Show newer

Bir halkın iradesini teslim alma hikâyesi...

Ahmet Zeki Okçuoğlu

Bu yazıda size, bir halkın kurtarıcı arayışının nasıl tuzağa dönüştüğünü anlatacağım...
Niccolò Machiavelli, Livy Üzerine Söylevler adlı eserinde Britanya’daki Kelt halkının nasıl kendi kıyametini hazırladığını anlatır.
5. yüzyılda Roma çekildiğinde Britanya savunmasız kalmıştı. Keltler, kuzeyden gelen saldırılara karşı koyamayınca, kuzeyden gelen düşmanları püskürtmeleri için savaşçı iki Cermen aşiretini ülkelerine davet ettiler: Anglo ve Saksonlar.
Bu savaşçılar bir süre sonra Britanya'nın efendilerine dönüştüler ve onları davet eden Kelt halkı ise bu yabancıların köleleri oldular.
Bu hadiseyi anlattıktan sonra Machiavelli, son derece ilham verici şu tespitte bulunur:
“Kendi kılıcını değil de yabancının kılıcını kullanarak güvenlik arayan bir halk, sonunda hem güvenliğini hem hürriyetini kaybeder.” (Discorsi, II. Kitap, 30. Bölüm)
Bu hikâyede Kelt halkının köleleşmesinde esas olan dışardan gelen tehdidin büyüklüğü değildir; onun kendisinden olmayan bir güce sığınarak kurtuluşu onda aramasıdır.
Kelt halkının zaafiyeti, yalnızca kurtarıcı olarak sığındığı gücün ülkelerini istila etmelerini kolaylaştırmakla kalmayacak, dış gücün halkın iradesini ele geçirmesini de mümkün kılacaktı.
Günümüzde aynı hikaye daha incelikli metotlarla yaşanıyor. Fiziksel işgallerin yerini, zihinsel teslimiyet almış durumda.
Özellikle günümüzde savaşlar daha ziyade sahte kurtarıcılar, efsaneler icat edilerek yürütülüyor ve bu noktada tarihsel döngü yeniden başlıyor.
Kurtarıcı arayışı içine giren halklar için düşmanları, kendi elleri ile 'kurtarıcı' icat edip onlara takdim ediyorlar.
Bu sahte kurtarıcılar çoğu zaman o halkın özlemlerini dile getiriyor gibi görünüyor; onların geçmişte yaşadıkları acıları, baskıları, kimlik tahribatlarını dile getirerek o halkın duygularına hitap ediyorlar. Ama zamanda bu sahte kurtarıcının, halkı özgürlüğe götürmek yerine köleci sisteme mahkum ettiğine şahit olunur. Ve halk, bir noktadan sonra artık kendisi için değil, sahte kurtarıcı için yaşamaya başlar: "Bê serok jîyan nabe!"
Sahte kurtarıcının son durağı, onun tanrılaştırılmasıdır...
Sahte kurtarıcının, o halkın düşmanları tarafından, tanrısal özelliklerle teçhiz edilmesi, düşmanın en çok istediği şeydir. Çünkü tanrılaştırılmış sahte kurtarıcı sorgulanamaz, eleştirilemez, ona alternatif üretilemez...
Böylece halk kolektif iradesini kaybeder, her şey sahte kurtarıcının iradesine bağlıdır artık...
Artık halk düşünmez, analiz etmez, sadece sahte kurtarıcının onlar için ne vaazda bulunacağını bekler; tek varlığının o olduğunu düşünür.
Bu, kendiliğinden bir gelişmenin neticesi gibi görünse de; aslında bu, dıştan kurgulanmış bir tuzaktan ibarettir.
Kimi zaman halklar, kurtuluş yolunu ararken düşmanın kendilerine sunduğu sahte kurtarıcının peşinden giderler. Yukarıda da temas ettiğimiz gibi bu sahte kurtarıcılar başta halkın özlemlerine tercüman olurlar. Ama aslında onlar bir misyonla sahneye çıkarılmışlardır. Onların vazifesi, halkın potansiyel direniş enerjisini kontrol altına almak, yönlendirmek ve içeriden pasifize ederek köleler olarak düşman(ları)nın hizmetine sunmaktır.
Bugün milyonlarca insan bir sahte kurtarıcı/tanrı için 'irademdir' diyorsa, orada artık halk yoktur, birey yoktur, sadece düşman tarafından yönlendirilen bir köleler sürüsü vardır.
Düşmanın inşa ettiği bir sahte kurtarıcı/tanrıya tapan halk, özgürlüğü değil, esareti hak eder.
Sahte kurtarıcı/tanrı, halkı önce ayağa kaldırır, sonra onu diz üstü çöktürür.
x.com/okcuoglu_ahmet/status/19

James Webb yine yaptı: Evrenin en uzak galaksisini buldu
James Webb Uzay Teleskobu, bugüne kadar tespit edilen en uzak galaksiyi gözlemledi: MoM-z14.
nefes.com.tr/james-webb-yine-y

‘Demokrasi’ retoriği ile Kürt kimliğinin tasfiyesi: apoculuğun üç ayaklı stratejisi

Ahmet Zeki Okçuoğlu

1999’da Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesinden sonra Apocu doktrin siyasi ve ideolojik olarak yeniden tarif edildi.
Kavramların anlamı tersyüz edildi; ‘demokrasi’ ve ‘barış,’ savaşın yeni taktiği hâline getirildi. Hedef değişmemişti: Kürt halkının devlet fikrini yok etmek, millet bilincini unutturmak ve bu sayede Kürt kimliğini sessizce tasfiye etmek.
Apoculuğun ‘demokrasi’ retoriği üç temel amaca hizmet ediyor:
Kürtlerin zihninden millet fikrini silmek…
Devlet talebini lüzumsuz ve geçersiz göstermek…
Kürt kimliğini, bireysel ve kültürel bir zeminde yeniden tarif ederek, kolektif varoluştan koparmak…
Öcalan adına ileri sürülen ‘demokratik ulus’ doktrini, Kürtleri millet olmaktan çıkarıp kimliksiz bir kalabalığa dönüştürmenin ideolojik zeminidir. Bu modelde Kürtlerin kolektif kimliği reddedilir; bireysel ve folklorik bir kimliğe hapsedilir.
Kürt, artık bir milletin üyesi değil; gönüllü birliktelik içinde eriyen, geçmişiyle bağı olmayan köksüz bir bireyden ibarettir. Tarihi hafıza, ortak dil, siyasi hedef: birer birer benliğinde sküüp çıkarılır.
Bir başka ifade ile ‘demokratik ulus,’ Kürt millî hafızasının mezar taşıdır.
Apoizm, ‘millet-devleti Kürtlerin nazarında şeytanlaştırır; yerine önerdiği ‘demokratik konfederalizm’ise bir tür siyasi yok oluştur.
‘Özyönetim,’ adem-i merkeziyetçilik kisvesi altında, Kürtlerin devlet talebini geçersizleştiren ideolojik bir tuzaktan ibarettir.
Meclisler, komünler ve ‘halk iradesi’ gibi kelimelerle süslenen bu yapıların fiili denetimi söz konusu değildir. Zeminde demokrasi yoktur; yukarıda ise sadece Önderlik vardır. Önderlik ise Abdullah Öcalanı aşan bir kurumsal kimliği ifade ediyor.
Apocu doktrin, sadece devleti red etmekle kalmaz; devlet isteme iradesini de yok eder; Kürtlerin siyasi gelecek tahayyülünü imha eder; onyıllaca Kürtleri peşinden koşturduğu bağımsızlık idealini geri alır ve ellerine, bu saatten sonra hiçbir şekilde onlara kayda değer bir fayda sağlamayacak olan ‘yerel yönetim’ romantizmini tutuşturur.
Öcalan adına piyasaya sürülen demokrasi tabanlı doktrinde kadına özel bir rol verilmiştir…
Görünüşte özgürleştirici, hakikatte ise Kürt kimliğinin çözülmesini hızlandırırıcı bir rol...
Geleneksel Kürt toplumunda kadın, dili, kültürü ve kimliği taşıyan temel aktördür.
Apocu doktrin Kürt kadınının bu misyonunu tersine çevirir.
Kürt Kadını artık kimlik taşıyıcısı değil; kimliksizleştirmenin aracıdır. Kadın Meclisleri ve savunma birimleriyle kadın, ailesinden koparılır, toplumundan soyutlanır ve ‘özgürleşme’ adına milli kimliğe karşı konumlandırılır.
Apocu doktrin, kadın özgürlüğü adına Kürt kadınını milli kimliğine sırt çevirmeye teşvik eder.
‘Özgür kadın’ retoriği ile kimliksizleştirilen Kürt kadını, bir kimliksizleştirme aracına dönüştürülür.
Kimliksiz özgürlük, köleliğin makyajlanmış halidir.

x.com/okcuoglu_ahmet/status/19

"Bütün özüdür, öz ölümsüzdür" Maha Baharat Destanı; Badavat Gita, M.Ö 150

“Bir kelime kararını, Bir duygu hayatını, Bir insan seni değiştirebilir.”

Konfüçyüs

Ekmekle doydu karnım
Ekmekle avutuldum
Ekmekle korkutuldum.
Sen sofraya havyar da koysan,
Kuzu kızartması da
Önce ekmeğe varır elim.
Çilemin adı benim
Ekmek kavgası.

Hasan Hüseyin Korkmazgil

Zalimlerin öteki dünyada yanmasının bu dünyada zulüm gören insanlara ne faydası olduğu hala belli değil."

— Friedrich Nietzsche

"Sizi önce bir tas çorbaya muhtaç hale getirecekler, sonra bir tas çorba vererek oyunuzu isteyecekler."

1984
George Orwell

instagram.com/p/DKAh7r5OVWR/

“Adam öldürdüm, ama katil değilim.”

Sustu toprak, ama ben susturulmadım.
Bir kurşunla değil, milyon suskunlukla döndüm
geriye.
Adımı değil, gölgemi sorguladılar.
Oysa ben, yok olan halkımın bir tanığıydım.

Yeryüzü yandı-ben sadece külleri savurdum.
Ne ellerim titredi, ne yüreğim;
çünkü bazen adalet,
bir halkın sessiz çığlığıdır.

Ben birini öldürdüm,
ama bir halkı savundum.
Ve katil değilim.

Mahmut Uzun
instagram.com/p/DKC4o-KtIgE/

Uydurulmuş Bir İnanç, Yıkılamayan Bir Nefret

Mahmut Uzun

Sünni denilen “Türk-İslam sentezi”,
Türk’ün devlet eliyle inşa ettiği uydurulmuş bir inandır.
Tarihi ne gelenekten gelir, ne hakikatten.
Başta Aleviler olmak üzere, bu toprakların kadim inançlarına ve halklarına düşmanlıkla var olmuş,
kökü yüzyıllara uzanan bir nefret ideolojisine dönüşmüş ve tüm toplumları kendisine dönüştürmek için nice katlıyamlarını yapmış ve devletlerin tüm imkanlardan faydalanmıştır...

Alevi nefreti, bir sapma değil, bir bağnaz dinin adıdır.
İnancın değil, inkârın adıdır bu sistem.
Ve şunu açıkça söylüyorum:
Değişmesi mümkün
değildir.
Çünkü kendini var eden nefretle yaşıyor, onunla büyüdü, büyümeye devam ediyor.

Bu topraklarda hakikat isteyenler için gerçek
nettir:
Bu nefret dağılmadan, biz bir arada yaşıyamayız.

Gerçek budur.

Dağılabilirsiniz.
instagram.com/p/DJ9-29XtbjU/

Demokratikleşme 19 Mayıs’la yüzleşmeden olmaz

Gerçek bir demokratikleşme ve halkların barışı için ulus devlet anlayışının değişmesi, 19 Mayıs ile başlayan Pontos Rum soykırımı da dahil halklara karşı yürütülen katliamlarla yüzleşilmesi ilk ve en somut adım olarak önümüzde duruyor.

Tolga Güney

Türkiye’nin demokratikleşmesinin, Türk sorununun çözümünün ve kalıcı barışın konuşulduğu günlerden geçiyoruz. Ortadoğu’da ulus devletin temellerinin atıldığı Lozan Anlaşması ve 1921 Anayasasına dair tartışmaların da yaşandığı sürecin nereye gideceği bilinmiyor, fakat demokratikleşmenin yolunun tarihle yüzleşmek ve halklarla barışmaktan geçtiğine şüphe yok. Osmanlı İmparatorluğu’nan çöküşünün Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun temellerinin atıldığı dönemlerde halklara yaşatılan acılarla yüzleşmeden, hesabı verilmeden bu yolun açılmayacağını söyleyebiliriz. Cumhuriyetin kuruluşuna giden en önemli tarihlerden olduğu söyleyen Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a çıkarak, ‘milli mücadeleyi’ başlattığı 19 Mayıs 1919’un üzerinden 106 yıl geçti.

106 yıl önce bugün Samsun’a çıkan Atatürk, ilk olarak Topal Osman, Kel Hasan, Halil Tapanoğlu, Said Tapanoğlu, Mehmet Tataloğlu, Kara Mehmet, Larçınzade Hakkı Bey, Mehmet Tirali, İpsiz Recep gibi çetecilerle bir araya gelerek, 353 bin Pontoslu Rumun katledilmesine neden olan süreci başlattı. Böylece Abdülhamit ile başlayan ‘Anadolu’nun Hristiyanlardan temizlenmesi’ süreci İttihat ve Terakki’nin ardından Cumhuriyetin kurucu kadrosu ile tamamlanmış oldu.

Abdülhamit’in tahta çıkarıldığı 1876’da (1. Meşrutiyet) Osmanlı İmparatorluğu, ilk kez bir Anayasayı kabul etti ve parlamento açıldı. Çok kısa sürecek bu girişimin ardından anayasayı rafa kaldırıp, parlamentoyu fesheden Abdülhamit, 33 yıl sürecek İstibdat Dönemi’nde tüm muhaliflere ama özellikle Ermenilere yönelik katliam ve sürgün girişimlerinde bulundu. 300 bin Ermeni’nin hayatını kaybedeceği bu süreç, Hristiyan uluslara yönelik sürecek olan soykırım planının başlangıcı oldu. 1.Dünya Savaşı’na Almanların safında giren Osmanlı, 1915 yılında Ermenilere yönelik 1,5 milyon insanın hayatını kaybettiği dünyanın en büyük soykırımına imza attı. Hristiyan nüfusa yönelik ilk tehcir (sürgün) ise 1911’de Rumlara yönelik gerçekleştirildi. 1916 yılından itibaren ise iki yıl sürecek “Rumların Tehciri” ile bu süreç devam etti; 1919’a kadar 300 bine yakın Süryani ve 150 bin Pontos Rumu da hayatını kaybetti.

Resmi tarihe göre ‘Milli Mücadele’nin başlangıcı kabul edilen 19 Mayıs 1919 tarihi ise Pontoslu Rumlar için acı, hüzün, işkence, ölüm; SOYKIRIM anlamına geldi. Hristiyanlara yönelik imha planının, üçüncü etabı olan bu bu etap, ikinci etapta katledilen 150 bin Pontoslu Rum ile birlikte 353.000 kişinin canına, 1 milyon 250 bin Rum’un Mübadeleyle (Pontos’tan 200 bine yakın) sürgün edilmesine yol açtı. Bu süreçte ayrıca Pontos ve Küçük Asya’da yaşayan 800 bin Rum kayboldu, akıbetleri öğrenilemedi. Pontos’taki kayıpların arasında 25 bine yakın çocuk da vardı. Böylelikle sürgün ve kayıplarla birlikte 1876’dan itibaren toplam 4,5 milyon Hristiyan yok edildi. Asıl savaş Pontoslu Rumlara, Küçük Asya ve Anadolu’daki Hristiyanlara yönelik yapılmış ve memleket işgalcilerden değil, binlerce yıldır o topraklarda doğup büyüyen Hristiyanlardan kurtarılmıştır.

Katliamlara karşı direnis, direnişe karşı katliam
Samsun’a çıkan Mustafa Kemal ve arkadaşları 19 Mayıs 1919’dan itibaren Topal Osman, Kel Hasan, Halil Tapanoğlu, Said Tapanoğlu, Mehmet Tataloğlu, Kara Mehmet, Larçınzade Hakkı Bey, Mehmet Tirali, İpsiz Recep gibi çetecilerle görüşmeye başladı. Bu görüşmeler sonrasında başta Topal Osman olmak üzere bu çeteler tarafından Rumlarına yönelik başlatılan saldırılarda binlerce Rum katledildi. Katledilenlerin çoğunluğu sivil halktı. Can güvenliği kalmayan Rumların tek çaresi ise örgütlenmek ve direnmekti. Bu tarihlerde, bağımsız Pontos fikri de dâhil olmak üzere farklı kurtuluş önerilerini içeren siyasi yapılar ortaya çıktı.

Böyle bir süreçte kurulan Merkez Ordusu’nun ordu karargâhı olarak Amasya’nın seçilmesi ise hiç tesadüf değildi. Osmanlı’nın 1. Emperyalist Dünya Savaşı sonucu yenilenlerin cephesinde yer almasından dolayı imzalanan Mondros Mütarekesi kararları doğrultusunda orduları dağıtılmıştı. Bunun üzerine silahlarını teslim etmeyen Kazım Karabekir’e bağlı 15. Kolordu ve çetelerden oluşacak yeni bir askerî örgütlenmeye gidildi. Bu süreçte kurulan Merkez Ordusu da ana karargah olarak katliamlara karşı direnişin başladığı Pontos’u seçti. Nitekim bu ordu lağvedilene kadar da karargâh Amasya olarak kaldı. Sadece Koçgiri katliamı sırasında, Nurettin Paşa komutayı Sivas Ümraniye’den yürüttü.

Yeni kurulan ordunun karşılaştığı ilk sorunlardan biri, Ordu Sancağı oldu. TBMM’nin 12 Aralık 1920’de aldığı bir kararla Ordu Sancağı kuruldu. Fakat Ordu Sancağının 15. Kolorduya mı yoksa Merkez Ordusu’na mı dâhil olacağı ise belirsizdi. 24 Aralık’ta Erkan-ı Harbiye-i Umumiye/Genel Kurmay Başkanlığı Ordu Sancağının Merkez Ordusu’na dahil edildiğini açıkladı ve Merkez Ordusu’nun yetki alanları biraz daha arttırıldı. Bu son kararla birlikte batıdan doğuya tüm Pontos yerleşim birimleri Merkez Ordusu’nun çalışma alanı olarak belirlenmiş oldu.

İstiklal mahkemeleri
Katliamdan geriye kalan Pontoslu Rumlar ve Pontos katliamına karşı çıkan Türkler ise çeşitli bahanelerle İstiklal Mahkemelerinde yargılandı. Bu yargılamalarda 69 Pontos Rumu idam edilirken, birçoğuna da çeşitli cezalar verildi. Yine Nurettin Paşa hakkında soruşturma başlatılması kararının alındığı gizli TBBM görüşmesinin yapıldığı aynı tarihte, yani 4 Ekim 1921 tarihinde, Samsun’dan Amasya’daki İstiklal Mahkemesine sevk edilen 31 Müslüman kadın burada yargılandı. Fakat bu yargılamanın sonucunun ne olduğuna dair resmi bir kayıt bulunmuyor.

Yine aynı yargılamada Trabzon metropoliti Hrisantos, Giresun metropolidi Lavrandiyos, Ordu Metropoliti İlyadis Polikaryus ile eski Giresun Belediyesi Başkanı Kaptan Yorgi’nin oğlu Kostantin, metropolit vekili Papaz Papatodor mahdumu Kosti ile birlikte Pontoslu aydınlar hakkında ise gıyaben idam kararı alındı. Bu kararlarla Pontos Rumlarına dini ve siyasi liderlik edecek Pontoslular ya öldürüldü ya da Pontos’a bir daha gelmelerinin önü kesilmek için haklarında ölüm kararı verildi. Bu yolla Pontos’un ulusal ve entelektüel önderliği yok edildi, ilerlemenin önü kesildi ve Pontoslular lidersiz bırakıldı.

Ayrıca Samsun’un Vezirköprü ilçesinde bulunan bir hapishanede yatmakta olan Rumlara yardım ettiği gerekçesiyle hapishane gardiyanlarından Uzunoğullarından Halil oğlu Mehmet ve kardeşi Hakkı da Amasya’da Büyük Millet Meclisi seçilmiş üyelerinden oluşan Samsun Bölgesi İstiklal Mahkemesinde yargılandılar. İstiklal Mahkemesi her ikisi hakkında da idam kararı vedi.

353 bin mezarsız Rum
Yunan tarihçi Konstantinos Fotiatis’e göre, 1914-1921 yılları arasında Amasya, Samsun ve Giresun’da 134 bin 78, Niksar’da 27 bin 216, Trabzon’da 38 bin 434, Tokat’ta 64 bin 582, Maçka’da 17 bin 479, Şebinkarahisar’da 21 bin 448 Rum, mübadele yollarında hayatını kaybeden 50 bin insanla birlikte toplam 353 bin Pontuslu soykırıma uğradı. Yine Fotiadis ve Pontuslu Rumlara göre, 1914’de başlayan sürecin en ölümcül darbesi 19 Mayıs 1919 tarihinde yaşandı. Bu tarihte Samsun’a çıkan Mustafa Kemal’in ilk olarak görüştüğü Sakallı Nurettin Paşa ve Topal Osman’ın Rum halkına yönelik saldırılarda ön planda olması bu iddiayı güçlendiriyor. Aynı tarihlerde Pontus vilayetlerinde bin 890 kilise, 22 manastır, bin 647 şapel ve 85 bin 890 öğrencisi olan bin 401 okul faaliyetteyken, günümüzde bu yerlerden izler bulmak imkânsız hale geldi.

İtiraf
Resmi tarihte hiçbir zaman kabul edilmeyen bu soykırım 4 Mayıs 1920 – 13 Aralık 1920 tarihlerinde TBMM Maarif Vekili (Milli Eğitim Bakanı), 24 Aralık 1921 – 27 Ekim 1923 tarihlerinde Sağlık Bakanı olan Dr. Rıza Nur’un Topal Osman ile yaptığı şu konuşma ile itiraf edildi:

– “Ağa, Pontus’u iyi temizle!” dedim.
– “Temizliyorum” dedi.
– “Rum köylerinde taş taş üstünde bırakma” dedim.
– “Öyle yapıyorum ama kiliseleri ve iyi binaları lazım olur diye saklıyorum” dedi.
– “Onları da yok et, hatta taşlarını uzaklara yolla, dağıt. Ne olur ne olmaz, bir daha burada kilise vardı
diyemesinler” dedim.
– “Sahi öyle yapayım. Bu kadar akıl edemedim” dedi.

Cumhuriyet dönemi sürgünleri
Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte de katliamlardan ve mahkemelerde idamlardan geriye kalan Pontosluları yeni bir göç bekledi. 1923’te Lozan Antlaşması’na ek olarak yapılan mübadele anlaşması uyarınca Türkiye ve Yunanistan arasında zorunlu göçe tabi tutuldular. Bu süreçte 1 milyon 250 bin Rum zorunlu göçe tabi tutularak, binlerce yıllık yurtlarından koparıldı. Bunun yaklaşık 200 bini Pontos bölgesindendi. Bu sürecin de en büyük kaybını kadınlar yaşarken, yüzlerce kadın sürgün yollarında, Yunanistan’da karantina altında intihar etti. Yüzlercesi hastalıklarla hayatlarını kaybettiler.

Pontos’ta kalan ve Romeika konuşan ‘Müslüman’ Rumlar ise çeşitli tarihlerde birçok bahane ile yurtlarından sürgün edildi. 1929 yılında Trabzon Çaykara ilçesinde gerçekleşen sel felaketi bahane edilerek buradaki nüfus Trabzon’un Maçka ve Pelitli ilçeleri ile Erzincan’ın Tercan, Mercan ve Çayırlı ilçeleri ve Bayburt ile Muş illerine gönderildi. Yine 1959 yılında gerçekleşen sel felaketinin etkisiyle 1965 yılında Hatay’ın Kırıkhan ilçesi ile Van’ın Özalp ilçesi, 1967 yılında Bursa’nın Orhangazi ilçesi ve 1973 yılında Çanakkale-Gökçeada ile 1974 yılında Kıbrıs İskele kentine zorunlu göçe tabi tutuldular.

Yaşanan bu göçlerin iki temel özelliği vardı. Birincisi Türkiye ne zaman Kıbrıs’a, Kıbrıs Rumlarına yönelik bir tepki gösterse (1963,1974) İstanbul ve Pontos Rumlarını da hedef aldı. İkincisi ise Romeika konuşan halk özellikle Kürt ve Alevilerin yaşadığı bölgeler ile Kıbrıs ve İmroz gibi Hristiyan Rumların yaşadığı bölgelere gönderilerek, halkları aynı anda asimile etmek hedeflendi.

Demokrasi yüzleşmeyle gelebilir
Her fırsatta demokratikleşmeden bahseden Cumhuriyet iktidarlarının sonuncusu olan AKP-MHP ittifakı, bugün Kürt sorunun çözümünden söz ederken, Lozan sözcüğüne bile tahammül edemeyen seslerin yükseldiğini görüyoruz. Lozan ile Ortadoğu’ya dayatılan ulus devlet anlayışı, 1 milyon 250 bin Rum’un da binlerce yıllık topraklarından sürgün edilmesine neden oldu. Pontos’ta 100 yıl önce yaşananlar ve ardından Lozan’da yapılan anlaşma 100 yıllık cumhuriyetin neden hala demokratik olmadığının göstergesidir.

Gerçek bir demokratikleşme ve halkların barışı için ulus devlet anlayışının değişmesi, 19 Mayıs ile başlayan Pontos Rum soykırımı da dahil halklara karşı yürütülen katliamlarla yüzleşilmesi ilk ve en somut adım olarak önümüzde duruyor.
siyasihaber10.org/demokratikle

19 Μαΐου 1919: Από τη Σαμψούντα στη Λωζάνη – Συγκλονιστικά ντοκουμέντα από τον Ταμέρ Τσιλιγκίρ στο Geopolitico! – “Βόμβα ο εκτοπισμός! Γιατί ακολοθούμε πολιτική εξόντωσης και καταστροφής; Θα λογοδοτήσουμε”
Οι μυστικές συνεδριάσεις της Τουρκικής Εθνοσυνέλευσης (TBMM) στις 21 Αυγούστου 1922 αποτελούν από μόνες τους απόδειξη των εγκλημάτων γενοκτονίας που διαπράχθηκαν εναντίον των Ρωμιών.
geopolitico.gr/2025/05/19-maio

19 Mayıs 1919’dan Lozan’a

Mustafa Kemal’in İstanbul Hükümeti ve İngilizlerin onayı ile 19 Mayıs 1919’da Samsun’a müfettiş olarak atanmasının ardından, yaptığı ilk iş, yerel çetelerle irtibata geçip, Pontus Rumlarını toptan imha girişimine başlamak olmuştur. Tek bir köy kalmaz Pontuslu Rumların kanlarıyla sulanmadığı, Karadeniz’in bütün dereleri kırmızı akar yıllarca.
En iyi Müslüman, en iyi Türk olduklarını ispat etmek adeta Pontusluların toplumsal davranış biçimine dönüşür. Türk milliyetçiliğine, Müslümanlığa sarılırlar. Türk ırkçılığının merkezi haline getirilen Pontus şehirleri adeta Cumhuriyetin muhaliflerini sindirmede kullanacağı kontrgerilla merkezleri haline getirilir.

ozgurpolitika.com/haberi-19-ma

Show older
Qoto Mastodon

QOTO: Question Others to Teach Ourselves
An inclusive, Academic Freedom, instance
All cultures welcome.
Hate speech and harassment strictly forbidden.