The Office dizisinin dördüncü sezon dördüncü bölümü olan Money, o sezondaki ilk üç bölüm gibi bir saat uzunluğundadır. Bu bölümde Dunder-Mifflin şirketinin Scranton şubesinin müdürü Michael Scott, para yönünden sıkıntılar yaşamaktadır. Ek iş olarak call center diye de anılan çağrı merkezinin yolunu tutar. Burada yarı-zamanlı veya günümüzdeki havalı adıyla part-time çalışmaya başlar. Dizi, mockumentary (Türkçesi kurgu belgesel) türünün güzel ve güzide örneklerinden biri olduğu için oyuncular kameraya kısa konuşmalar yapmaktadır. Yine bu anlardan birinde çağrı merkezinin şefinin "Burada yasal bir iş yapıyoruz. Asgari ücret uyguluyoruz, komisyon da var." demesi tüm çağrı merkezi sektörünün özeti gibi adeta.
Ben de kah okuyarak kah izleyerek sektör çalışanlarının sıkıntılarına tanık oldum. Bu yazımda bunlara değinmek istiyorum.
☎️ Öncelikle üç çeşit çağrı merkezinden bahsedebiliriz. İlki kurumsal olan. Çoğunluğun üniversite mezunu olduğu, bir nevi ofis işidir bu. Burada inbound çağrılar alınır yani orayı arayana yardımcı olur çalışanlar. Ancak Türkiye'de kurumsallığın sadece makyaj olduğunu bilmelisiniz.
İkincisi vahşi kapitalizmin nimetlerinden yararlanan esnek çağrı merkezleridir. Burada çoğunlukla outbound arama yapılır yani çağrı merkezi tarafından verilen dataya göre (Türkiye'de veriler satılıyor maalesef) aranır birtakım insanlar. Satış ve prim odaklıdır. Buna telemarketing de denir.
Son tür ise merdiven altı çağrı merkezleridir ki bunlar dolandırıcıdır. Bunun üzerine fazla yazamayacağım. Zaten anlaşılması gerekenler anlaşılıyordur. Burada bahsedeceğim ilk iki maddedeki çağrı merkezleridir.
☎️ Bu işi yapanlar işsizlikten iyi olduğunu düşünerek başlıyorlar ancak devamlılığı olmayan bir iş. Uzun süreli değil ama iş bulamayan üniversite mezunlarının büyük kısmının bir ara yaptığı bir iş oluyor. Yetersiz de olsa bir eğitimden geçtikten sonra sekiz saatlik mesainizi ortalama 150 kişiyle konuşarak harcayabilirsiniz. Tüm bunlara dayanarak bu işin prekaryanın görünümlerinden yalnızca biri olduğunu söyleyebiliriz.
☎️ Çalışanlar gereksiz insanlarla muhatap olmak zorunda kalıyor. Türklerde kendine hizmet eden çalışanı köle sanma dürtüsü var. Garson, resepsiyonist veya kurye bu üstenci tavrın kurbanı oluyor. Çağrı merkezi elemanları, yönetimden gelen baskıyla kendilerine küfür edilse bile sakin kalmak zorunda. Bu çıkmazın bir nedeni de çağrı merkezinin sorunları çözmede yetkisiz olması.
☎️ Belirtmeme gerek yok ama ben yine de söyleyeyim. Çoğunlukla asgari ücret artı prim sistemiyle çalışılıyor. Vardiyalı bir çalışma düzeni var. Çalışan evinde dinlenme hayalleri kurarken ek mesaiye çağrılmasıyla plansız mesailer de olası.
☎️ Gürültülü bir ortamda kafayı yememeye gayret etme ve yalan söylemeye alışma bu işin olumsuz yönlerinden ikisi sadece. Birtakım mesleki deformasyonlar da ortaya çıkıyor. Tüm yaşamınız Callmaster denen cihaza bağlı. Kaç görüşme yaptığınız, ne kadar konuştuğunuz ve ne sürede mola yaptığınız kaydediliyor. Bu da akla Charlie Chaplin ve Modern Zamanlar filmini getiriyor.
Michael Scott renkli bir karakter olduğu için diğer çalışanların ilgisini çeker ve muhabbetiyle onları işten alıkoyar. Bu da patronun gözüne batmasına neden olur. Bunun yanı sıra, kendisi hem Dunder-Mifflin'de hem de çağrı merkezinde çalışamaz. Bunu engelleyen kurallar vardır. Bu yüzden telemarketing işini bırakmak zorunda kalır. Bu fotoğraf da bir çağrı merkezi çalışanının nasıl göründüğü konusunda fikir verebilir.
İktidar, trolleri iyiden iyiye işin içine soktu. Bunun seçim çalışmalarının bir ayağı olacağını söylemiştim. AKP, diğer yönlerde de propagandaya devam ediyor.
Aktrollerin birkaç yüzü olduğunu belirtmek gerekiyor. İlki adı sanı belli olmayan Halk Sesli Adam gibi mahlaslarla AKP'nin hâlâ güçlü ve muktedir, AKP'lilerin ise çok olduğu yönünde algı çalışması yapmaya harcıyor mesailerini.
Bu tür, bir çeşit profilleme de yapıyor. Yeri geliyor "Allah benim ömrümden alıp Tayyip Erdoğan'a versin." diyen bir teyze, yeri geliyor eski bir ülkücü (yeni de olabilir, hiç fark etmez) veya pişman olup doğru yolu bulmuş bir CHP'li olarak çıkıyorlar karşımıza.
Bir başka aktrol çetesi kararsız rolü yapıp AKP'yi ehven-i şer yani kötünün iyisi gösterme uğraşında. Seküler bir hayat tarzını benimsemiş gibi görünüp IŞİD sempatizanı olan sahte hesaplar da buna dahil.
Bir de muhalif kılığındaki muhalefet eleştiricileri var. Bunların işi CHP başta olmak üzere tüm muhalif partileri terörle ilişkilendirmek, söylem ve eylemleri çarpıtmanın yanında muhalefeti itibarsızlaştırmaktır. Ne yazık ki aptal muhalifler bu trollerin oyununa geliyor.
Oyun tutarsa, normal şartlar altında seçime giremeyecek Tayyip Erdoğan ile 2028'e kadar birlikteyiz demektir. AKP, AKP'liğini yaparak bir seçimi daha kazanabilir. Sanki bütün ahmaklar bu yüzyıla toplanmış gibi olduğundan bunu bir hayli mümkün görüyorum.
Bundan sonra güncel siyaset üzerine yazmayı düşünmüyorum. Sadece emek süreçleri, genel konular, spor ve biraz da unuttuğum mizah üzerine yazacağım. Gençliğimin baharında bu kadar yorulduğum yeter.
Brezilya'daki seçimleri Avrupa ve Asya'da bizimki kadar takip eden bir ülke yoktur galiba. Halkın seçimsizlikten bu işe sardığını düşünüyorum. Paylaşılan analizlerde Lula ile Kılıçdaroğlu; Jair Bolsonaro ile Tayyip Erdoğan özdeşleştiriliyor. Halbuki her birey kendine hastır. Yaşam deneyimi yani kendi olmaklık biriciktir.
Letonya, Bulgaristan ve Bosna-Hersek'te de seçimler yapıldı ama Brezilya kadar üzerinde durulduğunu görmedim. Letonya'yı çok bilmiyorum ama Rusçu (Avrasyacı değil, gerçekten Rus azınlığın çıkarlarını savunan) sosyal demokrat parti Saskaņa, %19.8'den %4.81'e düştü ve meclise giremedi.
Bosna-Hersek'te AKP ile iyi anlaşan Bakir İzetbegović, sosyal demokrat Denis Bećirović'e mağlup oldu. Bećirović'in Türkiye'nin bir sonraki hükümetiyle iyi ilişkiler kuracağını umuyorum. Tabii, Bosna-Hersek amorf bir ülke olduğu için üç ayrı etnisitenin başkanı seçiliyor. Bunlara ek bir de Sırp Cumhuriyeti var. Onun da seçimleri yapılıyor.
Bulgaristan'da halk, bir buçuk yıllık süre zarfında dördüncü kez sandık başına gitti. İşler iyice içinden çıkılmaz bir hale geliyor. İktidar ve muhalefet yer değiştirdi. Türklerin partisi Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH/DPS) %13.28'lik oy oranına ulaştı. Son seçimde bu oran %12.8'di.
Onur Şener, 2 Ekim 2022 akşamı Ankara'da sırtını suyun başını tutanlara yaslayanlar tarafından yaşamdan koparıldı. İki çocuğu vardı.
Canilerin elini kana bulamalarına sebep olarak şarkı isteklerinin geri çevrilmesi gösteriliyor. Haluk Levent, katillerden ikisinin Çalışma Bakanlığı'nda müfettiş ve bürokrat olduğunu, birininse Türk Havacılık ve Uzay Sanayii'nde (TUSAŞ veya TAI) çalıştığını iddia ediyor. Dahası, bu üç insan müsveddesinin mekan çıkışı Şener'e pusu kurup saldırdıkları söyleniyor.
Pandemi döneminde canlı müzik yasağı nedeniyle intihar eden çok müzisyen oldu. Müzisyenlerin sıkıntıları dile getirilmiyor. Biri çıkıp konuşsa medyada yer almıyor. Şans eseri sosyal medyada gündem olabilirse sarakaya alınmayla karşılık buluyor.
Ana haber bültenlerine göz ucuyla baktığımda, sürekli bir cinnet halinin olduğuna tanıklık ediyorum. Yan bakma, trafikte yol verme veya bahane olma lüzumunu göremeyecek daha sudan sebeplerle çıkan ve sonu ölümle biten kavgalar meydana geliyor. Bunda ekonomiyi başat etken olarak görenler olacaktır fakat tüm bu olup bitenin tek nedeni ekonomi olarak açıklanamaz. Can güvenliğimizin olmamasının nedeni devletin yalnızca birkaç oligark ve partiliye hizmet etmesidir. Seçim dönemi dışında halk muteber bir nesne değildir.
Uzun lafın kısası Onur Şener, kalleşçe öldürüldü. Unutmayın, unutturmayın!
Kararmış muz görüntüleri ile geçen günlerde karşılaşmıştım. Aslında bu muzlar markete çoğunlukla yeşil olarak geliyor. Muz klimakterik bir meyve olduğu için dalından koparıldıktan sonra da olgunlaşmaya devem eder. Yeşil yani ham muz, probiyotik kaynağıdır. Muzun en iyi hali, yeşilden sarıya yeni geçtiği düşük şekerli ve yüksek lifli halidir. Görseldeki gibi karardıkça mineral ve vitamin bakımından fakirleşir. Bununla da kalmaz, giderek şekerlenir.
Sözün özü, muzlar satılmadığı için rafta uzun süre bekliyor ve çürüyor. Benzer durumları farklı ürünlerde de görüyoruz. Düşünen insanlara bir şeyler anlatıyor bu durum ama bazıları hâlâ anlamamakta ısrar ediyor.
Firmalar normalde cumartesi iş görüşmesi yapmıyor. Belki de insan kaynakları haftasonu çalışmadığı içindir. Ancak bu cumartesi bir ünlü bir pastane ile görüşmüştüm. İş çok cazip değildi ama görüşme iyi geçmişti. Her şeyi açıklamışlardı. Özel hayatım hakkında soru sormamaları da profesyonel hissettirmiş ve hoşuma gitmişti. Kahve bile ikram etmişlerdi. Bu, çoğu yerde görmediğim bir davranıştı.
İşi hiç bilmiyordum ama üniversite mezunu olmam, hatta öğretmenlik yapmış olmam onlar için bir artıydı. Müdürle konuşup pazartesi günü haber vereceklerdi. İşe girmek için gerekli belgelerin listesini bile almıştım. Zaten çoğu elimdeydi. Halk Eğitim Merkezi'nden hijyen belgesi almam gerekiyordu sadece. Dün belgeleri tamamladığımı yazdım kendilerine fakat başkasıyla anlaşmışlar.
Kaçıncı kez yüz üstü bırakılıyorum, bilmiyorum. İş yaşamı başta olmak üzere kimseye güvenmiyorum, daha doğrusu güvenemiyorum artık.
İş görüşmelerinde insan kaynakları genellikle "Biz sizi arayacağız." der. Cuma günü Taksim'deki otelle yaptığım iş görüşmesinde insan kaynaklarındaki hanımefendi "Olumlu veya olumsuz size geri döneceğim." demişti. Dün benim için bu anlamda bir ilk yaşandı. Öğlen 15.00 sularında telefonum çaldı. Hanımefendinin adını duyunca işi kaptığımı düşünüp heyecanlandım ama birim müdürü ile görüştüğünü, görüşünün olumsuz olduğunu ve yola başka bir adayla devam edeceklerini söyledi. Zaten olacağını düşünmüyordum ama mülakatın sonundaki iletişime geçme sözünü tutan bir insan kaynakları elemanı görmek inanılmazdı. Hanımefendi işini iyi yapıyormuş gerçekten.
Tayyip Erdoğan, bu video kesitinde dura dura konuşuyor. Prompter okumakta zorlanmasından olsa gerek.
Her şey bir yana, alternatif tarih yazımı çok tehlikeli bir hal almaya başladı.Milli Mücadele ve Cumhuriyet'in ilk yıllarına dair söyledikleri yalanlarla başladılar buna. Biz bunları boş verelim. Yine bir mythbuster olalım ve bu iddiayı inceleyelim.
Abdülhamit, 1876'dan 1909'a kadar Osmanlı Padişahı ve İslam Halifesi olarak hüküm sürmüştür. 93 Harbi, Rumi takvime göre 1293 yılına denk düşen 1877 ila 1878 yılları arasında yapılmıştır. Savaştan yenik ayrılan Osmanlı, Ayastefanos Antlaşması'nın ağır şartlarını kabul etmek zorunda kalmıştır. Buna göre Sırbistan, Karadağ ve Romanya'nın bağımsızlıklarını tanımış, Teselya'yı Yunanistan'a bırakmış ve Kars, Ardahan, Artvin, Batum, Doğubayazıt ve Eleşkirt'i savaş tazminatı olarak Rusya'ya vermiştir.
Balkanlar'da Rusya'nın güçlenmesini istemeyen Avrupa ülkeleri, Berlin Antlaşması ile durumu kurtarmaya çalışmışlardır. Osmanlı için Kıbrıs'ın Britanya'ya kiralanması, Niş Sancağı'nın Sırbistan'a bırakılması ve Bosna-Hersek'in Avusturya-Macaristan hakimiyetine girmesi olumsuz olsa da, bölgede bir süre daha kalmasını sağlayacaktır bu antlaşma. Aynı zamanda Girit, Doğubayazıt ve Eleşkirt yeniden Osmanlı toprağı olmuştur.
Fransa 1881'de Tunus'u, Britanya 1882'de Mısır ve Sudan'ı, İtalya 1885'te Habeşistan'ı işgal etmiştir. Aynı yıl Bulgaristan, bağımsızlığını ilan etmiştir.
Yani kısacası II. Abdülhamit'in tarz-ı siyasetinden midir bilinmez ama onun döneminde Sırbistan, Karadağ, Romanya, Teselya, Kars, Ardahan, Batum, Artvin, Kıbrıs, Niş, Bosna-Hersek, Tunus, Mısır, Sudan, Habeşistan ve Bulgaristan'da Osmanlı idaresi son bulmuştur.
Gündem tatsız yine. Kötü haberler birbiri ardına geliyor. Şimdilik dikkatimi çekenler şunlar:
İtalya'da neo-faşist bir parti iktidara geldi. Türkiye'de bu durumu övenlerin gıda eksikliğinden muzdarip olduğunu düşünüyorum.
Rusya'ya bağlı Udmurtya'nın başkenti İjevks'te okul saldırısı olmuş. 15 ölü, 24 yaralı var ve bu sayı giderek artıyor. Saldırgan, 34 yaşında Artyom Kazantsev adındaki Nazi sempatizanı bir manyakmış. Sözün gelişi manyak demiyorum. Udmurtya Lideri Alexander Breçalov, şahsın psikiyatri kliniğinde yattığını açıkladı.
Dağıstan, Çeçenistan ve Kabardino-Balkarya halkları seferberliğe karşı ayakta. Kısacası, Rusya şu sıralar karışık.
Birleşik Krallık Maliye Bakanı Kwasi Kwarteng, açıkladığı yeni bütçeyle büyük bir vergi indirimi vaat ediyordu ancak halkın yararına olacağı düşünülen bu adım ters tepti. Sterlin, 1971'de 10'lu sisteme geçtiğinden beri en düşük seviyeyi gördü. Başbakan Liz Truss, ağır eleştirilere maruz kalıyor.
İyi haberler de yok değil. Küba'da yapılan referandum sonucu evlilik eşitliği sağlandı. Eşcinsel evlilikler devletçe tanınacak ve eşcinsel çiftler evlat edinebilecek. Bu soruyu herkese sormak garip. Toplumsal uzlaşıyı aradıklarını düşünüyorum. Küba, bunu yapan ilk ülke de değil. İrlanda, 2015'te halkoylaması sonucu evlilik eşitliğini sağlamıştı.
Sultanahmet Meydanı, Hipodrom veya Atmeydanı olarak da bilinir. Hipodrom günümüze ulaşmasa da, meydanda peşi sıra dizilmiş Dikilitaş, Yılanlı Sütun ve Örme Dikilitaş, Roma mirasının izlerini taşıyor. Benim için bu meydanı gezmek hacca gitmek gibi bir şey. Bir Romalı olarak oranın manevi ikliminin çok farklı olduğunu söyleyebilirim.
Panem et circenses yani ekmek ve oyunlar demiş eskiler. Günümüzde futbolun kitlelerin afyonu olduğu gibi, o gün de at arabası yarışları revaçtaydı. Maviler ve Yeşiller olmak üzere iki büyük takım vardı. Kırmızılar ve Beyazlar ise küçük takımlardı. Bu rekabetin politik bir arkaplanı da bulunuyordu. Maviler, soylular ve Ortodokslar; Yeşiller ise esnaf ve halk tarafından destekleniyordu. İmparatorların çoğunlukla Maviler taraftarı olduğunu belirtmeme gerek yok sanırım.
532 yılında patlak veren Nika İsyanı da bir at arabası yarışı sonrasında başlamıştı. İmparator Justinianus, isyanı kanlı bir şekilde bastıracaktı. Olay aklıma düştükçe öldürülen binlerce kişinin acısını hissederim. Belki de isyan sonucu tahrip olan İkinci Ayasofya yerine hâlâ ayakta duran ihtişamlı Ayasofya yapıldığı için sevmem bu yapıyı.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, meydandaki hipodromu canlandırmak istiyormuş. Muhtemelen onu çağrıştıran, aslına uygun bir yapı inşa edilecek. İBB, daha önce meydandaki anıtların bakım ve onarımını gerçekleştirmişti.
Birçok kişi karşı çıkmış ama ben kararı duyunca heyecanlandım. Bir kere, Roma'nın mirasçısı İtalya veya Yunanistan değil, biz olmalıyız. Üzerinde asırlar boyunca farklı toplulukların yaşadığı bir coğrafyada olup tarih düşmanı kesilmek akıl alır gibi değil.
Video, Erkem İmamoğlu'nun YouTube'da paylaştığı Hipodrom: İstanbul'un Mirası videosunun giriş bölümünden.
Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı Halk Eğitim Merkezi, kursa kayıt için 50 liranın Ziraat Bankası'na yatırıldığını gösteren bir makbuz istiyor. Halbuki yaygın eğitimin ücretsiz olması gerek. Bunu yapmanın yasal bir dayanağı olmadığı için Okul Aile Birliği'ne bağış olarak yatırılıyor. Parasız eğitim geçmişte kalan imkansız bir ideal oldu bu ülkede.
Sandık çıkış anketleri ve sayılan oylar Giorgia Meloni liderliğindeki sağ ittifakın İtalya'da ipi göğüslediğini haber veriyor. 5 Yıldız Hareketi, sol ittifaka dahil olursa seçim kafa kafaya geliyor. Şimdilik Meloni'yi başbakan ilan etmek için erken.
Kendisi hakkında çok yazıp çizildi. Son olarak Macron'a yaptığı eleştiri sosyal medyada yayıldı ve olaylara yüzeysel bakanlar tarafından takdir topladı. Zaten Matteo Salvini ile arasındaki fark bu. Salvini, sert söylemlerde bulunup toplumsal kamplaşma üzerinden oy devşirirken Meloni, daha ılımlı bir imaj çiziyor. Mussolini hayranı, LGBT karşıtı, kendisi evlenmeden çocuk yapmasına rağmen aileyi kutsayan bir lider profili var karşımızda.
Başbakan olması durumunda ülkede bir şeyleri değiştirmeye çalışacağına şüphe yok. Bu konuda fazla ileri gidebilir hatta. Sanmıyorum ama Mussolini'nin izinden gitmeye teşebbüs ederse kendisi için iyi olmaz. Neler olabileceğini hatırlatmak için bu fotoğraf ters duruyor.
Tayyip Erdoğan'ın gerçekle ilişkisini kestiğinin ispatı niteliğinde bir konuşma. Türkiye'de seçme yaşı hiçbir zaman 30 olmadı. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda 25 yaşını dolduran her vatandaş oy kullanabiliyordu. 1924 Anayasası ile bu yaş 18'e indirilmiştir. 1934'te ise 22'ye çıkarılmıştır. 1961 Anayasası, bu yaşı 21 olarak belirlemiştir. 1987'deki değişikle 20 ve son olarak 1995'te 18 yaşındakiler oy kullanabildi.
İyi niyet gösterip seçilme yaşını kastettiğini düşündüğümüzde bile, en az üç maaşlı danışmanlarının işini iyi yapmadığı sonucuna ulaşırız. Gerçekten de 30 olan seçilme yaşı 2006'da 25'e, 2018'de 18'e indirilmiştir.
Bağıran çağıranlardan bıktım. Sonunda da yine CHP'ye çatıyor. Bu bir şeyler anlatmalı dinleyenlere. Önümüzdeki seçim, kafası karışık ve huysuz Erdoğan'ı emekli etmek için çok büyük bir şans. Türkiye, daha dinç kafalar tarafından yönetilmeyi hak ediyor.
Sosyal medya ilginç bir yer. Karabük Üniversitesi'ndeki öğretim üyesi görünüşü yüzünden gündem oldu. Fakültenin internet sayfasına bakınca birçok yabancı akademisyen olduğunu da görebiliyoruz.
Bir grup, Mısırlı akademisyenin Kahire Üniversitesi sitesinde yayınlanan CV'sini okumuş olacak ki kendisinin Japonya'da ve ABD'de akademik çalışmalara katıldığını söyledi. Bunu yaparken ülkenin en çok hedef gösterilen laik kesimini de unutmadılar. Aşağılamanın, ötekileştirmenin bini bir para oldu. Bu da bu eleştirileri yöneltenlerin asıl niyetini meydana çıkardı.
Laik ve seküler birbirinden farklı kavramlardır. Analitik felsefe dergisi kurmuş -adı lazım değil- bir liboş bile bu farkı bilmiyor. Seküler, dinin kendi yaşamı üzerinde etki sahibi olmadığını söyleyen kişidir. Laik ise din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması gerektiğini savunan kişiye denir. İkisi aynı insan olabilir elbette. Mesela ben kendimi dinsel açıdan seküler, siyasi yönden laik olarak tanımlıyorum.
İşin doğrusu, bu öğretim üyesi yerine daha yetkin bir Türk akademisyen bulunabilirdi. Hiç de bu kişilerin anlattığı gibi, alanında imkansızları başarmış biri değil bir kere. Öyle olsa bu unvanla kalmazdı. Amaç Türkiye'yi Araplaştırmak olunca böyle manzaralarla karşılaşmak normal tabii.
Burada can alıcı bir detay var. Bu akademisyenin alnında zebiba adı verilen bir iz var. Bu izin çok namaz kılanların alınlarında çıktığına inanılıyor Mısır'da. Bu yüzden secdede kafalarını sert bir yere vurup morartabiliyorlar. Alınması gereken mesaj yerine ulaşmıştır diye tahmin ediyorum.
Genç kadınların ofiste geçirdiği bir gününü anlattığı bir küsür dakikalık videolara denk geliyorum. Yemek yiyor, kahve içiyor ve sohbet ediyorlar. Başka bir şey yaptıkları yok.
Muhtemelen sekiz dokuz saatlik mesai içinde bir saat çalışıyorlar. Böyle işleri nereden buluyorlar? Ofiste çalışmamış olsam normal olan bu sanacağım. İçten içe kıskandım, özendim resmen. Aslında böyle rahat çalışma koşulları temizlikçisinden güvenlik görevlisine herkese lazım.
Hac ibadeti veya umre için Suudi Arabistan hükümetine para kazandırmak akıl kârı değil. Çünkü Suudi Arabistan, elindeki silahları ilk olarak Yemen'deki savaşta deneyen, böylece Yemen'de çocukları öldüren ve dahası Yemenli çocukların açlıktan ölmesine neden olan ülkelerden biri. Sanırım Yemen'de insanlık yıldızının söndüğü savaşa destek olmamak hac ibadetinden daha sevaptır.
Daha önce dünyanın çeşitli bölgelerinde İslam ile ilgili olarak cereyan eden olaylar hakkında "Dinimiz" diye başlayan bir dizi açıklama yapan Dışişleri Bakanlığı, şimdi de her yıl 23 Eylül'de kutlanan Suudi Ulusal Günü'nde Suudi Arabistan ile Türkiye'yi kardeş ilan etmiş. Hicaz ve Necd Kralı Abdulaziz El Suud, kendini 23 Eylül 1932'de Arabistan Kralı ilan edince, herhangi bir kurtuluş günü olmayan bu ülkenin ulusal bayramı oluşmuş. Üzerine basa basa söylemek gerekir ki insanları IŞİD'den farksız bir yönetim biçimiyle idare eden ABD kuklası bir ülke benim kardeşim olamaz.
Haberlerde gördüğümde bunu bir protesto sanmıştım ama alakası yokmuş. A.K. Çocuğu (Ayetel Kürsi), Trabzon'da düzenlediği miting sırasında kötü bir görüntü verip daha sonrasında rahatsız olmasın diye korumalar vatandaşı uyarıyor. LGBT diye bir şeyden muhtemelen haberi olmayan vatandaş yağmur altında beklemek zorunda kalıyor. Rengarenk şemsiyler her yağmurda satışa çıkar. Burada art niyet aramamak lazım. Renklere karşı alerji patolojik olabilir ama.
Sosyal medyada, şurada ve burada muhafazakar ve çoğu mütesettir olan kadınların İran'daki olaylar üzerine yorumlarını okuyorum. Ezici çoğunluğu, meseleyi özgürlükten ziyade İslam düşmanlığı olarak görüyor. Bu zihniyet gerçekten dehşet verici. Bazılarının psikolog titrini taşıdığını öğrendiğimde Üstün Dökmen'in haklı olduğu kanaatine vardım.
🇸🇪 Mereyusblog
Romersk medborgare från Miklagård.
På Mastodon sedan 23.X.2021
Bara postar oviktiga tankar.
Allmän egendom (PD). Inga begränsningar.
Jag tjänar ingen inkomst av det jag lägger upp här.
🇬🇧 Mereyü's blog
Roman citizen from İstanbul.
On Mastodon since 23.X.2021.
Just posting unimportant things.
Everything I publish is Public Domain (PD).
I don't earn any income here.
🇹🇷 Mereyü'nün blogu
Civis romanus sum.
23.X.2021'den beri Mastodon'da.
Önemsiz şeyler üzerine.
Paylaştığım her şey kamu malıdır (PD).
Buradan herhangi bir gelir elde etmemekteyim.