Filmin birçok sahnesi güzel ama bunların başında belki de göründüğünden daha derin anlamlar barındıran bu sahne gelir.
Volodimir Zelenski'nin başrolünde olduğu Halkın Hizmetkarı ya da özgün adıyla Sluha Narodna, bir tarih öğretmeni Vasili Petroviç Holoborodko'nun kendini birden Ukrayna cumhurbaşkanı olarak bulması üzerine başına gelenleri anlatıyor.
Belki ülkelerin mizah anlayışının farkından belki başka bir şeyden dolayı beni kendine bağlamadı ama diziden sonra Zelenski'nin ve Ukrayna ile kaderinin birleşmesi çok can alıcı.
Çukurova, söylenegeldiği gibi Dünya'daki en bereketli topraklardandır. Orhan Kemal'in güzide eserinin uyarlanması olan Erden Kıral filmi de sinema tarihimizin başyapıtlarından.
Köyden Çukurova'ya gelen üç karakter Köse Hasan, Pehlivan Ali ve Yusuf'un hikayesini anlatıyor. Yusuf'a hayat veren Erkan Yücel'in karizması ve ses tonu beni etkiledi doğrusu.
Konuşmalar oldukça doğal. Yöre insanı oynamış gibi. İşsizlik ve sonrasında zoru zoruna bulunan işte çalışırken yaşanan mücadeleler çok iyi aktarılmış. Bizimkilere iyi gibi görünen Topal gibi karakterlerin gerçek yüzü ve işçiler arasındaki acımasızlık da filmin temalarından. Mesela, Pehlivan Ali'nin ırgat çavuşunun imam nikahlı karısı Fatma'yı kaçırması, sonradan Fatma'nın Katip Bilal'e yamanması, bu çarpık ilişkileri yansıtıyor tam anlamıyla.
Filmin son kısmında, Ali'nin patozda yaşadıkları anlatılıyor. Burada ırgatbaşı, usta ve koltukçular karşımıza çıkıyor. Tuncel Kurtiz'in oynadığı Koltukçu Zeynel'in kimseye eyvallahı yok. Kırmızı poşulu usta da hakbilir bir insan. İkisi, bir anlamda ırgatbaşını bastırıyor. Sonunda Zeynel kovuluyor ve yerine Ali geçiyor. Ali, patron ve ırgatbaşının işçileri gazlamasıyla işi bilmemenin verdiği acelecilikle kolunu patoza kaptırıp ölüyor. Patron, Ali'yi arabasına alıp hastaneye götürme zahmetine dahi katlanmıyor. Bu sırada Zeynel, pusu kurup tarlayı yakıyor. Patron jandarmayı çağırdığında suçu usta ve işçilerin üzerine atıyor. Sonunda tutuklanıp götürülüyorlar.
Emek süreçleri zorlu olmaklığını sürdürüyor. Bugün bile, maaşı zarfla verip bir kısmını geri alanlar var. Yaptığı inşaattan demir ve çimento kaçıranlar yüzünden depremlerde yüzlerce insan hayatını kaybetti. Geçim derdi, babadan zengin olmayan her insan için ölüm gibi bir olgudur. Böyle gelmiş, böyle giderse olmaya da devam edecektir.
@burakcakmak aslında evlilik taraftarı değilim çok. Çünkü ciddi bir iş bu. Manavdan meyve almaya benzemiyor. Bir insanla hayatını birleştiriyorsun sonuçta. Evliliğin adını anınca bile yüzüm ekşiyor.
Görüşümün radikal olduğunun da farkındayım. Fedakarlık konusunda haklısınız. İki taraf da bir şeylerden vazgeçmeli. Ancak bu tek taraflı olursa ona fedakarlık demek mümkün değildir. Kendimi kadının yerine koyuyorum. Muhtemelen yirmi küsür yıldır yaşadığım kalıp adı değiştirmek istemezdim. "Bay ve Bayan Yücel" olarak anılmak, kulağa hoş gelebilir. Hatta insanlar soyadlarını farklı görünce yadırgayabilir. Fakat bu aşamaları çoktan geçtiğimi sanıyorum. O yüzden en önemlisi eşimin ve benim ne düşündüğüm olur.
Söylediklerinizde haklılık payı var. Benim tutumum mevcut durumda mücadele gerektiren bir tutumdur. Zor olan da budur.
Türk Medeni Kanunu madde 187 uyarınca kadın, evlendiğinde kocasının soyadını alır. Daha sonra nikah memuruna veya nüfus idaresine yapacağı başvuruda kocasının soyadından önce gelmek kaydıyla kendi soyadını kullanabilir.
Bir kadının evlendikten sonra sadece kendi soyadını kullanması yani kocasının soyadını almaması da mümkünmüş. 30 Eylül 2015'te Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, aldığı kararla Aile Mahkemesi'ne başvuran kadınların sadece kendi soyadlarını kullanabileceğine hükmetmiştir.
Şayet bir gün evlenirsem, eşimin benim soyadımı almasını istemem. İkinci soyadı olarak kendininkinin yanına koymasını bile istemem. Bunu yapması, kimlik veya pasaportun yenilenmesi gibi yıpratıcı olabilecek süreçlerden onu uzak tutacaktır.
Evlenene kadar olduğu kişiden farklı bir kişi de olmayacaktır. O zamana kadar yaptığı herhangi bir şey onun adıyla anılmaya devam edecek; kargaşaya mahal verilmeyecektir. Örneğin, fi tarihinde yazmış olduğu yüksek lisans tezindeki adıyla ona yıllar sonra bile erişilebileceklerdir.
İki adı olan bir kadın için iki soyadı taşımak da zül olur. Sadece kadın olarak doğduğu ve evlenmeyi tercih ettiği için dört ad taşımak zorunda değildir kimse.
Kadın basketbolu izlemeye bir süre ara vermiştim. Bugün 13.00'te Galatasaray'ın Ormanspor deplasmanında oynadığı karşılaşmayı izledim.
Ülke, geçen sene orman yangınlarından kırılırken o zamanki Tarım ve Orman Bakanı hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Böyle bir takıma yatırım yapmaktansa, bu yangınları söndürmek daha doğru olurdu. Bekir Pakdemirli, bu nedenle vatan hainliğinden yargılanmalı. Bu, bir yerde dursun.
Galatasaray, Ekrem Memnun gibi deneyimli ve başarılı bir koçu önce erkek takımının başına getirdi. Dün itibariyle de görevine son verdi. Ancak Efe Güven ile de takım, son derece iyi durumda. Eurocup'ta yarı finale yükseldi. Ligde ise normal sezonda ilk dördü zorlayabilir.
Galatasaray'da Kelsey Plum, insanüstü bir performans sergiledi. Kırk dakika süre aldı ve 32 sayı attı. Merve Aydın da attığı 26 sayıyla kariyer rekoru kırdı. Ormanspor'da Teaira McCowan'ın muhteşem oyunu skoru Ankara ekibinin lehine çevirmeye yetmedi. Sevgi Uzun için de parantez açmak gerekir.
Aslında kadın basketbolunda 90-93, çok nadir görülen bir skordur. Bu anlamda, maçın kalitesinin yanında görülmemiş skoru da beni mutlu etti.
Uzun süredir beklediğim Akbank Kısa Film Festivali, bu pazartesi başlayacaktı. Bu akşam program için baktığımda tüm etkinliklerin çevirimiçi yapılacağını öğrendim. Açıkçası pandeminin gündemden kalktığı bir zamanda bu karar beni hayal kırıklığına uğrattı.
Klasikleşmiş kategoriler bu festivalde de var. Bunlar: Perspektif, Festival Kısaları, Dünyadan Kısalar, Kısadan Uzuna, Özel Gösterim ve Genç Bakışlar.
Festivalde genellikle dört oturumda dörder kısa film izleniyor. 11.00, 13.00, 16.00 ve 20.30 seanslarının yanında 18.30'da söyleşi yapılabiliyor.
Her şeye rağmen, Taksim'e gidip bu filmleri salonda izlemek isterdim.
Şampiyonlar Ligi'nde bu sezon çeyrek finale kalan takımların üçü İngiliz, üçü İspanyol. Birer Alman ve Portekiz takımı bulunuyor.
İngiltere, Almanya, İspanya, İtalya ve Fransa'dan oluşan Büyük Beşli dışındaki bir ülkeden son on sezonda çeyrek finale çıkan takımlar şunlar:
2021-22 🇵🇹 Benfica
2020-21 🇵🇹 Porto
2018-19 🇳🇱 Ajax ve 🇵🇹 Porto
2015-16 🇵🇹 Benfica
2014-15 🇵🇹 Porto
2012-13 🇹🇷 Galatasaray
Kendim de her yere geç kaldığım için Geç Kalanlar adlı oyunu uzun zamandır izlemek istiyordum. O da bu akşama nasip oldu. Hem de Elçin Atamgüç'ü canlı kanlı görme şansı buldum.
Oyun, yine kadın-erkek ilişkilerini ele alıyor. Her şey yabancı birinin bir adamın evine girmesiyle başlıyor. Başlangıçta Elçin Atamgüç'ün oynadığı karakterle Zafer Kırşan'ın oynadığı karakter yer yer komik diyaloglara giriyor. Ara sıra derin ve düşündürücü sözler de söyleniyor.
İlk perdenin sonunda adamın karısı eve geliyor ve oyunun ekseni ev sahibi ve yabancıdan adam ve karısına dönüyor. İlişkilerdeki empati sorununa değiniliyor. Birbirlerinin yerine geçtikleri sahne, başlı başına bir şaheserdi. Çok yerinde tespitler yapılıyordu.
Son bölümde ise her şeyin bir heyula olduğu anlaşıldı. Aslında adam, son hararetli tartışmalarından sonra kapıyı vurup çıkmış ve bir hışımla arabasına atlamıştır. Bu öfke onu zararla oturtmamış, trafik kazası sonucu ölmesine yol açmıştır. Kadın antidepresanlarla ayakta durabilmektedir. Yas sürecini henüz atlatamamıştır.
Annesi, kızına gece boyunca ulaşamadığı için endişelidir. Annesi ve kadın arasındaki diyaloglar çaresizliğin dışavurumudur. Ancak her şey için çok geçtir.
Hayat kısa. Sözlerle birbirimizi çok kolay incitebiliyoruz. Yarının garantisi yok. Çoğu mesele ise birbirimizi kırmaya değmeyecek nitelikte. Bunu bir kez daha anladım.
Oyunculuklar gerçekten çok iyiydi. Elçin Atamgüç ve Zafer Kırşan çok uyumlu bir ikili olmuşlar. Defne Gürmen de rolüne tam uymuş. İnternetten baktığımda kendisinin 1997'de liseden mezun olduğunu öğrendim. Kesinlikle o kadar yaşlı durmuyor.
Kısaca, her şeyiyle takdire şayan bir oyun.
Etraftaki diyaloglara kulak misafiri olmaktan garip bir haz duyuyorum. Aslında iki kişinin konuştuğu gündelik konular bunlar. Nerenin tam olarak nerede kaldığı, akşam ne yeneceği, havaların durumu gibi alalede meseleler. Ancak konuşanların ses tonu, kurduğu tümcelerin basitliği veya karmaşıklığı, sözcük seçimi ve vurgulanan yerler asıl ilgimi çeken şeyler oluyor.
Harold Pinter'in yazdığı, Cevat Çapan'ın çevirdiği Kutlama adlı oyunu Üsküdar Musahipzade Celal Sahnesi'nde izledim.
Oyunda evlilik yıldönümünü kutlayan bir çift ve abi-ablaları var. Bu abi-abla karakterleri de birbiriyle evli. Yan masada başka bir çift var. Bu çiftin kadın olanı ile evlilik yıldönümü olan erkek eskiden sevgililermiş. Birbirlerini görünce ortalık ellialtı oluyor. Barın sahibi, barmen ve titrini şu anda hatırlayamadığım otel çalışanı bir kadın da arada çiftlere dahil oluyorlar.
Oyunun ana temasının gerek ikili ilişkilerde gerek diğer insanlarla olan temasta olan çürümüşlük veya daha yaygın bir tabirler toksiklik hali. İnsanların ikiyüzlülüğü bir yana, son derece dejenere olmaları vahim bir durumdur.
Aslında Türkiye'deki çoğu "sevgi" ilişkisi de aslında duygusal teröre dayanmaktadır. Bu süreçte çiftler birbirine fiziksel, ekonomik ve duygusal şiddet uygulamaktadır. Mutluluk tablosu çizen çiftlerin birçoğunun ardında onulmaz yaralar vardır.
Oyuncuların yaka mikrofonuyla oynaması bir miktar rahatsız edici ama Musahipzade'de başka nasıl yapabilirler bilmiyorum. Sırayla söylenen Türk aksanlı İngilizce şarkılarla oyun müzikale dönüyor. Konuşmalarsa seslendirme gibiydi. Daha çok uyarlanabilirdi diye düşünüyorum. Kimi zaman oyunculuk da abartıya kaçıyordu. Belki de olması gereken budur.
Ekranda sürekli savaş, kıtlık, açlık görüntüleri beliriyor. Kimi zaman iki masaya birden kulak veriliyor, hatta diyaloglar iç içe geçiyor. Bu noktada odaklanması zor. Oyuncuların kahkahaları oyuna farklı bir renk katmış.
Oyunun sonundaki çav bella gürültülü olmasına rağmen çok güzedi; ateşleyiciydi. Erkan Sever'in başarılı oyunculuğunu da es geçmemek lazım.
Oyundan önce oyuna herkesin çift olarak gelmesi bende bir miktar hayal kırıklığı yarattı. Tabii, bu kendime dönük bir şeydi. Ancak oyunun içeriği tam da böyle izlenmesi gerektiğini gösterdi. Yine de keşkelerden çok uzağım.
🇸🇪 Mereyusblogg
Romersk medborgare från Miklagård.
På Mastodon sedan 23.X.2021
Bara postar oviktiga tankar.
Allmän egendom (PD). Inga begränsningar.
Jag tjänar ingen inkomst av det jag lägger upp här.
🇬🇧 Mereyü's blog
Roman citizen from İstanbul.
On Mastodon since 23.X.2021.
Just posting unimportant things.
Everything I publish is Public Domain (PD).
I don't earn any income here.
🇹🇷 Mereyü'nün blogu
Civis romanus sum.
23.X.2021'den beri Mastodon'da.
Önemsiz şeyler üzerine.
Paylaştığım her şey kamu malıdır (PD).
Buradan herhangi bir gelir elde etmemekteyim.