Show newer

“Sen bizi gaflet uykusundan uyandırdın”

İranlı yazar Samed Behrengi 24 Haziran 1939’da Çerendab’da dünyaya geldi. 31 Ağustos 1968’de Aras Nehri’nde ölü bulundu. Sadece 29 yaşındaydı.

İranlı yazar Samed Behrengi 24 Haziran 1939’da Çerendab’da dünyaya geldi. 31 Ağustos 1968’de Aras Nehri’nde ölü bulundu. Sadece 29 yaşındaydı. Eceliyle ölüm değildi bu, İran İstihbarat ve Güvenlik Teşkilatı (SAVAK) tarafından öldürüldüğü düşünülüyor. Sadece çocuklara değil yetişkinlere de çok şey söyleyen Küçük Kara Balık adlı eserinden sizin için bir parça seçtik:

Hayır ana. Bıktım ben bu dolaşmalardan. Çıkıkp gitmek, başka yerlerde ne olup bittiğini görmek istiyorum.

Sakın ‘Küçük Kara Balığın aklını çeldiler’ deme ana. inan bana. Uzun bir süredir düşünüyorum bunları. Tabii ki her anlatıdan hisseler kapmışım. Hele boşuna ömür tükettiklerinden yakınan ihtiyar balıklar var ya, beni çok düşündürmüştür. Yaşam sadece bir avuç suyun ardısıra dolaşarak zaman doldurmak mı gerçekten? Öğrenmek istiyorum. Yoksa başka türlü bir yaşam türü de mi var şu dünyada?”

Sözü bitince, anası:

“Yavrucuğum, aklını mı kaçırdın sen?” dedi. “Dünya, dünya diye tutturmuşsun. Nedir dünya dediğin? Bulunduğumuz çevredir dünya. Sürdüğümüz düzendir yaşam.”

Bu sırada irice bir balık yaklaştı yuvalarına, söze karıştı:

“Komşu,” dedi. “Nedir bu çene yarıştırmanız? Korkarım bugün dolaşmak için geç kalacaksınız.”

Ana balık komşusunun sesine oyuktan çıktı:

“Zamane çocuğu işte… ” dedi. “Anasına ders vermeye kalkışıyor.”

“Ne diyor ki?”

“Boyuna posuna bakmadan, çekip gitmek istiyor. Gidip dünyada olup biteni öğrenecekmiş! Büyük büyük konuşuyor, işte … ”

“Ah sevsinler küçüğü. Bilge olmuş da

haberimiz yok.”

Küçük Kara Balık:

“Efendim, bilge dediğinizin ne olduğunu bilmiyorum. Şu amaçsız dönüp dolaşmalardan usandım artık. Ben yokum bu işte. Kandıramam kendimi. Günün birinde yaşlanınca, cahil bir bunak gibi köşeme sinmek, boşuna tükettiğim günler için yakınmak istemiyorum.

Komşu kızdı:

“Daha neler!” dedi.

Anası:

“Biricik yavrumun böylesine yoldan çıkacağını düşünemezdim. Kimbilir kim baştan çıkardı” dedi.

“Kimsenin beni baştan çıkardığı yok. Her şeye aklım eriyor. İyiyi kötüyü ayırt ediyorum.”

Komşu balık, ana balığa döndü:

“Bacım, evini sırtında taşıyan salyangoz olmasın sakın?”

“Ya… Haklısın kuşkulanmakta. Hep yavrumun çevresinde dolanıyordu. O çelmiştir aklını, kahrolasıca!”

Küçük Kara Balık:

“Sus ana,” dedi. “O benim arkadaşımdı.”

Anası:

“Balıkla salyangozun arkadaşlığı mı olurmuş? Hiç duymadıktı.”

“Balıkla salyangozun düşmanlığını da hiç duymamıştık ama siz ona düşman kesildiniz.

Zavallıyı yok yere öldürdünüz.”

Komşu balık:

“Bu eski bir öyküdür,” dedi.

“İyi ama siz deştiniz bu eski öyküyü.”

Anası:

“Ölümü hak etmişti o,” dedi. “Unuttun mu olur olmaz yerde, ileri geri konuşmalarını?”

“Öyleyse beni de öldürün. Çünkü ben de öyle konuşuyorum artık.”

Sözü uzatmayalım. Onların tartışmaları öteki balıkları da oracığa topladı. Görünüşe

bakılırsa çok kızmışlardı Küçük Kara Balığa.

Yaşlılardan bir balık:

“Çizmeyi aşıyorsun. Sonra karışmam ha… Sana da acımayız!” dedi.

Bir başkası:

“Küçük Bey biraz okşanmak ister. Evet, anlarsınız ya…” dedi.

Ana balık:

“Çekilin! Dokunmayın yavruma,” diye haykırdı.

Bir başka balık:

“Hanımefendi,” dedi. “Çocuğu iyi eğitmemenin sonu budur işte!”

Komşu balık:

“Bu durum karşısında, inan ki komşun olduğumdan utanç duyuyorum.”

Başka birisi de şu öneride bulundu:

“Hadi, iş işten geçmeden bitirelim işini.

İhtiyar salyangozun yanına gönderelim onu.”

Balıklar Küçük Kara Balığı yakalamaya davrandılar. Bir kargaşadır koptu. Ama arkadaşları daha çeviktiler, kurtarıp ortalıktan kaçırdılar onu.

Ana balık, ah vah edip dövünüyor, ağlıyordu:

“Yavrum elden gidiyor, yetişin a dostlar…

Küçük Kara Balık anasının telaşını görünce:

“Anacığım, benim için değil, bu koca

bunakların haline ağla,” dedi.

Uzaktan biri:

“Ağzını topla. Bızdık,” diye bağırdı.

İkincisi:

“Tövbeler olsun,” dedi. “Seni asla aramıza almayacağız.

Üçüncüsü: “Bunlar gençlik hevesleridir, gel gitme, vazgeç bu sevdadan…”

Dördüncüsü: “Buranın neyi eksik yani?”

Beşincisi: “Bundan başka bir dünya yok. Dünya burasıdır işte. Dön.”

Altıncısı: “Uslanıp dönersen, o zaman gerçekten aydınlandığına inanacağız.”

Yedincisi:

“Seni özleyeceğiz yahu,” diyordu.

Anası da: “Acı bana, gitme, gitme .. ” diye sızlanıyordu.

Kara Balığın artık onlara söyleyeceği bir sözü yoktu. Hızla ayrıldı oradan. Yaşıtı birkaç arkadaşı onu çağlayana kadar uğurladılar.

Küçük Kara Balık onlardan ayrılırken: “Dostlarım,” dedi. “Yine görüşürüz umarım. Beni unutmayın.”

Dostları ona: “Seni nasıl unuturuz,” dediler. “Sen bizi gaflet uykusundan uyandırdın. Bize öyle şeyler öğrettin ki, daha önce hiç düşünmemiştik. Yine görüşmek umuduyla…

[Küçük Kara Balık, Samed Behrengi, Gendaş Çocuk]

alinteri8.org/2023/06/24/sen-b

ĞADİR BAYRAMI
Uzatmadan yazacağım bir tek cümle bulunuyor oda bu yazıyı sakince okumanızdır. Çünkü bu yazıda dini amaçlar ya da ön yargılar bulunmamaktadır. Tek amaç bu bayramın nedenleri açıklamaktır. Hepinize kolay okumalar diliyorum.

Mihraç URAL
Yazı oldukça uzun. Buna rağmen okurlarım konuyu kapsamlı olarak bilmeleri için sabırla okumalarını istiyorum.

ĞADİR BAYRAMI

Bu gün Ğadir bayramı, kimse elini bir işe sürmesin, iş yapmayı bırakın, insanlığı düşünün insanlık üretin. Hepimize gerekli olan budur...

V. Basıma önsöz- 5 Temmuz 2023 / Çarşamba

Uzatmadan yazacağım bir tek cümle bulunuyor oda bu yazıyı sakince okumanızdır. Çünkü bu yazıda dini amaçlar ya da ön yargılar bulunmamaktadır. Tek amaç bu bayramın nedenleri açıklamaktır. Hepinize kolay okumalar diliyorum.

IV. Basıma önsöz

Bu dördüncü yayımda halkımın müthiş bir hamleyle inanç kimliğine sarıldağına tanık oldum. Bir içgüdüsel refleks gibi. Özellikle bölgedeki son gelişmelerin selefi cinayet şebekelerinin farklılıkları yok etme vahşeti, kafa kesme, kol bacak kesip inanç kimliği üzerinden insanları topuca katletmeye uzanan bu kirli ve karanık sürece karşı inancına sarılan halkım direnişini böylesi bir çıkışla ifede etmeye baxşladığını gözlemledim.

Bu günün dualarına katıldım; tutkum uçun dua ettim, benim için de duaettiler. Bu satırları iki farklı yerdeki davete gidişimden sonra; üçüncü deveti yerine getirme arasında yazıyorum. Mukaveme Suriyyi güçlerine, Suriye Halk Ordusuna, şahsıma ve militan arkadaşlarıma yoğun duaların yapıldığı bu kutsal günde inancın kimlik ifadesindeki konumu çok daha netleşmiş oldu.

Bu inanç yayılmacı olmadığı için, hiçbir zaman siyasete bulaşmaz. İktidar gibi bir talebi olmayan inancın ilkeleri sadece tanrı ile kul arasındaki dua ilişkisine dayalı olan, fetvasız, akıl süzgecinden geçmeyen hiçbir şeyi şer-i saymayan özelliğiyle, evrimci olma gibi hiçbir inançta olmayan yapısı toplumsal yaşamda laik bir inanç olarak yer edinmesini sağlamıştır.

Bu özelliğiyle 1400 yılın kasvetine karşı direnişi tanımlayan Alevilik, bu tarihsel kesitte de direnerek yaşamaya ve yaşatmaya devam edecektir.

III. Basıma Önsöz;

Mihrac Ural – 1 Kasım 2012 / Perşembe (18 Zülhücce 1433)– Ğadir bayramı dolaysıyla

Hz Muhammed son hac ziyareti olan “Veda Haccı” dönüşünde tamamlanmış din öğretisini, inananların velisi olarak Hz Ali’ye teslim eder. Hz Ali müminlerin imamı ve velisidir. Tamamlanmış bir din öğretisi dünyevi ve uhrevi bir yol haritasıdır. Bu da dünya yaşamını insan onur ve erdemine bağlı bir toplumsal yaşama çevirerek uhrevi yaşamın huzurunu işaret eder. İslam dini, Veda haccının “ekmemltu dinokom” (Dininiz artık tamamlanmıştır) ibaresiyle kazandığı boyut aynı zamanda İslam’ın yönelimi ve güvenli yürüyüşü için Hz Ali’nin velayetini ön görerek manasını tanımlar. Hz Muhammed bir elçi olarak, İslam dinini vahiyle insanlığa ilettiği gibi, velayeti de bunun verdiği yetki ve güçle yapar.

Ehlibeytin yolu bu kaynaktan beslenir. İnsan erdem ve onurunun yol haritası bu kaynakta anlam bulur. Bu yol dünyasal hükümranlık yolu değildir, insanca yaşamın erdemli yoludur. Bu nedenle, ehlibeyt yolu hakimin değil, zorbaca mahkumiyet altına alınan müminlerin, despotluğa karşı insanlık erdemini savunan direnme yolu olmuştur.

İslam’ı egemenlik aracı, başka milletlerin ve insanların ürettiği değerleri talan etme amaçlı, yetkisi kimden alınmış belli olmayan Allah adına hüküm verme, asıp kesme, insan katletme, başka ülkeleri soyanlara uşaklık etme yolu haline getirenler, İslam’ın Ğadir günüyle yola devam eden erdemli yolunun direnişiyle yüz yüze kalmıştır. Dün gibi bu gün de bu iki güç doğada da var olan toplumsal yaşam da tecelli eden hayır ile şer arasındaki mücadeleyi temsil etti. Ğadir gününü tarihsel soyutlamalarımız arasında anlamlı hale getiren budur. Bu ölçüyle dünü olduğu kadar bu günün ve yarının hayır ve şer güçlerini belirler hale gelebildik.

Ğadir başlıklı makalemin bu III. Basımında bölgemizde ortaya çıkan “hayır ve şer” güçlerinin saflaşmasına işaret etmek için bu girişi uygun gördüm. Bu çatışma bu günün verilerinde en anlamlı saflaşmasını Suriye olaylarında görmekteyiz. Ğadir gününün ölçüleriyle de bu olayların haklı güçlerine şer güçlerinden ayırdık. İslam tam bu noktada iki farklı İslam olarak belirdi. Bunun üzerine de safımızı hak yolunda olanların yanında belirledik.

Dünya olaylarını toplumsal ve fizik yasalarıyla, insan erdem ve vicdan verileriyle ele alan bu satırların yazarı, dini bir aldatma aracı haline getirip insan kanına gerenlerin vahşet çağlarını aratmayan kıyımları karşısında Ğadir bayramının sadık bir izcisi olarak hak yolunun yanında şer güçlerine karşı direnmeyi seçmiştir. Ehlibeytin hak yolunu, ülkesinde ve Suriye’de anti-emperyalist mücadelenin merkezine oturttu.

Bu makaleyi yazdığımda da bu gün de aynı kanaatlerin bir militanı olmayı kendime yaşam biçimi yaptım. Bunun gereklerini yerine getirdim. Ğadir bayramınız kutlu olsun.

II. Basıma ön söz.

Mihrac Ural - 13 Kasım 2011 Pazar (18 Zulhücce 1432) Ğadir Bayramı münasebetiyle

Bu yazı, İnanç algılarım ve kültür kimliğimin önemli tanılarından birini oluşturuyor. Bu gün Ğadir bayramıdır, bu yıl 13 Kasım 2011 Pazar gününe denk geliyor ( 18 Zilhücce 1432). Laik, demokrat ve dünyasal algılarını fizik yasalarıyla bilimin verileriyle algılayan biri olarak, bu günü ben de mensup olduğun toplulukla birlikte sevinçle, coşkuyla ve özgünce kutluyorum. Bugününün resmi tatil olması için, İnanç topluluğunun tüm girişimlerine var gücümle katılıyorum. Bu hakkın alınması için en önde mücadele ediyorum. Demokratik hak ve özgürlüklerin parçalanamaz bir bütün olduğuna inanıyorum. Düne kadar, bu gerçekçi ve haklı talepleri dile getirmekten hep çekindiğimiz için halkımdan özür diliyorum.

Altta, uzun uzun konusunu ettiği Ğadir bayramı, Arap Alevileri için inanç algısının merkezinde duran bir gündür. Öyle ki, ebeveynlerim, ölümden önce, mezar taşlarına Hz Ali sevgisini işlememizi vasiyet ettiler. Ateşe meydan okuyan bu beyitleri istedikleri gibi, her ikisinin mezar taşlarına işledik. Beyitlerin Arapçası ve Türkçesi şöyle;

Arapçası:

Vilayeti li emir el nahil tekfini

İnda el memamti ve tahsiyli va tekfini

Tıynati kad cubilet kabla tekvini

Bi hubbi Haydara fa keyfa ennari tekvini

Türkçesi:

Ölümümde, yıkanıp kefenimi giydiğimde

Velayetimi emir el müminin Aliye vermişim, bu yeter...

Harcım, tekvinimden önce Haydara’nın sevgisiyle karılmış

Hangi ateş beni yakabilir ki…

Böylesine derin, böylesine köklü bir bağlılıkla inancına sarılmış bu kuşakların mesajlarını doğru kavramayı en az kendi adıma bir görev sayıyorum. Bu ister düşünsel, ister kültürel bir yaklaşım olsun isterse inançsal açıdan olsun ötelenemez bir görevdir. Bu inancın, 1400 yıl içinde oluşturduğu sarsılmaz kimlik, doğal olarak irdelenmeyi gerektirir. Bize ait olan, bizim coğrafyamızın gerçekliğinde ayakları yere basan bu hat, imparatorlukların, devletlerin, haritaların değiştiği, ideolojilerin ardı ardına yıkıldığı süreçlerde insani mesajına devam etmemsi ise önünde saygıyla eğilmeyi gerektirir. Ben de aynen öyle yapıyorum. Bununla da onur ve gurur duyuyorum.

Hepinizin bayramı kutlu olsun.

***

I.Basım: 23 Kasım 2010

23 Kasım 2010 Salı (18 Zulhicce 1431) bu gün, İslam aleminin ve özel olarak Arap Alevilerinin en kutsal günlerinden biridir.

Bu gün Hz Muhammed Veda Haccı dönüşünde (son hac ya da Hecatülveda - Hacetülbelağ) (Hicri 18 Zulhicce 10 / Miladi 8 Mart 632) Ğadir Hum bölgesinde, Hz. Ali’nin elini tutup, havaya kaldırarak ve tüm Müslümanlara seslenir “Allahumma men kintu veliyah fa haza Ali mevlah, Allahumma vali men vallah ve adi men adah” (Allah’ım ben kimin velisi isem, Ali onların mevlasıdır. Allah’ım onunla olanların yanında ol, düşmanlarının da düşmanı ol) der.

ĞADİR ALGISI

Bu ilanla, Hz. Ali’nin, Hz Muhammed’den sonra Müslümanların halifesi olduğu tespit edilmiş olur. Hz. Ali artık “Emir el Müminin”dir. Bu ilan Kuran ayetlerinden yapılan aktarmalarla da Tanrının, Peygamber Mahammed’e verdiği emrin sonucu gerçekleştiği ifade edilir.

Bu ilan, İslam aleminde çığır açtı. Onaylayanlara ve ret edenlere rağmen bu ilan, İslam tarihinin bu güne kadar süren en önemli hadiselerinden biri oldu. İnananlara göre bu karar, İslam mesajının yol haritasıydı, İslam’ın gerçek manasına tanrısal bir işaretti; bu güne kadar süren, yarında sürecek olan hakkın yoluydu. İnananlar, bu ilanı İnsana mesaj olarak gelen, insan erdemleri ve sosyal ilişkileri için çağının devrimi olan İslam’ı, her türden maddi çıkarın ötesinde bir ahlak sistemi olarak sürdürmenin güvencesi olarak görür.

İnanmayanlar açısından ise durum farklı. Böylesi bir ilan, dünyasal imparatorluklarının önünde önemli bir engeldi; toparlanıp birleşen, tarihsel iç kavgalarını bitirmiş olan Arap kabilelerinin açılımı, yayılması, yeni toprakları istila ederek hükümranlık kurması önünde bir engeldi. Bu ilan insan merkezliydi, başka milletlerin insanıyla Arplar arasında eşitliği öngörüyordu, peygamberin “la farka beyne Arabi ve Acemi illa bittakva” sözüne uyan, Arap milliyetçiliği adı altında başkalarını sömürme amaçlı dünyasal çıkarlara önem vermeyendi. Bu ilanı, İslam’a güç dengelerinin bozulmasıyla giren Arap eski egemenlerinin, mali açıdan güçlü kesimlerin maddi çıkarları ve gelişimleri önünde önemli bir engeldi. Bu nedenle, Hz. Ali’ye biat etmek, çıkarlarına aykırıydı. Peygamberin yaptığı bu ilanı görmemezlikten gelmek ya da buna inananlara karşı savaşmak gerekirdi.

Bu iki farklı algının iki farklı kitlesi, dayandığı sınıfsal gücü ve İslam’ın yayılma döneminde farklı duruşları vardı. Bunları da şöyle tasnif edebiliriz.

KARŞITLAR

Birincisi; peygamber tanrının mesajını iletmekle yükümlü bir kuldur. Dolaysıyla, tanrısal kalıcı bir hüküm veremez. Ölümünden sonra şura ile karar verilir, miras yoluyla Müslümanların halifesi olunmaz. Ğadir Hum’da yapılan ilan tartışmalıdır, Müslümanların bölünmemesi için ısrarlı olmamak gerek. Ali Allahın razı olduğu bir kuludur, Allahın yüzünü kerametli kıldığı ender bir insandır; “Kerrem Allah-u Vechu” diyerek konuyla ilgili ısrarcı olmayan bir duruş sergilerler.

İkincisi; Ğadir Hum’u toptan inkar edenlerdir.

Bu eğilim, başlangıçta İslam öncesi hakim olan aile ve çevrelerin eski inançların oluşturduğu mahalle baskısı altında İslam’a karşı içten huzursuz olanlarla başladı. Bu çevreler açısından İslam, daha ileri ve adil bir insanı yaşam sistemi, bir inanç olarak değil de bir devlet, bir hükümranlık alanı, ideolojisi, gücü olarak algılanır. Dünyevi, maddi çıkar merkezli imparatorluk kuruluş eğilimleri de bu çevrelerde başlar (Emeviler). Bu eğilim, İslam’a kılıç zoruyla katılmasının ve yakın akrabalarını İslam’a karşı her savaşta kaybetmiş olmasının acısını taşır. Peygamber İslam mesajını vermeye b.aşladığı andan itibaren en acımasız saldırıları Mekelilerin başında olan amcazadelerinden görmüştür; Mekke’nin egemen güçleri olarak, Ebu cehil, Ebu Süfyan ve oğlu Muaviye, Müslümanlara kesilmeyen kanlı baskınlar sürdürmüştür.

İslam’ın zaferle sonuçlanan ilk muharebesi Bedir savaşıdır (Tarih; Hicri, 17 Ramazan 2 H / Miladi, 13 Mart 624) Ebu Cehil bu savaşta çocuklarıyla birlikte katledilince, Emevi çevreleri, İntikam çılgınlığını başlatmıştır. Bu savaşta Muaviye’nin annesi, Ebu Süfyan’ın karısı Hind, amcasını kardeşini ve çocuğunu kaybetmenin refleksleriyle, intikam içinde çırpınışında yaralı bir yılan haline gelmiştir.

Mekeliler, 1 yıl sonra intikam almak üzere Müslümanlara karşı, Medine’ye doğru sefere çıktılar. iki güç Uhud dağı eteklerinde karşı karşıya geldi.

Uhud muharebesi, (tarih: H:3 Şavval 3 / M: 23 Mart 625) Hz. Hamza’nın şehit olduğu muharebedir. Bu savaşta özgürlük vadiyle, Hz. Hamza’yı katletmesi için Hind tarafından özel olarak kiralanan Cabir bin Mutim’in kölesi “Vahşi” adındaki zenci de yer almıştır. Bu savaşta Cahiliye Arapların başında Ebu Süfyan (Muaviyenin babası) ve Halid Bin velid yer alıyordu. Vahşi, saklandığı kayanın arkasından bulduğu ilk fırsatta Hz Hamza’yı şehit etmiştir. Hind’in “savaş yerinde Şehit yatan Hamza’nın göğsünü açıp, ciğerini çiğ çiğ yediği” söylenir.

Kin bu ilkel kabilelerde kültürün bir parçası olarak sürüyordu (Kırk yıl sonra intikam alan biri, “çok erken oldu” dermiş). Bu ilkellik bin yılların içinde şekillenmiştir. Bu yüzden yeni kültür, din, inanç da olsa, eskiyi kısa bir süreçte alt etmesi mümkün değildir.

Eski egemenler, İslam’a girmekle ne eski kültürlerini ne de eski ekonomik güçlerini kaybetmişti, sorunun özü de buradadır). Bu çevreler İslam’daki iktidar mücadelesinde, geçmişten gelen egemenliklerinin devamında ısrarlı olan çevrelerdir. Emeviler (Beni Ümeyye) bu kolun en önemli unsurlarıdır. Hz. Muhammed’in İslam mesajına karşı en kanlı savaşları bu çevreler vermişti. Peygamberin ölümünden sonra iktidarı bir kez daha ele geçirmişlerdi, sırtlarında İslam gömleği olsa da eski inanç ve kültürlerinin bilinçaltı kuşatmasıyla bir kez daha egemen konuma gelmişlerdi. İslam’da hilafeti babadan oğla saltanat gibi geçirende bunlar olmuştur (Muaviye’den Yezid’e)

Dolaysıyla Ğadir Hum ilanını tanımamayı, onun arkasında duranlara karşı barbarca davranmayı, İslaml’a süren savaşlarının yeni düzlemdeki devamı olarak gördüler. İslam’a karşısındaki yakın geçmişin yenilgilerinin intikamını almaya giriştiler. Bu nedenle, Tanrının emriyle Peygamberin Ğadir Hum’da Hz. Ali‘yle ilgili yaptığı “İnananların mevlası Ali’dir” ilanı, iktidarlarına yönelik İslam’ın devam eden bir savaşı olarak gördüler. Bu yüzden en acımasız kıyım ve ölüm saldırısını bu yolun yolcularına ve özellikle Ehlibeytin masum imamlarına ve taraftarı Alevileri yöneltirler. Bu gelenek onların izcileri tarafından da sürdürüldü. Akıl almaz fetvalar İslam adına, İslam’ın özü, manası, gerçeği, insanlık mesajının taşıyıcılarına karşı yöneltilmiş oldu. Cami hutbelerinde Hz. Ali’ye ağır hakaretleri ikame eden, Kerbela’da Peygamberin torunu Hz.Hüseyn’i şehit eden, kafasını kesip mızrağa diken, Şam sokaklarına yalın ayak ibreti alem diye süründüren bunlardır. Bu yöntemin çok daha acımasız türleri ve fetvaları Alevilere reva görende bunlardır. “Müslüman Müslüman’ın kardeşidir” ilkesini bile çiğneyen, dar çıkarların mahkumları da bunlar ve bu güne kadar süren ardıllarıdır.

Ğadir Hum ilanına yandaş olmayanların bu iki eğilim de, dünyasal, dar maddi çıkarları için hadis, icma, kıyas adı altında kan taşıdılar. Bunun için, İslam’ın gerçek mesajı Ehlibeyt ve yandaşlarına karşı kesintisiz bir ölüm denklemi geliştirdiler, zulüm ettiler.

İNANANLAR

Ğadir Hum ilanına inanan ve bu yolla hakkın tarafında olduğuna inananlar da kendi aralarında iki büyük topluluk oluştururlar.

Birincisi; Şiilerdir.

Ehlibeytin yolunda, inanç ritüeli olarak da Sünnilerle aynı biçim içinde ibadet eden bu kesim Ğadir Hum ilanını sadece zahiri yanıyla ele alır. Olayı dünyasal bir iktidar olayı olarak görür. Bu nedenle Kerbela’da Hz.Hüseyn’in katledilmesini, bu güne dek süren bir dünyasal intikam zemininde algılar. Hüseyn katledilmiştir katledenler İslam’ı katletmiştir refleksi gösterirler.

Şiilik bir ölçüye kadar Arap İslam yayılmacılığı karşısında Fars refleksinin tercihi, farklılığının bir ifadesi olarak yer alır. Fıkıh, farz ve öğretinin sisteminde farklılığına karşı genel İslam tanımı içinde mütalaa edilen bir konumda yerini belirler.

Ğadır Hum ilanı insani mesaj açısından Şiilikte önemli olsa da Kerbela’nın dünyasal etki ve sonuçları daha çok önemsenir. Hz. Hüseyn ve şehit olması daha çok kutsanır.

Şiilikten oldukça farklı olan Anadolu Aleviliğinde Ğadir Hum ilanına ilişkin açık bir algı, literatür bulunmamaktadır.

İkincisi; Arap Aleviliği

Arap Alevi topluluğuna resmi kayıtlarda “Nusayri” adı verilmeye çalışılır. Bu tanım doğru değildir. Hz. Ali ve öğretisinin temel unsur olduğu bir inanç topluluğu, Muhammed bin Nusayr’in saygıyla bilinen önemi ne olursa olsun Hz Ali’nin adından daha önce anılmasına yol açmaz. Bu topluluğu böylesine ikinci üçüncü şahıs adlarıyla tanımlamak doğru değildir. Kaldı ki, “Nusayri” adı üzerinde çok farklı yorumlar bulunmaktadır. Daha çok da Osmanlının Alevileri tahkir etmek üzere kullanıldığı bilinmektedir. Alevi kavramı, 1000 yıldır batini yazıtlarda kullanılan bir kavramdır. Arap Alevileri, kendi aralarında, kendilerini mezhebin kurucusu ve büyük şeyhi Hüseyn Bin Hamdan El Hasibi (Kas) adına atfen, Hasibi olarak tanımlarlar. Buna rağmen, bu inanç topluluğu en iyi tanımlayacak en doğru kavram “Alevi” kavramıdır.

1100 yıl önce bu inancın düsturu oluşturulurken “Alevi” adı net olarak belirtilmiş ve bunun ne anlama geldiği, kaynağının ne olduğu yazılmıştır. “İnanç topluluğumun sözleşmesine saygı gereği, bu gerçeğin yazılı belgesini olduğu gibi aktarmayacağım. Ancak bu belgeyi inancın öğretisini alan herkesin bildiğini belirteceğim. Bunun için “Düstur”da yer alan “ALEVİLİĞİN KAYNAĞI” diye tercüme edebileceğim (Ayn el ALEVİYYA)’ya bakmak yeterlidir. Bu şansı bulamayanlar için diyeceğim şey, Hasibi (kas) velanın kaynağını net bir şekilde şöyle ifade etmiş, “Mana”, “Hicap” ve “Bab”ı tanımlamıştır. Aleviliğin kaynağı budur demiştir; “Sır ayn el Aleviya, el zatiya el enza3iyya emir el nahil el ma3na ALİ”. (Türkce meali; Aleviliğin kaynağı, manası ALİ’dir)” (Bkz. Mihrac Ural “ALEVİ ADI” makalesi s:: 20)”

Arap Aleviliği özü itibariyle batini bir felsefi yoldur. İslam’dır, İslam’ın tüm farzlarını esas alır bunun da ötesinde dünya ve ahret algısının derinliğine ibadetine önem verir. Derinlik bu inanç algısının felsefesidir. Bu kesimde Ğadir Hum ilanı algısı çok güçlüdür ve her şeyin başlangıcını buradan görür ve buradan geliştirir. Bu günü bayramların en büyüğü olarak kabul eder.

Tanrının Peygamberi aracılığıyla dile gelen Ğadir Hum ilanı, tüm tartışmaları sona erdiren bir açıklama olduğuna inanırlar; hilafet Hz. Ali’nindir, Hz. Ali Emir El müminindir. Hz. Ali, inancın MANASIDIR.

Felsefi boyutta bu ilan, doğadaki maddi manevi her varlığın bir özü olduğu ve bu özün hareketiyle yönelimlerini belirlediği saptamasına dayanır. Batini yanıyla bu ilana verilen anlam, her düşüncenin özü, manası onun gerçek var oluşunu izah eder. İslam’ın insani mesaj olarak taşıdığı anlam Hz. Ali’de ve onun ardılları olan Ehlibeyt’in yolunda olduğuna işaret eder. İslam’ın özü aynı zamanda inancın manasıdır. İnancı anlamak için manasına ulaşmak gerek. İslam’ın manası da Ğadir Hum mevkiinde Hz Muhammed’in yüz bini aşkın Müslüman’ın şahit olduğu ilanla Hz. Ali’dir

Bu adım İslam’ın mesajına yol göstermiştir. Hilafet olayında bu ilan inananların İslam’daki insanı öze, gerçek manaya tutunmalarına bir çağrıdır. Hz. Ali’yi, Aleviler indinde MANA yapan da budur.

İnsanlığın geçtiği büyük uygarlıkların son doruğunu temsi eden üçlemede Ali, Muhammed, Selman aynı zamanda insanlık düşün evriminin de dorukları olarak tasnif edilirler. Buna felsefi, tarihi belirlemeye şahadet etmeyi, "Eşhedu en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden âbduhu ve Resuluhu." Kelime-i şahadeti kadar önemserler.

Ğadir Hum ilanı, kimi İslam alemi mezheplerince yok sayılmaya, üzeri örtülmeye çalışılması, gerçekte 1400 yıldır süren acımasız Alevi kıyımın bir parçası olarak devam etmektedir.

İnancı dünyasal çıkarların mihverine itenler, bu yanlış yönelime karşı çıkan Peygamberin Ehlibeyt’ini düşman ilan etme nedeni de budur. Oysa inanç, insan merkezli olmaksızın onun erdemlerini ve onursal var oluşunu korumaksızın, ne tanrısal bir mesaj ne de doğruluk yönelimi olabilir. Bu nedenle her düşünce formu gibi inancın da bir manada kendini ifade etmesi gerek. İslam’da MANA Hz. Ali’dir; bu da Ğadir Hum’da tanrının peygamber Muhammed’e verdiği bir emirle ilan edilmiştir.

ĞADİR HUM’A GİDİŞ

İslam’ın yayılması ilk adımda meşakkatli bir yol izledi. Peygamber en yakın akrabalarıyla savaşmak zorunda kaldı. Yeni bir din, yeni bir tanrı, yeni bir gelenek ve görenek yaratmak, binlerce yılın köklü yapılarını, inanç simgelerini, putlarını, ritüellerini yıkmak demekti. Doğal olarak karşısında ilk elden egemen olanları bulacaktı. Bunların ağırlıklı kemsi Peygamberin amcezadeleriydi.

Ebu Süfyan ve Karısı Hind bilindiği gibi İslam’a karşı en büyük direnişi gösteren Beni Ümeyya (Emevi) egemenleriydi. İslam güçlenip Mekke fethedileceği açık olunca, göstermelik bir U dönüşüyle bunlarda İslam olduklarını kelime-i şahadet getirerek İslam’ın engellenemeyen ileri atılımına katıldılar. Oysa eski çok tanrılı inançları ve egemenlikleri tamamıyla dünyasal ve maddi değerler üzerine kurulmuştu. Kültürel algıları bu kapsamda tarihsel geçmişe dayanan çok köklü bir dokusu vardı. Peygamberin erken ölümü ise, bu kültürel dokunun kendi algılarıyla İslam’ı da kendi çıkarlarına bir araç olarak kullanmaya yönlendirmesi kaçınılmazdı. Halife Osman zamanında Emevilerin sık sık ve ısrarla eski dine dönme yönünde kulis çalışmaları ise tarihçiler tarafından tespit edilmiş vakalar arasındadır (Ebu Süfyan, amcası oğlu olan Halife Osman’a "Ey Ümeyye Oğulları! Hilafeti tıpkı bir top gibi birbirinize pas verin. Ebu Süfyan'ın yemin ettiği şeye andolsun ki ne cennet vardır, ne de cehennem." Tarih-i Taberi, c. ıo, s. 58; Müruc'üz-Zeheb, c. 2, s. 343. Dediği rivayet edilir).

Beyt ül Mal’in (İslam maliyesi), Halife Osman zamanında yakın çevre arasında haksızca dağıtımı, iktidarı paylaşmada Emevilerin eski kültür algılarıyla çalışmaları bu konuda önemli bir belirtidir) Ebu Süfyaan ve Hind’in oğlu Muaviye, Emevi soyu açısından bu rolü, vali olarak gönderildiği Şam’da, Halife Osman’ın katledilmesi üzerine yürüttüğü çirkin oyunlarla zorlanmadan oynamaya başladı (Osman’ın kanlı gömleğini Emevi camii kapısına aylarca asılı tutarak Hz Ali düşmanlığının kışkırtılması olayı, Hz. Hasan’ın aldatılması ve zehirletilmesi olayı gibi).

İslam’ın insanı mesajı bu süreçle birlikte ters yüz edilerek, Irkçı, milliyetçi, dünyasal çıkarların hükümranlığı için kullanılmaya başlandı. Amaç bir imparatorluk kurma haline geldi. Fütuhat başka milletlerin kıyımı ve emekleriyle ürettikleri servetlerini talana dönüştü. Bunun içinde uyduruk Hadislerle her şey şer-i hale getirildi. Bu kanaldan yeni bir şeriat İslam’ın insan özüne aykırı olarak şekillendi.

Bunun karşısında duran gerçek müminler ise acımasızca doğrandı. Bu nedenle de peygamberin Ehlibeyti, torun ve yakınları bu kıyımın en önemli hedefi oldu. Ehlibeytin yolundan giden Aleviler bu aşamadan sonra, her türden suçlamaya maruz kalarak ölüm takibatlarına, toplu kıyımlara uğradı.

Bu algı İslam’ın bölünmesinde önemli bir rol oynadı. İslam’ı, insani mesaj olan özünden çıkaran dünyasal çıkarların hükümranları, kapı kullarının uydurma hadislerinden türettikleri “Sünnet”i şeriat ilan edip, İnananları böldüler. Baskı ve zorla mahkum ettiklerini, hakimlerin uydurmalarına esir ettiler, insanlık dışı fetvalarla da kardeşi kardeşe kırdırdılar. Bu tarihi sürecin en kanlı hedefi de Ehlibeyt oldu.

Ehlibeyt, İnancın MANASIDIR. Batınıdır, gerçeğin içeriği ve özüdür. Bu yüzden dünyasal çıkar imparatorlarının hedefi oldular zehirletildiler, kanlı kıyımla öldürüldüler. Şehitlerin en ulusu Hz. Hüseyn Kerbela’da bunun için katledildi (Arap Alevilerine göre o ölmedi, her bir Alevi’de inanç ve düşün olarak yaşamaya devam ediyor; o tanrı katına Hz. İsa gibi yükseltildi. Kuran’da Hz. İsa ile ilgili ayetin, aynıyla Hz. Hüseyn için geçerli olduğu belirtilir; Nisa Süresi 157. Ayet )

Bu gelişmeler, tanrının bir sınavı olarak ilgili tüm gerçek Müslümanları kapsadı. Acılar çekildi, kovuşturmalara düşüldü, zehirlendi, kafalar kesilip top niyetine oyun aracı oldu. Buna rağmen dünden bu güne, İslam’ın insanlığa yönelik mesajına bağlı olanlar Ğadir Hum’u unutmadı, bu günün ipine sıkıca sarılıp birlik olmanın, hak yolunda yürümenin izini sürdü.

Ğadir Hum bir bayramdır, hakka gidişin yol haritasıdır. Bu gerçeğin şahitleri Sadece Aleviler değildir. Dört mezhepten biri olan Hambeli Mezhebinin kurucusu İmam Ahmet Bin Hambel’in meşhur Hadis kitabı Müsned; C.4;S372’de Zeyd Bin Erkam’ın bizzat Hz. Muhammed’in ağzından Hz. Ali’nin Müslümanların mevlası ilan edildiğini duyduğunu ve bunu tekrarla kendisine soran Ebü’-Tüfeyl’in sorusu üzerine” Evet Resul Allahtan duydum” diyerek cevap verdiğini aktarır. Ğadir Hum’daki ilan, onlarca sahabe tarafından da teyit ediğini yazar.

Bu konuda İmam Ahmet bin Hanbel şunları yazıyor; "O gün otuz ashap ayağa kalkıp Gadir Hum hadisini kendi kulaklarıyla işittiklerine tanıklık ettiler." (Müsned C.1 S;119 Hadis 633)

Ayrıca Gadir Hum olayına, Ehl-i Sünnet tarihçileri, hadis ve tefsir yazarları da önemle işaret eder.

Ayrıca, İslam’ın insanı mesajı, ehlibeyt ve Hz Ali’nin en sadık takipçisi, sosyal adaletin en kadim temsilcisi Abuzer El Ğifari de Ğadir Hum hadisesinin canlı tanığıdır; “ Gören şu gözlerimi, duyan şu kulaklarımı mezarda yiyecek kurtlar hakkı için yemin ederim ki Hz. Muhammed’in ağzından, Hz. Ali’yi “tüm Müslümanların mevlası” olduğunu ilan edişinin tanığıyım” der.

Ğadir Hum ilanının tanrısal bir emir olmasına gelince farklı kaynaklarca teyit edilen şu belirlemeleri görürüz.

Hac farzı Hicretin 9. Yılında (M.631) vahiyle inerek Kuran’daki yerini aldı; “Orada apaçık deliller vardır, İbrahim’in makamı vardır; kim oraya girerse, güvenlik içinde olur; oraya yol bulabilen insana Allah için Kabe’yi haccetmesi gereklidir. Kim inkar ederse, bilsin ki; doğrusu Allah alemlerden müstağnidir.”( Diyanet işleri meali; ALİ İMRAN 3/97.)

Hz. Muhammed bu emirle H. 10 tarihinde Veda hacı’na gider.

Hz. Muhammed son haccını eda etmeye gidişi bir tanrı emri olarak gerçekleştiği belirtilir. Allah Resulüne, ilan etmesini istediği bir gerçeğin duyulmasını ister ve bunun için peygamberini veda haccı yapmaya yönlendirir. Bunun için vahiy gelir ve ayet iner; "Ey Peygamber! Rabbinden sana indirilen mesajı ilet. Eğer bunu yapmazsan, O'nun elçiliğini ulaştırmış olamazsın. (Hiçbir şeyden korkma) Allah seni insanlara karşı koruyacaktır" (Maide 67) Bu ayetle bir sırrın açıklanacağına dair işaret verilir.

Ezanlar okunur ve Veda haccına gidiş ilan edilir. Müslümanlar akın akın veda haccına katılmak üzere gelir. Yüz bini aşkın (114 000) Müslüman’ın toplandığı rivayet edilir.

Hac farzı eda edilip dönülünce, Ğadir Hum vadisi mevkiinde mola verilir. Bu molada Hz. Muhammed, Hz. Ali’nin elini yükseğe kaldırıp müminlerin mevlası (sorumlusu) olduğunu ilan eder. Bu ilan yapılır yapılmaz, vahi gelir ve Allah, Peygamberin görevini tamamlayıp son emrini böylece yerine getirmesi üzerine şu meşhur ayeti indirir; "Bugün dininizi tamamladım, size nimetimi tamamladım ve din olarak sizin için İslam'ı seçtim." (Maide 3)

İslam dininin tamamlandığı ilanı, Ğadir Hum’da Hz. Ali‘nin Emir el Müminin (İnananların mevlası) ilan edilmesiyle gerçekleştiğine işaret edilir. Bu nedenle bu gün, Tüm inananların, İslam aleminin ve özelikle Alevilerin en kutsal günü sayılır..

Bu gün Arap Alevileri için inancın MANA günüdür, özün, niteliğin cevherin ilan edildiği gündür, sırların en büyüğünün inananlarla paylaşıldığı gündür. Batini derinlikte bu gün, insanlık için düşünme ve emek verme günüdür. Düşüncenin tarihsel evrimi içinde oluşturduğu dorukların (kubbe) Muhammediye kesitindeki “Mana”nın ilanı olarak görülür. Bu yüzden bu günün arifesinden itibaren (dün ve bu gün) hiçbir iş yapılmaz; sadece insanlık için düşünülür, insanlık üretilmeye çalışılır. İnancın insanlık mesajı bilince çıkarılır.

SONUÇ

Bu satırların yazarı, inanan inanmayan insanlık için, doğruya gidişin bin bir yolu içinde kendi özgünlüğüyle yer alan, insan erdemini esas alan, bizden olan ve bizim için olan tüm değerlere sahip çıkmayı görev sayar. Bu yanıyla İnsanlık bilgi birikim hazinesinin önemli bir unsuru olan Aleviliği önemle dikkate alır ve onun talibi olduğunu ilan eder.

Bu münasebetle, insanlığa ve insanlık barışına adanmış hikmet yollarından biri olan Alevilerin Ğadir Bayramını kutluyorum.

Kim nerede ve ne olursa olsun, herkesi İnsanlık ailesinin gerçek ve haklı bir üyesi olmak için insani erdemlere bağlı kalmaya davet ediyorum. İnsanlık üretmeye koşun diyorum…

Not: Yararlandığım kaynak, Abdülhüseyn Şerefüddin El Musevi “EL MÜRACAAT” Kitabı. Velayet Yayıncılık

____________________________________________________________________

• Ali Fakioğlu

o Müminlerin emir sahibi imam-ı Ali efendimiz a.s Ğadir Humm günüyle ilgili şöyle buyurdu:

“ Bu gün yüce bir şerefe sahiptir. Bu günde yol açıldı, yazılanlar kaldırıldı ve deliller yerini buldu. Bu gün her şeyden arınmış beyanın ve açıklamanın günüdür. Bu gün dinin kemale erdiği gündür. Bu gün vaat edilenin günüdür. Bu gün şahitliğin ve şahit olunanın günüdür. Bu gün nifak ve inkârcılığa karşı yapılan sözleşmenin günüdür. Bu gün imanın hakikati hakkında beyan günüdür. Bu gün şeytanın kovulduğu, uzaklaştırıldığı gündür. Bu gün burhan (kanıt) günüdür. Bu gün vaat edilmiş olduğunuz hakikatin batıldan ayırıldığı gündür. Bu gün ondan yüz çevirdiğiniz yüce topluluğun günüdür. Bu gün irşat günüdür. Bu gün kulların imtihan edildiği gündür. Bu gün hakikati müdafaa edeceklerin delil günüdür. Bu gün kalplerde bulunan kinlerin ve gizli işlerin ortaya çıktığı gündür. Bu gün ilahi emirle seçilmişlerin günüdür. Bu gün Şit’in (Şis’in) günüdür, bu gün İdris’in günüdür, bu gün Yuşa’ın günüdür, bu gün Şem’un un günüdür…”

Kaynak;

o

• Ebi Abdullah Muhammed bin Muhammed bin Nu’man şeyh el-Mufid (A), vefatı 413 hicri, “Mesâr el-Şiy’a” kitabında, s: 38-41

• Ebi Cafar Muhammed bin Hasan el-Tusi (A), vefatı 460 hicri, “Misbâh el-Mutheccid” kitabında, s: 756

• Reşiduddin Muhammed bin Ali bin Şahrâşub (A), vefatı 588 hicri, “Menâkib Âl-Ebi Tâlib” kitabında, c: 2, s: 243

• İbin İdris el-Hilli (A), vefatı 598 hicri, “El-Serâir” kitabında, c: 1, s: 418

• Seyyid Radiyuddin Ebi Kasem Ali bin Musa bin Tâvus el-Hilli (A), vefatı 664 hicri, İkbâl el-A’mâl” kitabında, c: 2, s: 257-258, 264-265

• Hasan bin Yusuf el-Mutahhar el-Hilli (A), vfatı 726 hicri, “Munteha el-Matlab” kitabında, c: 2, s: 612

• Zeynuddin Ebi Muhammed bin Yunus el-Âmili (A), vefatı 877 hicri, “El-Sirat’ul-Mustakiym” kitabında, c: 1, s: 316

• Muhammed bin Hasan el-Hurr el-‘Âmili (A), vefatı 1104 hicri, “Vesâilu el-Şiy’a” kitabında, c: 10, s: 445-446

• Seyyid Haşim bin Suleyman bin İsmail el-Musavi el-Bahrani (A), vefatı 1109 hicri, “Keşf’ul-Muhimm” kitabında, s: 63

• Muhammed Bakır el-Meclisi (A), vefatı 1110 hicri, “Bihar’ul-Envar” kitabında, c: 37, s: 164; c: 94, s: 116; c: 95, s: 194-195

demokratikbirlik.org/gadir-bay

Leo Tolstoy ve Sessiz Evren
İstediğiniz her şeye sahip olsaydınız ama hayatınızın bir anlamı olmasaydı yine de hayat yaşamaya değer miydi? Savaş ve Barış ile Anna Karenina gibi klasiklerin önde gelen yazarı olan zengin Rus Kont Leo Tolstoy (1828-1910) için bu sadece teorik bir soru değildi, bir ölüm kalım meselesiydi: “Neden yaşamalıyım? … Hayalî ve tahrip edilebilir hayatımdan hangi gerçek ve yıkılamaz öz gelecek?” sorusunu kendine sordu. Otobiyografisi olan İtiraflarım (1882)’da, anlam sorusuna tatmin edici bir yanıt bulamadığı sürece “yapabileceğim en iyi şey, kendimi asmaktır” diye yazmıştır. “Hayatın anlamı nedir?” sorusunu, bir insanı bu soruya tatmin edici bir yanıt verememesinden dolayı intiharın eşiğine sürükleyebilecek kadar güçlü bir soru yapan nedir?

Bu sorunun geçmişini araştırmaya başladığımda, ilk sürpriz aslında onun ne kadar yeni olduğuydu. Bunu genellikle insanlığın başlangıcından bu yana sorulan ezeli bir soru olarak düşünürüz ancak aslında “hayatın anlamı” ifadesinin İngilizcedeki ilk kayıt altına alınmış kullanımı, 1834 gibi yakın bir tarihte Thomas Carlyle’ın son derece etkili romanı Sartor Resartus’’tadır: “Yaşamımız Zorunluluk’la çevrilidir yine de Hayat’ın anlamı, Özgürlük’ten, İstemli Güç’ten başka bir şey değildir.”

Carlyle’ın kahramanı bu soruyu sormadan önce varoluşsal bunalımın olağan aşamalarından geçer. İlk olarak dini inanç kaybı yaşanır: “Şüphe, İnançsızlığa dönüşmüştü … ruhunun üzerinden şüphe üstüne şüphe acımasızca geçiyordu … O hâlde Tanrı yok mu?” Tanrı olmadan evren soğur ve sessizleşir: “Bana göre evren; Yaşamdan, Amaçtan ve İradeden yoksundu: Beni ezmek için donuk kayıtsızlığıyla yuvarlanan âdeta devasa, bozuk, ölçülemez bir Buhar-makinesiydi.” Her türlü aşkın değerden yoksun mekanik bir evrende, artık hiçbir şeyin önemi yok gibi görünüyordu.

Tolstoy için varoluşsal bunalım evresi, sürekli olarak “Neden?” sorusu tarafından eziyet edilmesiyle belirgindi. Mal, mülküyle meşgul olmaya başlamıştı. Ama neden? Çünkü o zaman, ekinleri daha çok mahsul verecekti. Ama neden bu umrunda olsun ki? Ne yaparsa yapsın, ne başarırsa başarsın er ya da geç hepsi unutulacaktı.

DEVAMI: dusunbil.com/leo-tolstoy-ve-se

Türkler başkalarının ülkelerini isgal edince faşist olmuyorlar, başkalarının dillerini yasaklayınca fasist olmuyorlar, baskalarının kültürlerini yağmalayınca fasist olmuyorsun.
Tepeden tırnağa ırkçılık yaparsan halk düşmanı bir faşist olmuyorsun,
Talandan beslenirsen faşist olmuyorsun,
Başka halkları küçümseyen sözleri, fıkraları anlatınca fasist olmuyorsun.
Çingene kelimesini aşağılık olarak kullandıkları zaman fasist olmuyorsunuz,
Kürd’lerin müziğini kendi müzikleri gibi kullanıp köksüz türkçe sözlerle kirletip, ondan sonra Türk sanat müziği yada Türk halk müziği deyince fasist
olmuyorsunuz,
Kürdistan’ı harabeye çevirince fasist olmuyorlar.

AMA BİR KÜRD TÜM BUNLAR FAŞİZMDİR DESE
Yada ben kendi milletimden, tüm haklardan bahsetsem FAŞİST oluyorum…

Öyle mi?

İşte türklük böyle bir
FAŞİZİMDİR.

Uzak durun bunlardan.!

Mahmut Uzun

instagram.com/p/CujPWHuqtW5/

Srebrenitsa Soykırımı: Sürece nasıl gelindi, neler yaşandı?

euronews • Son güncelleme: 11/07/2023 - 08:11

Bosna Savaşı sırasında 8 binden fazla Boşnak sivilin Sırp askerler tarafından katledildiği Srebrenitsa Katliamı, üzerinden 28 yıl geçmesine rağmen hala yakın tarihin kanaya yarası olarak tazeliğini koruyor.

Bosna Savaşı sırasında 8 binden fazla Boşnak sivilin Sırp askerler tarafından katledildiği Srebrenitsa Katliamı, üzerinden 28 yıl geçmesine rağmen hala yakın tarihin kanaya yarası olarak tazeliğini koruyor.

11 Temmuz 1995'te başlayan ve 8 bin 372 Boşnak sivilin Ratko Mladic emrindeki Sırp askerler tarafından hunharca öldürüldüğü Srebrenista Katliamı, 2. Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa'da yaşanan en büyük insanlık trajedisi olarak nitelendiriliyor. Aradan çeyrek asır geçmesine rağmen halen bin kurbanının kayıp olduğu bu büyük trajedi sadece Bosna Hersek'in değil tüm insanlığın adalet arayışının sembolü haline geldi.

Soykırımda katledildikten sonra toplu mezarlara gömülen Bosnalıların DNA örneklerinden kimlik tespit çalışmaları ise devam ediyor.(...)

DEVAMI tr.euronews.com/2021/07/10/sre

Medusa'nın Kesik Başı ve Bütün Hikâyemiz
Özlem Dikeçligil

Baudrillard, “Medusa öyle kökten bir ötekiliği temsil eder ki ona bakan ölür”1 der. Ve Medusa’nın ötekiliğini ulaşılamayacak bir yere koyar. Çünkü Medusa’nın ötekiliğinde ölüme açılan, dönüşü olmayan bir yan vardır. Medusa’nın o kadar derine itilmiş bir sessizliği vardır ki isyanını dile getiremediği için ona her bakanı içindeki ölüme çağırır.

Medusa’nın Ovidius tarafından bize anlatılan hikâyesinde2 ışık düşen tek bir an, ferah nefes alacağımız ufacık bir boşluk dahi yoktur. O kadar karanlık ve kasvetli bir hikâyedir ki bu, gölgesi binlerce yılı aşarak bugünün tecavüzlerinin, kadın cinayetlerinin üzerine düşer. Ve yılan saçlarının öfkesi bütün kadınları ateş gibi sarar.

Athena’nın tapınağında rahibe olan üç kız kardeşin hem en güzeli hem de ölümlüsüdür Medusa. Diğer ikisi Gorgon olarak ölümsüzdürler. Ama Medusa’nın başı, öldürülen, tecavüze uğrayan, şiddet gören her kadında, her çocukta gövdesinden tekrar tekrar koparılacağı için ölümü çoğalan, bitmek bilmeyen bir ölüm olmalı ve tanrısal şefkatin ufacık bir parçasından dahi nasibini almamalıdır. Bu yüzden bir tecavüz mağduru olarak ölümlü olmak zorundadır. Onun “ötekiliğini” biricik kılan, kimselere benzemez yapan da budur: hikâyesindeki saf karanlık.
Kadın cinayetlerinin hemen hepsinin arkasına sinsice gizlenmiş sözde aşk burada da iş başındadır. Medusa’nın dillere destan güzelliğinden etkilenen Poseidon, Medusa’dan karşılık göremeyince ona Athena’nın tapınağında tecavüz eder. Ovidius bu tecavüzü bize şöyle anlatır: “Sevenler bölüşemiyordu güzelliğiyle ünlü Medusa’yı, kıskanıyorlardı. Bütün güzellikleri içinde saçları göze batardı. Gören biri anlatmıştı bunları. Kızlığını deniz tanrısı bozmuş derler.3
DEVAMI: oggito.com/icerikler/medusanin

"Balıkçı Kadının Kızı
Ursula, bu denemesinde kadın yazarlara yönelik ya bebek ya kitap dayatmasını eleştirmiştir. Çocuklu bir kadının yazdığı hiçbir kitabın o muhteşem listelerde yer alamadığına değinmiş ve bunun sebebinin de sanatçının kendisini sanatına feda etmesi gerektiği düşüncesi olduğunu belirtmiştir. Bu düşünceye uymayan sanatçıların kendilerini ikinci sınıf hissetmesine neden olmaktadır. Kültüre göre sanatçı özerk, tercih yapan bir benliktir; böyle bir benlik olabilmek için kadın kadınlığından soyunmalıdır. Doğurganlığından, erkeği taklit ederek, sıyrılmalıdır. Örneğin, Slyvia yaptığı bu hatayı kendini öldürerek telafi etmiştir. Katil erkek egemen toplumdur. Ataerki kendine, kendi çıkarına hizmet etmeyen her şeyi yok etme bastırma çabasındadır.

Ruhtaki Stalin

Yevgeni İvanoviç Zamyatin’in kısıtlamalarla dolu hayatına değinmiştir. Sindirmeyi, baskıyı ve sansürü yenmenin tek yolunun da bunları reddetmek olduğunu belirtmiştir. Zamyatin’in ruhen düşmanlarından büyük olduğunu ve onların küçüklüğünün kendisine bulaşmasını, ufalmayı bilinçli olarak reddettiğini belirtmiştir. Stalin’i ruhuna sokmadığını ifade etmiştir. Rusların, sanatın insan zihnini değiştirebileceğine yönelik inançları olduğunu ve bu inançları yüzden sanatı sansürlediklerini ifade etmiştir.

Kaçış Yolları
Ursula, okullarda bilimkurgu dersleri olmasının güzel yanının; eleştirinin çok kitap okumuş eğitimli ve zeki insanlardan gelecek gerçek eleştiriler olacağını belirtmiştir.

Fantezinin bir kaçış edebiyatı olduğu eleştirilerine de Tolkien’ın sözüyle yanıt vermiştir: …eğer aklın ve ruhun özgürlüğüne değer veriyorsak, hürriyet taraftarıysak, elbette kaçmakla ve elimizden geldiği kadar çok mahpusu da kurtarmakla yükümlüyüz.

Uzaylı Kocakarı

Menopoza yönelik fikirlerini dile getiren Ursula; menopozun görmezden gelinmesinin yanlış olduğunu, bunun kişinin kadınlığını yok sayması, savuşturması, erkek gibi olduğunu iddia etmesidir” der. “Erkekler bir kere ergen olduktan sonra bir daha değişmezler ve bu onların kaybı, bizim değil.” der. Niçin onların yoksunluğunu ödünç alalım ki?” diye sormadan da edemez Ursula.

Editör: Ceren Kozalıoğlu"
ALINTI
kitap.yazarokur.com/kadinlar-r

Diyarbakır Ergani'de çiftçilik yapa 54 yaşındaki Nuri Balcı'da Zirki köyünden Sarkis Usta'nın hikayesini anlattı (23 Eylül 2015)
"Sarkis Usta'nın 1915'e kadar Zirki köyünde herkesle arası çok iyiymiş . Köylülere hep yardımcı olurmuş. Köylülelere buğday ambarlarının yapımını o öğretmiş.Buğday ambarları nakışlı tahtadan geçmeli, yani çivi kullanılmadan yapılıyormuş.Karasaban başta olmak üzere çiftçilikte kullanılan araç ve gereçlerin yapımını dahi Sarkis Usta köylülere öğretmiş.1915'te olaylar başlayıca korucular (bejikler) var olan Ermenileri öldürmeye başlıyor .Kaçabilenler kaçıyor .Sarkis Usta'yı köylüler bejiklerden korumuş .Bir süre bağ evinde saklanmış .Bejikler bağ evinde onu rahat bırakmamışlar .Bağ evinden gelip köyde yaşlı bir kadının samanlığında barınmaya başlamış.Sonrasında Hıdır İlyas adlı bir bejik Sarkis Usta'nın yerini tesbit ediyor .Gelip yaşlı kadına Sarkis Usta nerede, diye soruyor .Yaşlı kadın nerede olduğunu bilmediğini söylüyor .Sarkis Usta bejikle yaşlı kadının konuşmalarını duyunca samanlıktan çıkıp kaçmaya başlıyor.Bejik Sarkis Usta'nın kaçtığını görünce tabancasını çekip arkasından kurşunlayıp öldürüyor.Ardından da köylülere ; Bunu mezara koymayacaksınız , gömmeyeceksiniz ," diyor.Köylüler bejikten çok korktukları için cesede dokunmuyorlar .Cesedi köpekler parçalıyor .
Sonra köyde samanlığında kendisini koruyan Ayşe Nene ,Sarkis Usta'nın parçalanmış kolunu kucağına alıp ; "Bu kol bize neler neler yaptı. Kapı, pencere,karasaban,buğday ambarlarını hep bu kol yaptı " diye ağıtlar yakarak kolu götürüp bir yere gömüyor.
1924'te Şeyh Sait isyanı başlayıncaya kadar bejikler köylülere baskılarını sürdürüyorlar .İsyanda köyün muhtarı Ali Keya, bejik Hıdır İlyas'a Sarkis Usta'dan dolayı baskı uygulamaya başlıyor.Hıdır ilyas korucu olduğu için askerlik bile yapmamıştır.İlyas askeri yetkililere gidip, ben Ermenileri öldürdüğüm için Ali Keya (Muhtar) bana baskı yapıyor diyor .Muhtar askeri yetkililere ;Hıdır İlyas'a baskı yapmadığını , asker kaçağı olduğunu , askerliğini yapması gerektiğini söylediğini açıklar.Bunun üzerine bejik Hıdır İlyas kaçıp kayıplara karışır.
Ben bu hikayeyi en az 10 kişiden dinledim .Hepsi de bu şekilde anlattı."
Ergani Tarihinin Saklı Sayfası Ermeniler
Müslüm Üzülmez

Hüseyin Topgider

Kemalizm, Türk faşizminin en ırkçı, en şöven, en vahşi, en asimilasyoncu uygulama biçimidir.
Kemalizm bütün dillere, kültürlere, uluslara düşmandır.
Anadoludaki bütün etnik yapıları Türkleştirmek Kemalizmin ve Kemalist devletin temel amacıdır.

twitter.com/TopgiderH/status/1

“Chénier devrim patlak verince heyecanla Paris’e döner. Devrimde aktif rol oynar… Ancak, devrim sonrasında tahttan indirilen kralın idam edilmesine karşı çıkınca, ihtilalciler tarafından kraliyet yandaşı ilan edilerek tutuklanır. Oysa Chénier, kralın idam edilmesine karşı değildir, Chénier her hangi bir insanın her hangi bir suretle ölüm cezasına çarptırılmasına karşıdır.

“Hiçbir suç ölüm cezasını gerektirecek kadar büyük değildir” diyerek kendi kalemini kırmıştır.

Herkes, tutuklanan şairin savunma yazmasını beklerken o şiirler yazmaya devam eder; Çünkü sadece suçu olanların savunma yapacağını düşünmektedir. Suçu olmamasına karşın idama mahkum edilir: Devrim kendi çocuklarını da yok etmektedir…
Devrim taraftarı Chénier’i giyotine götürürler ve ona son bir şans verirler, savunduğu şeyden vazgeçtiği zaman asılmayacaktır. Halk yalvarırcasına haykırır “vazgeç” diye… Romantik şair savunduğu YAŞAM HAKKI fikrinden vazgeçmez.

İnfazı seyretmeye gelen kalabalığa dönerek başını iki elinin arasına alıp “bu kafanın içinde daha çok şey vardı” diye bağırır… ve giyotin iner… tarih 25 temmuz 1794’tür. Kaderin cilvesine bakın 2 gün sonra da celladı Robespierre’nin başı aynı giyotinde kesilir.

Tutuklanınca şiirlerini ağaç yapraklarına yazıp, hapishaneden çıkaran şairin son mısraları yaşadığı hüznü ve acıyı yansıtır;

canlanır son ışık ve tatlı rüzgarlar gibi,
gözümde güzel günler
dibinde giyotinin üflerim neyimi
deyip neylersin kader.
düşünmeden kendimi, çürüyüp gideceğim,
bu karanlık çukurda
benim de kaderim bu! orada bekleyeceğim
alışalım unutmaya
ölüm uykusuyla kapanacak ah gözlerim
gideceğim bir anda
son şiirlerim bunlar benim
dört duvar arasında...”

Mahmut Uzun

instagram.com/p/CuIHhBtM5sf/

Beş yüz yıllık ‘misafirlik’! : Türkiye Yahudilerinin dünü, bugünü, yarını…
AVLAREMOZ-19 TEMMUZ 2017

“Yahudiler güvensizliği öğrendiler ve bu devlete bir daha güvenmemeyi de öğrendiler. Bugün Yahudi toplumunun maruz kaldığı anti-semitizmde de ve susmasında da bunun cevabını buluruz”

Türkiye ‘toplumu’ yine yüzleşmediği bir tramvayı ‘geride’ bıraktı. Daha giriş cümlesinde iki anahtar kelimeyi tırnak içerisinde aldım. Zira ‘geçmişiyle’ yüzleşememiş, ortak hafızası oluşmamış insan birlikteliğini toplum olarak adlandırmak anlamsız. Öte yandan özür dilemeden, geçmişle yüzleşmeden de yaşananlar “geride” bırakılmıyor. Anti-semit söylemin Türkiye örneğinde görüldüğü üzere her fırsatta tekrar tekrar yüzümüze çarpıyor. Hayat ne güzel şuursuz olunca!
1934’ün 21 Haziran- 4 Temmuz’unda, Trakya’da sadece inançları farklı olduğu için, sayıları da hiç önemli değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin binlerce yurttaşı yerlerinden edildi. Literatürde Trakya Pogromu olarak anılan, Türkiye Yahudilerini hedef alan olayların sene-i devriyesinde, hafızanın nesilden nesile devredilmiş haliyle, bir bilenle konuşmak istedim. Bu yüzden anti-semitizme karşı bir platform olarak faaliyet gösteren Avlaremoz’a başvurdum. Avlaremoz da beni Işıl Demirel ile buluşturdu. Işıl Demirel ile yaptığım röportaj sırasıyla, Trakya Pogromu, Türkiye’de anti-semitizm ve Avlaremoz’un faaliyetleri başlığı altında üç bölümde yayınlanacak.
Işıl Demirel, Gezi ‘olayları’ sonrası ‘sendikal örgütlenme ve siyasal hareketlenme’ nedeniyle işten atılan eski bir akademisyen. Antropolog olan Demirel yaklaşık bir senedir Sivil ve Ekolojik Haklar Derneği’nde (SEHAK) ve iki senedir Avlaremoz’un içinde yer alıyor. Anne tarafından da Yahudi olan Işıl Demirel ile, Türkiye Yahudilerinin dününü, bugününü ve yarınını konuştuk…

DEVAMI:
avlaremoz.com/2017/07/19/bes-y

Bugün bizlere ölüm fermanı yazanlar ..

O yarattığınız canavardan korkmuyoruz.!!!

Yasalarınız ve her türlü şiddetiniz bizleri daha da cesur yapar...!

Bizlere katliam ve insanlık suçundan başka bir şey sunmadınız...

İnsanlık suskun, insanlık sağır ve kör...

Ağla Ülkem ...
Ağla, Dünyanın dört bir yanına savrulmuş mazlum Halkım ....

Acımız ve öfkemiz büyüktür.

Mahmut Uzun
2 Temmuz 2023

instagram.com/p/CuL2PVHKckW/

Show older
Qoto Mastodon

QOTO: Question Others to Teach Ourselves
An inclusive, Academic Freedom, instance
All cultures welcome.
Hate speech and harassment strictly forbidden.