Show newer

Tanışmak, tanış olmak belki on saniyelik iş. Bir insanı tanımaya ise bazen ömür yetmez. Yıllardır tanındığı düşünülen kişi öyle bir hareket yapar ki "Aslında tanımamışım, tanıyamamışım." dedirtir.

Kimse kimseyi sevmek zorunda değildir. Birine zarar vermedikçe nefret etmek de haktır. Ancak Türkan Saylan'dan nefret eden birinin Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu felsefesiyle de sorunu olduğunu düşünüyorum. Halihazırda kendisinin en büyük düşmanının Fetullahçılar ve etnik milliyetçi ayrılıkçılar olması bunu kanıtlar niteliktedir.

On yedi yaşındaki bir insanın evlenebiliyor olması ciddi sorunlar arz etmektedir.

Fedakarlık, bir insanın konfor alanından vazgeçmesi anlamına gelir. Bu vazgeçiş, karşılık beklenen bir eylem değildir. İnsan türlü şeyleri feda edebilir. Zamanını, parasını, malını, geleceğini hatta canını. Ancak yalnızca tek kişinin fedakar davranması iyi değildir. Sadece çürümüş bir şeyler olduğunu gösterir.

Bir hakemin günlük yaşamını çok merak ediyorum. Sürekli hedef gösterilen bu kişiler, nasıl yaşar? Mesela hangi marketten neyi almayı tercih eder? Arkadaş ortamları kimlerden oluşur? Gerçekten daha önce üzerine düşülmemiş bir konu.

İnsan mutsuzluktan, üzüntüden ölmüyormuş. Türkiye'de yaşarken öğrendim.

Son şampiyon rüştünü ispatladı. Böylece birkaç gündür süren laf dalaşına son verdi. Galatasaray, kazanması ihtimal dahilinde görülmeyen bir maçı daha kazandı. İyi ki Galatasaraylıyım.

Bazı kokular vardır. Bize özlediğimiz zamanları hatırlatır. Dalin'in göz yakmayan şampuanı kokulu kolonyası, kimin fikriyse çok iyi düşünmüş. Alkol oranı %65 olsa da kokusu saatlerce kalıyor. Resmen müptelası oldum.

İki insanın arasına mesafeler, uğraşlar, kişiler veya acımasız zaman girebilir. Öyle ki yüzyüze veya herhangi bir araçla görüşmeden yıllar geçmiş olabilir. Ancak biri diğerine gerçekten ulaşmaya çalıştığında koşulları zorlamakta ve bir şekilde ona erişmekte. Yeter ki değer verdiği bir insan olsun. Kalpler bir, duygular karşılıklı.

Şehit düşen askere üzül, atanamayan öğretmene üzül, darp edilen doktora üzül, öldürülen kadına üzül, intihar eden gence üzül, köpekten kaçarken ölen kıza üzül, işgal edilen Ukrayna'ya üzül, Yemen'deki insanlık dramına üzül, ülkedeki ekonomik darboğaza üzül, hazıryiyicilerin çaldıklarına üzül...

Bazı mekanların bazı kişiler veya gruplar için önemi vardır. Önemden kasıt, maddi bir faydaya dayanan ekonomi döngüsü değil, manevi olarak ayrı bir boyut kazanmaktır.

Mecidiyeköy'deki Ali Sami Yen Stadı, benim ve başta Galatasaraylılar olmak üzere birçok futbolsever için unutulmazların yaşandığı bir yerdi; adeta mabetti. 2011'de burayı çeşitli bahaneler sunarak iç ettikleri yetmezmiş gibi, inşaatında on işçinin asansörden düşerek ölümüne göz yumdular. Şimdi burada mukim olan Torun Center'ın zemininde işçilerin naaşı ve Galatasaraylıların hayalleriyle gözyaşları bulunmaktadır.

Devlet Tiyatroları, son yıllarda ciddi bir kalite düşüşü yaşadı. Bu herkesçe malum ama bir yıkık bir hafıza mekanında yer alacak kadar düşeceğini kim tahmin edebilirdi? Güzel oyunların azlığından şikayet etmeyi bırakalım. Tayyip Erdoğan'ın bir inat uğruna yıktırıp eskisinin birebir aynısını yaptırdığı AKM, Üsküdar Tekel, Asmalımescit'teki Garibaldi, Zeytinburnu, Fatih Belediyesi Kültür Merkezi ve Küçükçekmece Cennet Kültür ve Sanat Merkezi dışında etkin bir sahne yok.

İstanbul'da özel tiyatroların gün geçtikçe azalması ve ekonomik darboğazdan dolayı pahalanması yanında Moda Sahnesi gibi türlü sıkıntılarla boğuşmasını tiyatro sanatının son demlerinin habercisi olarak görmek istemiyorum. Şimdilik İstanbul için en iyi tercih Şehir Tiyatroları olabilir.

Hayatı, Nuri Bilge Ceylan filmleri tadında yaşıyorum.

En uyumlu çift değil. En mükemmel de değil. Hatta tam olarak bir çift oldukları tartışmalı. Tabutta Rövaşata'nın iki ana karakteri kleptoman ve usta hırsız Mahsun Süpertitiz ile adı sanı bilinmeyen, evsiz, eroinman kadın arasındaki ilişki olamamışlıkların ilişkisidir.

Mahsun'u bu kötü huyunda vazgeçirmek için herkes seferber olur. Reis, ona sahip çıkar. Adeta babası olur. Kahvenin sahibiyle konuşur, anlaşır. Mahsun, tuvaletçi olur ama bu alışkanlığını bırakmaz. İran Cumhurbaşkanı'nın o dönemdeki cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e hediye ettiği ve Rumeli Hisarı'na yerleştirilen elli tavuskuşundan birer birer çalar. Son girişiminde bekçiye yakalanması sonrasında yapılan haber aşırı derecede komiktir.

Filmde arka planda polisler ve mehter marşı yer yer beliriyor. Çıkma ekmek, alkol ve uyuşturucu ile fakir olmaktan çok, düşkünlerin hikayesi anlatılır filmde. Filmin en acıklı kısmını bir kenara bırakalım. Bana göre en acıklı ayrıntı eroinman rolünü oynayan Ayşen Aydemir'in film çekildikten üç yıl sonra yani 1999'da, henüz 35 yaşındayken kolon kanseri nedeniyle vefat etmesidir.

Bu krizin sorumlusu o değildi. Aylarca süren işsizliği artık psikolojisini bozma raddesine getirmişti. Çalışmayınca para yoktu. Para olmayınca hiçbir şey yapılmıyordu. Bunca zamanda bankadan çektiği kredilerle geçimini sağlıyordu ama onlar da suyunu çekmişti. Artık günde bir kere yemek yiyor. Geceleri lambayı yakmaya bile korkuyordu. Kış kapıdaydı. İntihar etmeden ne kadar dayanabilirdi? Bunu cevaplamak güçtü.

Başvurduğu işleri saymayı uzun zaman önce bırakmıştı. Onun için iş görüşmeleri bir rutin haline gelmişti. Sadece bu ay oniki iş görüşmesi yapmıştı. Hepsinin sonucu hüsrandı. Bugün de ayrıntılarını bilmediği bir iş için görüşmeye gidecekti. Ne maaş belliydi ne de çalışma süresi. Ama onun derdi bunlar değildi tabii. Vaktini artık düşüncenin düşünceyi açmasıyla geçirmek istemiyordu. Çalışarak yorulmak ve akşam kafasını yastığa koyduğu gibi uyumak istiyordu. Yine en şık giysilerini giydi ve umutsuzca gitti iş görüşmesine. Beklemediği derecede iyi bir tavırla karşılanmıştı. Mülakatta öncekilerde olduğu gibi kabir soruları sorulmamıştı. Oldukça rahat geçen iş görüşmesi sonunda sözleşmeyi imzalamıştı. Belgeleri de yarına kadar toplaması söylenmişti.

Binadan ayrıldığında neye uğradığını şaşırmıştı. Gerçekten işe alınmış mıydı? Ona söylenen maaş ve mesai şartları da çok iyiydi. Bu krizde böyle bir iş bulduğu için kırk rekat şükür namazı kılmalıydı. Fakat gerekli belgeleri toplamaya koyuldu hemen. Sevinçten ne yaptığının farkına varamıyordu. Neyse ki istenen her şeye o gün ulaşabildi. Yarın işe başlamaya hazır ve nazırdı. Gece sevinçten uyuyamasa da sabaha doğru kendini topladı ve yola koyuldu. Bugün yeni hayatının ilk günüydü.

Otobüse aşk ve şevkle bindi. Bir toplu taşıma aracına binerken hiç bu kadar mutlu olmamıştı. İşyerine vardı. Mesainin başlamasına aşağı yukarı bir saat olmasına rağmen koşar adım gitmişti. Henüz güvenlik görevlisi dışında kimsecikler yoktu. Onunla bir süre konuştu. Hava aydınlanınca kendinden sonra gelen birkaç kişiyle binaya girdi. Belgeleri teslim etmek için bir süre daha bekledi. İş görüşmesi yaptığı kadına belgeleri verdikten sonra herkesin toplandığı odaya gitti. Çalışma arkadaşlarından bir ikisiyle tanışma fırsatı buldu. Bir köşede otururken zangır zangır bir zil sesi duyuldu. Herkes dağıldı. O ise ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Ne iş yapacağını hiç konuşmamışlardı. Az önce belgeleri verdiği kadının yanına gidip şimdi ne yapması gerektiğini sordu. O da sadece beklemesi gerektiğini söyledi.

Nerede, ne kadar, nasıl beklemesi gerekiyordu? Bunların hepsi yanıtsız kalmıştı. Odaya geçti. Zaten uykusu vardı. Bir güzel uyudu. Uyandığında öğle arası olmuştu. Yemeğini yedikten sonra boş boş beklemesine devam etti. Bekliyor, bekliyor, bekliyor, başkaca bir iş yapmıyordu. İlk gün böyle bittiğinde ilerleyen günlerde bir iş vereceklerinden emin olarak evin yolunu tuttu.

İkinci günü de aynı şekilde geçti. Bu bekleme işi kendini mental olarak yıpratsa da bedeni hiç mi hiç yorulmuyordu. Bekleyişle geçen ilk haftanın sonunda müdüre kadar gidip durumu arz etti. Müdür de herkesin ona söylediğini söyledi. Şimdilik beklemeliydi. Mecburen durumu kabullendi. Yapacak başka bir şeyi de yoktu. Bu işi bulana kadar tüm İstanbul'u dolanmıştı. Hem maaşı da iyiydi. Haftalığı hemen yatmıştı. Parayı görünce akan sular durdu. Hayatına renk geldi adeta. Tüm bir haftada yaşadıklarını unuttu.

Haftasonu çabuk geçmişti. Aldığı parayı en iyi biçimde harcamasını bilmişti. Şimdi yine beklemesine devam etti. İlk zamanlardaki sıkıntısı olmasa da günden güne yıpranmaktaydı. Bir ay, iki ay, üç ay... Tam altı ay oldu. Çıldırmak üzereydi. Sürekli soruyordu ama kimse doğru düzgün bir yanıt vermemişti daha. İstifasını yazıp imzaladı ama işsizliğin ne menem bir şey olduğunu hatırlayınca kağıdı yırtıp attı. Bir yandan iş aramayı kafasına koydu. Ancak piyasa şartları çok acımasızdı. Öyle ki bazıları asgari ücreti dahi vermiyordu.

Bir cumartesi gittiği iş görüşmesinde deneyimi sorulduğunda altı aydır çalıştığı şirketin adını verdi. Ne iş yaptığını gerçekten bilmiyordu. Rezil olmadan müsaade isteyip kaçar gibi gitti oradan. Biraz daha dişini sıkmaya karar verdi. Bu kriz elbet bir gün biterdi. O zaman istifasını verip yeni bir yerde işe başlardı. Zar zor altı ay daha dayandı. Bir yılı doldurduğu için maaşı bir miktar artmıştı. Cesaretini toplayıp müdüre neden yaptıklarını sordu. Müdür konuyu anlayamamıştı. O da, bir yıldır beklemekten başka bir şey yapmadığını söyleyiverdi. Müdür şaşırmıştı. Ona sadece sözleşmesine işyerine gelme zorunluluğu koymadıklarını söyledi.

Türkiye'deki ilk koronavirüs vakasının resmi olarak açıklanmasının ikinci yıldönümü bugün.

Fahrettin Koca, bu meşum açıklamayı yaptıktan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Kendi adıma konuşacak olursam, 2020 ve 2021 hayatımın en kötü iki yılı oldu. 2020'ye kadar gayet neşeli, her şeyin iyi tarafını görebilen bir insandım ancak artık ne neşeliyim ne de iyimser bir yanım kaldı. Benden çok şeyler götüren olgu, yalnızca pandemi değil. Pandemi sürecinde yaşanan diğer olaylar da psikolojimi olumsuz yönde etkiledi. Kimileri onulmaz yaralar açtı.

Bir daha böyle bir kriz yaşamak istemem. Şayet yaşamak zorundaysam, krizi bu kişilerin yönetmesini istemem. Durum gayet net.

Tutuklu geçen 48 günün ardından bu sabahki duruşmada Sedef Kabaş serbest bırakıldı. Bu süreci yakından takip ettim ve üzerine çok konuşmama gayreti gösterebildim.
Kabaş, gerçekten çok iyi bir savunma hazırlamıştı. Ömründen giden bir buçuk ayın hesabını kimin vereceğini düşünürken bir daha kimsenin böyle trajikomik bir tavra maruz kalmaması dileğimi her zaman yineliyorum. Darısı haksızlığa uğramış tüm vatandaşlarımıza.

Show thread

Uzun yıllar kullanımın ardından gözlük, insanın bir organı haline geliyor.

Çirkinlik ve fakirlik, bir arada olması kişiye en fazla zarar veren iki niteliktir. Bu böyle sürmemeli. Fakirler de mutlu olmalı çirkinler de.

Show older
Qoto Mastodon

QOTO: Question Others to Teach Ourselves
An inclusive, Academic Freedom, instance
All cultures welcome.
Hate speech and harassment strictly forbidden.