Muharrem İnce pişmanlıktır. Kendisi kitleleri hayal kırıklığına uğrattığı için özür dileyeceği yerde muhalefete çatıyor. Ukrayna'nın yanında olmayı neredeyse vatan hainliği addedecek. Öngörüsüne de güvenmiyorum; güvenemiyorum artık.
24 Haziran gecesi benim için 15 Temmuz kadar karanlıktı. İnce, o gece ortadan kayboldu ve çok talihsiz bir biçimde "Adam kazandı" diye bir ileti attı sadece. Yaşamı hakkında endişelenenlere şizofren yakıştırması yaparak peşinden gelenleri iktidar yanlılarına madara etti. O gece nerede olup ne yaptığını da dört yıl sonra yani hiç umrumda olmayan bir zamanda açıklama girişiminde bulunuyor. Aslında lafı gevelemekten başka bir şey yapmıyor.
Ortaya çıkan ses kayıtlarıyla ağzı bozuk ve maço bir tip olduğunu öğrendik. Türkiye'de nadirattan sayılacak bağımsız medyayı nefret ve iftira diliyle karşısına almasını da es geçmeyelim. Hâlâ cumhurbaşkanlığı seçimini kazanacağına dair hayaller görüyor. Umarım bu kendisi hakkındaki son yazım olur bu. Gündemi işgal etmesinden çok sıkıldım çünkü.
Pek çok insan Almanya'nın en zengininin otomotiv devlerinin veya Siemens gibi endüstri 4.0'ın başlatıcısı şirketlerden birinin başındaki kişi (CEO?) olduğunu zanneder. Ancak bu ülkenin en zengin kişisi Aldi Süd'ün sahibi Beate Heister ve kardeşi Karl Albrecht Jr.'dir. İkinci sırada Dieter Schwarz geliyor. O da Swarz Gruppe'nin (Lidl ve Kaufland) sahibidir. Üç zengini atlayıp altıncıya gelecek olursak Aldi Nord'un sahibi Theo Albrecht Jr. ismine ulaşıyoruz.
Tüm bu saydıklarım Almanya'da Discounter olarak bilinen ucuzluk marketleridir. Türkiye'deki üç harfli market zincirlerinin de kökeni bunlardır. Türkiye'de daha çok emek sömürüsü ve kökleşmiş markaları taklit ederek ürettikleri jenerik ürünlerle popülerlik kazansalar da fiyatları şu sıralar AVM duopolü Migros ve Carrefour ile neredeyse aynı.
BioNTech kurucularının 2021 yılı listesinde üst sıralarda yer alması ilginç bir ayrıntı olmuş. Pandeminin sona ermesinde ilgili firmanın ürettiği aşı ne derece etkilidir bilmiyorum ama birilerini zengin ettikleri çok açık.
Uzun bir aradan sonra izlemeyi iple çektiğim Zehir adlı oyunu Fatih Reşat Nuri Sahnesi'nde izleme imkanı buldum. Geçen sezon hep Gazhane'nin az koltuklu salonlarında oynadığı için bu imkana erişememiştim. Kısmet bugüneymiş. Maskesiz izlemek de çok başka hissettirdi tabii.
27 Nisan 2022 akşamı eski adı aylık akbil olan mavi kartımı kaybetmiş ve Kadir Gecesi olarak bilinen bu mübarek geceyi Sultangazi'nin güzide mahallesi Cebeci'de geçirmek zorunda kalmıştım. Şansım varmış ki otobüs şoförü vasıtasıyla kartımın sağ salim olduğu bilgisine ulaşmıştım.
Yine de bu aptallığım bana 80 liraya patlamış ve sahnelendiği sırada Beşiktaş'ta 36Z şoförünü beklediğim için yine bu sahnede gösterimde olan Hayat Der Gülümserim oyununu kaçırmama neden olmuştu.
Şehir Tiyatroları'nda izlediğim oyunlarda daha önce böyle kalitesiz bir seyirci kitlesiyle karşılaşmamıştım. Ne yazık ki oyun başladıktan sonra geldikleri yetmiyormuş gibi telefonunun fenerini açanlara ve oyun sırasında yorum yapanlara maruz kaldım.
Aslında tanıtımlara aldanarak oyuncu kadrosunu dört kişi sandım ancak minimal sezondaki diğer oyunlar gibi iki kişilikmiş bu da. Özellikle Yaprak Dökümü dizisinde mucizeler yaratan Ahmet Saraçoğlu'nun performansını merak ediyordum. Neyse ki ona denk geldim. Saraçoğlu ile Sevinç Erbulak güzel bir duo olmuş.
Birbirlerine karşı birdenbire yükselmeleri korkutucu olsa da ani duygu geçişlerini çok iyi işlemişler. Yalnız, uçuk kaçık kelimeleri not etmek istiyorum. Patetik veya sentimental bunlardan ikisi. "Lost in translation" diyip geçelim. Keşke sadece çevirmek yerine uyarlasalarmış.
Başta Normandiya adının anılmasından dolayı İkinci Dünya Savaşı ile ilintili bir zaman dilimi oluştu kafamda. Hatta çiftin oğullarını savaşta kaybettiğini düşünmüştüm. Putin'in Savaşı devam ederken, dolayısıyla Ukraynalı ve Rus gençler gençliklerinin bağrında toprağın altına girerken bu sanrı pek de anlamsız değildi. Fakat kazın ayağı öyle değilmiş. Bir trafik kazasından sonra hastanede kaybetmişler biricik evlatlarını. Bu da aklıma Şaban Vatan, Mısra Öz Sel, Ayşe Bülbül, Emel Korkmaz ve birçok şehit annesi gibi çocuğunu toprağa koymak zorunda kalan kişileri getirdi.
Sürekli üçüncü bir kişinin sahneye çıkmasını bekledim ama olmadı. Sonuçta sorunlu ve dengesiz bir kadınla işleri nispeten yoluna koymuş bir adamın öyküsünü dinledik. Benim için oldukça hoş bir deneyimdi. Başta Lot Vekemans olmak üzere emeği geçen herkese şükranlarımı sunmak isterim.
Alice Miceli, Derinlerde (mayın tarlaları) adıyla Bosna ve Kamboçya'dan dokuz fotoğraf sunuyor bize.
Bienalin bu ayağını nihayetlendirmeden önce ne anlattığı muamma birkaç izlentiye göz ucuyla baktım.
Başka bir köşede Türkiye'deki kadın hakları hareketi ele alınmış. 1987'deki Dayağa Karşı Yürüyüş'ten günümüze kadar ülkemizde feminizmin geçirdiği dönüşüm aktarılmış. Görebilenler için bunda elbet ibret vardır.
Bu köşede toplanmış görseller güzel ve bilgilendiriciydi. Büyük oranda Muazzez İlmiye Çığ'ın bilgilerinden yararlanılmış. Gazetelerden kesilen haberler, tarihten karşılaştırmalı fotoğraflar ve çizimlerle zenginleştirilmiş.
Bu kısımda kulağımıza tecavüz eden ses için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Bir kadın çok zorlanarak konuşuyordu. Kelimeler lastik gibi uzuyor ve doğru telaffuz edilmiyordu. İçeriğin saçmalığını bir kenara bırakalım. Cümleler çok yuvarlaktı. Bir felsefecinin "O da olabilir, bunu bilemem, fakat olmayabilir de." diye konuşacağını sanmıyorum. Burada artık sinirlendiğimi hissettim.
En üst katta kadın hareketlerini anlatan eserlere yer verilmiş. Bir kısmı da Nepalli kadınların mücadelesi üzerine eğilmiş. Zerre kadar ilgimi çekmeyen bir konu. Sürekli tekrarlayan görseller yüzünden fena halde bunaldım. Bienal ekibine ne kadar teşekkür etsem az.
Emniyetsiz adındaki bu çalışma da Gülsün Karamustafa tarafından yapılmış. Burada çok fazla sembolizm var maalesef.
Serginin devamında Filistin'den bahsediyor. Açıkçası benim umrumda olmayan bir konu bu. O yüzden ilgimi çekmedi. Panolar üzerine yapılmış bu çalışmalarda gözyaşı ve biraz da antisemitizm var.
Filistin meselesi söz konusu olunca, bu ülkede en solcusundan en dincisine herkesin Filistin'e destek veriyor. Halbuki ben İsrail'in çoğunlukla haklı olduğunu düşünüyorum. Herkesin gözden kaçırdığı husus, mevcut durumu Filistinlilerin istemiş olduğudur. Türk askerlerini kör etmek suretiyle bu topraklardan kovanlar onlardı.
Yakın dönemde ASALA ve PKK gibi ülkemizin baş belası terör örgütleri de Filistin'de eğitim gördü. Bu ülkenin bize tek bir katkısı yok. Dolayısıyla, sempatinin kaynağını anlayamıyorum.
Bunlar da aynı sanatçının eserleri. İkincisinden bir dizi var. Üçüncü eser bana yedi farkı bulun bulmacalarını hatırlattı. Sonuncusu ise fotoğrafı çekerken elim kaydığı için bu şekilde çıkmış değil. Zaten adı Bir Gün Anlayacağız.
Bienal bu yıl bekleneni veremedi. Buradaki çift ekrandan iki ayrı marş dinledik mesela. Hiçbir şey anlamadım fakat marşların biri Öğretmen Marşı'na benziyordu.
Kesişen Dünyalar ise elçiler ve ressamların buluşmasını ele alıyor. Osmanlı-Batı ilişkilerini irdelemek için ideal.
Mezun olduğum okulun da kurucusu olan Osman Hamdi Bey adına açılan sergi de güzeldi ama bir yerden sonra paşa ve bey resimleri bıktırıyor.
Bu da, ünlü Kaplumbağa Terbiyecisi tablosunun 1906 versiyonu. Ertesi yıl yapılan versiyonuysa Erol Simavi tarafından satın alınmış. Şu an nerede sergilendiğini bilmiyorum.
Bu eseri ne zamandır çıplak gözle görmek istiyordum, kısmet bu bienaleymiş.
Kahve Molası, kahveyi seven biri olan hoşuma gitti. Bu kısımda kahve fincanları, şekerlikler ve sürahiler görülebiliyordu.
Hareketli resimlerle süslenmiş sergideki "Bu fincanı İstanbul'a gönderiniz; orada her şeye bir kulp takarlar." ince zekanın ürünü olmalı.
Anladığım kadarıyla serginin sponsoru İsveçli boya markası Jotun.
🇸🇪 Mereyusblogg
Romersk medborgare från Miklagård.
På Mastodon sedan 23.X.2021
Bara postar oviktiga tankar.
Allmän egendom (PD). Inga begränsningar.
Jag tjänar ingen inkomst av det jag lägger upp här.
🇬🇧 Mereyü's blog
Roman citizen from İstanbul.
On Mastodon since 23.X.2021.
Just posting unimportant things.
Everything I publish is Public Domain (PD).
I don't earn any income here.
🇹🇷 Mereyü'nün blogu
Civis romanus sum.
23.X.2021'den beri Mastodon'da.
Önemsiz şeyler üzerine.
Paylaştığım her şey kamu malıdır (PD).
Buradan herhangi bir gelir elde etmemekteyim.