Ter-Matevosyan: Ermenilerin 1915'te ne olduğunu anlamak için KGB'nin yönlendirmesine ihtiyacı yoktu
Yetvart Danzikyan
Ermenistan Başbakanı Paşinyan'ın Türk-Ermeni-Azeri düşmanlığını SSCB ve KGB'nin şekillendirdiğine dair açıklaması bazı çevrelerce eleştirilirken, bazılarınca takdir edildi. Türkiye ve Sovyetler ilişkileri uzmanı, "Türkiye'nin Dönüşümüne Sovyet Yaklaşımı" isimli kitabın yazarı ve Ermenistan Amerikan Üniversitesi öğretim üyesi Vahram Ter-Matevosyan, "Osmanlı İmparatorluğu’nun gerçekleştirdiği soykırımdan ve Kemalist güçlerin katliamlarından sağ kurtulan Ermenilerin ailelerine, köylerine, şehirlerine, kiliselerine ne olduğunu anlamak için, 1954’te kurulan KGB’nin, yönlendirmesine ihtiyaçları yoktu" dedi.
https://www.agos.com.tr/tr/yazi/36277/ter-matevosyan-ermenilerin-1915-te-ne-oldugunu-anlamak-icin-kgb-nin-yonlendirmesine-ihtiyaci-yoktu
1937-38 DERSİM JENOSİDİ VE SONUÇLARI?
https://www.youtube.com/live/zzPMj9yTY4A?si=ibhut1K_noUqGkCJ
Ahmet Altan'ın yeni romanı 'O Yıl' yayımlandı
Ahmet Altan’ın, Çanakkale Savaşını ve Ermeni tehcirini anlattığı yeni romanı 'O Yıl' yayımlandı.
https://nupel.tv/ahmet-altanin-yeni-romani-o-yil-yayimlandi/
Dêrsim coğrafyasında yüzlerce toplu mezar olduğunu söyleyen araştırmacı-yazar Cemal Taş, bir daha benzer travmalar yaşanmaması için yüzleşme çağrısı yaptı.
https://youtu.be/POySWpnueo4?si=SHweAKKXcjOS0fSA
Seyit Rıza kimdir?
https://youtu.be/OAPRbd2jXlg?si=8VdpEgcRvdjpTkir
"Kyrgyzstan has suspended the operation of all cryptocurrency mining farms until March 2026, as part of efforts to conserve electricity amid ongoing energy challenges."
Bitcoin is a predator, hunting for cheap energy and corrupt politicians
Mary Wollstonecraft, The Woman Who Laid the Foundation for Feminism
"Think 18th-century feminism must be outdated? Think again—there is still so much to learn from the life and writing of Mary Wollstonecraft."
https://www.thecollector.com/mary-wollstonecraft-woman-laid-foundation-feminism/
Wollstonecraft at PG:
Sorunumuz, dünyanın dört bir yanındaki insanların liderlerin emirlerine itaat etmiş olmasıdır. Bu itaat yüzünden milyonlarca insan öldürülmüştür. Bizim sorunumuz, dünyanın her yerinde insanların yoksulluk, açlık, aptallık, savaş ve zulüm karşısında itaatkâr olmalarıdır. Bizim sorunumuz, büyük hırsızlar ülkeyi yönetirken insanların itaatkâr bir şekilde hapishanelerimizi küçük hırsızlarla doldurmasıdır. Bizim sorunumuz bu.
— Howard Zinn
Varlık Vergisi: “O adamın çirkinliği, öteki hamalın nur yüzü…”
Alin Ozinian
Varlık Vergisi sırasında çalışma kamplarına toplam olarak 1.400 gayrimüslim vatandaş yollandı. Bu insanlardan 21’i “borçlu olarak” Aşkale’de hayatını kaybeti, bir çoğu ise sakatlandı.
Rum gazetesi Apoyevmatini’nin yayın müdürü Mihail Vasiliadis
gazeteci Celal Başlangıç’a şöyle anlatmıştı:
“Kalyoncukulluk Sokağı ile Tarlabaşı Bulvarı’nın kesiştiği yerde,
karakolun tam karşısındaydı benim doğduğum ev. Babam Aristodumas diş hekimiydi.
Ben doğmadan 10 gün önce beyin kanaması geçirmiş. Yatalaktı. Eve memurlar geldi.
Yanlarında bir hamal vardı. Babamı yatağından tutup yerdeki şilteye indirdiler.
Yatağı alıp gittiler. Giderlerken de ‘İyi ki böylesin, Aşkale`ye gitmeyeceksin’ dediler.
Babamın muayenehanesi evimizin karşı odasıydı.
El koydukları eşyaları o odaya tıktılar, kapıyı da mühürlediler.
Daha doğrusu gelen memur, yanındaki hamala, ‘Kapıyı kapa ve mühürle’ diye emir verdi.
Zavallı bir adamdı hamal. Pabucunun arkası basık, topuğu kalkık, pantolonu yamalı, üstü başı ter kokan fakat nur yüzlü bir adamdı. Oyuncağımı bile aldılar.
Bu arada odaya tıkılan eşyaların arasında benim de sallanır bir oyuncak atım vardı.
Tam kapıyı mühürlerken, ‘Oyuncak atım’ dedim. Adam anladı.
Bağladığı ipi kapıdan çözdü. Bana kapıyı açtı. Atımı aldım.
At kucağımda, adamın yüzüne bakıyorum gülerek.
Adam da bana gülümserken birden yüzü dondu.
Çünkü arkamdaki memur bağıra bağıra oyuncağımı koparırcasına elimden çekti,
mühürlenmek üzere olan kapıyı açtı, içeri fırlattı oyuncağımı ve ‘mühürle’ dedi.
Karşımdaki hamalın gözündeki yaşı gördüm.
Fakat ben ağlamamam gerektiğini düşündüm.
O adamın çirkinliği, öteki hamalın nur yüzü hâlâ gözlerimin önünde.”*
Türkiye tarihinde İkinci Dünya Savaşı yıllarına rastlayan önemli bir sayfaya var; 1942 tarihli Varlık Vergisi Kanunu ve uygulamaları.
Dönemim Başbakan’ı Refik Saydam’ın aniden ölmesi üzerine, 9 Temmuz 1942 günü hükümeti kurmakla görevlendirilen Şükrü Saraçoğlu 5 Ağustos’taki güven oylamasından sonra “Biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar, bir vicdan ve kültür meselesidir. (...)
Hitler’den Önceki Karanlık
Mahmut Uzun
Hitler adını henüz kimse duymamıştı.
Ama Anadolu’nun dağlarında, mağaralara sığınan masumların üzerine gaz döküp yakanlar çoktan ortaya çıkmıştı.
İnsan yakmayı, toplu imhayı, kökten yok etmeyi
Hitler bu barbarlardan öğrendi!
Bir asırlık kanlı tarihin taşlarında hala o çığlıklar yankılanıyor.
Tehcirlerde Ermeni, Süryani, Keldani, Rum halkları yok edildi;
bugün ise Kürtler, kendi topraklarında aynı karanlığın elinde bir kez daha ölümü, sürgünü, açlığı, soğuğu tadıyorlar.
Yüzyıllar değişiyor ama zulmün biçimi hep aynı kalıyor.
Ve insan sormalı:
O zaman o katiller “insanı nasıl yok ederiz?” diye düşünüyordu,
peki şimdi kim aynı fikri sürdürüyor?
Faşist diktatörler,
hangi ırktan, dinden, kimlikten olursa olsun,
tüm halkların düşmanıdır.
Onlar, kan ve talandan beslenir;
hapishaneler, sürgünler ve mezar taşlarıyla kendilerini var ederler.
Bugünün zalimleri, dünün İttihatçı çetelerinin torunlarıdır;
onların eline kimse su bile dökemez.
Hitler bile çok şey öğrendi bu topraklardaki cellatlardan.
Karl Kraus ne güzel demişti:
“İnsanlarımızın çoğu, ihmal edilmiş bir kürtajın hazin sonucudur.”
Evet, ustad iyi demiş…
Ama biz, bu sözü her gün yeniden doğrulayan bir ülkede yaşıyoruz.
Yahu nedir derdiniz?
İnsan bu kadar mı kör olur,
bu kadar mı düşmanına aşık?
Çok ayıp!
İt, itin yanında durdukça
ya suyundan içer, ya huyundan alır.
Uzak durun onlardan.
Karanlığın dili bulaşıcıdır.
https://www.instagram.com/p/DQ_C_EIjCkb/
Kemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3)
Üç günlük bu kısa yazı dizisi, iktidar ile muhalefet arasındaki büyük asimetriyi ortaya koymuş olmalı. Sadece zihniyet ve ideoloji açısından değil, hedeflerin ve stratejilerin berraklığı, siyasi tasarrufların ardına konmuş olan irade, büyük resmin değerlendirilmesi, gerçekçi yol haritaları açısından iktidar çok önde. İktidarın vasatlığı ve ‘yanlışlarına’ bakarak kaybedeceğini ummak, bununla yetinmek, herhalde makbul bir siyaset olamaz.
https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/kemalizm-mi-daha-iyi-yeni-ittihatcilik-mi-3-222403/
Kemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (2)
Bugün İttihatçılık hem Kemalizm’in yıpranmasından hem de değişen konjonktürden güç alarak ‘partnerinin’ yükünden kurtuluyor. Böyle bir adım kendini farklılaştırmayı, ‘ötekinden’ farklı yönlerini vurgulamayı gerektirir. Yeni İttihatçılık da bunu yapıyor. Kemalizm’in otoriter zihniyetinin karşısına kendi ataerkil anlayışını koyuyor.
https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/kemalizm-mi-daha-iyi-yeni-ittihatcilik-mi-2-222279/
Kemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (1)
Yeni İttihatçılık konusunda son beş yılda çok sayıda yazı yazdım. 2016 Temmuz sonrası oluşan ve halen adım adım inşa edilen yeni rejimin sadece cumhurbaşkanlık sistemiyle sınırlı olmadığını, İttihatçı perspektifi günümüz koşullarında yeniden gündeme taşıyan ve dolayısıyla Cumhuriyet’i yeniden kurmayı hedefleyen bir iradeyi yansıttığını ileri sürdüm. Çeşitli vesilelerle Kemalizm’in söz konusu yeni rejime gerçekçi bir alternatif oluşturmadığını vurgulamak istedim, ancak görüyorum ki (siyasi partileri ve toplumsal tabanıyla) muhalefetin böyle bir idraki olmadığı gibi (reel) Kemalizm’e tutunma çabası da devam ediyor. Dolayısıyla bir kez daha toparlama ve hatırlatma amacıyla 3 yazı kaleme alıyorum. İlki İttihatçılığın avantajlarına işaret ederek yaşananların kavranmasına yardımcı olmak, ikincisi (yarın) Kemalizm ile İttihatçılık arasında zihniyet karşılaştırması yapmak, üçüncüsü (öbür gün) şu an iktidarda olan rejimi ‘yenmek’ için nasıl bir zihniyet ve ideoloji zeminine ihtiyaç olduğuna ve ne tür bir strateji takip edilmesi gerektiğine değinmek üzere.
https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/kemalizm-mi-daha-iyi-yeni-ittihatcilik-mi-1-222151/
DİLOVASI KÜRT/İŞÇİ KATLİAMI BİR BAŞKA ROBOSKİ’DİR
Elias Nin
Kocaeli Dilovası’nda, mahallenin ortasında “parfüm” adı altında zehir ve ölüm üreten bir fabrika kuruluyor, tabii ki devletin izin veriyor, vergi alıyor.
Bu fabrikanın Dilovası’nda kurulması bir tesadüf değil, özel olarak seçilmiş.
Bir neden, Dilovası Türkiye’nin adeta zehir çöplüğüdür, kanser vakalarının en yoğun olduğu yerdir.
Diğer neden, Dilovası yoksul ve çaresiz Kürtlerin en yoğun yaşadığı ucuz iş gücü deposudur.
Kürdistan’ın birçok yerinde olduğu gibi Dilovası’nda da insanları asgari ücretin altında bir ücrete çalıştırılmaktadır.
Dilovası Türkiye sınırları dahilinde bir yer olsa da yaşayanlar yoksul Kürtler olduğundan burada yalnızca en acımasız kapitalist sömürü hukuku değil, aynı zamanda sömürge hukuku da uygulanmaktadır.
Buradan bakıldığında geçimlerini sağlamak adına “kaçak” mal taşırken öldürülen ve tarihe Roboski Katliamı olarak geçen Kürt katliamı ne ise hayatta kalmak için Dilovası’ndaki ölüm fabrikasında asgari ücretin de altında bir ücret karşılığında çalışmaya, ölüme razı olan yoksul Kürtlerin katledilmesi de odur.
Hal böyle olunca da Dilovası’ndaki “Kürt/İşçi katliamı, SOMA ya da bir başka işçi katliamı ile aynı kontekste değerlendirilemez zira bu yalnızca bir işçi katliamı değildir.
Dolayısıyla da Mecliste gensoru vermek, sorumlular hakkında dava açmak, ihmali olanları cezalandırmak gibi talepler ya da girişimler esasında katliamın gerçek karakterini saklamaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Bu suç, devletin izni, patronun planlı, sendikaların, işçi ve çocuk hakları örgütlerinin, “Kürtlere eşit yurttaşlık” isteyen siyasetin gözleri önünde alenen işlenmiştir.
Sonuç olarak: İşçi cinayetleri ile kapitalizm, Türkiye ve Kürdistan’da işçi olmak, sömürülmek ile Kürt işçi, çocuk, kadın olmak arasındaki ilişkiyi ve farkı ortaya koymadan, bunlar teşhir edilmeden, bütün bunları yerine getirmeye muktedir devrimci bir siyaset/örgüt inşa edilmeden gösterilen tepkiler de duygusal mastürbasyondan öteye gitmeyecek, bu cinayet de bir sonraki cinayetle birlikte unutulacaktır.
Dipnot: Kürdistan’da özellikle küçük işletmelerde ödenen ücret asgari ücretin yarısıdır.
https://www.instagram.com/p/DQ6OoXLCHf3/
10 Kasım: Sessizliğin ve Yüzleşmenin Günü
Bugün 10 Kasım.
Bu topraklarda devletin resmi hafızası bir “yas” günü olarak yeniden sahneye konuyor. Törenler, marşlar, anmalar, dualar…
Fakat her yıl aynı soruyu sormadan geçemiyorum: Bu yas, kimin yasını tutuyoruz?
Bir halkın travmalarını inkar eden, bir coğrafyanın sesini susturan bir devletin kurucusunu mı, yoksa adaletsizliğe mahküm edilmiş bir tarihin devamını mı?
Cumhuriyet’in kuruluşu, ne yazık ki yalnızca ilerleme, modernleşme ve eğitim hamleleriyle değil; aynı zamanda susturulmuş diller, yıkılmış köyler ve unutturulmuş kimliklerle de anılır.
1938 Dersim - işte o “ilerleme” söyleminin en acı bedelidir. Seyit Rıza ve halkı, modern ulus inşasının dişlileri arasında ezilmiş bir halkın onurlu direnişinin sembolü olarak kaldı.
Bu gerçek, resmi tarih kitaplarına hiçbir zaman yazılmadı; çünkü “kurucu mit”in lekesiz kalması gerekiyordu.
Ama tarih, unutturulmak istense de kan kokusunu taşır; sessizliğin altından bile sızar.
Bugün ülkenin haline bakın: açlık, yoksulluk, hukuksuzluk ve yalan üzerine inşa edilmiş bir düzen. Cumhuriyetin “aydınlanma” iddiası yerini bir çıkar cumhuriyetine, bir mafya devletine bırakmış durumda. İnsanlar adalet bulamadığı için değil, umudunu tamamen kaybettiği için kaçıyor bu ülkeden.
Bu çöküş, geçmişin günahlarıyla yüzleşemeyen bir ülkenin bugünkü halidir. Çünkü adaletle hesaplaşmamış hiçbir devlet geleceğini temizleyemez.
Evet, bugün birileri 10 Kasım’da “Atasını” anabilir. Ama ben bir halkın kıyım emrini verenleri değil, darağacında onurla dimdik duranları anarım. Seyit Rıza’nın o son sözleri, yalnızca bir halkın değil, insanlığın vicdanına kazınmıştır:
“Ben sizin yalan ve hilelerinizle baş edemedim, bu bana dert oldu.
Ama ben de sizin önünüzde diz çökmedim, bu da size dert olsun.”
Benim için 10 Kasım, bir ölüme saygı günü değil; bir inkarın, bir travmanın, bir suskunluğun hatırlanmasıdır. Gerçeğin üzerini örten değil, onu açığa çıkaran herkes, bu toprakların onurlu geleceğine bir adım daha yaklaşmıştır.
Gerçeği inkar etmeyenlere, hafızasını kaybetmeyenlere, vicdanını koruyanlara selam olsun.
Mahmut Uzun
https://www.instagram.com/p/DQ37n9AjA_S/
Mehmet Aytunç Altay: Faşist rejim yıkılmadan hiçbir temel mesele çözülmez. | Röportaj (Siyasi Haber) -
https://komundergi15.com/mehmet-aytunc-altay-fasist-rejim-yikilmadan-hicbir-temel-mesele-cozulmez-roportaj-siyasi-haber/