Show newer

Mustafa Kemal, Samsun'a çıktığında aklında cumhuriyet fikri var mıydı bilemiyorum. Böyle bir düşüncesi olduğuna inanmak istiyorum. Havza, Amasya, Erzurum ve Sivas'tan sonra 27 Aralık 1919'da Ankara'ya geldi. Burayı Kurtuluş Savaşı'nın karargahı haline getirdi.

18 Mart 1920'de Meclis-i Mebusan feshedildi. 23 Nisan 1920'de Büyük Millet Meclisi'nin kurulması Türkiye'nin geleceğinde saltanata yer olmadığının net bir şekilde ifadesiydi.

1920 yazında Yunan Ordusu, Sakarya Nehri kıyısına dayandı ve Ankara'yı ele geçirmek istedi. 5 Ağustos 1921'de TBMM tarafından kendisine başkomutanlık yetkileri verilen Mustafa Kemal, Melhame-i Kübra olarak da adlandırdığı Sakarya Meydan Muharebesi ile işgalcileri püskürttü.

13 Ekim 1921'de Fransa ile imzalanan Ankara Antlaşması güney illeri için olduğu kadar kent için de önemlidir. Zira Fransa, bu antlaşma ile Anadolu'daki iddiasından vazgeçmiştir.

Nihayet Ankara, 13 Ekim 1923'te başkent ilan edildi. Bu bir anlamda Milli Mücadele'ye tam destek veren halkı ödüllendirmekti. Fakat İstanbul'daki entelektüeller karara muhalif bir tavır takınmıştır.

Bu karikatür de o karşı çıkışı yansıtıyor. Edirne, Bursa ve İstanbul; başkentlik tacını Ankara'ya devrediyor. Üçü genç ve güzel çizilmişken Ankara, köylü ve çirkin olarak resmedilmiş. Bu da İstanbul'un o dönemde Anadolu'ya bakışının ifadesi.

Uzun bir aradan sonra bir LinkedIn gönderisi üzerine yorum yapacağım. Bu kişi tanıdık biri aslında. Bu hanımefendinin özel okullar hakkındaki bir gönderisini temmuz ayının başında yorumlamıştım. Bu sefer bu kişinin Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası'nda görev aldığını biliyorum.

Özel okullarda çalışan öğretmenler eylülde mayısa kadar sürecek bir sözleşme imzalar. İmza sürecinde asgari ücretin üzerinde bir miktar olur ama ocaktaki zammın ardından hep geri düşer. Fakat öğretmenlerin de gözünün açıldığını görüyorum. Artık ocak ayına kadar sözleşme yapıp ocaktan sonra yeni sözleşme imzalıyorlar. Tabii kurum, asgari ücrete çalışacak birini rahatlıkla bulabilir.

Ocak ayı maaşının asgarinin altına düşeceğinden yakınmış ama bu gerçeği yansıtmıyor. Asgari ücretli de zamlı maaşını şubatta alacak çünkü. Burada bir miktar acındırma var.

İtibarsızlaştırma konusunda haklı. Bu da eğitim sisteminin öğretmene vermiş olduğu görev yüküyle alakalı. Tüm sorumluluk öğretmendeyken hiçbir yetkisinin olmayışı bu duruma kapı aralıyor.

Son olarak bu yakınma, asgari ücretin tanımı ile ilgili. Nitelikli bir çalışana asgari ücret verilmez, verilmemeli. Dünyanın hiçbir yerinde ücretli öğretmenlik yok gerçi. Türkiye'de de ücretli yapılan nitelikli bir meslek yok. Ücretli vatman yok mesela.

Sosyal medyada paylaştığı yalan ve provokatif haberlerle kendinden söz ettiren haber hesaplarının birinin paylaşması sonucu haberim oldu bu videodan. Bir dakikadan bir iki saniye eksik bu videonun ne anlattığını analiz edeceğim bu yazımda.

Genç kadın, metrodan evine sekiz dakikada gittiğini söylüyor. Orta tempoda iyi bir mesafe denebilir. Muhtemelen "Metroya beş dakika mesafede" denerek normalin birkaç katına satılan bir evde yaşıyor. Buranın Anadolu Yakası olduğunu tahmin ediyordum. Onuncu saniye civarında kadraja giren apartmandaki tabeladan bu tahminimin doğru olduğunu anladım çünkü telefon numarası 216 ile başlıyordu.

Saniyelik olarak kamerayı yola çevirdiğinde dört şeritli bir cadde gördüm. Dar bir sokak falan değil burası. Metro çevresinde olduğuna göre pek tenha olmadığını düşünebiliriz fakat Maltepe-Pendik hattında ıssız sayılabilecek metro çıkışları var. Bu da onlardan biri olabilir.

Eşofmanlı olduğunu belirtiyor. Bunu söylerken halk ağzındaki söylenişi olan eşortman diyor. Daha sonrasında işitebildiğim kadarıyla bosfol gibi bir ifade kullanıyor. Bunun ne anlama geldiğini bulamadım fakat eşofman alelade giysi olduğu için daha az çekici geleceğini düşünüyor olabilir. Yine de laf atmamaları gerektiğini biliyor. Taciz konusunda herkes bu kadar bilinçli olmuyor maalesef.

Videonun ortalarına doğru çektiği araba orada başka nedenden ötürü bekliyor olabilir ama kadın cinayetlerinin önünün alınamadığı (veya kasten alınmak istenmediği) bir ülkede yaşayınca insan ürküyor. Paranoya olsa bile hak verilebilir bir korku bu.

Kadın, "Lütfen kadınlara laf atmayın!" diye yalvarıyor artık. Daha öncesinde de hepsine küfür etmek istediğini söylüyor. Canına tak etmiş ve başına bela almadan yapabileceği şeylerden biri bu.

Eskiden de bu tür tacizciler vardı ancak onlara sapık deniyordu ve toplum tarafından dışlanıyorlardı. Sapıkların sırtının sıvazlanması bu dönemde olan bir şey.

Kulaklık bile takamadığını belirttikten sonra videonun sonunda tacizcileri bir kez daha uyarıyor. Bazı erkekler, birbirlerinden aldıkları gazla altına araba çekince bütün kadınların dibinin düşeceğini düşünüyor.

Aslına bakarsanız bu ülkede erkeklerin ezici çoğunluğu prens gibi yetiştiriliyor. Hiçbirinin bir dediği iki edilmiyor. Çoğu belli bir yaşa gelene kadar sorumluluk almaktan uzak. Kendi yatağını bile toplamaktan aciz olduklarını askere gidince fark ediyorlar.

Gerek açık gerek gizli bu kadar taciz varken kadın olmak çok zor. Bazı erkekler, bu konuda rahat davranıyor ve bu pisliği yaptıktan sonra türlü psikolojik manipülasyonlarla hiç olmamış gibi davranabiliyorlar.

Fazlasıyla dolmuşum bu konularda. Bu kadınla da ilgili değil mevzu. İlgi çekmek için böyle bir yola başvurmuş olabilir pekala. Fakat her gün bir dünya kadın bu tedirginliği yaşıyor. Onları nasıl görmezden geleceğiz?

GALATASARAY, YENİDEN LİDER!

Futbolda işler kötü gidiyordu ama son maçlarla düzelttik ve bir maç daha idare edebilirsek yeni yıla lider gireceğiz. Umuyorum ki bunun sonu şampiyonluk olur.

Lig olsun şampiyona olsun Galatasaray'ın amacı bulunduğu her turnuvada kupayı almaktır. Diğer branşlardaki duruma da bu bağlamda değinmek istiyorum.

Basketbolda Galatasaray Nef, 12 maçta aldığı yedi galibiyetle dördüncü sırada. Ligdeki ilk beş maçın yalnızca birini kazanarak berbat bir başlangıç yaptı ama son olarak doludizgin ilerleyen lig lideri Türk Telekom'u 106-100 mağlup etti. Tabii, Dimitris İtudis yönetimindeki Euroleague lideri Fenerbahçe Beko'yu geçmek mümkün değil.

Diğer bir basketbol branşı olan kadınlar basketbolunda Galatasaray Çağdaş Faktoring, 12 maçta dokuz galibiyetle dördüncü sırada. Bu haftaya kadar sarı-kırmızılılar, ligde önünde yer alan ÇBK Mersin Yenişehir Belediyesi, Fenerbahçe Alagöz Holding ve Emlak Konut takımlarına yenildi.

Voleybolda her iki takım da Galatasaray HDI Sigorta adını taşıyor. Kadınlar ligindeki takımımız, 12 maçta yedi galibiyet aldı. Aslında ilk beş hafta puan kaybetmeden ilerliyordu. Altıncı hafta Fenerbahçe Opet karşısındaki 3-0'lık yenilgiden sonra Eczacıbaşı Dynavit, Nilüfer Belediyesi, Vakıfbank ve Türk Hava Yolları'na yenildik.

Erkekler liginde ilk yarı tamamlandı. 13 maçta sekiz galibiyeti olan takım, yedinci sırada yer alıyor. Mağlup olduğu ekipler Halkbank, Ziraat Bankkart, TÜRŞAD, Spor Toto ve Arkas Spor. Fakat altıncı hafta karşılaştığımız Fenerbahçe HDI Sigorta'ya karşı 3-1 kazandık.

Sutopu Süper Ligi başlayalı beş hafta olmuş ve geçen sezonun şampiyonu Galatasaray, oynadığı tüm maçları kazanmış. Bu takımlar; İzmir Büyükşehir Belediyesi, Bursa Büyükşehir Belediyesi, Heybeliada, Kınalıada ve ezeli rakibimiz ENKA.

Tekerlekli sandalye basketbolunda Galatasaray Tunç Holding, lider Fenerbahçe Göksel Çelik'in bir puan gerisinde. 12'nci haftada bu takıma karşı 71-64 yenilmesi dışında 13 haftalık periyotta yenilgi yüzü görmedi.

Son olarak kadınlar futbolunda on takımdan oluşan B Grubu'ndaki ilk yarı maçları tamamlandı. Galatasaray Petrol Ofisi, son hafta namağlup lider Ankara Büyükşehir Belediyesi FOMGET GSK'ya yenildi.

Cumartesi çalışmak saçma bence. Neyse ki işe giderken toplu taşıma araçları ve yollar daha sakin oluyor. Bugün de bu şekilde mesaiye başladık. Öğlenleyin de her zamanki gibi çıktık.

Ne zamandır Beylikdüzü ve Avcılar gibi dış ilçelere uğramıyordum. Hava da güzel olunca bunu bir fırsat bildim ve bir otobüs ve metrobüsle Beylikdüzü'ne vardım. Metrobüse en son ne zaman bindiğimi hatırlayamıyorum. Bu yüzden Cumhuriyet Mahallesi yerine bir durak önce iniverdim. Aslında güzel bir deneyim oldu benim için. Meydanı da gezmiş oldum.

Yaşam Vadisi, son gittiğim nisan ayından beri değişmemiş. Çektiğim fotoğrafları PixelFed hesabımda paylaşmayı düşündüm ama uzun uzun yazmak fikri daha cazip geldi ve burada paylaşma kararı aldım.

Irkçıların paranoyasını yansıtan bir tivit. Kendi halinde iki insanın işimizi elimizden aldığını düşünecek ne yaşamış olabilirler acaba?

31 Aralık 2021'deki aylık 3.90 liraya yıllık abonelik kampanyasından yararlanarak GAİN üyeliği almıştım. 2 Ocak günü izlediğim 500T belgeselini eski blogumda (koyu.space) yorumlamıştım. Onun dışında, bu zamana kadar Ankapark belgeseli ve pek iyi denemeyecek üç kısa film izlemiştim. Yılın sonuna gelinirken yeni bir şeyler izlemek istiyordum. Son yaptığı zammın ardından Netflix aboneliğimi sonlandırmıştım. Neyse ki, böyle bir hesabımın olduğu düştü hatrıma.

Bir Şifa Bağımlısının İtirafları, zamanında listeme aldığım bir yapımdı. Altı bölümlük belgeselde kızı Ada'nın kesin bir tedavisi olmayan alopesi (saçkıran) hastalığına yakalanmasıyla düştüğü çaresizlikten kurtulmaya çalışan bir annenin hikayesi anlatılıyor. Kendi yaşadıklarını öncesinde yazıya döken Ela Başak Atakan, bu çaresizlik yüzünden alternatif tıbba yöneliyor.

Her bölümde uzman unvanına sahip, adına şifacı da denen birtakım şarlatanlar alanları hakkında konuşuyor. Yoga, akupunktur, nefes terapisi, refleksoloji, ozon tedavisi, access bars, kozmoenerji, titreşim tıbbı ve manuel terapi gibi saçma sapan alternatif tıp uygulamaları var. Aslında alternatif tıp ifadesi de sorunlu çünkü büyük ölçüde işe yarar bir bilim varken hangi derde derman olduğu bilinmeyen pratikler türetiliyor. Tıp, sorgulanabilir ve denetlenebilir bir bilim dalıyken alternatif olarak adlandırılan bu alanda uygulamaların uzun vadeli etkileri tartışılamıyor, malpraktis davaları görülemiyor veya olumsuz dönüt alabileceğimiz bir kontrol grubu yok. Tabii, tıp bilimi de mükemmel değil. Mesela son koronavirüs salgınında hastalara Favipiravir veriliyordu ancak bu ilaç influenzaya karşı etkiliydi. Zaten sonunda bu inattan vazgeçtiler ve tedavide Favipiravir kullanmamaya başladılar. Yine de, tıp bir bilim olduğundan kendini güncelleyebiliyor.

Burada dikkatimi çeken konu, şarlatanların hepsinin belli bir gelir seviyesinin üzerine çıkması oldu. Çoğunun motivasyonunun para olduğunu düşünüyorum. Anlattıkları şeylere belki onlar da inanmıyordur. Madalyonun öteki yüzüne baktığımızda doktorluğun gerçekten zor bir meslek olduğunu görüyoruz. Bir doktor alanında ün yaparsa çok para kazanabilir fakat bu kadar kolay zengin olmak bir doktorun yapabileceği bir iş değil.

Kadının kızında iki otoimmün hastalık daha çıkması üzücü ama en sonunda durumu kabullenmişler. Pazar günümü güzelleştiren bu belgeselin çekilmesine vesile olduğu için kendisine şükranlarımı sunuyorum. Yönetmen Caner Özyurtlu da özel bir teşekkürü hak ediyor. Kitabı da okumak istiyorum fakat biraz pahalı geldi bana. Belki de kağıt euro ile alındığı içindir.

İnsan bazen zorlama da olsa hayran olduğu kimselerle ortak noktalar bulmaya çalışıyor. Aynı soyadı paylaştığım Hasan Âli Yücel, 125 yıl önce bugün dünyaya gelmiş. Bizi yani Cumhuriyet'i inşa eden onlarca münevverden biri. Diğerleri gibi hayırla yad edilmeli.

Saraçhane ana baba günü. Her yerde polis var. Çalıştğım otel bu civarda olduğu için bir kısmına tanık oldum ama kendim katılmadım çünkü eve gidip bir an önce uyumak istiyordum. Fakat bu kararın uykumu kaçıracağı çok açık.

Ekrem İmamoğlu'na iki yıl, yedi ay, on beş gün hapis cezası verildi. İstinaf sürecinin ardından cezası kesinleşecek. Bunun ardından ne olacağını zaman gösterecek. Bana göre bu karar Türk yargı tarihinde yeni bir lekedir.

İktidar müstevlileri makamlarını terk etme mecburiyetinde kaldıktan sonra onlar için işler hiç iyi olmayacak. Umarım Tayyip Erdoğan başta olmak üzere bu dönemde emeği geçen herkesin yargılandığını görürüz. Ya burada ya Lahey'de.

Qoto, sözcük aramasını devre dışı bırakmış. Eski gönderilerimi bu şekilde bulabiliyordum. Böyle devam ederse bir şeyleri tekrar tekrar paylaşabilir veya yeni paylaşımlarımda çelişkiye düşebilirim. Şu an ne yapacğımı kestiremiyorum. Belki de yeni bir sunucu bulmam gerekiyordur.

İyileşince IKEA'ya gitmek istiyordum. Bugün dün ve ondan önceki güne göre iyiydim. Sabah biraz boğucu olsa da yoğun çalıştık. İşlerimizi büyük ölçüde tamamladık; ertesi güne bırakmadık.

IKEA, benim için hep pahalı olmuştu çünkü param yoktu. Burayı -çoğu Türk gibi- sadece yemek için kullanıyordum. Şimdi param var ama IKEA yine de pahalıydı. Ben de bir daha yapamayacağım bir alışveriş yaptım.

Aldığım şeyler çok lüzumlu sayılmayabilir. Ayna, filtre kahve demliği, yemek çubuğu, kokulu mum, ne zamandır istediğim saat (termometre, alarm ve kronometre de oluyor), kum saati ve çöp kovası.

Ne zamandır Türkiye'deki mizahın durumu üzerinde yazmak istiyordum. Notlarımı çıkardım, şimdi dijitale almak için hazırım.

Putin'in Savaşı, Rusya'nın saldırganlığı ve geri çekilmesiyle devam ederken bir kesim Zelenski'yi mesleği üzerinden vurmayı sürdürüyor. Bu nedenle, bu yazıma Zelenski'nin kariyeri ile başlayacağım.

Volodimir Zelenski, anadili Rusça olan bir ailede büyüdü. 16 yaşındayken yabancı dil testini geçti ve İsrail'de okumak için kabul adı fakat gitmedi. Şimdi Krıvıy Rih Üniversitesi'nin bir parçası olan Kıyiv Ulusal Ekonomi Üniversitesi'inde hukuk eğitimini tamamladı ancak bu alanda hiç çalışmadı. Eğlence sektörüne 17 yaşındayken KNV ile girdi. KVN, 8 Kasım 1961'de başlamış bir komedi programıdır ve bugün hâlâ Rusya'da yayınlanmaktadır.

1997'de Kvartal 95 adındaki ekibini topladı ve başına geçti. 2003'e kadar bu ekip KVN'nin Krıvıy Rih'deki ayağı olarak geçiyordu. Bu ekibin en can alıcı eseri Sluha Narodu yani Halkın Hizmetkarı adlı üç sezonluk dizidir. Bu dizide Zelenski, tesadüfen Ukrayna cumhurbaşkanı olmuş bir tarih öğretmenini oynuyordu. Ukrayna'daki yolsuzluk, politik belirsizlik, halkın bölünmüşlüğü ve yöneticilerin halktan kopuk olması dizi boyunca eleştiriliyordu. Türkiye'de bunun benzerini yapmak mümkün mü?

Olacak O Kadar, son kez 19 Haziran 2010 tarihinde FOX ekranlarında yayınlandı. O günden sonra politik mizah televizyonlarımızda görünmez oldu. RTÜK vasıtasıyla devlet, kitle iletişim organları üzerinde tek söz sahibi haline geldi. Devletin onaylamadığı bir şey radyo ve televizyonlarda yayınlanamadı. Mesela Huysuz Virjin, genel izleyiciye son kez 2012'de görünmüştür. Daha sonrasında ekranlarda Seyfi Dursunoğlu olarak yer almak zorunda kalmıştır.

Politik mizahın yerini kof bir aile komedisi almıştır. Hayatın gerçeklerinden uzak, hiçbir şeye değmeyen ve düşündürmemesine rağmen güldüren bir mizah türüydü bu. Güldür Güldür ve Çok Güzel Hareketler 2, son dönemde muhalif bir tavra yönelse de bu ikisi dışında televizyonlarda komedi ögesi bulmak imkansız yakın hale geldi. Ülkede sanki gülmek yasaklanmış gibi bir durum var.

Karikatür sanatında hep ileride olduğumuzu düşünmüşümdür. Kağıt euro ile satıldığından karikatür dergileri bir bir kapandı ve var olanlar da kalitesizleşti. Günümüzde bu sanatın üstadı sayılabilecek kişi Umut Sarıkaya'dır.

Sosyal medya, mizahın çeşitli biçimlerini gördüğümüz başat mecra oluverdi. Bunu yazılı ve görsel olarak iki kısma ayırabiliriz. Yazılıdan kastım bir metin veya meme (mim) adı verilen hareketsiz bir çizgi olabilir. Görsel olarak ise yalnızca video anlaşılmalıdır.

Bu bağlamda Twitter mizahı genellikle yazılıdır. Kendisini Twitter algoritmasının var ettiğini söylersek yanlış bir tespit yapmış olmayız. Biri orijinal bir içerik hazırlar, diğer hesaplar onu taklit eder. Belli bir kalıpta üretilen bu türdeki komedi, güldürmekten uzak ve kasıntıdır.

Görsel olarak şimdi eskide kalmış bir türden söz edeyim. Buna Vine mizahı adını veriyorum. Genellikle küfür ve şiddet ögeleriyle izleyicinin ilkel yanına hitap eder. Cumali Ceber yani Halil Söyletmez ve Atakan Özyurt, Bilal Hancı ve Fatih Yasin'den oluşan Kafalar ekibini başımıza bela etmiştir. Bu türün diğerlerinden ayrılan seçkin bir örneği Cem Gelinoğlu'dur.

Türkiye'de mizahın kaynağı YouTube platformu olmuştur. Burada en beğendiğim beş hesabı sıralayacak olursam;

▶️ Deep Turkish Web: Erdi Kızgır ve Emre Kızgır'dan oluşan iki kişilik bir ekibin amatörce hazırlanmış parodileri yer almaktadır bu kanalda. İktidara karşı doğrudan bir eleştiri bulmak zor ama toplumun aksayan yönlerini halkın içinden tipler aracılığıyla eleştiriyorlar. Gözaltına alındıktan sonra videolarındaki kalite düşüşe geçmiş olsa da güldürmeye devam ediyor.

▶️ Kamusal Mizah: Özgür Turhan ve Deniz Bağdaş ikilisinin hoş bir mizah anlayışı var. Bunlara kimi zaman Mahmut Dalyan da ekleniyor. Eğlence sektöründeki sıkıntıların yanı sıra, günlük yaşamda karşılaştığımız kronik sorunlara da eleştiri getiriyorlar.

▶️ KURCALA: Nevzat Ünsal ve Kaan Biber, ince zekanın ürünü bir mizah yapıyor. Yer yer muhalif olan bu tür, izleyiciye kahkaha attırmasa da güldürmesini biliyor. Bazı esprileri anlamak için anlatılan konuda genel kültür sahibi olmak lazım.

▶️ Batesmotelpro: YouTube'daki İkinci Türk hesabı (ilki Efe Aydal). Volkan Öge, Ömür Cedimağar ve Tansu Tunçel, reklam projelerine ağırlık verdi ama eski kalitelerinden ödün vermeyen videolarını arada sırada paylaşıyorlar.

▶️ Röportaj Adam: En beğendiğimi en sona sakladım. Bu kanal, son zamanlarda politik mizahın taşıyıcısı haline geldi. Mahsun Karaca, hayranı olduğu Levent Kırca'nın yolundan gidiyor. Şahin Sarsu ve Mehmet Kahraman'ın katkılarını da es geçmemek lazım.

Zeynep Bastık, sosyal medyada en çok tartışılan kişilerden biri. Seveni kadar nefret edeni var. Kendisinin zeynepb.net sitesindeki biyografisine baktığımızda 8 Temmuz 1993'te Çanakkale'de doğduğunu görüyoruz. Üç yaşındayken ailesi İzmir'e taşınıyor.

Dedesinin bağlama üstadı, annesinin Türk Halk Müziği sanatçısı ve teyzesinin konservatuvarda öğretim görevlisi olduğunu belirtiyor. 16-17 yaşlarında Jackpot adlı müzik grubuyla R&B, pop ve rock tarzında müzik icra etmiş. Murat Dalkılıç'ın geri vokali olarak İstanbul'da adını duyurmuş. Anadolu Ateşi'nde dansçı olarak yer almış.

Kendi solo kariyerine Fırça ve Şahaneyim teklileri ile başlamış. Daha sonra yorumladığı(cover) şarkıları YouTube hesabından paylaşmış. Kanal bir yıl içinde bir buçuk milyon aboneyi aşmış. İzlemeler ise 800 milyonun üzerindeymiş.

Açıkhava turnesine özellikle değindiğini gördüm. İddia ettiği üzere, Türkiye'deki en büyük arenalarında sahne almış. 21 Mayıs 2021'de ilk stüdyo albümü Zeynodisco yayınlanmış. Yedi şarkının bulunduğu albüm vasat denebilir. Yalnız, Marlon Brando şarkısı fena değil.

Bu yazımda Zeynep Bastık üzerine tartışmaları irdelemeyeceğim. Onun son dönemde her yerde çalan Ara parçasını analiz edeceğim. Bir nebze yapısöküm yapacağım.

Şarkının sözlerinin çıktısını aldım. Zaten YouTube videosunun açıklama kısmında yazılmıştı. Her bir ifadeyi derinlikli bir şekilde açıklamadan önce şarkının uyarlama olduğunu ve Türkçe sözlerini Emrah Karakuyu'nun yazdığını belirtmeliyim.

Şarkı, yavaş yavaş ikilemesiyle başlıyor. Bu, aynı zamanda yakar fiilinin önündeki zarf. İkinci dizede aşkın bırakmadığını söylüyor. Giriş kısmının son dizesinde ise şairin muhatabı olmadan (sensiz) uzaklara dalıp kendinden geçtiğine tanıklık ediyoruz. Bu noktada, uzak sözcüğünün ırak, yakın olmayan yer anlamında isim olarak kullanılması çok önemlidir. Tümce zaten devrik ama bir zarf-fiilin (ulaç) kullanılmış olması onu başka bir yere koyuyor.

İkinci kıtada birtakım sorular var. Şairimizin kafasının karışık olduğunu ve bir sorgulama evresinden geçtiğini anlıyoruz. Dizelerde bir olumlu bir olumsuz giderken üçüncü ve beşinci dizeye var ve yok ile başlıyor. Zıt anlamlı sözcükleri de kullanıyor. Dördüncü dizede bir edilgen çatı var. Bu kıtada aşk, gitmek, dönmemek, yok, mutlu, son, vurulmak, özlemek, ölmemek, var, başka ve yol köklerini görüyoruz.

Üçüncü kıtanın ilk mısrasında söz sanatları arasından tezat kullanılıyor. İkinci ve üçüncü dizede net bir şekilde yanlış ikilem söz konusu. Sonucu aynı olan iki olasılık verilmiş. Şair, her türlü ihtimale karşı muhatabıyla beraber olmak istiyor.

Şarkıya adını veren ara sözcüğü, bir fiilin emir kipi olarak anlaşılıyor. Aramak mastarının dört ayrı anlamını çıkardım;
1. Birini veya bir şeyi bulmaya çalışmak
2. Araştırmak, yoklamak
3. Telefon etmek
4. Bir şeye özlem duymak

Fakat burada kastedilen iki şeyi birbirinden ayıran boşluktur. Şair burada o boşlukla kendini özdeşleştirdiği, onunla yekvücut hale geldiği için adını sayıklıyor. Kalbinin yara dolduğu yönünde de bir serzenişi var. Aslına bakarsanız, ara ile arafın (Purgatorio) anlatılmak istendiğini kavramak güç değil. Dante'nin İlahi Komedi (Divina Commedia) eserine yapılan göndermeleri satır aralarında okuyacağız.

Başa sarmak ifadesinden de Sisifos Söyleni çağrışıyor. En dipte olduğunu söylemesi, esasında Dante'ye bir meydan okumadır. Dante, eserinde araftakilerin cehenneme (İnferno) gidemeyeceğini söylüyordu ancak Zeynep Bastık, kendini orada kurguluyor. Ayrıca Dante, cehennemin buzdan oluştuğunu yazarken Bastık, İbrahimi dinlerdeki ateşli cehennem tasviriyle Dante'ninkinin ortasını bulmuş.

Beşinci kıtada yine soru sorarak başlıyor. Acıların azalıp azalmayacağı şairin merakını celbediyor. Anılara sarılma metaforu da Friedrich Nietzsche'nin Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Yararsızlığı Üzerine adlı eserine göndermede bulunuyor. Nietzsche, bu yapıtında tarih felsefesinin güzide örneklerinden birini veriyor.

Ayrılığın yükünün üzerinden geçip yorduğunu bildiriyor. Yük sözcüğü, Beyaz Adamın Yükü (White Man's Burden) kavramını çağrıştırıyor. Bastık'ın sömürgecilik eleştirisi bu dizede kendini ele veriyor.

Üçüncü dizede niye başa sardığını sormuş. Daha önce Sisifos'u anımsatmıştı fakat bu dizedeki soru üst dizelerle de alakasız olduğu için ince zekanın ürünü, derinlikli bir söz sanatı mevcut. Manilerde ilk iki dizeye doldurma mısra denir. Bastık, bu geleneği ters düz ederek Hegel ve Karl Marx arasındaki diyalektik tartışmasını da üstü kapalı bir biçimde eleştiriyor.

Bu kıtadaki son dizede gecelerin yetmediğinden şikayet ederken lafı çevirip güneşin kendilerine doğmadığından yakınıyor. Bu söz sanatına cayma, geri dönme veya vazgeçme anlamlarına gelen rücu deniyor. Aslında Güneş, herkes için doğar fakat burada kastedilen bir yıldız olan Güneş değildir. Ne olduğu üzerine biraz daha kafa yormak gerekiyor.

Son iki mısranın ilkinde anlaşılma isteğiyle söze giriyor. Çile yüzünden bedeninden geçmesi, Mevlevilerin çile çıkarma sürecini anımastır. Yine muhatabını beklediğini ifade ettiğinde ise Samuel Beckett eseri Godot'yu Beklerken akla gelir.

Nakarattan önceki son dizede ise kalbin tükenmekten, kırılıp dökülmekten gitmeye fırsat bulamadığını belirtiyor. Bizi kuşatan sınırlılıklarımızın farkında olmanın özgür olmaya yetmeyeceğini ima ediyor. Eleştirilerin hedefinde sadece Spinoza yok. Emek süreçlerine de ucundan değiniyor bu dizede. Kalp ile işçiler anlatılmak istenmiş tabii.

Satır aralarına odaklandığımızda ne kadar derin bir metin olduğuna hep beraber tanık olduk. Melodisi de gayet hoş.

İstanbul Devlet Tiyatrosu tarafından sahnelenen Tamamen Doluyuz (Fully Comitted) adlı oyunu Fatih Belediyesi Kültür Sanat Merkezi'nde izledim. Bu, 2022 yılında Devlet Tiyatroları'nda izlediğim üçüncü, toplamda ise on birinci oyun.

Oyunun ana ve bize görünen tek karakteri rezervasyon görevlisi Sam. Soyadından Polonya kökenli olduğu anlaşılıyor. Asıl mesleği oyunculuk. Burada emek süreçlerinin bir yansımasını izliyoruz. Mesela birlikte çalışılan kişinin kaytarması, iş arkadaşlarından yenen kazık veya görev tanımının dışına çıkmak zorunda kalma durumları işlenmiş. Cins müşteriler yüzünden sinir sahibi olma da cabası. Unutulmaması gereken bir olay da Sam'in restoranda çalışmasına rağmen yemeği kaçırması. Burada net bir biçimde emeğe yabancılaşma var.

Kendim de bu işi yaptığım için escapism tuzağına düşmek istemedim ama karakterle kendimi özdeşleştirdim. Oyuncu, tip olarak da bana benzediği için bundan kaçmam zor oldu. Hatta tesadüfün iğne deliği denebilecek bir ayrıntıdır ki giydiği kazaktan bende de var. Zamanında DeFacto sitesinden almıştım. Tabii, ben otelde çalıştığım için şartlar biraz daha farklı. Oyunda gördüğüm bir ayrıntı da teknolojiden uzak olması. Hâlâ kağıda yazarak rezervasyon alınıyor ve faks çekilmesi gibi ilginç talepler geliyor.

Anladığım kadarıyla Sam'in yaşadığı bir ikilem var. Kendi işini yapmak istiyor. Halihazırdaki işinden de nefret ediyor -ki nasıl etmesin, sürekli kalıp bir ifade kullanmak zorunda- ancak mesai boyunca yaşadıkları inanılmaz. Oyunun sonuna doğru talihi dönüyor neyse ki.

Sondaki şarkı da çok eğlenceliydi. Seyircilerin tepkilerinden oyunu pek beğenmediklerini anladım fakat tek kişi oyunları zordur. Efe Erkekli, oyunu gayet iyi yönetti. Yemekteyiz programının dış sesini duymak biraz garipti.

Oyunu yazan Becky Mode, Türkçeye çeviren Lale Eren Dalsar ve yöneten Elif Erdal da güzel iş çıkarmış. Belki de oyuna torpil geçeceğim ama bu yıl izlediklerim arasında en iyisi olduğunu söyleyebilirim.

Son dönemde adını anmak istemediğim elim olayların üst üste gelmesinden dolayı paylaşımlarıma bir süre ara vermeyi düşünüyordum. Şimdilik bazı konulara değinmekten kaçınacağım bir kısıtlama üzerinde duruyorum. Henüz bir karara varamadım.

Sosyal medyada viral olan kırk beş saniyelik bir TikTok videosunu inceleyeceğim bu yazımda. Videonun ana teması Getir ofisinde çalışan bir kadının bir günüdür.

Kadın, muhtemelen daha önce dolaşıma sokulan "ofiste bir günüm" temalı bir dakika civarındaki videolara özendi. Ancak ayrıntılara baktığımızda durumun ne kadar vahim olduğu görülebilir.

Mesai, 09.00 gibi başlıyormuş. Daha doğru bir deyişle kadın, ofise bu saatte giriyormuş. Kendisi giriş yapmak ifadesini kullanıyor. Aslında bu Türkçenin yozlaşmasına bir örnek çünkü kullanımda olan bir eylem varken eylemsiye eklenen yardımcı eylemle yeni bir kalıp oluşturmuş.

Daha sonra kendine sabah kahvesi yaptığını söylüyor. Muhtemelen filtre kahve. Ofiste adi bir kahve makinesinin bile olmaması ne kötü!

O gün birinci katta çalışacakmış. Masasını kendi seçiyor hatta. Bu da bize daha önce mesainin muğlak olduğu hakkında verdiği gibi çalışma yerinin de belli olmadığı yönünde bir ipucu veriyor. Kendine ait bir çalışma alanının olmaması sanılandan daha büyük bir sorundur.

12.30'daki öğle arasına kadar çalıştığını söylüyor. Ne yaptığını tam olarak anlamasam da videonun başındaki kartın üzerinde yer alan adı arattığımda LinkedIn'den bu kadına ulaştım. Unvanı Marketplace Operations Specialist imiş. Haziran 2021'den beri bu işi yapmaktaymış. Ondan önce Eclipse İstanbul diye bir yerde Social Media Manager unvanıyla üç ay kadar çalışmış. Bir insanın yönetici olarak işe başlaması biraz garip.

LinkedIn platformundan edindiğim diğer bir bilgi 2015 ila 2020 yılları arasında İstanbul Bilgi Üniversite'sinde sosyoloji eğitimi görmüş olmasıdır. Bu da herkesin aklında torpil veya iltimas olabileceği ihtimalini getirmiş. Toplumdaki ahlaki çürümenin bir göstergesi olarak görebiliriz bunu ama daha fazlası değil. Bu kadın, benim işimi elimden almıyor sonuçta.

Öğle arasında sağlıklı besleniyor. Kendisini bu kararından dolayı kutluyorum. Bunun yanında, Getir'in ne kadar yemek ücreti verdiğini merak ediyorum. Büyük bir ihtimalle çalışanlar, yediği yemeğin bir kısmını cebinden karşılıyor.

Canı latte isteyince Starbucks'tan gidip alıyor. Bunu ayrı bir molada yaptığını sanmıştım fakat öğle arasında yaptığını anladım. Bir saatlik mola dışında nefeslenme imkanı da yok sanırım.

Biraz daha çalıştıktan sonra cuma günlerinin Getir'de "Lezzetli Cuma" olduğunu gösteriyor bize. Bu cuma da lezzet olarak lokma döktürülüyormuş. Aslında diyette olmasına rağmen bir tane alıyor. Burada tane ile porsiyon hesabını karıştırdığını görüyoruz. Çünkü aldığı plastik tabakta dört adet lokma var. Burası beni ilgilendirmiyor tabii. Afiyet olsun.

Bu kesitte önemli olan şirketin göz boyama amacıyla yaptığı bir etkinliğin bile kaliteden yoksun olmasıdır. Lokma, en ucuz tatlıdır. Hamur, şeker ve yağ dışında bir bileşeni yoktur. İkincisi, bu videonun bir cuma günü çekildiğini net biçimde anlamış bulundum. Cumartesi çalışıp çalışmadığını merak ettim sadece.

18.30'a dek çalıştıktan sonra mesaiyi bitiriyor. Bilgisayarını kapatıp ofisten ayrılıyor. Bu kısımda can alıcı ayrıntı ise bilgisayarı götürecekmiş gibi yapması. Şayet bilgisayarı kendi getiriyorsa durum içler acısı demektir. Getir'in çalışanlarına bir bilgisayar bile veremediğini gösterir bu. Kadının kendi bilgisayarını kullanması şirket verileri için ciddi bir sorun. Kasıtlı olmasa bile yanlışlıkla bir yerlerde paylaşılabilir.

Video, muhtemelen Getir tarafından çektirildi. Mesainin on saate yakın sürmesini atlamışlar. Ofisin Etiler'de olduğunu hesaba katarsak, kadının yol da dahil işten kendine ayıracak vakti kalmıyor.

Kadına 'gizli işsiz' yakıştırması yapıldığını gördüm. Bu, net bir biçimde sermaye ağzıyla konuşmaktır. Bu halkın neden hep güçlüden yana olduğunu uzun uzun düşünmem gerek. Bir kere, bu kişinin gizli işsiz olması bizi ne kadar ilgilendirir? Maaşını biz vermiyoruz. Getir, bir devlet kurumu değil. Öncelikle bakılması gereken maaşını bizim ödediğimiz gizli işsizlerdir.

Bu kadına çok acıdım. Çalışma şartları kölelikten hallice. Sağ elinde yüzük olması da muhtemelen nişanlı olduğunu gösteriyor. Kendisi burayı okumayacak ama bu hayatta ne gördüğünü ve böyle bir karar aldığını kendisine sormak istiyorum.

Yine de, Tiktok ve Instagram'da aynı kullanıcı adıyla (ecemulkuu) yaptığı paylaşımlardan hayat dolu biri olduğunu anladım. LinkedIn'de ise bağlantılarının işe başlamasını, Getir hakkındaki paylaşımları ve babalık izni gibi emek süreçlerinde hoşuna gittiği olayları beğenmiş. Kendi herhangi bir yazı paylaşmamış.

Büyük olasılıkla videoyu çekerken ve paylaşırkenki amacı bu değildi ama bu yazıyı yazmama vesile için kendisine teşekkürlerimi iletiyorum. Bir gün daha iyi şartlarda -belki aynı yerde- çalışmasını diliyorum. Tabii, bu dileğim herkes için geçerli.

Bazen dünyanın en mutlu insanı gibi hissediyorum kendimi. Bazense dünyanın en yalnız insanı oluveriyorum. Böyle zamanlarda kimsenin beni duymayacağını, durup dinlemeyeceğini biliyorum. O zaman da bu blogu neden açtığımı hatırlıyorum.

Atatürk, sadece 10 Kasımlarda veya ulusal bayramlarda düşmüyor aklıma. Bu nedenle 10 Kasım paylaşımı benim için büyük bir mesele değil. Zaten bu konu hakkında konuşurken doğru kelimeleri seçmek zor.

Sadece şunu belirtmem gerekir ki her 10 Kasım günü yağmur yağarken bu yıl hava günlük güneşlik. Daha önce böyle bir şeyle karşılaşmamıştım.

Nispeten huzursuz bir uyku uyudum bu gece. 05.00 sularında uyanıp telefonuma baktığımda bu TikTok videosundan kesitlerle karşılaştım. Sinirden kan beynime sıçradı. Videonun tamamını bularak yazılı analiz ettim ve kritik hazırladım.

Geçen yorumladığım hippi kadın videosu ile arasında bir örüntü fark ettim ve haklı çıktım. Röportajı yapan aynı kişiydi. TikTok hesabından (xbelkifurkanx) bu videoyla beraber önceki videoyu buldum.

Kadın, aile baskısından dolayı üzülüyor. Buna tam olarak şikayet denemez. Diğer kadınların güzel giyindiğini söylüyor ancak kendini bir yerde konumlandırmıyor. Bu konuda oldukça mütevazı.

Röportajı yapan kişiye bir parantez açmak istiyorum bu noktada. Kendisi tam bir dalyanak. Kadını açık bir biçimde övüyor. İnsan tanımadığı birine nasıl kompliman veya iltifat edebilir?

Kadın biraz utanıyor. Üzülerek söylüyorum ki adamın bu yaptığı tacizdir. Ancak "Geldiğinden beri kaç kişi yazdı sana?" diye soruyor. Yani başkaları tarafından da bir taciz söz konusu. Kadın bunun ayrımına varamıyor olabilir.

"Hiç erkek arkadaşım olmadı." diyince Furkan kadını av olarak görüyor. Belli ki kişisel gelişimini tamamlamamış biri. Kendisinde bir flört çabası sezdim ama tavrı biraz kaba.

Muhabbeti takip etmekte güçlük çekiyorum. Konudan konuya atladıkları için kafam bulandı. Adam, kadının adının Göksu olduğunu öğrendikten sonra tavsiye vermeye başlıyor. Onda bile üslubu sıkıntılı.

The Office dizisi sadece bir güldürü olarak ele alınmamalı. ABD'deki çalışma düzeni üzerine eleştirisini de satır aralarına yerleştirmiş. Bob Odenkirk'in (1962-şimdi) konuk olduğu Moving On adlı dokuzuncu sezon on altıncı bölümden bu altı dakikalık kesit üzerine yorum yapmak istiyorum.

Pam, Jim ile beraber yaşamak için Philadelphia'da bir işe başvuruyor. Buradaki patronun adı Mark. Makamında gitar çalarken Pam, olaya dahil oluyor. Mark'ın tavırları biraz garip. Alışık olmayan biri ürküp kaçabilir.

Pam daha önce kendini tanıtmış olmasına rağmen Mark ile tekrar bir tanışma faslına ihtiyaç duyuyor. Burada işe alınacak adayın küçümsenmesi söz konusu olabilir.

Mark, ortamdaki ruhsuzluğu görüp "Herkes mi geçici işçi burada?" diye serzenişte bulunuyor. Daha sonra Kore kökenli bir çalışana karşı yaptığı patavatsızlığı düzeltmeye çalışıyor. Bu çaba takdire şayan ama patavatsız olmasa daha iyi sanki.

Pam de patronun Michael Scott'a benzediğini fark ediyor. İlginç olan ayrıntı şu ki Bob Odenkirk, Michael Scott rolü için seçmelere girmiş fakat başarılı olamamıştır. Steve Carell, bu role uygun bulunmuş ve yedi sezon boyunca karaktere hayat vermiştir.

Halasına nepotizm uygulamadığının altını çiziyor hatta biraz abartıyor; ona kötü davranıyor. Bence burada mesele halasını değil kendisini kurtarmak ve erdemli biri gibi göstermek.

Roger ile olan monoloğu da garip. Çalışanın neden patrona yanıt vermediğini merak ettim. "Beni duymamış olmalı" diyor Mark sonunda.

İspanyol engizisyonu esprisini araştırmam gerekti. Kids in the Hall, çizim yapılan bir komedi programıymış ama burada yanlış bir atıf var.

Bu kadar gırgır şamatadan sonra iş görüşmesine geçiliyor. Mark, Pam'in CV'sini kısa buluyor. CV'nin uzun olması önemli midir? Bu durumu ele alırsak yanıt net bir "Hayır" olabilir. Çünkü Pam, on yılın üzerinde aynı yerde (Dunder-Mifflin) çalıştı. Sadece bir ara Michael Scott'ın şirketinde satışçı olarak çalıştı. Sonrasında aynı titrle Dunder-Mifflin'e geri döndü. Devemlılık önemli değil mi?

Mark, "Bu Svahili mi?" diye kasıtlı bir espri yapıyor. Pam, on yıl sonra iş görüşmesine gittiği için gergin olmalı. Buradaki zoraki gülüşünden de belli. Mark, gerginleşen ortamı yumuşatmak için muzipliğe girişiyor. Alttan alta Pam'i de alaya alıyor. Bu Pam'i daha da geriyor.

"Hamile kadın istemiyoruz." diye açık açık söylüyor. Normalde sorması yasak olmasına rağmen Maraş dondurmacısı misali "Acaba?" diyerek sorunun başını söyleyip geri çekiliyor. Pam de hamile olmadığını itiraf ediyor. Aslına bakarsanız buna mecbur değildi. Mark, işi katakulliye getirdi.

Burada çalışan son üç kadının hamile kaldığı bilgisini aktardıktan sonra sandalyenin farklı olduğu yönünde bir espri de patlatıyor. Hem kadınlar bu işi daha iyi yaptığı için hem de Mark, ofisinden baktığında sürekli orayı gördüğü için bu pozisyonda bir erkek istemiyor.

Pam bu noktada araya girerek ofis müdürü pozisyonu için başvurduğunu hatırlatıyor. Mark da dalga geçer gibi "Evet. Ofisi idare edeceksin. Telefonları yanıtlamak, çağrıları iletmek ve ne bileyim, kahve içmeye gitmek falan senin görevin" diye karşılık veriyor. Pam, bunun bir çeşit resepsiyonistlik olduğunu söylediğinde Mark, kabul ediyor fakat adının ofis müdürü olduğunu söylüyor.

Bu durum Türkiye'de de çok farklı değil. Aynı işi yapmak için çok farklı titrler belirleniyor. Bu titrler ezici çoğunlukla uydurmadır. Üretilme nedenini büyük oranda kariyer ile gözü boyanan işçilerin emek süreçlerine yabancılaşması diye açıklayabilirim. Bu heybetli titrler sayesinde kendini bir beden işçisinden üstün görebilecektir. Aynı maaşı almasına rağmen bir de.

Pam, işi reddediyor çünkü bu işi on yıl kadar yaptığını ancak artık iki çocuğunun olduğunu söylüyor. Ona göre çocuklu biri resepsiyonist olamaz. Bu da bu mesleği geçici olarak yaptığını gösteriyor. Tabii, tavrının bir miktar küçümseme barındırdığını da es geçmeyelim.

Show older
Qoto Mastodon

QOTO: Question Others to Teach Ourselves
An inclusive, Academic Freedom, instance
All cultures welcome.
Hate speech and harassment strictly forbidden.