Gibi dizisinin ikinci sezon sekizinci bölümünden bir parça. Yılmaz, Esra ile çocuk oyuncu konusunu tartışırken bir dizi safsataya başvuruyor. Benim tespit edebildiklerim ad hominem, ignoratio elenchi ve red herring yani kişi karalama, alakasız sonuç ve konuyu saptırma. Türkiye'de bunlarsız tartışma olmuyor tabii.
LinkedIn'e şöyle bir bakmak istedim. Bu yazıyı görünce kan beynime sıçradı. Saysöv edip rahatladıktan sonra, şimdi argüman aşamasına geçelim.
Bu rezil harfler toplamını paylaşan kişinin titri "People and Culture Manager". Bu unvan, bütün gün oturup kahve içmekten başka iş yapmayan insan kaynakları biriminin yeni adıymış. Bundan önce de personel birimi deniyordu. Birinin çıkıp insan kaynakları elemanı olmak için ne gibi bir nitelik gerektiğini anlatması gerekiyor artık.
Şahıs kısaca "İşçiyi eşek gibi çalıştırdığımız yetmez, yularını da sıkı tutmamız gerek." diyor. Aidiyet denerek ne kastediliyor? Çalışmak genel anlamda para için yapılan işten ibaret. İşçi çalıştığı yere ait olsa ne olur, olmasa ne olur? Mesai saatleri içinde görev tanımının gereklilikleri yapılıyor. Bundan fazlasını istemek ahlaksızlık gibi geliyor bana.
Maaş ve yan haklardan bahsetmiş. Yan hak, sanırım sigorta ve iaşe demek. İşveren bunları zaten çalıştırdığı kişiye sağlamak zorunda. Yüksek maaş dese anlarım. Asgari şartları sağlıyor diye, işverene minnet neden?
Çalışmanın basit bir ticari ilişkiden öteye gitmemesi gerekir. İşçi emek-gücünü satan özne, işveren satın alan konumdadır. Dolayısıyla şartlar işçinin emek-gücünü satabilmesine uygun hale getirilmeli. Fakat mevcut yasalar işverenden yana. Geçmişte işçi mücadeleleriyle kazanılan çoğu haki patronlar tarafından iç edildi.
Aşırı tepki veriyor olabilirim ama yetti artık. Bu çürümüş düzene katlanamıyorum.
Dün yapılan KPSS ölgün bir havada geçti. Kimsede asıl sınavdaki heyecan yoktu. Herkes "Bitse de gitsek" kafasındaydı. Sorular asıl sınava göre düzgün olsa da, sınavın yok yere iptal edildiği ve bunun için bir dünya yaygara koparıldığı ihtimali beni de tedirgin ediyor.
Sınav yapılırken Saraçhane'de bir grup toplandı. Dertleri LGBT imiş. Toplum yozlaşıyormuş bu oluşum yüzünden. Bir kere, orada toplanıp Beyazıt Meydanı'na yürüyenlerden daha toplum düşmanı bir kitle yok. Fikirde Birlik Mücadele Platformu adı altında birleşip "Büyük Aile Buluşması" diye bir miting organize ederek LGBT bireyleri hedef gösteriyorlar ve bazı liberaller bunu savunuyor.
Ülkemiz gerçekten ideoloji çöplüğü. Muhafazakar olduğunu söylemeye utanan da liberalizme sarılıyor ama Karl Popper okumadan, Hoşgörü Paradoksu diye bir şeyden haberdar olmadan internette gördüğü şeylerle gününü geçirince bir yerde patlak veriyor. Daha yazılacak çok şey var da neyse.
Bu miting sırasında yağmur yağıp güneş açınca gökkuşağı çıktı gökyüzünde. Gerçekten epik bir görüntüydü.
Pandemi nedeniyle geçen yıl yapılamayan bu yıla ertelenen İstanbul Bienali, 17 Eylül 2022 itibariyle başladı. 20 Kasım 2022'ye kadar pazartesi günleri hariç ziyaretçileri kabul edecek. Sadece bu pazartesi ilk hafta olduğu için mekanlar açık. Küratörlerinin Ute Meta Bauer, Amar Kanwar ve David Teh olduğu bienalin temasını anlamadım.
Beyoğlu, Fatih, Kadıköy ve Zeytinburnu'ndaki 12 sergi mekanı bienale ev sahipliği yapacak. Bunlar sırasıyla:
📌 Pera Müzesi
📌 Performistanbul
📌 Merkez Rum Kız Lisesi
📌 SAHA Studio
📌 Büyükdere35
📌 Metro İstanbul Yaklaşım Tüneli
📌 Barın Han
📌 Tarihi Çinili Hamam
📌 Küçük Mustafa Paşa Hamamı
📌 Müze Gazhane
📌 arthereistanbul
📌 Zeytinburnu Tıbbi Bitkiler Bahçesi
2019'da bizim okula bağlı İstanbul Resim ve Heykel Müzesi de mekanlardan biriydi. Burada bayağı bir eser toplandığı için gezmem bir gün sürmüştü. Pera Müzesi de günümün büyük kısmını götürmüştü. Adalar'a zaten gidememiştim.
Bu sene ekim ayında ziyaret etmeyi düşünüyorum. Her gittiğim mekan için fotoblog yapmak istiyorum. Bu da eserleri inceleme süremin uzaması demek bir anlamda.
Fatih'teki mekanlar birbirine çok da yakın değil. Barın Han, Sultanahmet tarafında. Tarihi Çinili Hamam, Tarihi Yarımada'nın dışında; Zeyrek'te. Küçük Mustafa Paşa Hamamı, adı üzerinde Küçükmustafapaşa semtinde. Hepsini bir güne sığdırmak zor olacak ama deneyeceğim.
Pera Müzesi için bir gün ayırırım. Rastgele bir gün gitmeyi düşünüyorum. Diğer mekanları da aynı gün kafam kaldırmaz. O yüzden Beyoğlu'na birkaç kez uğrayabilirim.
Kadıköy'e gitmem için yol parası lazım. Biri gemi olmak üzere üç vesait kullanacağım çünkü. Ancak her şeye rağmen Müze Gazhane'yi görmek istiyorum. Geçen sezon Şehir Tiyatroları'nın burada oynanan Zehir adlı temsilini seyretmek için çok zorladım ama olmadı.
Zeytinburnu'na hiç gitmeyebilirim. Alternatif tıp çok ilgimi çekmiyor. Bu sefer geçen bienallerden farklı olarak paralel etkinliklerden birkaçına katılabilirim. Bienal, öncekilere nazaran renksiz görünse de hâlâ eğlenceli bir etkinlik. Fakat birinci önceliğim iş bulmak.
EuroBasket 2022'de doludizgin ilerlemesine güvenerek birçokları gibi finalin bir ayağının Yunanistan olacağını düşünüyordum. Rakibini ise Slovenya veya Sırbistan olarak tahmin ediyordum. Çok fena çuvalladım.
🏀 Çeyrek finalin geride kaldığı turnuvada namağlup Yunanistan'ı 107-96 bozguna uğratan Almanya, Rusya yerine turnuvaya gelen Karadağ'ı da rahat geçmişti. Giannis Antetokounmpo'nun insanüstü performansı komşuya yetmedi.
🏀 Finlandiya ile korakor mücadeleye girişen İspanya, her şeye rağmen klasını konuşturmaya devam ediyor. Fakat bundan sonrası o kadar kolay olmayacak.
🏀 Finlandiya için bir parantez açalım. Sırbistan'ın ardından grubu ikinci sırada tamamlayan kuzey ekibi, Bojan Bogdanović, Dario Šarić, Jaleen Smith ve Krunoslav Simon gibi yıldızları olan Hırvatistan'ı elemeyi başardı. Hem de aynı gece oynanan diğer iki maçta da kaydedilen 94-86'lık skorla. İddia baronları iyi iş yaptı bu turnuvada. Neyse ki beyaz zambaklar ülkesinin peri masalı kısa sürdü.
🏀 Uzatmalar sonunda İtalya'yı deviren Fransa, önceki turda Türkiye'yi yenmişti. Bu maç da 2019'daki ABD maçı gibi Cedi Osman'ın serbest atışlardaki beceriksizliği yüzünden uzatmaya gitmişti. Yıllardır ortak bir paydada buluşamayan halkımız tek ses olmuştu: Cedi Osman, basketçi falan değil maalesef.
🏀 Ama öyle bir takım var ki herkesi şaşırttı: Polonya. Nispeten kolay bir gruptan üçüncü olarak gelen ekip, önce Ukrayna'yı sonra da son şampiyon Slovenya'yı yendi. Fransa'yı devirirse ev sahibi olduğu 1963 turnuvasını geride bırakıp ilk kez şampiyon unvanı alabilir. Kim bilir?
Netflix, nisan ayında açıkladığı zammın ardından yeniden zam yaptı. Tek kişinin kullanabileceği temel plan 38 liradan 46 liraya yükseltildi. İki kişilik standart plan 59'dan 70'e, dört kişinin kullanımına imkan tanıyan özel plan ise 78'den 94'e yükseltildi.
Nisan ayında kullandığım temel plan 27 liradan 38 liraya çıkarılmıştı. Bunu çok önemsememiştim ama bu seferki zam biraz acı oldu. Üyeliğimi iptal ederken bir miktar acımasız davranmış olabilirim.
Aynı gün Amazon Prime Video platformunu denemek istedim fakat orada da içerik çok kısıtlı. Her ay düzenli ödeyebileceğim para elime geçmeden Netflix'e geri dönmeyi planlamıyorum.
İsim konusunda sıkıntı yaşayan tek ülke biz değilmişiz. İzlanda, Birleşik Krallık kökenli dondurulmuş gıda marketi Iceland ile davalık olmuş. Mahkeme, "buz ülkesi" anlamına gelen Iceland ifadesinin muğlak olduğuna hükmetmiş.
İzlanda'nın savunması ülkenin 874 yılında kurulduğu, İngilizce aynı adı taşıyan market zincirinin ise 1970'te faaliyete başlayıp 2005 yılında ticari marka sicilini aldığı yönündeydi. İzlanda'nın kendi dilindeki adı ise Ísland.
Süpermarket, isim karşılıklığı yaratacak bir durumun olmadığını ve İzlanda'nın herhangi bir şekilde görüşmeye yanaşmadığını öne sürdü.
2019'da Iceland markasının geçerliliği iptal edildi. Market zinciri kararı dün temyize taşıdı. Bu işin sonunun nereye varacağını merak ediyorum.
Fotoğraftaki, Galler'in Newport kentindeki bir Iceland mağazası.
Dizide hoşuma giden birçok sahne var ama bu kesişim sahnesi bir başka. Dunder-Mifflin müdürü Michael Scott, dizinin orijinal Britanya versiyonundaki müdür David Brent ile karşılaşıyor. Britanya versiyonunu izleme fırsatı bulamadım ama bir dakikalık bu kesit bile dizinin atmosferi hakkında bir şeyler söylüyor. Ricky Gervais ve Steve Carell çok iyi oynamış burada.
Bir LinkedIn paylaşımı dikkatimi çekti yine. Geçen ay bir psikoloğun şikayeti üzerine yorum yapmıştım. Bunu paylaşan kişi de Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi mezunu bir psikolog. Yani, Psikoloji Bölümü mezunu olunca sanırım bu sıfatı alıyor.
İş görüşmesi yaptığı kurumların saygısızca davrandığını söylemiş. Bu durumu ben de çoğu yerde gözlemledim. Adaylara böyle davranan firmalar, muhtemelen işçisine de aynı şekilde davranıyordur. Buralarda çalışmaması belki de kendisi için hayırlı olmuştur.
Asgari ücretin altında bir maaş teklif etmeyi aklım havsalam almıyor. Asgarinin anlamı "en az"dır zaten. Normalde şirketlerin asgari ücrete çalıştıracak eleman bulamaması lazım ama halk "Aman iş olsun da." diye düşünüp buna tamah ediyor. Asgari ücret, nüfusun %10'unun alması gereken bir maaştır. Fakat bize öyle bir masal empoze edildi ki ülkenin %60'ı asgari ücretle çalışıyor.
İşe başvuranlar bilgisini, zamanını ve emeğini vereceğini gözardı ederek talep ettikleri ücreti açlık sınırının çok altında bir paraya çalışmak için düşürüyor da düşürüyor. Kimse kendine daha yüksek bir ücreti layık görmüyor. İyi yaşamak kimsenin umrunda değil. "Çok şükür!" diyip geçiyor. Şımarık işverenler de bu durumu fırsata çevirmeye çalışıyor. Durum büyük oranda bundan ibaret.
Kişinin yeni mezun olmasını bahane edenler de kötü niyetli. Tecrübe kazanması için ne yapması gerekiyor? Evde oturunca tecrübe kazanılmaz. Bunu patronlar bilmiyor mu?
Formasyon çok sıkıntılı bir konu. Anlaşılan o ki Psikoloji Bölümü mezunlarının pedagojik formasyon alamadığını işverenler bilmiyor. Para çok yanlış ellerde maalesef. Bunu defalarca söylüyorum.
Birinin klinik psikolog sıfatını alması için psikoloji yüksek lisansı yapması ve belli testlerden geçmesi gerekir. Burada yazarın niyetinin bu olmadığını varsayalım. Yetkinliğin aşağılar biçimde sorgulanması yine de hoş değil.
Emek süreçlerinde maruz kalınan gaddarlık herkesin malumu. Bu da işe başvurudan itibaren başlıyor. Buradaki yakınma da bunun ispatı.
Gülşen'in söylediklerinde suç unsuru yoktu. Sadece gözdağı vermek için önce tutukladılar, sonra ev hapsi verdiler. Bugün ev hapsini kaldırmışlar ama yurtdışı çıkış yasağı var.
Gülşen'den sonra Celal Şengör, Tarkan ve Tunç Soyer hedef gösterildi. Aktroller kafası kesilmiş horoz gibi, kuduz köpek gibi her yere saldırıyor. Şimdi sırada ENAG var.
Faşizan tavır vites yükseltirken doğruları söylemekten vazgeçmemiz gerektiğinin bir kez daha farkına varmalıyız. Bu da ENAG'ın enflasyonu hesapladığı bilgisayar.
O sırada emek süreçlerinden bir görünüm; "Fotoğrafsız başvurular değerlendirmeye alınmayacaktır."
Kraliçe II. Elizabeth'in ölümünden sonra 73 yaşındaki oğlu III. Charles, Birleşik Krallık Kralı oldu. Diana ile Camilla Parker-Bowles gibi kişiler üzerinden işin magazinsel yönünü bir kenara bırakırsak bu değişim, ülkenin ekonomisine bayağı bir yük bindirecek. Çünkü paralar yeniden basılacak, ulusal marş ve kraliçenin armasının üzerinde bulunduğu polis üniformaları başta olmak üzere her şey değiştirilecek. Bunun yanında görkemli bir cenaze töreni ve taç giyme seremonisi de olacak.
Aslına bakarsanız Birleşik Krallık'ta monark yalnızca sembolik veya seremonik değildir. Yasama, yürütme ve yargı organları üzerinde belli bir oranda söz sahibidir. Sanırım I. Charles'ın kafasını kesip cumhuriyeti ilan eden Oliver Cromwell, Britanya tarihinin en sevilmeyen karakteri olduğu için bu düzen böyle devam ediyor. Mesela İşçi Partisi, internet sitesi üzerinden bir sayfalık taziye mesajı yayınlamış.
Her şeye rağmen bizi böyle durumlardan kurtaran Atatürk'e bir kez daha şükranlarımı sunuyorum. Türkiye'de bizi babadan oğla geçen diktatörlerin yönetmemesi gerektiği fikri toplumsal bir konsensüs halini almıştır. Kimse padişahlık düzeni istemiyor.
Bugün İzmir'in yeniden doğuşunun 100'üncü yıldönümü. Aynı zamanda Cumhuriyet Halk Partisi'nin kuruluşu kabul edilen bir gün. Bunu, monarklar devri biterken daha iyi idrak edebiliyor olmamız gerek.
Fotoğraf, 10 Eylül 1922 tarihinde, Mustafa Kemal Paşa, Fevzi Paşa ve sonradan Atatürk'ün yaveri olup Bozok soyadını alacak Binbaşı Salih Bey'in İzmir'e gittiği sırada çekilmiş.
Hiç ölmeyecek gibiydi ama öğlen saatlerinde Londra Köprüsü yıkıldı! Requiescat in pace.
6 Şubat 1952'den beri yani 70 yıldır sürdürdüğü görevinin sonuna erdiğini görüyoruz. İki yıl daha yaşasaydı L'État, c'est moi (Devlet benim) diyen Fransa Kralı XIV. Louis'yi geçecekti. Bu haliyle en uzun tahtta kalan kadın monark oldu. Ancak dizilerin şahı The Crown, beşinci ve altıncı sezonunu Elizabeth olmadan oynayacak.
Kraliçenin İskoçya'da ölmesi de çok can alıcı bir ayrıntı. Korkunç bebek Chucky'e benzeyen yeni başbakan Liz Truss, kendisiyle çalışma imkanı bulamadı. Ne diyelim? Hayat bu.
Fotoğraf, geçen hafta hayatını kaybeden son SSCB lideri Mihail Gorbaçov, 1989'da Birleşik Krallık'ı ziyaret ettiğinde Windsor Kalesi'nde çekilmiş.
Gündem, daha doğru bir ifadeyle güncel siyaset üzerine yazmaya bir süre için ara vermiştim ama bu haberi duyunca dayanamadım.
Starbucks, kahve ücretlerine zam yapmış. Şirket daha önce 4 Ocak, 7 Nisan ve 30 Haziran tarihlerinde fiyatlarını yukarı yönde güncellemişti.
Burada çalışanların şikayetlerinden bahsetmiştim. Üç harfli market zincirlerinde de çalışma koşullarının bir hayli zor olduğuna değinmiştim. Yaptığım araştırmada, gıda sektöründe bu durumlarla sıklıkla karşılaşıldığını gördüm.
Amerikan kültürünün simgelerinden biri hamburgerdir. Hamburger satmak üzere kurulan zincir restoranların en büyükleri de Burger King ve McDonalds. Türkiye'de aracı firmaya verdikleri franchise ile çalışıyorlar.
Şimdi bizzat çalışanlardan duyduğum sıkıntılardan bahsedeyim:
🍔 Görev tanımı belli değil. "Ekip üyesi" ifadesi bile muğlak. Dolayısıyla her türlü işi yapıyorlar. En azından ekip üyeleri, mutfak ve kasa olarak ikiye ayrılıyormuş.
🍔 Çalışma süresinin sekiz saat olduğu ve bunun üzerine üç saat ek mesainin eklenebileceği yönünde bir vaat veriliyor ancak on saat üzerinden sözleşme imzalanıyor. Mesai ücreti çoğunlukla iç edilerek on iki saat çalıştırılıyorlar.
🍔 Yalnızca yarım saatlik bir mola mevcut. Bu mola da yemek için kullanılıyor. Onun dışında tuvalet ve su için izin istemek gerekiyor. Yoğun tempoyla, haftanın altı günü ayakta çalışmak zorundalar.
🍔 Parmak okutma ile giriş-çıkış takibi ve saatlik verilen ücret söz konusu. Bu sistem Türkiye'deki her işyerinde var sanırım. Fakat bunun bir hukuk ihlali olduğunu es geçmemek gerekiyor.
🍔 Kariyer, yükselme, ekip çalışması gibi göz boyama sözcükleri kullanarak durumun geçici olduğuna vurgu yapılıyor.
🍔 Yemek puan sistemiyle veriliyor. Yani, yemek kartı verilmiyor. Buradan çıkan hamburgeri yemek zorundalar. Yol ücreti yalnızca yönetim kadrosuna var; ekip üyelerine yok.
Bunu LinkedIn'de bir bağlatımın paylaşmasıyla gördüm. Makine mühendisi bir hanımefendi üç sayfalık CV paylaşmış. Fotoğrafı, referansları, sertifikaları her bir şeyi var. Kenara da bu bilgileri koymuş. İşveren tipe, cinsiyete veya medeni duruma göre mi alım yapıyor? Bence bunlar özel bilgiler. Bu saçmalık son bulmalı.
🇸🇪 Mereyusblog
Romersk medborgare från Miklagård.
På Mastodon sedan 23.X.2021
Bara postar oviktiga tankar.
Allmän egendom (PD). Inga begränsningar.
Jag tjänar ingen inkomst av det jag lägger upp här.
🇬🇧 Mereyü's blog
Roman citizen from İstanbul.
On Mastodon since 23.X.2021.
Just posting unimportant things.
Everything I publish is Public Domain (PD).
I don't earn any income here.
🇹🇷 Mereyü'nün blogu
Civis romanus sum.
23.X.2021'den beri Mastodon'da.
Önemsiz şeyler üzerine.
Paylaştığım her şey kamu malıdır (PD).
Buradan herhangi bir gelir elde etmemekteyim.