Show newer

Vedaları çoğu insan gibi sevmem. Artık aynı ortamda bulunmayacak olmanın, belki de kesin bir yol sapmasının işaretidir vedalar. Hele ki insan, çok sevdiği bir biriyle belirsiz bir süre için vedalaşıyorsa, bu ayrılık düşüncesi katlanarak büyüyor ve ıstırap halini alabiliyor. Diliyorum ki vedaların yaratacağı tahribi en hafif biçimde atlatalım ve yeni iyi insanlarla karşılaşalım.

Bir ulusu ulus yapan sevinçte ve tasada ortaklıktır. Ulusu oluşturan bireyler, mutluluğu ve üzüntüyü birlikte yaşıyorlarsa ortaklık da oluşmuştur. Şölen de yas da hep biraradadır.
İkili ilişkilerde de bu böyledir. İkili derken illaki gönül ilişkisi kastedikmez. İş veya okul arkadaşının derdiyle dertlenmek insanlığın bir göstergesidir.

Uyku sorunlarını aştığımda çoğu sorunun da hallolacağı kanısındayım. Uyku düzensizliğim bile belli bir düzen içinde seyretmezken nasıl kendimi iyi hissedebilirim?

Yeni biriyle tanışmak, onu tanımak için atılan ilk adımdır. Birini tanımak çetin, çetrefillli ve ne olacağı belirsiz bir yoldur. Benim bu yola pek tahammülüm kalmadı artık.

Kapının önünde ve arkasında çok farklı dünyalar olabilir. Çünkü kapı, mekanyapandır.

Galatasaray ve Türk Hava Yolları'nı Türk Voleybol Ligi'nde Vakıfbank, Fenerbahçe ve Eczacıbaşı'nın oluşturduğu birinci sınıf takımların hemen arkasından gelen denk takımlar sanardım. İki takım arasında oynanan son beş maç da bunu gösteriyordu. Ancak bugün oynanan maçta THY, net bir tanımla Galatasaray'ı bozguna uğrattı.

İlk set bu sanımı doğru çıkarak derecede başabaş oynandı. Hatta Galatasaray, setin çoğunu önde götürmesine rağmen kaybetti. İkinci sette THY, daha baskın oynadı. Oyunun bu kısmında ilgimi kaybetmiştim. O yüzden yorum yapamayacağım.

Üçüncü sette THY'nin oynadığı güzel oyun bana estetik bir haz yaşatırken aynı zamanda Galatasaray'ın düştüğü içler acısı duruma üzülüyordum. Bir keresinde THY, öyle bir feyk attı ki pozisyonu tekrar izlemeyi diledim. Tekrar izleyince de utandım.

Velhasıl kelam, voleybol böyle bir oyun. Galatasaray'ın ilk dörde girmesi artık çok zor. THY ise dört sezondur bulunduğu ligin dinamiklerini çözmüş ve Türk voleybolunun lokomotifi olmak üzere.

Gece onun evinde toplanacaktık. Onun için hazırladığım yemeği ve ödünç vermek üzere yanıma aldığım kitapları götürürken ayağım kaydı, düştüm. Yemeğin bulunduğu borcam binbir parça oluverdi. Yağmur yeni sona erdiği için yerler ıslaktı. Kitaplarım da sırılsıklam olmuştu. Hemen onu aradım. Zaten evinin neredeyse önünde olmuştu bu. Koşup geldi. İlk olarak bana nasıl olduğumu sordu. Olayı anlatmaya girişirken beni durdurdu. Soruyu yanlış anlamıştım. Bana bir şey olup olmadığını sormuş. Açıkçası dizimin biraz çizilmesi dışında bir şeyim yoktu. O da yemeği ve kitapları önemsemem gerektiğini söyledi. Dışarıdan söyleyebileceğimizi belirtti. Kitapları da kütüphaneden alabilirdi. Zihnimi bir miktar rahatlatmış olarak eve gittik.

Eve girer girmez pizzacıyı arayıp büyük boy pizza söyledi. Konuşarak beni sakinleştirmeye devam ediyordu. Dizime baktı. Sadece hafif bir sıyrıktı. Buna rağmen pansuman yaptı. Kitaplarımı kaloriferin üzerine bıraktım. Bir süre konuşmadan bekledik. Salondaki tekli koltuklara oturuyorduk, karşılıklı olarak. Benim kafamdan düşünceler yorgun mermi misali geçiyordu. Başımı kaldırmayıp düşünüyordum. Derken zil çaldı. Gelenin kim olduğunu tahmin etmek zor değil. Kuryeye iyi dileklerini ilettikten sonra yirmi lira bahşiş vererek pizzayı teslim aldı. Gördüğüm kadarıyla kuryenin ağzı kulaklarına varıyordu.

Kutuyu ortadaki masaya koyup yemeye koyulduk. Bu sırada aramızda belli belirsiz bir sohbet akıp gidiyordu. Ben ona içinin güzelliğinin dışına yansıdığını söylediğimde gülümseyip teşekkür etti. Çok güzel bir gülümsemesi vardı. İnsan birçok şeyi feda edebilirdi bunu tekrar görebilmek için. Sonra akşamdan beri başıma gelen felaketten bahsettim. Tekrar şöyle bir gülümsedi. Ona bakıp ben de güldüm. Gülümsemesi yüzünden silinmeden nasıl tanıştığımızı hatırlayıp hatırlamadığımı sordu. Elbette hatırlıyordum. Bir gün sınıfta herkes kendi halindeyken tek başına kalmıştı. Yanına gidip konuşma olasılığımızın ne olduğunu sormuştum. O sadece başını sallayıp onaylamıştı. Kendi adımı söylemiştim. O ise hayattan bezmiş bir biçimde adını mırıldanmıştı. Melike'ydi adı. Daha sonra başka konulara geçmiştik. Bu muhabbetten sonra onun iyi bir insan olduğuna kanaat getirmiştim. Birbirimize iyi dileklerimizi sunarak ayrılmıştık.

Onun anlattığı da birebir bu şekildeydi. Bununla aylardır süren duygusal buhrandan çıktığını belirtti. Yani sadece yanına gidip konuşarak onu depresyondan alıkoymuştum. Sonra bir gün Mecidiyeköy'de karşılaşmamızdan bahsetti. Tedirgin görmüştüm onu. Etrafta bir şey arıyor gibiydi. Selam verip bir sorun olup olmadığını sormuştum. Akbili bitmiş, yanında da nakit yokmuş. Bankamatik arıyorken rastlaşmışız. İstikametimiz aynı olduğu için onun yerine akbil basacağımı söylediğimde biraz çekinmişti. Başını öne eğip bunu borç olarak aldığını söyleyecekti ki susturup lafını bile etmemesi gerektiğini söylemiştim. Otobüsten inerken elimi kavrayıp sıkmıştı. Tokalaşma gibi değildi bu. Daha çok minnet duygusunun dışa vurumuydu.

Anlatmasını sürdürüyordu. Bir gün yine psikolojisinin kötü olduğu bir dönemde sınavları da başlamak üzereydi. Onun pek arkadaşının olmadığını hatırlamak güç olmasa gerek. Melankolik bir tavrı vardı. Siyahla arasındaki ilişki farklı bir seviyedeydi. Bazı günler derste yanına oturduğumda, verilen arada konuşayım diye ağzımın içine bakıyordu. Benim durumum da iç açıcı değildi. Ezikliği, aşağılık kompleksini ve özsaygıdan yoksunluğu bir türlü üzerimden atamıyordum. Çoğu gün kimseyle tek kelime konuşmayıp evin yolunu tutuyordum. Demek ki bu, Melike'de de onulmaz yaralar açmış.

Vize haftasından bahsediyordu. Derslere odaklanamamıştı. Aslında zeki biriydi. Onun gibisini çok az görmüştüm. Kafası başka alemlerdeydi. Bana bu konuyu açtığında bir hafta on gün kadar evinde misafir olmuştum. Birlikte düzenli ve etkili bir biçimde çalışmıştık. Sonuçlarını da görmüştük. Bana teşekkür etmek için bir tiyatroya gitmiştik. Özel bir tiyatroydu. Tiyatroları sevdiğimden haberdardı. Oyun öyle güzeldi ki bittiğinde on dakika kadar ayakta alkışlamıştık. Salondan çıktığımızda kendisine şöyle bir sarılmıştım. Şaşkınlıkla karşılık vermişti. Bu jesti gerçekten içimi ısıtmıştı.

Tüm bunların üzerine ufak tefek birkaç olayı daha ekledi. O anlatırken ne olduysa yakınlaşmıştık. Başımı onun göğsüne koymuş halde buldum kendimi. Pozisyonumu düzeltmeyi düşünürken bir dilim pizzayı ağzıma tıkıştırdı. Kendimi serbest bırakıp dinlemeye devam ettim. Şimdiye kadarki gördüğü en iyi insan olduğumu düşünüyordu. Bunu söylediğinde duygularım yoğunlaştı. Dudaklarına yapışıp dakikalarca öpüştük. Bilinçaltımda böyle bir hissin varlığını şimdiye kadar sorgulamamıştım bile. Melike, benim en iyi arkadaşım, dostumdu.

O geceden sonra ilişkimizin mahiyeti eskisi gibi olmadı. Ona karşı sevgim o kadar çoğalmıştı ki evlendik. Evlilik taraftarı değildim aslında. Onunla ortak bir şeyimiz olması gerekiyordu. Evlenmekle sadece ortak bir deftere sahip olmaktan öte gitmiştik; bir aile olmuştuk. İlk zamanlar içim içime sığmıyordu. Kaldığım daireden ayrılıp onun yanına taşınmıştım. Kazandığımız para çok değildi ama mutluyduk. Mutluyduk... Ta ki o geceye kadar.

O akşam eve ondan önce gelmiştim. Onu beklerken yemeği hazırlıyordum. Sofrayı kurmuştum, kilidin çevrilip onun içeri girmesine ramak kalmış olması lazımdı. Önce bir fren sesi duydum, sonra bağırış çağırışlar ve gürültüler. Kaza belaya çok karışmak istemediğim için balkona çıkmadım. Bir süre sonra ambülans geldi. Perdeye kırmızı mavi ışık yansıyordu. Telefonum çaldığında acı haberi aldım. Can havliyle aşağı indiğimde onun cansız bedenini gördüm. Olduğum yerde yığılıp kaldım. Sonrasını hatırlamıyorum.

Gözlerimi tam bir bilinçle açtığımda dört gün geçmişti. Evlenmeden önce beraber öleceğimize söz vermiştik. Bunu sağlayamazsak ilk önce ben ölecektim. Ancak evliliğimizin üçüncü ayında beni terk etmişti. Olanlara öfkeliydim. Uzun bir süre kimseyle konuşmadım. Sanırım altı ay kadar sürdü bu suskunluğum. Çoğu yerde dilsiz sanıldım. Sonunda psikiyatrist desteği alarak bunu aşabildim. Ancak yine de eskisi gibi konuşkan değildim. Soranlara Melike'yi anlatmamak için direniyordum. Tanış olduklarımızın çok azına anlatabildim. Yıllar yılı da yalnızım. Bu işlerden elimi eteğimi çekmiştim. Her cumartesi mezarını ziyaret ediyordum ancak son birkaç haftadır bunu yapamaz oldum. Anksiyetem arşa çıktı. Bendeniz Recayi, bu yazıyı tamamlamakta dahi güçlük çekiyorum. Sanırım bu eziyete birazdan son vereceğim.

Toplumun temeli aile değil, bireydir. Bireysel özgürlükler tam olarak sağlanmadan sağlıklı bir toplum oluşmaz. Bunun en temel örneği başkalarının özel yaşamıyla ilgilenmemektir. Tam tersini yapan toplumlarda huzursuzluk başta olmak üzere birçok sorun görülüyor.

@leonardshelbyy@mastodon.social geçmiş olsun. En hafif biçimde atlatmanız dileğimle.

Çirkin ve fakir olduğum için kendimi affedemiyorum.

@leonardshelbyy@mastodon.social uzun Kovid olabilir. Dikkatli olmak lazım.

Şeb-i yeldâyı müneccimle muvakkit ne bilir
Mübtelâ-yı gama sor kim geceler kaç saat
(Bosnalı Sabit)

Anlamı: En uzun geceyi astronomla coğrafyacı ne bilir?
Derde düşmüş olanlara sor, hangi gece kaç saat

İtalya, UEFA'nın yeniden düzenlediği play-off turunun ilk aşamasında Makedonya'ya 1-0 yenilerek Dünya Kupası'na gitme şansını kaybetti. Böylece üçüncü kez aynı kaderi yaşadı ve Avrupa Kupası şampiyonu olup Dünya Kupası'na gidemeyen dördüncü ülke oldu. Bundan önce 1978 şampiyonu Çekoslovakya, 1992 şampiyonu Danimarka ve 2004 şampiyonu Yunanistan bir sonraki Dünya Kupası'nda yer alamamıştı.

Türkiye'de eğitim sisteminin en büyük sorunları arasında zorbalığı saymamak olmaz.

Beşiktaş-Üsküdar vapurunda seyrederken Rusya'nın Ukrayna'yı işgal ettiği için denize döşenen mayınlardan biri yüzünden vefat eylemek... Tam da bize yakışır bir kader.

Ben bu mendebur suratı bir günde elde etmedim.

Bu duygusal buhranımın sonu ne olacak bilmiyorum.
Mesleğe başladığımda uykum belli bir düzene oturmuştu. Felsefeyi çok sevdiğim için karşıma çıkan türlü zorluklara göğüs germeyi başarabildim. İlk zamanlar üzerimdeki ezikliği atmam zor oldu. Belki de hâlâ o ezikliği taşıyorum üzerimde.
Güzel insanlarla tanıştım. Özellikle zümre arkadaşlarım çok iyi insanlar. Bana alışma sürecinde çok yardımcı oldular; hâlâ da oluyorlar. Ancak burada konuşabileceğim çok insan yok. Zümremdeki iki hocamın dışında bir edebiyat hocasıyla konuşmaya çalıştım ama kendisi muhabbetin yarısında çıkıp gidebiliyor. Bundan hiç hoşlanmadım. Bir de adı bende saklı bir din kültürü hocası var. Onun şeyler ve olaylar karşısındaki tavrı benimkine benziyor. Maalesef onun buradan ayrılacağı meselesine kulak misafiri oldum. Kendisi öğretmenliğin geçici olduğunu, asıl kariyerinin akademide olacağını söylüyordu. Ben böyle bir insanı tanımış olmakla mutluyum. Yolunun bahtının açık olmasını diliyorum.
Bu birkaç gündür her şey bana batıyor. İç sorunlarımla uğraştığım yetmiyormuş gibi, yeni sorunlar gündeme geliyor. Çoğunlukla ekonomik sıkıntılardan ötürü, en sevdiğim eylem olan gezmeyi sınırlı tutmak zorunda kaldım. Toplu ulaşım araçlarını zaten kullanamıyorum. Bu bana çok dokunuyor. Evden okula, okuldan eve gidip gelmek yaşamak değil.
Şimdi yine iyi durumda sayılabilirim. Seneye ne olacak? Ondan sonraki sene peki? Bu sorular beni gittikçe karamsarlaştırıyor. En azından o günler gelmediği için memnunum. Geçmiş günler de geçmişte kaldığı için.
Mutluluk benim için mesele değil. Ancak depresif bir hayat sürdürülebilir değil. Ben zaten uzun yıllar yaşamayı hayal ediyor değilim. Üç yıl daha yaşasam bana fazla bile gelir. Yaşlılığı kendime yakıştıramamak bir yerde, onu hiç istemiyorum.
Bu durumdan nasıl kurtulup düze çıkarım bilmiyorum. Sanırım profesyonel yardıma ihtiyacım var.

Show older
Qoto Mastodon

QOTO: Question Others to Teach Ourselves
An inclusive, Academic Freedom, instance
All cultures welcome.
Hate speech and harassment strictly forbidden.