özlemlerini, hayallerini çağrıştırıyor. İnsanların özgürce konuşabildikleri, özgürce şarkı söyleyebildikleri, tüm dünya halkları arasında dostluğun, kardeşliğin, barışın hüküm sürdüğü bir dünyanın mümkün olduğunun bilinciyle söyleyelim. Geçmişin tiranları yanıldı, bugünün efendileri de yanılıyorlar. Halkları birbirine kırdırmak isteyenlere, dilleri, kültürleri yok etmek isteyenlere karşı duranları yok edebileceğini sananlar çok yanılıyorlar. Halkların kardeşliğini yeşertmek, tüm dünyada mutluluk türkülerini yükseltmek için mücadele edenler yaşamaya ve çoğalmaya devam edecek.

[1] Selim Fuat, TC “Ulus”unu Nasıl Oluşturdu?, Eylül 2012, marksist.net/selim-fuat/tc-ulu

[2] Selim Fuat, age

[3] Yönetmenliğini Murat Saraçoğlu’nun, senaristliğini Hazel Sevim Ünsal’ın yaptığı 2009 yapımı Deli Deli Olma filminde Tarık Akan’ın hayat verdiği Malakan Mişka’nın söylediği şarkının sözlerinden. Malakanlar Çarlık Rusya’sından Kars bölgesine sürülen bir halk topluluğudur. Sürüldükleri yerde de istenmeyen, Türkiye’de de tehdit olarak görülen Malakanlar, tıpkı Ermeni, Rum, Yahudi, Kürt halkları gibi pek çok baskıya maruz kalmışlar ve her iki ülkede de istenmedikleri ve göçe zorlandıkları için kendilerini “ayrık otu” olarak görmüşlerdir.

[4] Aile ve mahalle üyelerinin bir araya geldiği, yemeklerin yendiği, insanların birbirlerine hikâyeler anlattığı, geleneksel şarkılar söylenerek danslar edildiği bir gelenek.Parakath, Rumların kültüründe önemli bir yer edinmiş, unutulmasını istemedikleri geleneklerinin gençlere taşıyıcısı konumunda.

[5] x.com/KalandarDergisi/status/1

marksist.net/basak-guler/karad

Küçücük, ışıl ışıl bir fikirdi,
Bir yoksulun yüreğine
süzülüp girdi.
Ne olduğunu tam bilmeden
sakladi onu,
Ama o büyüdü,
umut gibi.
Hiçbir şey demedi önce,
uyudu içinde,
büyüdü – bir
Ta ki bir öfke gününde
ayağa kalkana dek,
O zaman alev aldı kafasının
İçinde,
Ve bağrdı: "Adalet!
Özgürrlük!"
Korktu polisler,
Vaazlar verildi kiliselerde,
Patronlar topa sarıldı..
Ama fikir, dostum,
umursamadı!
Çünkü bir fikir yaşamaya
başladığında,
Rüzgâr gibidir, deniz gibidir,
Ne susturulur, ne öldürülür:
Geçer, yıkar, Özgür birakır!

Jehan RICTUS

Astare şa boosted

Gözaltına alınıp yurt dışı yasağı ile serbest bırakılan gazetecilere gizli tanığın ‘fonlanma’ iddiaları sorulmuş.

✏️Sefer Selvi çizdi

Fizikçilerden sıra dışı çalışma: Evren bir simülasyon olamaz

Kanadalı fizikçiler, uzun süredir tartışılan “Evren bir simülasyon mu?” sorusuna son noktayı koyabilecek bir çalışma yayımladı.
ntv.com.tr/teknoloji/fizikcile

T-Rex’e Dair Onlarca Yıllık Araştırma Yanlış Çıktı: Ünlü Yırtıcının Tarihi Yeniden Yazılıyor

Uzun süredir tartışılan “bebek T-rex” fosilleri, bağımsız bir tür olan Nanotyrannus’a ait çıktı. Yeni keşif, dinozorların son dönemine dair ezberleri bozdu.
kayiprihtim.com/haber/t-rex-ar

Roma’yı Gerçekte Kim ya da Kimler Kurdu?

Roma’nın kökenleri asırlardır tartışma konusu olsa da, tek bir hikâye diğer hepsinin önüne geçmeyi başarıyor: Romulus ve Remus.
arkeofili.com/romayi-gercekte-

EZİK KEMALİSTLERİN HASTALIĞI

Hüseyin Topgider

Psikolojide buna “Displaced Aggression” derler, yani öfkenin yön değiştirmesi. Güçlüden korktuğu için öfkesini zayıf olana yöneltme. Güçlü karşısında yenildiği için zayıf olana saldırarak deşarj olma ve kendisini rahatlatma hali.

Sosyal medyada profiline Atatürk görselleri koyan milyonlarca Kemalist hesap var. Bunlar çeyrek asırdır AKP ve Erdoğan’ın ayakları altında solucan gibi kıvranıyor. Kemalizme ait ne varsa teker teker tasfiye edildi. Korkudan karşı çıkamıyorlar. Açtırlar, işsizdirler, itibarsızdırlar, gelecekleri ve umutları kararmış. Ama iktidara bir laf etseler polis kapılarına dayanır. Korkudan titriyorlar. Öfkeleri birikmiş, asabidirler, çaresizdirler, kendilerini ifade edecek bir mecra bulamıyorlar. Atatürk resimleriyle, bayrakla, şehit, vatan gibi söylemlerle var olduklarını ispatlamaya çalışıyorlar. Bütün devlet kurumları, ordudan polise, bürokrasiye kadar her şey Erdoğan’ın ve çember sakallı yobazların elinde. Ekonomi, para, makam ve mevki Erdoğan kliğinin elinde.

Kemalistler bu duruma bakıp bir yandan yutkunuyor, bir yandan öfkeleniyor. Kendilerine sadece Mustafa Kemal’in resimleri kaldı. İtiraz edemiyorlar, karşı duramıyorlar, motive olamıyorlar. Böyle yapsalar iktidarın onlara acımayacağını biliyorlar ve korkuyorlar. Tabii insanoğlu kendisini ifade etmeden de duramaz. Kendisini ispatlamak, ben de varım demek için bir şeyler yapması lazım. Bunların aklına hemen Kürtler geliyor. Kürtler nasıl olsa savunmasız. Kürtlere saldırmanın, Kürtlere karşı yiğitlik taslamanın, kabadayılık yapmanın, küfür etmenin suç olmadığını biliyorlar. Erdoğan’a güçleri yetmiyor ama Kürtlere yetiyor.

Dikkat edin, bu tipler hep birbirinin benzeri. Aslında çoğunun Kürtlerle direkt bir sorunu yok. Onları sömüren, aç bırakan, işsiz bırakan, itibarsız hale getiren başkalarıdır. Ama onlar bir bahane bulup Kürtlere saldırırlar. Halk arasında çok söylenen bir söz var: Eşeğe gücü yetmeyince palana saldırma. Bu sahte kahramanların ne olduklarını biliyorum.
Küfürleri, hakaretleri vız gelir.”

Osmanlı'daki Sosyalist Ermenilerin Saklı Tarihi - 3: Yoldaş Paramaz ve Arkadaşları

youtu.be/KBc1DSvUtwM?si=zP2R_z

Bizler kendi çağımızın zalimliği ile suçluluk duygumuz arasına devlet denetimindeki yardım kurumlarından örülü bir duvar inşa etmiş durumdayız; hayır işleri tümüyle organize edilmiş.

JOHN FOWLES

Çin, Bir Atomu Tamamen Yönetmeyi Başardı – İkinci Transistör Devrimi Baş...
youtu.be/JuSvj3B7Krc?si=EvXqux

Tyrannosaurus’un Atası Keşfedildi: Khankhuuluu

Bilim insanları, Tyrannosaurus rex’in bilinen en yakın atasını buldu. Yeni tür Khankhuuluu, dinozorların evriminde eksik halkayı tamamlıyor
merlininkazani.com/tyrannosaur

190 ışık yılı uzakta görüntülen çift yıldızlı sistem, gezegenlere dair kabulleri yıkabilir

NASA’nın TESS teleskobu, bilim dünyasında merak uyandıran bir keşif yaptı. 190 ışık yılı uzakta görüntülenen çift yıldızlı bir sistem, ilginç yapısıyla mevcut modelleri baştan yazdırabilir.
donanimhaber.com/190-isik-yili

57 yıllık efsane bilim kurgu filmi bugünü bildi mi? Hayatta kalmayı öğreniyor

2001: A Space Odyssey'deki HAL 9000 gibi bazı yapay zekalar kapatılmaya karşı direnç gösteriyor ve hatta kapanmayı sabote ediyor. Bir yapay zeka güvenlik araştırma şirketi, yapay zeka modellerinin kendi "hayatta kalma dürtülerini" geliştiriyor olabileceğini söyledi. Hatta şantaj bile yapabiliyorlar.mi?
chip.com.tr/galeri/57-yillik-e

Show older
Qoto Mastodon

QOTO: Question Others to Teach Ourselves
An inclusive, Academic Freedom, instance
All cultures welcome.
Hate speech and harassment strictly forbidden.