Show newer

İsim konusunda sıkıntı yaşayan tek ülke biz değilmişiz. İzlanda, Birleşik Krallık kökenli dondurulmuş gıda marketi Iceland ile davalık olmuş. Mahkeme, "buz ülkesi" anlamına gelen Iceland ifadesinin muğlak olduğuna hükmetmiş.

İzlanda'nın savunması ülkenin 874 yılında kurulduğu, İngilizce aynı adı taşıyan market zincirinin ise 1970'te faaliyete başlayıp 2005 yılında ticari marka sicilini aldığı yönündeydi. İzlanda'nın kendi dilindeki adı ise Ísland.

Süpermarket, isim karşılıklığı yaratacak bir durumun olmadığını ve İzlanda'nın herhangi bir şekilde görüşmeye yanaşmadığını öne sürdü.

2019'da Iceland markasının geçerliliği iptal edildi. Market zinciri kararı dün temyize taşıdı. Bu işin sonunun nereye varacağını merak ediyorum.

Fotoğraftaki, Galler'in Newport kentindeki bir Iceland mağazası.

Dizide hoşuma giden birçok sahne var ama bu kesişim sahnesi bir başka. Dunder-Mifflin müdürü Michael Scott, dizinin orijinal Britanya versiyonundaki müdür David Brent ile karşılaşıyor. Britanya versiyonunu izleme fırsatı bulamadım ama bir dakikalık bu kesit bile dizinin atmosferi hakkında bir şeyler söylüyor. Ricky Gervais ve Steve Carell çok iyi oynamış burada.

Show thread

Ukrayna'daki kombatın bitmesini isterken 2020'deki 44 Gün Savaşı'nın ardından Azerbaycan ile Ermenistan arasında sınır çatışmaları meydana geliyor. Ermenistan 49, Azerbaycan ise 50 askerini kaybettiğini açıkladı. Bu işin sonu Kafkasya'da yeni bir savaşa gidecek gibi görünüyor.

Afganistan'da Taliban, Pençşir Vilayeti'nde 40 direnişçinin öldürüldüğünü açıkladı. Taliban, ülkeyi tamamen ele geçirse de küçük çaplı direnişler hâlâ sürüyor.

Yemen ve Libya'da sular durulmuş gibi görünüyor ancak Etiyopya'da yeni ısınıyor. Etiyopya Ordusu, bir üniversiteye hava saldırısı düzenlemiş. Pakistan'da da ordu ile Veziristan'daki ayrılıkçılar arasında çatışmalar baş gösteriyor.

Geçtiğimiz ay dünyanın en büyük açıkhava hapishanesi haline gelen Gazze'de İsrail ile Filistin İslami Cihat Örgütü'nün çatışmalarına seyirci olmuştuk. Böylesi bir ortamda barış adına konuşmak gerçekten zor.

Bir LinkedIn paylaşımı dikkatimi çekti yine. Geçen ay bir psikoloğun şikayeti üzerine yorum yapmıştım. Bunu paylaşan kişi de Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi mezunu bir psikolog. Yani, Psikoloji Bölümü mezunu olunca sanırım bu sıfatı alıyor.

İş görüşmesi yaptığı kurumların saygısızca davrandığını söylemiş. Bu durumu ben de çoğu yerde gözlemledim. Adaylara böyle davranan firmalar, muhtemelen işçisine de aynı şekilde davranıyordur. Buralarda çalışmaması belki de kendisi için hayırlı olmuştur.

Asgari ücretin altında bir maaş teklif etmeyi aklım havsalam almıyor. Asgarinin anlamı "en az"dır zaten. Normalde şirketlerin asgari ücrete çalıştıracak eleman bulamaması lazım ama halk "Aman iş olsun da." diye düşünüp buna tamah ediyor. Asgari ücret, nüfusun %10'unun alması gereken bir maaştır. Fakat bize öyle bir masal empoze edildi ki ülkenin %60'ı asgari ücretle çalışıyor.

İşe başvuranlar bilgisini, zamanını ve emeğini vereceğini gözardı ederek talep ettikleri ücreti açlık sınırının çok altında bir paraya çalışmak için düşürüyor da düşürüyor. Kimse kendine daha yüksek bir ücreti layık görmüyor. İyi yaşamak kimsenin umrunda değil. "Çok şükür!" diyip geçiyor. Şımarık işverenler de bu durumu fırsata çevirmeye çalışıyor. Durum büyük oranda bundan ibaret.

Kişinin yeni mezun olmasını bahane edenler de kötü niyetli. Tecrübe kazanması için ne yapması gerekiyor? Evde oturunca tecrübe kazanılmaz. Bunu patronlar bilmiyor mu?

Formasyon çok sıkıntılı bir konu. Anlaşılan o ki Psikoloji Bölümü mezunlarının pedagojik formasyon alamadığını işverenler bilmiyor. Para çok yanlış ellerde maalesef. Bunu defalarca söylüyorum.

Birinin klinik psikolog sıfatını alması için psikoloji yüksek lisansı yapması ve belli testlerden geçmesi gerekir. Burada yazarın niyetinin bu olmadığını varsayalım. Yetkinliğin aşağılar biçimde sorgulanması yine de hoş değil.

Emek süreçlerinde maruz kalınan gaddarlık herkesin malumu. Bu da işe başvurudan itibaren başlıyor. Buradaki yakınma da bunun ispatı.

Mustafa Kemal, Nutuk adlı eserine başlarken Son Osmanlı Sultanı Vahdettin'i "mütereddi (soysuz), şahsını ve yalnız tahtını temin edebileceğini tahayyül ettiği denî (alçakça) tedbirler araştırmakta." diye tanımlıyor. Hem Atatürkçü hem Vahdettinci olunmaz. İkisinin ortasını da bulamazsınız. Gericilerin gözüne girmek için saçmalamayın. Bununla rezil olursunuz anca.

Pençe-Kilit operasyon bölgesinde şehit düşen askerler üzerine birkaç defa yazmıştım. Son günlerde yine bu yönde haberler geliyor. Bölgede neler olduğunu kimse bilmiyor. Büyük bir bilgi eksikliği var. Resmi makamlara göre operasyonun başladığı 18 Nisan 2022'den beri kaybımız 55. Bu süreçte 400'e yakın terörist etkisiz hale getirilmiş. Bunların yarısından çoğunun harekat başladığında yapılan ilk saldırılarda öldürüldüğünü kaydedelim.
Bundan sonrası için ne gibi bir plan var? Belki de operasyonu sonlandırıp güç topladığımız zaman tekrar saldırmalıyız.

Haberlerde sıklıkla, kendi aralarında imam nikahı kıyıp aynı çatı altında yaşayan insanlara, dini nikahlı eş yakıştırması yapıldığını görüyorum. Kimi durumlarda erkek, eşinden boşanmadan yeni bir evlilik yapmak, amiyane tabirle kuma getirmek için böyle bir yola gidiyor.
Bu adlandırma kesinlikle doğru değil. İki kişinin evli olabilmesi için Medeni Kanun tarafından tanınan nikah memurunca evlendirilmesi gerekir. Bunu yapanlar basın ilkelerinden de bihaber anladığım kadarıyla.

Ne olacak bu prekaryanın hali? Bir nesil kasiyer olabilmek için çaba sarfediyor. Bu görsel de onun özeti. Siyasi yelpazede kendimi her zaman sosyal demokrat olarak tanımlıyordum. Fakat emek süreçlerine tanıklık ettikçe anarko-komünist bir tutum depreşiyor. Bu böyle gitmez, gidemez!

Gülşen'in söylediklerinde suç unsuru yoktu. Sadece gözdağı vermek için önce tutukladılar, sonra ev hapsi verdiler. Bugün ev hapsini kaldırmışlar ama yurtdışı çıkış yasağı var.

Gülşen'den sonra Celal Şengör, Tarkan ve Tunç Soyer hedef gösterildi. Aktroller kafası kesilmiş horoz gibi, kuduz köpek gibi her yere saldırıyor. Şimdi sırada ENAG var.

Faşizan tavır vites yükseltirken doğruları söylemekten vazgeçmemiz gerektiğinin bir kez daha farkına varmalıyız. Bu da ENAG'ın enflasyonu hesapladığı bilgisayar.

III. Charles, kral ilan edilirken Oxford ve Edinburgh kentlerinde monarşi karşıtı iki kişi gözaltına alındı.

Oxford'da 45 yaşındaki tarih öğretmeni Symon Hill, "Onu kim seçti?" diye bağırınca çevredekilerden tepki gördü. Guardian'a verdiği röportajda Hill, "Biri rızamız dışında devlet başkanlığına getirildi." dedikten sonra üniformalı kişilerin üzerine yürüdüğünü söylüyor.

Edinburgh'ta ise 22 yaşında bir kadın emperyalizme sinkaflı küfür savurup monarşinin lağvedilmesini isteyen bir döviz tutuyormuş. Polis, çevreye verdiği rahatsızlıktan ötürü gözaltına almış.

Hâlâ kraliyetin sembolik olduğunu düşünen var mı?

Harkiv, işgalcilerden temizlenirken Herson Oblastı'ndan da hayırlı haberler geliyor. Rus muhipleri çarpıtmaya çalışsa da Rusya, panik halinde geri çekiliyor. Bu ricat ne kadar sürer bilmiyorum ama kombat bir an önce sona ermeli. Status quo ante bellum, iki taraf için de kabul edilebilir değil. Bunun da farkındayım ancak barış sağlanmazsa tüm dünya için kötü olacak.

"Daha absürt bir şey göremem." derken: İbrahim Tatlıses Üstgeçidi.

O sırada emek süreçlerinden bir görünüm; "Fotoğrafsız başvurular değerlendirmeye alınmayacaktır."

Show thread

Son iki üç aydır The Office dışında yüzümü güldüren bir şey yok.

Şahan Gökbakar, Recep İvedik serisi başta olmak üzere Celal ile Ceren, Kayhan ve Osman Pazarlama ile uğraşmak yerine böyle işlerle devam etseydi şu an ülkece çok farklı bir yerde olabilirdik.

Türkiye'nin doğusuyla batısı arasındaki gelişmişlik farkı gibi İtalya'nın da kuzeyiyle güneyi arasında asırlık denebilecek bir fark var. Öyle ki "Roma'nın güneyi İtalya değildir." denir. Kuzey İtalya, Latincesi Padus olan Po Ovası'na atıfla Padanya adıyla anılır. Güney İtalya ise "gün ortası" anlamına gelen Mezzogiorno olarak bilinir.

Bu fark futbola da yansıyor. Bu sezon Serie A'da Güney İtalya'dan üç takım bulunuyor: Geçen sezonun Serie B şampiyonu Lecce, Napoli ve Salernitana. Sicilya ve Sardunya ise bu sezon için ligde temsil edilmiyor.

Aslında futbola bakınca güneyin kuzeyden bu denli üstün olmasının nedeni, İtalya'ya futbolu İngilizlerin getirmiş olmasıdır. Torino ve Cenova, İtalyan futbolunun doğduğu kentlerdir. Britanya'daki gezisiden sonra 1887'de Torino Futbol ve Kriket Kulübü'nü kuran Edoardo Bosio, bu yöndeki ilk girişimi yapmıştır. Bu kulübün günümüzdeki Serie A temsilcisi Torino ile alakası olmadığının altını çizelim. İtalya'daki İngilizleri temsil etmesi için 1893 yılında Genoa kuruldu. 1898'de ise dört kulübün katılımıyla ilk turnuva düzenlendi.

1920'lerde İtalyan futbolunda kuzey ekipleri baskındı. AS Roma dışında kuzeyden sayılamayacak ekip yoktu. Juventus, Torino, AC Milan, İnternazionale ve Bologna gibi takımlar arasında rekabet sürüyordu. Bu durum, başta Mussolini olmak üzere faşist yönetimi rahatsız ediyordu. Bir kere, başkent Roma yeterince temsil edilmiyordu. Bu yüzden Lazio kulübünü desteklemeye karar verdiler. Lazio, bugün hâlâ faşist taraftar grubuyla anılır.

Bu olay bana, Kenan Evren'in Ankaragücü'nü Türkiye Kupası'nı kazandıktan sonra Birinci Lig'e yükseltmesini çağrıştırdı. O da ligde başkent ekibinin olmasını istiyordu. Ancak Ankaragücü gibi Lazio da pek başarılı olmuş sayılmaz. Mussolini iktidarında Juventus, Bologna, İnter ve AS Roma şampiyonlukları gördü. Lazio ise orta sıraları aşamadı.

İtalyan futbolu halihazırda bu gerilimi sürdürüyor. Biz Türk futbolunun halini düşünelim. O da pek iç açıcı değil.

Borgen, dokuz yıl sonra Power & Glory adıyla gelen dördüncü sezonunda, ilk üç sezondaki gibi siyasi entrikalar yerine Grönland üzerinde eğilmiş. Yapımcıların Grönland ile ilgilenmesini anlayabiliyorum. Dünya haritasının tepesinde beyaz ve koskocaman bir ada. "No data" memleketi. Bir gün gitmek istediğim yerlerin başında geliyor. Bu yüzden Google Street View üzerinden sürekli ziyaret ediyorum. Özellikle evleri çok hoşuma gidiyor.

İçinde "Beyaz Türk" ifadesi geçen hiçbir şeyi dikkate alamam.

Kraliçe II. Elizabeth'in ölümünden sonra 73 yaşındaki oğlu III. Charles, Birleşik Krallık Kralı oldu. Diana ile Camilla Parker-Bowles gibi kişiler üzerinden işin magazinsel yönünü bir kenara bırakırsak bu değişim, ülkenin ekonomisine bayağı bir yük bindirecek. Çünkü paralar yeniden basılacak, ulusal marş ve kraliçenin armasının üzerinde bulunduğu polis üniformaları başta olmak üzere her şey değiştirilecek. Bunun yanında görkemli bir cenaze töreni ve taç giyme seremonisi de olacak.

Aslına bakarsanız Birleşik Krallık'ta monark yalnızca sembolik veya seremonik değildir. Yasama, yürütme ve yargı organları üzerinde belli bir oranda söz sahibidir. Sanırım I. Charles'ın kafasını kesip cumhuriyeti ilan eden Oliver Cromwell, Britanya tarihinin en sevilmeyen karakteri olduğu için bu düzen böyle devam ediyor. Mesela İşçi Partisi, internet sitesi üzerinden bir sayfalık taziye mesajı yayınlamış.

Her şeye rağmen bizi böyle durumlardan kurtaran Atatürk'e bir kez daha şükranlarımı sunuyorum. Türkiye'de bizi babadan oğla geçen diktatörlerin yönetmemesi gerektiği fikri toplumsal bir konsensüs halini almıştır. Kimse padişahlık düzeni istemiyor.

Bugün İzmir'in yeniden doğuşunun 100'üncü yıldönümü. Aynı zamanda Cumhuriyet Halk Partisi'nin kuruluşu kabul edilen bir gün. Bunu, monarklar devri biterken daha iyi idrak edebiliyor olmamız gerek.

Fotoğraf, 10 Eylül 1922 tarihinde, Mustafa Kemal Paşa, Fevzi Paşa ve sonradan Atatürk'ün yaveri olup Bozok soyadını alacak Binbaşı Salih Bey'in İzmir'e gittiği sırada çekilmiş.

Show older
Qoto Mastodon

QOTO: Question Others to Teach Ourselves
An inclusive, Academic Freedom, instance
All cultures welcome.
Hate speech and harassment strictly forbidden.