Ortadoğu’da ulus devletlerin çözülüşü ve rıza kenti oluşturma gayretleri
Zeynel Kete
Ortadoğu’da yaşanan her an adeta bir tarihtir. Bölge kendine özgü bir tarzda Üçüncü Dünya Savaşı’nı yaşamaktadır. Bu kaos ve kriz hali kendi içinde yeni bir çözümü de var edecektir. Yaşanan Üçüncü Dünya Savaşı’nın cehennemin kapılarını açtığı söylemine karşı, cennetin kapılarını da araladığını söyleyenler de vardır. Cennet insanlığın kaybolan eşit ve özgür yaşamıdır; baskının, iktidarın, sömürünün olmadığı ana kadının toplumsal gerçekliğidir. Bu mana ile Amargi olarak da tanımlanır. Çünkü tarihsel kaynaklara bakıldığına göre cennet Dicle ve Fırat nehirleri arasındadır ve Aden bahçeleri olarak tanımlanmaktadır.
Ortadoğu insanlığa ait ilklerin Serçeşmesidir. İnsanlığa ait zihinsel, siyasal ve toplumsal açıdan ilkleri var etmiş bir coğrafyadır. Aynı zamanda da Reya Heq Alevi inancının yoğun yaşandığı, hakikat ve özgürlük arayışında binlercesinin serden geçtiği bir mekanın ismidir Ortadoğu. Özgürlük arayışına aşk ile bağlı olan bir kültürün, inancın, duruşun sürekli devriye halinde olduğu bir coğrafyanın ismidir aynı zamanda. Buna karşılık nahak anlayışın en üst düzeyde temsilcisi olan Sümer devletçi sistemin, bu sistemin ideolojik üretim merkezi olan Zigguratların, Nemrudî ve Firafunî anlayışların da döl yatağıdır.
Ortadoğu coğrafyası dünyanın en zor coğrafyasıdır. İlk doğuşların merkezi olması bakımından önemlidir. Uygarlığın gerici zihniyeti, devletin döl yatağı buradan ete kemiğe bürünmesidir. Hak ve Nahak bütün ilklerin mayalanmasına ortam yaratmıştır. Üç tek tanrılı dinin ve peygamberliksel çıkışların gerçekleştiği yerdir Ortadoğu. Bir yanda hakikat ve özgürlük arayışı, Ortadoğu bilgeliği, dervişlik, devriye halinde olurken, bir yandan da köleliğin ilkleri burada var olmuştur. Başka bir ifade ile uygarlık sistemi Ortadoğu’da sürekli olarak ahlaki ve politik toplumun rıza kenti oluşturma gayretlerini engellemeye çalışmaktadır. Bu gün de hegemonik güçlerin bu coğrafyada özgür kentler ya da demokratik toplum sözleşmesini esas alan yönetim birimlerinin inşa edilmesini engellemek için büyük bir çabanın içinde olduklarını biliyoruz.
Ortadoğu’da yaşanan bu kriz ve kaos hali bir anda kendiliğinden meydana çıkmadı. Tarih geçmişin izlerini, birikimini, yükünü bünyesinde taşımaktadır. Yaşanan bu insanlıktan sapmanın, barbarlığın, hegemonik anlayışın tarihsel geçmişi, başlangıcı vardır. “Tarih başlangıcında gizlidir, başlangıcını çözemeyemlerin tarih bilgisi tüm felaketlerin nedeni olan cehaletin de temelidir.”
Tarih ve geleneği ne kadar iyi bilirsek günümüzü ve geleceği de ona göre değiştirip dönüştürebiliriz. Tarihsel gelenek bize göstermiştir ki, toplumsal sorunların nedenini değerlendirirken sermaye ve iktidar tekeli en baskın ve belirleyici tekelleri oluşturmaktadır. Binlerce yıldır devam eden toplum ve doğa sömürüsünü merkeze koyan sermaye ve iktidar tekeli Ortadoğu’da bütün barbarlığın nedenidir. Bu barbar güçler bir anda ve kendiliğinden ortaya çıkmadı. Özellikle iki kutuplu dünyanın soğuk savaş döneminin araçları olarak meydana çıkarıldılar. ABD’nin Sovyet blokuna karşı oluşturduğu Yeşil Kuşak projesi bu gerici güçlerin filizlenmesinde, hegemonik güçlerin araçları haline gelmesinde belirleyici oldular.
Ortadoğu’da hegemonik güçlerin, ulus devlet yapılanmaların yaratmış olduğu enkaz üzerinden yükselen dinci, milliyetçi, cinsiyetci zihniyetler yaşanan sorunları çözmek yerine, sorunun nedeni durumundadırlar. Kapitalist modernitenin ulus-devletçi formunun dertlere derman olmadığı net bir şekilde açığa çıkmıştır. Ulus devletlerin mucitleri olan Avrupa ülkeleri yüzyıldır kendi kıtalarında bu formu esnetmek için çeşitli “otonom” yapılanmalara girerken, Ortadoğu’da ise ulus-devlet formunun korunması, güçlenmesi için olmadık dolaplar çevirdiler. Toplumu sadece maddi emek üzerinden sömürmediler; iktidar, sömürü, toplumun bütün dokularında kendine yer edindi. “Kölelik sadece maddi emek üzerine kurulmaz; öncelikle zihniyet, duygular ve bedenler üzerinde inşa edilir.” Toplumu çökertmek için “beyinlerin sömürgeleştirilmesinden” daha büyük bir sömürge yoktur.
Rıza toplumunun işleyiş kanunları demokratik ve komünaldır, ahlaki ve politiktir, toplumsal rızalığı esas alır. Tekçi anlayışların işleyiş formu ise toplumsal doğaya aykırıdır. Bu aykırılık ilelebed değildir. Baskılar ne kadar artarsa artsın toplumun özgürlük arayışı engellenemez. Toplumsal tarih bunun örnekleri ile doludur. Rojava’da Hak-Yol topluluklarının rıza kenti oluşturma gayretleri bunun somut ifadesidir. Yetmiş iki alem bu mekanda ikrarlı bir duruşla, birbirlerini ötekileştirmeden “Bir”lendiler. Yeni bir toplumsal sözleşme ile; doğrudan demokrasi, adem-i merkeziyetçi bir yapı, insanın haysiyeti, eşitlik ve özgürlük esası üzerine kurulu anlayış cümle canın arzusudur.
Ortadoğu’da başta Kürtler olmak üzere, rıza toplumu sürekleri Zerdüşt’ün Ahura Mazdası, Mani’nin ışığı, Hz. Hüseyin’in”Hüseynî duruşu”, Mansur’e Hallaç’ın Direnişi, Şeyh Bedrettin’in direnişi ve komünalitesi, Baba İshak’ın, Baba İlyas’ın farklılıklarla birleşerek zülme karşı meydan açması, anaların uyandırdığı çerağların nuru ve jin jiyan azadî çığlığı mazlumların rıza şehri oluşturma gayretlerine yol gösterecektir. Bu çerağ on dört bin yıldır pervanelikte devriye halindedir. Halklar, farklı kimlikler kendisine ait olanı, kendisinden çalınanı almak için mazlumların uyandırdığı çerağa niyaz olacaklar. Yerin, göğün, havanın, suyun, toprağın; cümle canın bu çerağa ihtiyacı vardır. Uyandırılan her çerağ toplumun “özgür doğup ve özgür ölmesi” içindir.
Suriye’deki “despotik” rejimin yıkılması çoklu seçeneklerin kapısını aralayacaktır. Suriye etnik olarak Arap, Kürt, Asuri-Süryani, Ermeni, Çerkez, Türkmen, Rum halkının ortak evidir. Bu topraklarda yaşayanların tarihi “Suriye” isminin tarihinden daha kadimdir. Araplar, Asuri-Suryani, Kürt kimlikler bu kadim kültürün temsilcileridir. Mevcut Baas rejimi bu kimlikleri tarihsel hakikatleri ile kabul etmedi, kendi potasında eritmeye çalıştı. Suriye’de Aleviler bazı kurumlarda, hepsinde değil, görev almada öncelikli olsalar da anayasal olarak tanınmamışlardır. Aynı şekilde Suriye hiçbir zaman Arap Alevî devleti de olmadı. Türkiye’deki dinci, milliyetçi çevrelerin böyle bir algı oluşturma siyasetleri her zaman oldu.
Bilinmelidir ki, hakikat ve özgürlüğe aşk ile bağlı olanların uyandıracağı çerağın ışığı en karanlık olanın üstüne vurur. Ortadoğu’da çoklu kayıpların ve kazanımların en üst düzeyde yaşanacağı bir dönem başlamıştır. Yerinde ve zamanında çözüm alıcı müdahalede bulunanlar kazanacaktır. Ortadoğu’da Hak-Yol topluluklarının rıza kenti oluşturma gayretleri Afrin’de karşılık bulmuştu. Bu meydanda her mazluma nasip kapısı açılmış, her koma niyaz verilmiştir. Gören gözlere aşk olsun.
Suriye’nin işgalinin asıl kazananı kim ya da kimler? – I
Mustafa Durmuş
Temmuz memur maaş zamları ve emekçi hakları ilişkisi
Tunus-Mısır-Libya’da halk ayaklanmaları
14 yıl geriye gidelim.
2010 yılının 17 Aralığında Tunus’ta, 26 yaşındaki elektronik mühendisi bir işsiz, sokaklarda sebze satarak hayatını kazanan M. Bouazizi adlı Tunuslu bir genç kendini yakmış; ardından on binlerce Tunuslu sokaklara çıkarak hükümeti ve işsizliği protesto etmiş ve isyan diktatör Ben Ali Tunus’u terk edene kadar sürmüştü.
Bundan yaklaşın 45 gün sonra 31 Ocak 2011’de bu kez Mısır’da Tahrir (Kurtuluş) Meydanı’nda yüz binlerce Mısırlı: “İş, Ekmek, Özgürlük ve Sosyal Adalet” sloganlarıyla isyan etti. On binlerce genç-yaşlı, Müslüman-Hıristiyan, örtülü- modern kadın-erkek meydanı tuttu. Onlarcası öldürüldü ama Mısır Devlet Başkanı Mübarek ülkeyi terk edene kadar da kitleler meydandan ayrılmadı. Sonrasında Libya Batılı emperyalist güçler tarafından işgal edildi ve Devlet Başkanı Kaddafi öldürüldü.
Kuzey Afrika’nın bu üç ülkesinin ikisinde (Tunus ve Mısır) ortak sorunlar vardı. Buğday ve diğer temel gıda maddeleri ve enerji fiyatlarının çok hızlı artması, derin yoksulluk, açlık, işsizlik, dışa bağımlılık, neo liberal politikalar ve 30 yıldır süren baskı-zulümle özdeşleşmiş kanlı diktatörlükler halkları isyana sürüklemişti.
Libya’da ise durum daha farklıydı. Kaddafi de bir diktatördü ama ülke ekonomisi kötü durumda değildi. Günde 1,8 milyon varillik mükemmel kalitede petrol üretimi yapılıyordu. Ülke, doğalgaz kaynakları açısından da çok zengindi ve bu doğal zenginlikler Libya’da ortalama yaşam süresinin 75’e çıkmasını ve Afrika’nın kişi başına yıllık geliri en yüksek ülkesi olmasını sağlamıştı. Ülkenin sert çölün altında muazzam bir fosil sıvı denizi vardı. Tüm bunlar emperyalist güçlerin iştahını kabartıyordu. Nitekim ABD bu ülkeyi işgal etmek üzere NATO’yu devreye sokmakta tereddüt etmedi.
Devasa ekonomik sorunlar ve devrimci durum
Kısaca, devasa ekonomik sorunlar, gıda fiyatlarındaki artışlar ve iktidarların halkın sorunlarına ilgisizliği ayaklanmaların önünü açtı. Halk mevcut rejimleri bu sorunlarla özdeş tuttuğundan rejimin değişmesini istiyor, rejimle uzlaşmaya yanaşmıyordu. “Ekmek, özgürlük ve adalet” sloganlarıyla yürüyen kitleler olağanüstü hâl uygulamalarının kaldırılmasını, parlamentonun feshini ve yeni bir anayasanın yapılmasını talep ediyorlardı.
Bir başka boyutuyla ise bölgede devrimci bir durum yaşanıyordu ve bu devrimin dürtüsü sadece diktatörlük karşıtı olmak değil, aynı zamanda anti-emperyalist, IMF karşıtı ve İsrail karşıtı olmaktı.
Çalınan devrim!
Bu nedenle de ABD ve müttefikleri bu devrimi durdurmak, bunu yapamazlarsa da onu bölgedeki Amerikan egemenliğini sürdürülebilmesi için yeniden bir biçime sokma niyetindeydiler. Nitekim bunu da sağladılar. Diktatörler devrildi ve halkların gazı alındı ama gerçek bir devrim fırsatı da böylece halkların elinden alınmış oldu. Sonrasında bu ülkeler yeniden bir kaosun içine sürüklendiler ve iç savaşlar ortaya çıktı. Mısır’da yeniden askeri diktatörlük tesis edildi.
Suriye’ye emperyalist müdahale ve iç savaş
Bu gelişmeler 2011 yılının sonlarına doğru Orta Doğu’ya da sıçradı ama bu kez hedefteki Suriye beklenmedik bir direniş göstererek o tarihten bu yılın aralık ayına kadar direndi. Bu süreçte “Büyük Orta Doğu Projesi” kapsamında başta IŞİD olmak üzere, selefi cihatçı gruplar Esad’a karşı ayaklandırıldı, 13 yıl sürecek olan bir iç savaş başlatıldı.
Ancak bu terör örgütleri hem Suriye ordusunun hem de Bölgedeki Kürtlerin direnciyle karşılaştılar. Yine de El Kaide ve El Nusra yenilmiş olsa da bölgeye hâkim devletlerin desteğiyle İdlib gibi belli bölgeleri tutmayı başardılar. Bu süreçte Esad ülkede demokratikleşmek yerine Baasçı eski rejimi sürdürmeye kalkışınca iyice gözden düştü ve yenildi. Ülkesinden kaçarak Rusya’ya sığınmak zorunda kaldı. Ülke Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) ve arkasındaki devletler ve İsrail tarafından işgal edildi.
Nesnel değerlendirmeler gerekiyor!
Suriye’nin işgali konusunda çok farklı değerlendirmeler yapılabilir. Nitekim Suriye’yi işgali alkışlayanlar (bizdeki iktidar medyası gibi) gibi, bunu emperyalist bir müdahale olanlar da mevcut.
Ancak, ülkeyi işgal eden güçler “ülkede diktatörlüğü ortadan kaldırmak, demokrasiyi inşa etmek, kendi sınırlarını güvence altına almak” gibi mazeretler ileri sürebilirse de, bunun doğru olmadığı ve bu eylemin açıktan bir işgal olduğu inkar edilemez bir gerçek. Nitekim daha önceki Irak’ın işgali de bu gerekçelerle yapılmış ama bölgeye demokrasi de gelmemişti.
Esad’ın serveti ile birlikte ülkeden kaçması diktatörlerin genelde yaptıkları bir şey. Ülkesini düşünüyor olsaydı zamanında ülkesindeki Araplar, Kürtler, Ermeniler, Süryaniler, Ezidiler, Dürziler gibi tüm halklarla birlikte tek bir ulusa dayalı olmayan demokratik bir Suriye’yi inşa edebilir ve emperyalist ve alt emperyalist güçlere geçit vermeyebilirdi. Oysa, beklendiği gibi, bunu yapmadı ve kendi ülkesinin emperyalist, Siyonist ve selefi-cihatçı bir yağmaya terk etti.
Rusya ve İran kaybetti
Suriye’deki bu gelişmelerden isyancı grupların ardındaki hangi devletlerin nasıl kazançlı ya da zararlı çıkabileceğini konusunda değerlendirme yapmak gerekirse sırasıyla:
Rusya, Beşar Esad rejiminin önemli bir destekçisiydi. Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) öncülüğündeki isyancı grupların iktidarı ele geçirmesi bu devlet açısından çok büyük bir kayıp olabilir. Zira Moskova 2015 yılında binlerce Rus askeri göndererek ve Suriyeli isyancı gruplara ve sivil altyapıya hava saldırıları düzenleyerek Esad’ı desteklemişti. Ancak Rusya, Ukrayna’daki savaş nedeniyle Esad’ın ihtiyaç duyduğu destek düzeyini sürdüremedi. Sonuç olarak Rusya’nın Orta Doğu’daki projesi büyük bir başarısızlıkla sonuçlandı. Bu durum Rusya’nın Suriye’nin Akdeniz kıyısındaki üslerini kaybetmesiyle sonuçlanabilir.
Esad rejiminin yıkılması, rejimi destekleyen ve Lübnan’daki Hizbullah’a silah göndermek için Suriye’ye bel bağlayan İran için de bir darbe anlamına geliyor. Yani İran devleti için de Esad’ın devrilmesi büyük bir kayıp. Doğu Akdeniz’e uzanan bir kara köprüsünü, Hizbullah gibi İran’ın vekilleri konumundaki örgütler için önemli bir üssü ve silahların Lübnan’a ulaşabileceği bir yolu kaybetmiş oldu. İran’ın Suriye’deki stratejik derinliğini kaybetmesi, İsrail ile çatışması nedeniyle ciddi şekilde zayıfladığı bir dönemde Hizbullah’ı destekleme kabiliyetini de zayıflatacaktır. (1)
Diğer taraftan, bu gelişmeler Hizbullah için varoluşsal bir tehdit oluşturuyor. Hizbullah İran’dan Suriye üzerinden Lübnan’a uzanan son derece önemli karasal yaşam hattını kaybetti. HTŞ muhtemelen İran’dan gelen silah ve diğer malzemelerin akışını durduracak ve İran’ın İslamcı Devrim Muhafızları ve Kudüs Gücü danışmanlarının Hizbullah’ı desteklemeye devam etmesini engelleyecektir. (2)
Savaşın asıl kazananı İsrail!
Rejimin düşmesinden sadece birkaç saat sonra İsrail ordusu Hermon Dağı’nın Suriye tarafını ele geçirdi. Ordu, 1974 ateşkes hattına yakın beş köyün sakinlerine evlerinde kalmalarını ya da olası çatışmalar nedeniyle köyleri boşaltmalarını söyledi. Başbakan Benjamin Netanyahu bölgeyi ziyaret etti ve İsrail’i bölgeden askerlerini çekmeye zorlayan 1974 anlaşmasının artık geçerli olmadığını açıkladı. İsrail hava kuvvetleri, stratejik askeri varlıklar içerdiği iddiasıyla Büyük Şam’daki bazı askeri bölgelere baskın düzenledi. Kuzeyde ise çatışmaların yeniden alevlendiği haberleri üzerine Türk hava kuvvetleri Kürt mevzilerini bombaladı. (3)
ABD, HTŞ’yi de “terör örgütü” olarak tanımlasa da uzun süredir Esad rejimine karşı çıkıyor ve onu devirmek için uğraşıyordu. Bu yüzden de istediği oldu. Bölgedeki en temel müttefiki olan İsrail ise bu savaşın asıl kazananı konumunda. Zira Golan tepelerini işgal edip Şam’a doğru ilerleyerek “Büyük İsrail Projesi” için önemli bir adım daha atarken, İran’ın bölgedeki konumunu da zayıflattı. Suriye’nin en stratejik yeri olan Cebel Şeyh’i işgal etmesi ise bölgede kendine çok önemli bir stratejik mevzi kazandırdı. (4) İsrail bu hafta Suriye’de en az 350 hava saldırısı gerçekleştirdi.
Türkiye kazandı mı?
Türkiye’nin HTŞ gibi selefi cihatçı silahlı gruplara verdiği destek son saldırılar açısından kritik önem taşıyordu. Ayrıca 2017 yılında bir dizi silahlı grubu bir araya getiren ve kuzeybatı Suriye’nin bazı bölgelerini kontrol altına alan önemli bir aktör olan “Suriye Ulusal Ordusu” da Türkiye tarafından destekleniyor.
Son haftalarda Türkiye, Esad rejiminin Ankara ile ilişkileri normalleştirme çabalarını reddetmesinin ardından isyancı örgütlere yeşil ışık yaktı. Elde edilen sonuç dikkate alındığında, bundan böyle Türkiye muhtemelen ülkedeki en etkili dış aktör olarak ortaya çıkacaktır.
Kısaca, Türkiye’deki iktidar bloku Esad’ın şiddet yoluyla devrilmesini zımnen destekledi ve Şam’daki yeni rejimi şekillendirme fırsatına sahip oldu.
Nitekim birçok uluslararası yorumcu bu görüşü destekliyor. Örnek olarak bir yoruma göre: “Esad’ın düşüşünden potansiyel olarak asıl kazançlı çıkacak olan devlet Türkiye’dir. Cumhurbaşkanı Erdoğan Suriye’de uzun bir yol kat etti; bir zamanlar Esad’ın hamisiyken onun devrilmesini talep etti ve ardından Esad rejimiyle normalleşme arayışına girdi. Geçtiğimiz haftalarda Erdoğan Esad’ın şiddet yoluyla devrilmesini zımnen destekledi. Ankara şimdi Şam’daki yeni rejimi şekillendirmek için bir fırsata sahip oldu”. (5)
ABD, İsrail, Türkiye aynı çizgide mi?
Keza Orta Doğu uzmanı gazeteci Conor Gallagher, “ABD’nin vekilleri (Ukraynalı neo-Naziler, İslami köktendinciler ve Siyonist soykırımcılar) aracılığıyla Suriye Devlet Başkanı Esad’ı devirmek ya da en azından olası bir çözüm öncesinde daha fazla toprak koparmak ve Tahran’ın ülkedeki etkisini zayıflatmak için Suriye’de yeniden bir araya geldiğini; Türkiye’ninse, eski adıyla Nusra Cephesi olarak bilinen İslamcı paramiliter örgüt HTŞ’nin en büyük destekçisi olarak merkezi bir rol oynadığını” ileri sürüyor.
Neo Osmanlıcı girişimler
Türkiye’nin ABD ve İsrail ile iş birliği yaptığını ileri süren yazara göre: “Erdoğan’ın çıkarları ABD-Ukrayna-İsrail grubun çıkarlarıyla örtüşüyor. Türkiye’nin eski imparatorluğun büyük bir kısmı üzerindeki etkisini güçlendirdiğini görmek isteyen Erdoğan ve kliğinin katı neo-Osmanlı hırsları, ABD-Ukrayna-İsrail’in bölgedeki Rus ve İran etkisini azaltma arzusuyla örtüşüyor. En azından Türkiye, mültecilerin geri dönüşü için herhangi bir kalıcı çözümden (potansiyel olarak Trump II döneminde) önce Suriye’de kendisinin ve vekillerinin kontrolü altında daha fazla toprak elde etmek istiyor ve bu da Ankara’nın tehdit olarak gördüğü Kürt güçlerini etkisiz hale getirmek için daha iyi konumlanmasını sağlayacak. Türkiye üç milyondan fazla Suriyeliye ev sahipliği yapıyor ve Erdoğan bu konuda bir şeyler yapması için ülke içinde baskı altında ve binlerce kişiyi “gönüllü geri dönüş” beyanlarını imzalamaya zorlamakla suçlanıyor. Suriye’de güvenlik ortamı “güçlendikçe” Erdoğan daha fazla Suriyelinin Türkiye’den sınır dışı edileceğini söylüyor”. (6)
Devam edecek…
Dip notlar:
https://theconversation.com/what-syrias-rebel-takeover-means-for-the-regions-major-players-turkey-iran-and-russia (9 December 2024).
https://www.cfr.org/expert-brief/syria-after-assad-what-know-about-hts-hezbollah-and-iran (9 December 2024).
https://geopoliticalfutures.com/after-the-fall-of-assad-the-middle-east-braces-for-unrest (10 December 2024).
https://www.cfr.org/expert-brief/after-fall-assad-dynasty-syrias-risky-new-moment (8 December 2024).
https://www.nakedcapitalism.com/2024/12/erdogan-backstabs-his-way-into-center-of-middle-east-conflict.html (2 December 2024).
https://yeniyasamgazetesi6.com/suriyenin-isgalinin-asil-kazanani-kim-ya-da-kimler-1/
Kanlı hamur
FEHİM TAŞTEKİN Gazete Duvar için yazdı: Sonuç olarak Orta Doğu’daki Amerikan düzenine tabi olmayan bir Arap devletini boğma operasyonu amacına ulaştı. Şimdiki misyon İsrail’e yanıt verebilecek güçte bir Suriye’ye izin verilmemesi. Bunun için hep tetikte olacaklarını anlıyoruz.
Sednaya hapishanesinden gelen dehşet görüntüler üzerinden yıkılan rejimin ne denli lanet olduğu anlatısı, Şam’ın yeni efendilerinin suç siciline sünger çekip tükenmez bir kredi açarken Suriye’nin çöküşüne omuz veren aktörlerin nasıl bir ülke hedeflediklerini gösteren müdahaleleri de gecikmiyor.
Birinci sıradaki ibretlik hamle İsrail’den geldi. Esad’ın düşüşündeki katkısına dair övüntüsünü Suriye’nin tepesine binen saldırılar ve yeni işgaller izledi.
Sürecin başından sonuna içinde olan Türkiye, SDG’siz (Suriye Demokratik Güçleri) bir Suriye için bütün imkanlarını zorluyor.
HTŞ’nin doğup büyümesi, orduya dönüşmesi, makyaj operasyonlarıyla dönüştürülmesi ve İdlib çeperlerinden çıkıp Şam’a gitmesi için koşulları hazırlayıp olgunlaştıran ABD ise gidişata yön vermeye çalışıyor.
Sırasıyla İsrail, Türkiye ve ABD’nin ne yaptığına bakalım.
***
Esad yönetiminin devrilmesinin ardından İsrail Suriye’deki işgali genişletiyor. Suriye üç aşamalı bir operasyonla yok edildi. İsrail, 27 Kasım’daki Saldırganlığı Püskürtme hamlesine kadar aylarca Suriye’de Şam’ın destekçilerine karşı ölümcül saldırılar yaptı, sahayı yumuşattı. Sonra Suriye yönetimi cihatçılar eliyle çökertildi. Ardından İsrail, Suriye’nin dişlerini sökmeye ve kaburgalarını kırmaya başladı.
İsrail’in Esad gider gitmez başlayan görülmemiş düzeydeki saldırganlığı iki boyutta ilerledi:
Birincisi, su kaynakları açısından önem arz eden Cebel el Şeyh’in (Hermon Dağı) Suriye’nin kontrolünde kalan kısımlarını işgal etti. 1967’de işgal ettiği Golan Tepeleri’nde 1973’te ikinci kez yaşanan savaşın ardından ateşkes hattı olarak belirlenmiş tampon bölgeye girdi. 1973’te Suriye’ye döndürülen Kuneytra’yı yeniden işgal etti. El Mayadin’e göre İsrail güçleri valilik binasına konuşlandı. Ayrıca Merid, Arne, Rima, Hina, Kale Cundul, Ufaniye, Kahtaniye, Hamidiyye, Marriye ve Katana gibi yerleri işgal etti.
Farklı kaynaklara göre İsrail güçleri Şam’a 25-30 km yaklaştı. İsrail bunu ‘steril bölge oluşturma’ diye sunuyor. Fakat müstakbel ABD Başkanı Donald Trump’tan alacakları destekle işgal altındaki toprakları ilhak etme konusunda tekrar el yükseltebilirler. Trump ilk döneminde BM kararlarını hiçe sayarak İsrail’in ilhak kararlarını tanımıştı.
İsrail saldırganlığının ikinci boyutunda şu var: Suriye’nin bütün askeri varlıklarını yok ediyor. 8 ve 9 Aralık’ta toplam 320 stratejik hedef vuruldu. Askeri merkezler, bütün hava üsleri, helikopter ve savaş uçağı filoları, karadan-havaya füze sistemleri, Minet el-Beyda körfezi ve Lazkiye limanındaki donanma gemileri, silah üretim tesisleri, mühimmat depoları, Şam ve çevresindeki Cumhuriyet Muhafızları’na ait tesisler ve Berze bölgesindeki bilimsel araştırma merkezi bombalandı. Türkiye de Kamışlı’da Suriye ordusundan SDG’nin eline geçen füze, ağır silah ve mühimmat yüklü 12 tır, 2 mühimmat deposu ve 2 tankı imha etti.
Yedioth Ahronoth gazetesine göre İsrail, 1967’den bu yana ilk kez Suriye’nin tüm hava üslerini vurdu. İsrail Ordu Radyosu’na konuşan bir İsrailli yetkili “Suriye’nin uçaklarını , savaş gemilerini ve stratejik tesislerini imha ettik. Tarihimizdeki en büyük hava operasyonunda Suriye ordusunun kabiliyetlerini yok ettik” diyor.
Savunma Bakanı Israel Katz, bu benzeri görülmemiş saldırganlığı “7 Ekim’den önce Gazze’dekine benzer bir gerçekliğin yaratılmasını önlemek için steril bir savunma bölgesi kurma” amacına bağlıyor. Yeryüzünün en organize terör devleti her türlü melaneti ‘terörü önleme’ adına yapıyor.
İsrail 2013-2017 arasında Nusra dahil 12 silahlı gruba silah, mühimmat ve para verdi. 27 Kasım’da Halep’i hedef alarak Şam’a giden Saldırganlığı Caydırma Operasyonu’nda cihatçıların işini kolaylaştırdı. Sıra yeni yöneticileri terbiye etme, nasıl bir Suriye istediklerini belletme ve bu ülkenin caydırıcı savunma kapasitesi edinemeyeceğine dair kırmızı çizgileri çizme aşamasına geldi.
Kantz açıkça “Her kim Esad’ın yolunu izlerse sonu Esad gibi olacaktır. Aşırılık yanlısı İslamcı bir terörist oluşumun İsrail’e karşı faaliyet göstermesine izin vermeyeceğiz. Bu tehdidi ortadan kaldırmak için her şeyi yapacağız” diye tehdit savuruyor. Esad’ın gittiği gün Netanyahu “Bugün tarihi bir gün. Rejim düştü. Bu, Esad rejiminin başlıca destekçileri olan İran ve Hizbullah’a indirdiğimiz darbelerin doğrudan bir sonucudur” demişti. Sonra “Golan Tepeleri’nin ebediyyen İsrail toprağı olarak kalacağını” söyledi.
Suriye’yi aradan çıkardılar. Şimdi gelenlere ‘sizinle Suriye’yi hallettik ama kırmızı çizgilerimizi aşarsanız size İslamcı terörist muamelesi’ yaparız diyorlar.
Yaptıkları katıksız bir savaş ilanı. Ama Şam’ın yeni efendileri İsrail ve ABD’ye minnettar oldukları için tek bir kelime edemiyor.
***
13 yıllık ‘kemik kırma’ operasyonundaki yüksek katkısıyla en fazla İsrail’i mutlu eden Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da rejim düştükten sonra kendi savaşını Fırat hattında devam ettiriyor. HTŞ’ye dikensiz bir “Doğu Fırat” bırakmayı hedefliyor sanki. Tel Rıfat’tan sonra Menbic el değiştirdi. Fırat’ın doğusuna geçmek için Karakozak köprüsü ve Tişrin elektrik santrali etrafında çatışmalar yoğunlaşırken Kobani, Ayn İsa ve Tel Temir gibi ilk etapta kuzeyden ve güneyden kıskaca alınacak yerler vuruluyor. Rakka da atış menziline girdi.
Erdoğan bir yandan da Suriye Milli Ordusu’nu (SMO) yeni düzende ana yapı taşı yapmayı umuyor. Aynı zamanda iktidar aygıtları HTŞ’yi makulleştirmeye dönük PR operasyonunda başı çekiyor. Yandaş ve muhalif görünümlü yandaşlar cümleten cihatçı yığınların sanıldığı gibi tehlikeli olmadığına dair kampanyanın bir tarafından tutuyor. Suriye yeniden kurulacak, sığınmacılar dönecek, ekonomik fırsatlar oluk oluk akacak, 13 yıldır savaşa yatırım yapanların yüzü nihayet gülecek! Fakat Türkiye destekli geçiş hükümeti ile SMO’nun Şam’daki yeri hala belirsiz! Süreç HTŞ’nin tekelinde ilerliyor.
***
ABD de yeni rejimi nasıl yoğuracağına dair elindeki kartları karıştırıyor. Sezar Yaptırımları’nı kaldırmak ve HTŞ’yi terör örgütleri listesinden silme teklifi en önemli baskı aracı. Biden yönetimi yeni yönetimle çalışacak ülkelerin işlerini kolaylaştırma adına kara listeyi gözden geçirmeyi düşünüyormuş. Dikte etme sanatı hünerlerini göstermeye başlıyor.
Yanı sıra ABD, Türkiye ve bölgesel ortakların HTŞ üzerindeki etkisini kullanmaya çalışıyor. Şam’da yeni düzeni şekillendirmede elde tutulan bir diğer kaldıraç SDG olabilir. Fakat birbiriyle çatışan kartlar bunlar. Suriye’yi yoğurma operasyonunda daha işlevsel olan kart diğerlerini ekarte edebilir. Bu bakımdan ABD’nin elinde ‘kullan at’ durumuna düşmek de var.
***
SDG, Suriye’nin kıymetli hidrokarbon rezervleri ve tahıl ambarı üzerinde oturuyor. Mantıken bu avantajı yeni denkleme ve siyasi çözüm sürecine girmek için kullanabilir. Bu Ankara’ya rağmen kurulmaya çalışılan bir denklem. Bu avantajın bir kaldıraç işlevi görebilmesi için masa kuruluncaya kadar korunması gerekiyor. Fakat bu zenginlikler aynı zamanda SDG’yi hedef haline getiriyor.
Türkiye’nin kuzeydeki baskısına paralel olarak SDG’yi Deyr el Zor, Mayadin ve Elbukemal’den çekilmeye iten gelişmeler yaşanıyor. Yeni dinamik SDG’deki Kürt-Arap ittifakını mümkün kılan kartopu etkisini tersine çeviriyor. SDG bünyesindeki Deyr el Zor Askeri Konseyi’nin önde gelen isimlerinden Ebu el Haris el Şayiti, Şam’ı kontrol eden güçlere katıldıklarını duyurdu. Bu kopuşun askeri konseyin tamamı değil sadece Şayitat aşireti ile sınırlı olduğu belirtilse de geleneksel yapıların Şam’daki aktörlere yakın oldukları gerçeğini değiştirmiyor. Aşiretlerin Teym, Harata ve Tanak petrol sahaları ile Mücavere gaz sahasını ele geçirdiği aktarılıyor. Ayrıca muhalif kaynaklar SDG’nin Hecin, Şaafe, Bahra, Granij, Ebu Hamam, Ziyban, Tayyane, Dernaç, Ebu Cerdub gibi yerleşimlerden çekildiğini de aktarıyor.
Evet HTŞ, Halep operasyonun başında SDG ile çatışmamayı tercih etti. Çünkü Şam’ı hedefe koymuşlardı. Tüm gücü ele geçirmeden enerjilerini tüketmek niyetinde değillerdi. SDG Komutanı Mazlum Abdi, Şam’dakilerle diyaloga hazır oldukları mesajı veriyor. PYD yöneticisi Salih Müslim de, BBC Türkçe’ye demecinde, HTŞ’nin Halep operasyonu sırasında YPG’ye “Size saldırmak istemiyoruz” diye mesaj gönderdiğini hatırlatarak “Bu olumlu bir şey. Umarız devam eder. Ama politik çözüm için şimdiye kadar bir görüşmemiz olmadı” diyor. Fakat Türkiye’nin Fırat’ın batısından doğusuna yönelik hamleleri ve aşiret güçlerinin Deyr el Zor’da SDG’nin alanını daraltması HTŞ’nin işini kolaylaştırıyor. HTŞ lideri Ebu Muhammed el Colani’nin SDG’ye karşı savaşa dair sessizliği meseleye ne kadar pragmatik baktığını gösteriyor. Belki bu, onun ABD’yi karşısına almamak için sonraya bıraktığı bir hesaplaşmaydı. Fakat ilan edilmiş bir çatışma olmadan SDG’nin geriletilmesini kâr sayabilir.
***
ABD, Irak’tan Suriye’ye güç takviyesi yapsa da Suriye ve İran bağlantılı güçleri hedef aldığı gibi SDG’ye cephe açanlara saldırmıyor. Pentagon önceliklerinin bölgedeki Amerikan askerlerini korumak olduğunu söylüyor. Yani yeni gelenlerle kötü bir başlangıç yapmaktan kaçınıyor. Abdi’ye bakılırsa ABD, SDG için hem HTŞ hem de Türkiye ile iletişim kuruyor. Abdi, Menbic’teki güçlerin çekilmesi konusunda ABD’nin arabuluculuğunda bir anlaşma yapıldığını da teyit ediyor.
ABD’nin arabuluculuğunun Fırat’ın doğusuna yönelik hamlelerin önünü ne denli keseceği meçhul. Amerikalılar Şam’da kurulacak iktidarı şekillendirmenin yollarına bakarken temkinli gidiyor.
Beri taraftan Türkiye’yi dizginlemeye dönük temaslar var. Savunma Bakanı Lloyd Austin, CIA Direktörü Bill Burns, Dışişleri Bakanı Antony Blinken ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan Türk muhataplarıyla görüşüyor. Saldırıların durdurulması isteniyor. Yaptırım tehditleri de devreye girmiş durumda. Senatör Lindsey Graham, “Kürt güçlerinin Türkiye veya Suriye’yi ele geçiren radikal İslamcılar tarafından tehdit edilmesine izin vermemeliyiz” diye çıkışıyor. Fakat Graham, Türkiye’nin silahsızlandırılmış bir tampon bölgeyi hak ettiğini de söylüyor. Washington’da da geçiş dönemi. Trump gelinceye kadar denklem epeyce değişmiş olacak. Trump’ın dediği de; “Suriye’deki krizi Suriyeliler kendi başlarına çözmek zorundalar, biz oraya karışmayacağız. Fransa da karışmayacak. Önceliğimiz Ukrayna meselesi.”
***
Kürtler bu süreçte ABD başta olmak üzere uluslararası koalisyona bel bağlarken “eli uzun” İsrail’den de somut destek bekliyor. Salih Müslim gazeteci Saman Rasulpur’a röportajında şunu söylüyor: “İsrail’in tutumu uluslararası politikayı, özellikle de Avrupa’nın yaklaşımını etkileyebilir. Umarım bu konuda harekete geçme kapasiteleri daha belirgin hale gelir. Sözlü desteğin ötesinde pratik tedbirler bekliyoruz. Buradaki dostlarımız İsrail’in bu tutumunu olumlu buluyor ve yürekten karşılıyor.”
İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar, “Menbiç’te gördüğümüz gibi Kürtlere yönelik saldırılar durdurulmalı! Bunu ABD yönetimindeki dostlarımızla ve diğer ülkelerle görüşüyoruz” demişti.
Kürt tarafından çıkan mesajlar sanki “Şam’daki cihatçılar ileride İsrail’i tehdit edebilir, o yüzden iktidarda kimi görmek istediğinize iyi karar verin” fısıltısını içeriyor.
Sonuç olarak Orta Doğu’daki Amerikan düzenine tabi olmayan bir Arap devletini boğma operasyonu amacına ulaştı. Şimdiki misyon İsrail’e yanıt verebilecek güçte bir Suriye’ye izin verilmemesi. Bunun için hep tetikte olacaklarını anlıyoruz.
https://siyasihaber9.org/kanli-hamur/
Rojava umuttur
Sebahat Tuncel
3. Dünya Savaşı olarak tanımlanan Ortadoğu’da yaşanan siyasal gelişmeler ve açığa çıkacak sonuçlar önümüzdeki 100 yılı belirleyecek gibi gözüküyor. İnsanlık tarihinde tahminen üç yüz bin yıllık geçmişiyle siyasal, ekonomik ve kültürel olarak insanlığı besleyen Ortadoğu coğrafyası, emperyalist güçler ve yerli işbirlikçileri eliyle kapitalist modernitenin ihtiyaçlarına göre yeniden şekillendirilmeye çalışılıyor. Yaşanan savaş ve çatışmaları “modernitenin kültürel ve ekonomik savaşları dönemi” olarak yorumlamak mümkündür. Müdahale Ortadoğu’nun ideolojik ve kültürel yapısınadır. Ve esasta İsrail’in güvenliğini sağlamak için olduğu pek çok analist tarafından da dile getirilmektedir. İsrail’in 7 Ekim saldırısıyla yeni bir boyuta ulaşan üçüncü paylaşım savaşında asıl hedefin İran olduğu bilinmektedir. Suriye rejiminin direnmeden çekilişi, kendi öz gücüne dayanmayan hiçbir gücün dışarıdan gelen destekle ayakta duramayacağını veya destek aldığı gücün politikaları doğrultusunda hareket etmek zorunda olduğunu göstermesi açısından dikkat çekicidir.
Suriye’de rejimin direnmeden Halep ve Şam’ı HTŞ’ye teslim etmesinin Rusya, ABD, İsrail ve İngiltere arasında bir anlaşma doğrultusunda geliştiğini hemen herkes ifade etmektedir. Anlaşılan o ki yaşanan gelişmeler Türkiye’nin de bilgisi dahilindedir. Devlet Bahçeli’nin 1 Ekim’de TBMM’de DEM Parti yöneticilerinin elini sıkması ve sonraki açıklamaları da bu süreçten bağımsız düşünülemez. AKP-MHP bu süreci içeride Kürtleri oyalayarak, Rojava’da da Kürtlerin kazanımlarına saldırarak Kürtlerin statü elde etmelerini engellemek istemektedir.
2014 yılında da Kürtlere karşı IŞİD çeteleri ile işbirliği yapan Türkiye, Suriye’deki gelişmeleri fırsat bilerek bu kez SMO adındaki çeteler ve orada kendisine bağlı paramiliter güçler aracılığıyla Kürtlere saldırılar gerçekleştirmekte, sivilleri, kadın ve çocukları katletmektedir. Türkiye her ne kadar “Suriye’nin topraklarında gözümüz yok, Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunuyoruz” dese de bunun bir retorikten öte anlam taşımadığını herkes biliyor. 2011’den bugüne Suriye’ye yönelik emperyalist müdahalenin bir parçası olan Türkiye, Kürtlere karşı sistematik olarak yürüttüğü siyasal ve kültürel soykırım politikasınının bir parçası olarak Kuzeydoğu Suriye’de özerk bölge statüsünü engellemeye çalışmakta, desteklediği cihadist radikal dinci grupları kullanarak Rojava’yı işgal etmek istemektedir. Kürtlerle dostluk kurmak yerine insanların kafasını kesen, halklara, farklı inançlara işkence eden, tecavüzcü çetelerle radikal dinci cihatçı örgütlerle işbirliği yapması AKP’nin nasıl bir ideolojik, politik toplum inşa etmek istediğinin ifadesidir.
Türkiye’nin yürüttüğü Kürt karşıtı politika Türkiye’de yaşanan siyasal, toplumsal ve ekonomik krizi derinleştirme ve Türkiye’yi çatışmanın içerisine çekme riski de taşıyor. Türkiye tüm kaynaklarını Kürtlere karşı yürütülen gizli, açık savaşa harcıyor. Bu da ekonomik krizi derinleştiriyor. Savaşın faturasını da yoksul emekçi halka ödetiyor. Türkiye’de mevcut durumdan çıkmanın yolu barış ve çözüm siyasetidir. Demokratik, özgür, eşit, adil ve refah içinde bir yaşam için barış siyasetine Kürt sorununun barışçıl ve özgürlükçü çözümüne ihtiyaç var.
Ortadoğu’da savaş ve çatışmanın uzun süreceği görülüyor. Suriye’den sonra İran’da çatışma ve savaş olasılığı yüksektir. Bu savaş Ortadoğu halklarının kaderi değil elbette. Kapitalist modernite yarattığı ulus-devlet krizini, savaş, sömürü ve şiddet ile aşmaya çalışmaktadır.
Peki Ortadoğu’da başka bir çözüm mümkün değil midir? Elbetteki mümkündür. Filistin ve Kürdistan halklarının özgürlük sorunu Ortadoğu halklarının eşit ve özgür birlikteliğini esas alan bir birlikle çözülebilir. Bu konuda Sayın Abdullah Öcalan’ın 2010 yılında Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü başlıklı savunmasında ifade ettiği, “Kürdistan’da Kürt sorununun demokratik ulus kapsamında çözülmesi Ortadoğu’daki ulus devlet bunalımına ve ulaştığı çözümsüzlüklere karşı muazzam bir etkide bulunacaktır. Daha şimdiden Irak, İran, Suriye ve Türkiye’deki ulus devletlerin ulaştığı bunalım, çatışma ve çıkmazların anlaşılmasında demokratik ulus çözümü dışında bir olasılık pek gözükmemektedir” değerlendirmesi, yaşanan güncel gelişmeler doğrultusunda en akılcı çözüm olarak önümüzde durmaktadır.
Ortadoğu halkları özgür ve barış içinde bir yaşamı hak ediyor. Dinci, milliyetçi, cinsiyetçi militarist ideolojiler ve yönetimler halkların geleceğini karartıyor. Bu karanlığa karşı direnen Kürt kadınları başta olmak üzere Rojava halkı sadece Kürtlere değil bütün dünyaya umut olmaya devam ediyor. 2014 Kobanê direnişi ve IŞİD’in yenilgiye uğratılması halklara başka bir yaşamın mümkün olduğunu göstermiş, umudun adı olmuştur. Şimdi Kobanê’ye, Rojava’ya saldıranlar bu umudu kırmak istiyor. Umudu diri tutmak ve halklarımızın özgürlüğünü sağlamak için umudun etrafında daha fazla kenetlenmek, Rojava halkıyla dayanışmak, savaşa karşı durmak insanlık görevi olarak önümüzde durmaktadır.
https://yeniyasamgazetesi6.com/rojava-umuttur/
Devlet Bahçeli’ den medet ummak ne kahredici bir hal ve ne büyük bir trajedi!
Saltanat için beşikteki oğlunu boğan, kardeşlerini infaz ettiren ve on dokuz evladını cellatların önüne atan bir kafadan ve anlayıştan nasıl özgürlük beklenir? Koçgiri, Geliye’ Zilan, Dersim, Roboski, Fontus, Cizre, Silopi, yüksekova, Digor, İdil, Şırnak, Nusaybin ve Lice’de
katledilen büyük küçük onbinlerce canınımızın kemikleri sızlamayacak mı?
Devlet bahçeli alkışlıyorsa, bunda bir hile ve tuzak olduğunu görmemek için -kasıt yoksa- tarihten bihaber olmak gerekiyor.
Bu taktik değil, başka bir şeydir.
Yıllarca feryat ettik, sivil itaatsizliği esas alan net çözüm projeleri önerdik.
Ama birileri kapıları sımsıkı kapatıp değişik düşüncelerin içeri girmesine izin vermediler.
Çünkü işlerine öyle geliyordu, çünkü rahatları kaçacaktı.
Oysa bugün her şey farklı olabilirdi.
Şu bilinsin ki, bu halk sahipsiz değildir. Halkı ve inançları için canlarını feda edebilecek namuslu pek çok aydınımız vardır. Tarihin not ettiği bu keyfiliğe sessiz kalmayacaklardır.
Feryat etmeye, doğruların sesi olmaya ve kurtuluşa giden yolu göstermeye devam edeceklerdir.
Tarih en adil hakemdir.
Mahmut Alınak
https://x.com/mahmutalinak/status/1866512696390385933?t=7V4dV5ufK2ETcbU-JkTYaA&s=19
DEĞİL Mİ?
Ulu Tanrı’m, akıl ermez sırrına,
Binbir ismi hakda pinhân edersin.
İçirirsin sabrın peymânesini,
Hikmetini sonra âyân edersin.
Gizlenirsin bir nüvenin içinde,
Âdemin de şeytanın da cinin de,
Her milletin ayrı ayrı dininde
Şirke, küfre, reybi bürhan edersin.
Aşk olursun, gönlümüzü yakarsın,
Leylâ olur karşımıza çıkarsın,
Rakîb olur canımızı sıkarsın,
Vuslatını bize hicran edersin.
Bozuktur düzenin, olmazsın akort,
Tavşana kaç dersin, tazıya aport,
Haham, papaz, hoca ettikçe zart zurt,
Alay eder, güler, isyân edersin.
Sen indirdin yere şu dört kitâbı,
Ayrı ayrı her birinin hisâbı,
Her bir dinin sensin putu, mihrâbı,
Yalanına kendin iman edersin.
Zerdüşt olmuş görünmüşsün ateşte,
Brahmen’in Vişno’susun güneşte,
Bir parlayış parladın ki Kureyş’te
Mahbûbunu zâtına şân edersin.
Hem goncasın, hem bülbülsün, hem diken,
Hem cânânsın, hem de çileyi çeken,
Hikmetine defîneler açıkken
Seyyah, derviş olur selmân edersin.
Yok olmadan var olmanın yolu yok,
Kendin gibi seni arayan pek çok,
Hiç şaşrmaz kaderden attığın ok,
Sevdiğini aşka nişân edersin.
Çiftçi olur, öküzünü haylarsın,
Ağa olur, hizmetkârı paylarsın,
Yersin, göksün, yıllar, günler, aylarsın,
Asırları toplar bir ân edersin.
Görünürsün her velîde, delide,
Mustafa’da Avram’da Pandeli’de,
Bir maymuncuk gibi her bir kilide
Hem uyarsın hem de bühtân edersin.
Neşve olur, gizlenirsin şarabda,
Helâl, haram yazılırsın kitabda,
Sevdâlarla şu inleyen rebâbda,
Sensin, âşıkları nâlân edersin.
Zincir olur mecnûnları bağlarsın,
Görür, acır, karşısında ağlarsın,
Irmak olur, dere tepe çağlarsın,
Tûfân olur, dehri vîrân edersin.
Bir ot idin, kamış oldun, ney oldun,
Feryâdına karşılık hey hey oldun,
Su, kök, filiz, asma, üzüm, mey oldun,
Her katreni bana ummân edersin.
Çıban olur, enselerde çıkarsın,
Yanar canın yine kendin sıkarsın.
Kendin yapar, kendin yakar, yıkarsın,
Sigortadan ne kâr, ziyân edersin?
Maymun olur, ısırırsın kralı,
Hâlâ Yunan cânevinden yaralı,
Yıldızını o yâr sard› saralı,
Venizelos musun devran edersin, .
Bir irâden adam yapar eşeği,
Azlolurken batar ona döşeği,
Gazabındır şu felâket şimşeği,
Her nereye çaksan sûzân edersin.
Çıkmayan bir candan umut kesilmez,
Rahmetinden zerre bile eksilmez,
Gözümüzü senden başkası silmez,
Güldürmeden önce giryân edersin.
Şımartırsın bir sonradan görmeyi,
Öğretirsin halka çorap örmeyi,
O çalarken tam gözünden sürmeyi,
Yakalarsın, hapse fermân edersin.
Zengin olur kasaları kitlersin,
Fakir düşer garip başın bitlersin,
Deri, kemik, beden bizi ciltlersin,
Hicrânlara canlı divân edersin.
Lâ’netin mi şu şeyn-İslâm kapısı,
Yedi cehennneme bedel yapısı,
Zebânilerde mi bunu tapısı?
Bu çeteyi sen perîşân edersin.
Dârü’n-Nedve midir şu Dârü’l-Hikme?
Savurdular birbirine çok tekme.
Kuyruğu sakattır, pek hızlı çekme,
Eşeklerle bizi handân edersin.
Kudururlar arpalıkla, tiridle,
Girişirler kafa, göz, yüz, dividle;
Geğirirler, anırırlar, tecvîdle,
Harf-i meddi yular, kolan edersin!
Fitne için yeter İzmir’li Cüce,
Yelken takar devedeki hörgüce,
Kürek çeker akıntıya her gece,
Boklu dereye mi kaptan edersin?
Nerde olsa başındadır belâsı,
Hased, fitne, o Fir’av’nın Mûsâsı,
Cehil, gurûr ve sâire cabası,
Sakla domuzlara çoban edersin.
Sana giren çıkan nedir be dürzü?
Dersin bana ey Allah’ın öküzü!
İçirirsin on dört bin okka düzü,
Beni bulutlarda mihmân edersin!
Serserînim, düştüm aşkınla meye,
Nasıl girdin elimdeki şu ney’e?
Hem seversin beni Neyzen’im deye,
Hem de sarhoş diye destân edersin!
NEYZEN TEVFİK
Halep’in efendisi kim; Erdoğan mı Colani mi?
Fehim Taştekin
Çarşıya uymayan bir hesap
HTŞ pragmatik bir yaklaşımla Halep’te Kürtlerle savaşa tutuşup enerji tüketmek, ABD’nin tepkisini çekmek ve Suriye ordusunun toparlanmasına izin vermek istemiyor. Bu iki mahalledeki hesaplaşmayı sonraya bırakıp Hama’yı ele geçirmeye odaklandılar. Hama düşerse Humus ve Şam’a ilerlemenin hesaplarını yapıyorlar. Eylem tarzıyla dedikleri “Şimdi Kürtlerle savaşmanın zamanı değil!”
Suriye’de Türkiye, ABD ve İsrail’in çıkarlarını çakıştıran ‘cihatçı fetih’ her bir tarafa varmak istediği sonucu vermeyebilir. Kârlı üçlünün kazanımları ilave testlere tabi.
Halep’in düşüşünü getiren ilk şok dalgasında Suriye devletinin beli kırıldı, İran darbelendi, Rusya sağdan-soldan kroşe yedi. ‘Şahin’ kamikaze İHA’ları da Ukrayna’nın intikamı sayılır! İlk dalganın bir diğer kaybedeni Fırat’ın batısındaki Kürtler oldu.
Rusya açısından "Suriye’deki Ukrayna intikamı" telafi edilemeyecek bir darbe olmayabilir. Askeri kapasitesinin sadece yüzde 1’ini Suriye’de kullandığı düşünülen Rusya havadan taarruz ve savunma kapasitesini artırıp Afrika’daki asimetrik güçlerini Suriye’ye kaydırabilir. Bu şekilde çatışmalara dahil olduğu 2015’teki sıfır noktasından yeniden başlayabilir. Ama Donald Trump gelinceye kadar Ukrayna denklemini olabildiğince lehine çevirmesi lazım. Fakat Suriye’de emsal haline gelecek bir hezimeti de göze alamaz.
İran, İsrail’in Suriye’deki saldırılarında ağır bedeller ödemesine karşın çekilmenin savaşı kendi kara sınırlarına yaklaştıracağı inancıyla hareket ediyor. İran’ın daha fazla Devrim Muhafızları askeri danışmanlarının yanı sıra Irak’taki Haşd’uş Şaabi güçlerini Suriye’ye getirmesi halihazırda yürüyen bir gelişme. Şam’ın gerek duyup onay vermesi halinde doğrudan İran nizami muharip unsurları da cepheye sürülebilir. Bunun Türkiye ve Rusya’nın katılımıyla 6-7 Aralık’ta Doha’da yapılacak üçlü toplantıda caydırıcı pazarlık kartı olarak masaya sürülmesi muhtemeldir. ABD ve İsrail’in saldırıları bu seferberliği durduramazsa İran’ı Suriye’den uzaklaştırma stratejisi geri tepmiş olur. İran’ın artan varlığına yönelik saldırılar ABD ve İsrail’le doğrudan çatışma riskini artırabilir. Halbuki İran uzlaşma eğilimindeydi.
Irak Başbakanı Muhammed Şiya el Sudani de ABD tarafından “Suriye’den uzak durun” diye tehdit ediliyor. Fakat Bağdat’taki siyasi aktörler, Suriye’yi yüzüstü bırakmayı kendilerini de vuracak bir kötülüğün önünü açmak olarak görüyor. HTŞ’nin hakimiyet alanını genişletmesi halinde Irak’ın Sünni üçgeninde IŞİD yeniden dirilebilir. Çünkü IŞİD’in fikri ve toplumsal altyapısı tam olarak çökertilmedi. Sudani’nin Haşd’uş Şaabi’yi önleme çabası kendi sonunu da getirebilir.
Suriye devletinin ana kolonlarından çökertilmesi 2011’den farklı olarak pek çok Arap ülkesini korkutuyor. IŞİD’in akıbetinden sonuçlar çıkartıp kendini yeniden kodlayan ‘selefi-cihadi’ HTŞ’nin Ürdün ve Mısır’ın yanı sıra bazı Körfez ülkelerinde önemli karşılıkları var. O yüzden Araplardan ABD’ye giden mesaj gayet ciddi: "Bu gelişmeler Suriye’yi Somali’ye döndürebilir."
Artık Suriye liderliğinin telefonuna çıkacak Arap yönetimlerinin sayısı az değil. Kaygılarda bir paydaşlık var.
***
Amerikalılar Fırat’ın doğusunda SDG, Fırat’ın batısında HTŞ ile Suriye yönetimini felç edip İran ve Rusya’yı darlama yaklaşımı sergiliyor. Fakat gelişmeler ABD’nin destek verdiği SDG’yi hem zor duruma düşürüyor hem de istemedikleri seçimlere zorluyor.
Ankara, “Saldırganlığın Caydırılması” adı verilen saldırganlığın önünü açarken birkaç hesap güdüyordu. Fırat’ın batısında Tel Rıfat’tan başlayıp Halep’in iki Kürt mahallesi ve Menbic’le devam edecek şekilde YPG’nin kontrol alanlarını temizlemek. En önemli hedef buydu. Ki bunun için Suriye Milli Ordusu (SMO) milislerinin başlattığı Özgürlük Şafağı operasyonu Tel Rıfat’ta amacına ulaştıktan sonra Menbic’e yöneldi. Halep’in içinde Şeyh Maksud ve Eşrefiye mahallelerinin geleceğiyle ilgili SMO’dan ziyade HTŞ’nin tutumunun belirleyici olacağı anlaşılıyor. HTŞ, PYD/YPG/PKK’yi "Baas’ın Kürt yüzü” ve “rejimin maşası” olarak görse de SMO gibi "Bunlar yok edilmesi gereken terörist örgüt” gibi bir dili kullanmıyor. Aksine bunları ‘ulusal örgütler’ olarak görüyor. Bu bakımdan HTŞ’nin Türkiye’ye endeksli olmayan daha kendine özgü bir gündemi var. Rejimini İslami bulmadığı ve ‘Dar’ul Harp’ olarak gördüğü Türkiye ile iş birliğini ise ‘maslahat gereği’ diyerek savunuyor.
Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’ne göre “HTŞ ile SDG arasında çatışma yok; HTŞ, Halep'ten (Tel Rıfat) Tabka'ya doğru ayrılan Kürtleri koruyarak Türkiye destekli grupların kötü muamelede bulunmasını engellemeye çalışıyor.”
YPG’ye bakıştaki farklılık Şeyh Maksud ve Eşrefiye’ye silah zoruyla girmeden önce müzakere yolunu deneme esnekliği getirdi. Bir bakıma “Siz güven içinde Halep’i terk edin, yoksa biz gireceğiz” tehdidini de içeren bir pazarlık süreci yaşanıyor.
HTŞ, hafta sonu SDG’ye yaptığı Halep'ten kuzeydoğu Suriye'ye gitmeleri yönündeki çağrıya yanıt bekliyor. SDG anlaşma sağlandığı yönündeki iddiaları reddetmişti. Suriye Milli Ordusu komutanlarından Abdulcabbar Akidi, Rudaw’a demecinde "SDG ile silahlı çatışma çıkmaması konusunda anlaştık. Silahları ile birlikte çekildiler. Bölge devrimci güçlerin kontrolünde ancak bu iki mahalleye girmedik. Çünkü onlarla anlaşmamız böyle" ifadelerini kullandı.
Fakat asıl muhatabın HTŞ olduğu düşünülürse onların ne dediğine bakmak gerekiyor.
HTŞ’nin liderliğindeki Askeri Operasyonlar İdaresi üyesi Nureddin el Baba, Rudaw’a dedi ki; “PKK mensuplarıyla güvenli bir şekilde çekilmeleri için görüşmeler devam ediyor. Böylece, Halep ilinin büyük bir kısmı, belki de tamamı kurtarılmış olacak… Kan dökülmesini istemiyoruz.”
Pragmatik bir yaklaşımla Halep’te Kürtlerle savaşa tutuşup enerjilerini tüketmek, ABD’nin tepkisini çekmek ve Suriye ordusunun toparlanmasına izin vermek istemiyorlar. Bu iki mahalledeki hesaplaşmayı sonraya bırakıp Hama’yı ele geçirmeye odaklandılar. Hama düşerse Humus ve Şam’a ilerlemenin hesaplarını yapıyorlar. Eylem tarzıyla dedikleri “Şimdi Kürtlerle savaşmanın zamanı değil!”
Kürt kaynaklara göre Kürt gençleri silahlarıyla Şeyh Maksud Savunma Güçleri’ne katılıyor. “Çetelerin bölgelerimize girmesine izin vermeyeceğiz” diyorlar. Yerel bir seferberlik hali varken YPG ya da SDG’nin adı geçmiyor. Bu da Akidi’nin dediği türden bir geçici mutabakata işaret ediyor. Fakat burayı Halep idaresinden özerk bir yapı olarak tutmaya niyetleri yok.
Rojava Enformasyon Merkezi de 2 Aralık’ta "Müzakereler sürüyor" bilgisini geçmişti. Benim edindiğim bilgiye göre bir anlaşma oldu. Şu an için YPG-SDG mahallelerden çekilmedi ama bu durum müzakerelerin seyrine göre önümüzdeki günlerde değişebilir. Yerel kaynaklara göre Şeyh Maksud’a günlerdir taze gıda girmiyor ve sular kesik. Bu da ablukayla dize getirme taktiğini akla getiriyor.
Farklı kaynaklara göre Kürtlerin bu pazarlıktaki hesabı şöyle: Erzak stoklarının idare edebileceği 2 ay içinde çatışmasızlık garanti edilebilirse belki durum tersine dönebilir. Suriye ordusunun toparlanıp geri dönmesi gerekir ki henüz Hama’yı doğudan ve batıdan çembere almaya çalışan HTŞ’nin istilasını tersine çevirecek bir püskürtme yapabilmiş değil.
Daha önemlisi ABD, SDG’nin Fırat’ın doğusundan batısına güç ve silah göndermesini istemiyor. Fırat’ın batısında HTŞ, doğusunda SDG, Amerikalıların tercihlerine göre hareket ederse Washington açısından ‘operasyon tamamdır’.
Menbic de zaten ABD’nin Türkiye’ye YPG/SDG’yi çekme sözü verdiği yer. O yüzden orada da kendi silahlarıyla bir savaş istemiyor. Elbette Türkiye’nin planlamasına uygun olarak SMO, Menbic’i ele geçirirse Fırat’ın doğusuna da geçmeyi deneyecektir. Fakat karşı yakada Amerikan kırmızı ışığı belirebilir. Fırat’ın batısındaki Türk-Amerikan çakışması Fırat’ın doğusunda bozulabilir.
***
HTŞ’nin süpürme hamlesinin Şam üzerindeki yıkıcı etkisini güçlendirmek için Fırat’ın doğusunda eski bir plan güncelleniyor: Suriye-Irak sınır hattının tamamen kapatılması.
Suriye ordusu, Hama’yı geçilmez kılmaya odaklanmışken SDG, Fırat’ın doğusunda ikinci bir cephe açtı. Suriye ordusu Hama ve Humus’u tahkim için doğudaki güçlerini batıya çekerken boşluk oluşuyor. SDG bunu fırsat bilip Deyr el Zor’da Fırat’ın doğu yakasında Suriye ordusu ve İran destekli milislerin kontrolündeki 7 köyü ele geçirdi. Saldırılara havadan eşlik eden Amerikan güçleri ayrıca topçu atışları ve lojistik destek sağladı.
Bu hamle Halep’teki fiili statünün değişmesine paralel olarak gelişiyor. Önceden YPG-SDG ile Suriye yönetimi arasında bir denklem vardı. Fırat’ın batısındaki Kürt bölgelerinde YPG Suriye ordusu, İran milisleri ve Rus güçleriyle paslaşıyordu. Halep’te Kürt bölgelerini korumak, Fırat’ın doğusunda Suriye ve İran’la gerilimden kaçınmayı gerektiriyordu. Suriye ordusunun Halep’ten çekilmesi birbirini gözetme gerekliliğini zayıflattı.
SDG’nin Fırat’ın altına geçme hazırlığı yaptığına dair henüz bir işaret yok. Ama Amerikalılar bunun için bastırabilir. ABD daha önce SDG’yi Suriye-Irak sınırını kapatacak hamleye ikna edememişti. Kürtler İran ve Suriye’yi karşılarına almak istememişti. ABD, SDG’den Elbukemal’e doğru hareket geliştirmesini bekleyebilir. ABD hem Suriye yönetimini çaresiz bırakmak hem de İsrail’i güvenceye almak için Elbukemal kapısını İran bağlantılı sevkiyatlara kapatmak istiyor. SDG Meyadin-Elbukemal hattında ilerlerse Ürdün-Suriye-Irak üçgenindeki Tanaf’ta Devrimci Komando Ordusu (Mağavir el Sevra) ve Karyeteyn Şehitleri Tugayı, Doğu Aslanları Ordusu, Şehit Ahmed el Abdu Güçleri ve Özgür Kabileler Ordusu gibi Amerikan beslemesi milisler de kuzeye doğru sınır hattını kapatabilir. İkmal hattı kapatılırsa hem Suriye ordusu nefessiz kalır hem de Lübnan’da Hizbullah’ın İsrail’e karşı toparlanması önlenmiş olur.
***
Türkiye’yi HTŞ ile ilgili hüsnü kuruntusundan uyandıracak başka bir şey daha: SMO ve “Suriye geçiş hükümeti” paşa paşa Halep’in efendisi olacağını sanıyor. Halep kalesinde Türk bayrağını görenler temelsiz bir heyecana kapılıyor. Dün kente gidip "Halep’in fatihi” pozunu veren Ebu Muhammed el Colani her ne kadar müşterek bir yönetim için HTŞ’yi feshedebileceklerini söylese de inisiyatifi başkasına bırakmaları beklenmiyor. 2015’te İdlib’i ele geçirdikten sonra Fetih Ordusu’nu nasıl bölgeden sildiğini biliyoruz. Halep’te de yetki ve paylaşım kavgası erken başladı. HTŞ yağma olaylarına karıştıkları gerekçesiyle bazı SMO komutanları derdest etti. Ayrıca Sultan Murad Komutanı'nı Halep'e sokmadı. Evet SMO grupları yağma, ganimet, hırsızlık ve sınır tanımazlık konusunda bir numara. Colani ise ‘düzen adamı’ olarak bu savaşı kazanmak istiyor! Dahası HTŞ, SMO’dan Halep'te girdikleri yerleri boşaltmalarını istedi. Bu gelişmeler üzerine Özgürlük Şafağı Operasyon Odası, HTŞ’yi saldırgan davranmak, süreci tekeline almak ve özgürleştirilen yerleri yeniden işgal etmekle suçladı.
HTŞ’ye bağlı “Kurtuluş Hükümeti” Halep’te kamu binalarına yerleşiyor, kontrol noktaları kuruyor, yetkiyi ele alıyor. Türkiye’nin desteklediği geçici hükümet oturacak bir koltuk bulursa bunu kâr sayabilir.
***
Erdoğan, Rusya ve İran’la pazarlıklarında saha kartını kullanabilir. Bu iki ülke üzerinden Esad’a Kürtlerin liderliğindeki özerk yönetimi çökertecek sahici bir ortaklık, Suriye’nin kuzeyinde 30-40 km derinliğinde Türkiye’nin kontrolde bir koridor, sığınmacıları hızla döndürecek bir plan, silahlı grupların yönetime ortak edilmesi taleplerini dayatabilir. Fakat bu kartın zayıf ve tehlikeli tarafı sahadaki inisiyatifin makyajlanmış bir IŞİD zihniyetinin tekelinde olmasıdır. IŞİD’in eski Suriye emiri ve Türkiye’nin terörist listesindeki Colani, Erdoğan’a efendi muamelesi yapmayacaktır! Ayrıca ‘emir’ rolünü oynayan Colani her ne kadar Batılı medyada "Ilımlılaştı" diye allanıp pullansa da Suriye Ulusal Koalisyonu’nu Suriye halkının meşru temsilcisi diye tanımış 100 küsur ülkeden çok azını arkasında bulabilir. Ve tabii bir de Trump ne diyecek diye beklemek lazım. Onun kulağına “İran, Şii milisler ve Hizbullah’la savaşan tek gerçek lider bu” diye fısıldamaya başladıklarından emin olabiliriz. Ama Trump bu; “General Colani” de diyebilir, küfrü de basabilir!
Çarpıtılan Horasan gerçeği
Alevilerin, özellikle de Dersim Alevilerinin Türklüğü konusu Horasan’la ilintilendirilerek bir şekilde toplumsal bir kabul yaratılmaya çalışıldı hep. İttihatçı ideologların mimarisini kurduğu ve çeşitli biçimlerde taze tutularak güncellenen bu tezin alıcılarının olmadığı da söylenemez elbette. En son Munzur Üniversitesi’nde yapılan ve bu konuda devletin ideolojik bagajının çeşitli boyutlarıyla sergilendiği sempozyum da İttihatçılıktan bugüne uzayan bir sürekliliğin yansıması olarak eleştirildi. Horasan-Alevilik ilişkisinin dayanaklarını, sebeplerini Dersim ve Alevilik konusunda önemli çalışmaları bulunan Dr. Yalçın Çakmak’la konuştuk.
https://dersimgazetesi.net/dersim/carpitilan-horasan-gercegi/