Show newer

Kılıçdaroğlu her seferinde nasıl en yanlış tarafta konumlanabiliyor? Gerçekten hayretler içerisindeyim. Ortada onca sorun varken başında bez parçası olan insanlara ayrıcalık vaadiyle çıktı. Anayasaya aykırı bir kanun teklifi üzerinde iktidar müstevlileri ile anlaşmak üzere. Şimdi de İstanbul'da yeniden seçim yapılmasını istiyor. Bu seviyeler bu kadar hata kabul etmez. Cumhurbaşkanı adaylığına adım adım giderken daha dikkatli olmalı. Tüm umutlarımızı kendisine bağlamak zorunda kalmak çok acı. Bu sefer de tatsız bir sonla biterse CHP, sonsuza dek kapatılmalı. Atatürk adı üzerinden oy devşiren ne idüğü belirsiz bir yapıdan kurtulmuş oluruz böylece.

Asgari ücrete zam gelince enflasyon yükseliyormuş. Özgür Demirtaş söylüyor bunu. Aslında ticaretten pek anlamadığını gösteriyor çünkü ticarette tek gider elemanlara ödenen ücret değildir. Bir yer işletenler kira, elektrik, nakliye ve anamal gibi türlü bedellerle karşı karşıyadır ki işçi ücretleri bunlara nazaran çok ufaktır.

Bu işin başka bir boyutu da temmuzdan beri dolar neredeyse sabitken ve petrol fiyatı düşmüşken her şeyin en azından iki kat pahalanmış olmasıdır. Yani olay emekçilerin ezici çoğunluğunun almak zorunda olduğu ücret değil beceriksiz ekonomi yönetimidir. Bir de ahlaksızlık var ki o başka bir yazının konusu.

İşyerindeki durumlar hakkında en son iki hafta önce yazmıştım. Bu sürede bazı şeyler birikti. Yine yazmam gerekiyor. Zira şu sıralar biraz kafam karışık.

Geçen iki haftada beraber çalıştığım kadınla özel muhabbeti kestim. Sorduğu sorulardan kaçmayı bir şekilde başardım. Yalnızca iş hakkında konuşmak istiyordum.

Benim kendisi hakkında birkaç şikayetim var. Bunları hiçbir yere yazmamıştım. Aklımın bir köşesinde tutuyordum fakat paylaşmazsam patlayacak gibiyim an itibariyle.

Mesai başlangıcı 09.00 olmasına rağmen on beş yirmi dakika sonra geliyor. Her gün "Acaba bugün gelecek mi?" diye düşünüyorum. Evinin otele uzak olması bunun bir bahanesi olabilir mi? Bazı günler hastaneye, nüfus müdürlüğüne, şuraya ve buraya gidip öğlenleyin işe geliyor. Tembellik hakkı iyi, hoş ama böyle durumlarda bana hiç haber vermiyor. Ofisten çıktığında da aynı şeyi yapıyor. Genel müdür bana sorduğunda bir şey diyemiyorum. Hanımefendi bir de beni iletişimsizlikle suçluyor.

Özel hayatında yaşadığı bir olumsuzluğu işine yansıtabiliyor. Olumsuz şeyler herkesin başına gelebilir. Peki benim suçum nedir? Bu dengesizliğe katlanmak çok güç. Maaş gününden sonra kimseye haber vermeden kaçıp gitmesini henüz aşamadım.

Eşi başta olmak üzere, aile üyeleriyle uzun uzun telefonda konuşuyor. Bu sırada işle alakalı bir şeyle ilgilenmiyor. Zaten çalan sabit telefonu açması için en az üç kere çalması gerekiyor. Bazen açmasını bekliyorum bazen de telefonu çekiyorum. Aklı çok başka yerlerde. Bekleyen bir şeyi üç dört kez hatırlatmam gerekiyor. Bana telefonla oynamanın yasak olduğunu söylüyor ama kendisinin elinden telefonu düşmüyor.

17.30'da mesaim bitiyor. Bu saat gelip çıkmak için hazırlandığımda "Şu mailler yanıt bekliyor." diye çıkmama izin vermeyebiliyor. Geçen gün de böyle bir şey yaptı ama bilgisayarı kapatıp gittim. İki dakika geç durağa gidince bir saat otobüs bekliyorum. Yemek ve nefeslenmek dışında pek mola yapamıyorum zaten. Dokuz saatlik mesai de yetmiyorsa ne yapabilirim?

Geçen hafta eğitim vardı. Sabahleyin ofise gelip "Ben eğitime gidiyorum." dedi. Öğleden sonra yani satışla ilgili konular geçtikten sonra bana "Sen de gel." diyor. Yoğunluğu bahane ederek gitmedim. Anlatılan konuların çoğunu zaten biliyordum. Bilmesem beni işe almazlardı sanırım.

Kendisinin iyi bir insan olduğunu düşünüyorum ama bunları yapmasa daha iyi olur.

Irkçıların paranoyasını yansıtan bir tivit. Kendi halinde iki insanın işimizi elimizden aldığını düşünecek ne yaşamış olabilirler acaba?

D&R, en son ne zaman alışveriş yaptığımı hatırlayamadığım bir mağaza. Çünkü kitaplarımı ya kendi yayınevinin mağazasından ya da bkmkitap sitesinden alıyorum.

Dün de, yılın son alışverişlerinden birini yaparken bu konu aklıma geldi. İş Bankası Kültür Yayınları'nın Beşiktaş şubesinden üç kitap aldım. Kasiyerle ufak bir diyaloğumuz oldu. Şahit olduğum kadarıyla, bu mağazalarda yalnızca bir kişi çalışıyor. Peki zincir kitapçı D&R'de çalışma şartları nasıl?

📙 Genellikle yarı-zamanlı (part-time) çalışma ile öğrencilerin tercihi oluyor. Yarı-zamanlı çalışma, haftanın altı günü, günde dört çalışmaya denk geliyor. Tam zamanlı (full time) çalışmanın karşılığı asgari ücret ama yarı-zamanlı çalışınca asgari ücretin yarısından biraz fazla kazanılıyor. Ancak yarı-zamanlı çalışanlara yol ve yemek verilmiyor.

📕 Anladığım kadarıyla satış danışmanı (buradaki adı kitap temsilcisi) kasiyerlik yapmıyor. Herkesin ne iş yapacağı belli fakat bazı günler kitap temsilcisinin de kasaya bakması istenebiliyor. Bu da -Türkiye'deki emek süreçlerinde kronikleşmiş bir sorun olan- görev tanımında muğlaklığa neden oluyor. Mağaza, 2018'de Doğan Holding'den Turkuvaz Medya Grubu'na geçtikten sonra çalışma şartları kötüleşmiş. Eleman sayısı azaltılmış mesela.

📘 Molalar çok kısa. Yarı-zamanlı çalışanlar için 15 dakika gibi bir süre öngörülüyor.

📗 Perakende sektöründeki diğer firmaların yaptığı gibi, D&R'nin de hedefleri var. Hedefleri tutturunca çalışanlara prim veriliyor ancak yöneticiler bu primi iç etmek için elinden geleni yapıyor.

İstanbul Rams, dört gün önce yaptığı açıklamayla European League of Football'dan (ELF) çekildiğini açıkladı. 2023 sezonunda Avrupa liginde dokuz ülkeden on yedi takım olacak ama İstanbul bu takımlar arasında yer almayacak.

Ekip, yaptığı açıklamada bu işi beceremediklerini itiraf etti. Üst üste alınan yenilgiler bunun bir nedeni olarak görülebilir. Gerçekten de Rams, bu seviylerin takımı değil. Tabii bunun yanında maçlara taş çatlasa 300 kişinin gelmesi, enflasyonist piyasadan dolayı Avrupa'ya gidip gelmenin ve euro kurunun her gün yükselmesi sonucu futbolcu maaşlarını ödemenin zorlaşması; kısaca maddi imkansızlıklar da bu kararın alınmasında pay sahibidir diye düşünüyorum.

Takım, Koç Rams olarak Ünilig ve Türkiye Korumalı Futbol Ligi'nde (TKFL) yarışmayı sürdürecek. 2023, önem verdiğimiz bir yıldı. Bir Türk takımının burada olması iyi olacaktı ama olmadı. Belki 2024'te olur.

31 Aralık 2021'deki aylık 3.90 liraya yıllık abonelik kampanyasından yararlanarak GAİN üyeliği almıştım. 2 Ocak günü izlediğim 500T belgeselini eski blogumda (koyu.space) yorumlamıştım. Onun dışında, bu zamana kadar Ankapark belgeseli ve pek iyi denemeyecek üç kısa film izlemiştim. Yılın sonuna gelinirken yeni bir şeyler izlemek istiyordum. Son yaptığı zammın ardından Netflix aboneliğimi sonlandırmıştım. Neyse ki, böyle bir hesabımın olduğu düştü hatrıma.

Bir Şifa Bağımlısının İtirafları, zamanında listeme aldığım bir yapımdı. Altı bölümlük belgeselde kızı Ada'nın kesin bir tedavisi olmayan alopesi (saçkıran) hastalığına yakalanmasıyla düştüğü çaresizlikten kurtulmaya çalışan bir annenin hikayesi anlatılıyor. Kendi yaşadıklarını öncesinde yazıya döken Ela Başak Atakan, bu çaresizlik yüzünden alternatif tıbba yöneliyor.

Her bölümde uzman unvanına sahip, adına şifacı da denen birtakım şarlatanlar alanları hakkında konuşuyor. Yoga, akupunktur, nefes terapisi, refleksoloji, ozon tedavisi, access bars, kozmoenerji, titreşim tıbbı ve manuel terapi gibi saçma sapan alternatif tıp uygulamaları var. Aslında alternatif tıp ifadesi de sorunlu çünkü büyük ölçüde işe yarar bir bilim varken hangi derde derman olduğu bilinmeyen pratikler türetiliyor. Tıp, sorgulanabilir ve denetlenebilir bir bilim dalıyken alternatif olarak adlandırılan bu alanda uygulamaların uzun vadeli etkileri tartışılamıyor, malpraktis davaları görülemiyor veya olumsuz dönüt alabileceğimiz bir kontrol grubu yok. Tabii, tıp bilimi de mükemmel değil. Mesela son koronavirüs salgınında hastalara Favipiravir veriliyordu ancak bu ilaç influenzaya karşı etkiliydi. Zaten sonunda bu inattan vazgeçtiler ve tedavide Favipiravir kullanmamaya başladılar. Yine de, tıp bir bilim olduğundan kendini güncelleyebiliyor.

Burada dikkatimi çeken konu, şarlatanların hepsinin belli bir gelir seviyesinin üzerine çıkması oldu. Çoğunun motivasyonunun para olduğunu düşünüyorum. Anlattıkları şeylere belki onlar da inanmıyordur. Madalyonun öteki yüzüne baktığımızda doktorluğun gerçekten zor bir meslek olduğunu görüyoruz. Bir doktor alanında ün yaparsa çok para kazanabilir fakat bu kadar kolay zengin olmak bir doktorun yapabileceği bir iş değil.

Kadının kızında iki otoimmün hastalık daha çıkması üzücü ama en sonunda durumu kabullenmişler. Pazar günümü güzelleştiren bu belgeselin çekilmesine vesile olduğu için kendisine şükranlarımı sunuyorum. Yönetmen Caner Özyurtlu da özel bir teşekkürü hak ediyor. Kitabı da okumak istiyorum fakat biraz pahalı geldi bana. Belki de kağıt euro ile alındığı içindir.

Kamu kurumlarında en düşük mevkidekinden genel müdürlere kadar neredeyse herkes bir şekilde yolsuzluğa batmış durumda. Toplumumuzda kamu malı bilincinin olmayışı, bu kişilerin sarf ve tasarruf hakkı ellerinde bulunmayan metaları türlü yollarla edinmesinin ve/veya bu metalardan kazanç elde etmesinin önünü açıyor. Halbuki adına irtikap da denen bu pisliğe bulaşanlar bunun halktan yani hem tüyü bitmemiş yetimden hem de kendinden toplanan vergilerle alındığını bilseler, belki de hiç bu işlerle iştigal olmayacaklardı. Bu tutum, benim uzun süredir üzerinde durduğum teoriyi doğrular nitelikte. Buna göre, kötü insanlar aynı zamanda aptaldır da. Hatta bir çoğu kendini zeki veya daha doğru bir deyişle kurnaz sanan aptallardır.

Kendi emeğinin hiçbir değeri olmamasını bir kenara bırakalım. Devlet değil de herhangi bir şirkette kendilerinin olmayan bir şeyleri eve götürseler kıyamet kopar. Mesela bir şeyler müdürünün bir top kağıdı öylece alıp gittiğini düşünelim. İlk sefer bir şey demeyebilirler. Bir hafta veya bir ay sonra aynı davranışı tekrarladığında yönetimin onunla konuşması hatta işine son vermesi pek olasıdır. Sözün özü, bu halk kamu malına kendi malı gibi (gibisi fazla bile) yaklaşmadıkça iflah olmayız.

İnsan bazen zorlama da olsa hayran olduğu kimselerle ortak noktalar bulmaya çalışıyor. Aynı soyadı paylaştığım Hasan Âli Yücel, 125 yıl önce bugün dünyaya gelmiş. Bizi yani Cumhuriyet'i inşa eden onlarca münevverden biri. Diğerleri gibi hayırla yad edilmeli.

Ne derlerse desinler. Sakın inanmayın, kanmayın! Ekrem İmamoğlu, İstanbul'un belediye başkanıdır. Bir sonraki seçime kadar da öyle kalacaktır. İki kez seçilmiş olarak...

Saraçhane ana baba günü. Her yerde polis var. Çalıştğım otel bu civarda olduğu için bir kısmına tanık oldum ama kendim katılmadım çünkü eve gidip bir an önce uyumak istiyordum. Fakat bu kararın uykumu kaçıracağı çok açık.

Ekrem İmamoğlu'na iki yıl, yedi ay, on beş gün hapis cezası verildi. İstinaf sürecinin ardından cezası kesinleşecek. Bunun ardından ne olacağını zaman gösterecek. Bana göre bu karar Türk yargı tarihinde yeni bir lekedir.

İktidar müstevlileri makamlarını terk etme mecburiyetinde kaldıktan sonra onlar için işler hiç iyi olmayacak. Umarım Tayyip Erdoğan başta olmak üzere bu dönemde emeği geçen herkesin yargılandığını görürüz. Ya burada ya Lahey'de.

Qoto, sözcük aramasını devre dışı bırakmış. Eski gönderilerimi bu şekilde bulabiliyordum. Böyle devam ederse bir şeyleri tekrar tekrar paylaşabilir veya yeni paylaşımlarımda çelişkiye düşebilirim. Şu an ne yapacğımı kestiremiyorum. Belki de yeni bir sunucu bulmam gerekiyordur.

AVM'ler uzun süredir sadece alışveriş için gidilen mekanlar değil; adeta yaşam merkezleri haline geldi. Ben de son bir hafta on gündür birkaç kere gidince, buradaki emekçiler üzerine düşündüm. Son gittiğimde teknoloji mağazları olan TeknoSA, MediaMarkt ve Vatan Bilgisayar'daki emek süreçlerini araştırma kararı aldım. Zaten ne zamandır LinkedIn'de işsizlik paylaşımına rast gelmiyorum. Sanırım herkes iş buldu. Ben de bu konular hakkında yazmak istiyorum.

Buraya yazdığım bilgileri çoğunlukla tr.indeed.com sitesinden elde ediyorum. Zamanında yaptığım iş görüşmelerinden de edindiğim bilgiler var. Az da olsa, çalışanlara sorabiliyorum.

📱 Şikayetler, perakende sektöründe çalışan diğer emekçilerinkine benzer. Satış danışmanlığı diye türetilmiş bir meslek var ortada. Mağazanın her işini onlar yapıyor. Buna karşılık asgari ücret ve yemek kartı veriliyor. Birkaç kişi yolun da karşılandığını söylüyor. Aynı mağaza içinde Huawei, Oppo veya Casper gibi şirketlerden gelip ürün tanıtımı ve satış yapanlara promotör denir. Onların çok şikayetine rastlamadım ama mağazanın işini yapmaktan şikayetçi olanları var. Promotörler ile satış danışmanları arasında küçük çaplı bir gerginlik de var.

💻 Günlük sekiz buçuk saat üzerinden anlaşılsa da ürün sayımı veya kapanış gibi türlü bahanelerle bu süre uzuyor. Mola bitmeden geri çağrılma durumları da oluyor. Mesai saatleri dışında şahsi telefonu aranarak ve anlık mesajlaşma uygulaması üzerinden yazılarak rahatsız edilmek de bunun bir parçası.

📺 Satılan bir ürünün yanında başka bir ürün satma baskısı var. Mesela telefon alan bir müşteriye kılıf, powerbank veya ekran koruyucusu satmak satış danışmanının bir görevi. Bunu yapmak için müşteriye yalan söylemek gerekiyor. Mobbing de çoğunlukla bu meseleden kaynaklanıyor.

📷 Çalışanlar güvencesizlikten yakınıyor. Altı ayı doldurmadan veya deneme süresi içinde işten çıkarılanlar çok fazla. Belirlenen hedefleri tutturamayanları kolayca gözden çıkarabiliyorlar. Tazminat vermemek için her şeyi yapıyorlar.

🖨️ Yöneticilerin yetersiz olduğu söyleniyor. Yükselmek için yalakalık yapmak, üstlerle arayı iyi tutmak gerekiyor. Bazı çalışanlar işe devam edebilmek için de yalaka olmak gerektiğini savunuyor.

🎥 Devrecilik uygulamalarından şikayet eden birkaç yorum gördüm. Eski çalışanlar, yeni gelenlere üstünlük taslıyor, emrivaki konuşuyor ve iş yüklüyor.

🖥️ Pandeminin ardından gelen yorumlar daha olumsuz. 2018'de patlak veren ekonomik krizin etkileri pandemiyle birleşince böyle bir tablo ortaya çıkmış olabilir. Pandemi dönemi, emek süreçleri için berbat ötesiydi. İnsanlar kısa çalışma ödeneği karşılığında normal zamandaki gibi işe gidip gelmek zorunda kaldı. Bu ödeneğin işsizlik aylığından kesilmesi de cabası.

Bu hafta başında moralim yüksekti ama birtakım olaylar modumu aşağı çekti. Salı günü beraber çalıştığım kadın işe gelmedi. Böyle durumlarda genel müdüre haber verirdi ama bu sefer de onu da yapmamış. Ben de şahsi numarasını aramak istemediğim için birkaç saat ne olduğundan habersiz bir vaziyette bekledim. Sonrasında genel müdür, hanımefendinin yorulduğunu ve moralinin bozuk olduğunu söyledi. Moral bozukluğunun bir nedeni de bar ve restoran müdürünün benimle konuşurken kullandığı ifadelermiş. Kendisinin takılma amacıyla söylediği aşağılayıcı bir iki sözcük vardı. Neyse ki genel müdür, onu bu konuda uyarmış.

Ancak hanımefendi ertesi gün de gelmedi. Bu sefer genel müdüre rezil olmayalım diye şirket hattından şahsi numarasını aradım. Kendisinin devam edip etmeyeceğinin belli olmadığını belirtti. Gelip genel müdürle konuşacakmış. Öğleden sonra gelip bir süre ofiste yanımda durdu, sonra bir yere gitti. Genel müdür ofise geldiğinde nereye gittiğinden haberdar olmadığımı söyledim. O da kadının çalışma ahlakının olmayışından yakındı. En sonunda kendisini aradı ve baş başa görüştü.

O gün iş kıyafetlerini giyip ofise geri geldi. Fazlasıyla gerilmişti. Bunu da çalışmasına yansıttı. Hatta kendisine anlattığım özel bir şeyi aleyhime kullandığını gördüm. Mesai biraz sıkıntılı geçti. İşten çıktıktan sonra bu mesele üzerine düşünmek için Beşiktaş'a gittim. Beşiktaş'tan Ortaköy'e giden o yolda sakince düşünmek için fırsatım oldu. Nihayetinde kendisine karşı tüm saygımı yitirdiğime karar verdim. Bundan sonra kendisiyle özel muhabbete girmeyecektim. Zaten burada çok fazla duracağını sanmıyordum.

Perşembe ve cuma biraz daha iyiydi. Bugün de iyi çalıştık. Öğle arasından önce bize sandviç yaptırdı. Yine de benim için eskisi gibi olamaz.

Son yaşananlar gösterdi ki bazılarında ar, namus, hayanın zerresi yok. Utanan bir insan görseler hasta sanacaklar. Günlerdir skandalı örtbas etmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Ancak hiçbir çabanın fayda etmediğini görecekler. Belki de görüyorlardır da bu durum hoşlarına gidiyordur. Sonuçta bunlar arsız, hayasız ve namussuz. İnsan bile diyemeyeceğim tıynetteler.

Zamanında Atatürk'ün acımasız davrandığını, bu kadar kişiyi asmaya gerek olmadığını düşünürdüm. Şimdiyse özellikle İslamcılara karşı az bile yaptığı kanaatindeyim. Meğer Ataürk, dünyanın en merhametli lideriymiş.

Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonu (TESK) Başkanı Bendevi Palandöken, zincir marketlerin pazar günü tatil yapmasını ve 10.00 ila 19.00 saatleri arasında çalışmasını önerdi. Aslında Palandöken'in amacı paranın el değiştirdiği zamanlarda zincir marketleri kapatarak onları zarara uğratmak hatta batırmak olabilir. Böylece halk yeniden esnafın insafına kalmış olacaktır. Zincir marketler enflasyonun sorumlusu ilan edilmeden önce bile bu şahsın bu yönde açıklamaları vardı.

Ancak ben bu öneri üzerine düşündüm ve emek süreçleri için bir hayli faydalı olacağı kanaatine vardım. Haftada beş gün ve günde sekiz (veya tercihen daha az) saat çalışma getirilirse perakendecilik sektöründe çalışanlar için mükemmel olur. Ancak emek sömürücü market zincirleri yine yasanın kıyısından dolaşarak bunu aşmaya çalışacaktır. Eleman sayısını azaltabilirler mesela.

Artık marketler dokuz saat açık kalacağı için insanlar durumdan şikayet etmeye başlayabilir. Bu da diğer sektörlerde olumlu anlamda bir değişim yaratabilir. Tabii, bunun fazlasıyla iyimser bir öngörü olduğunu söyleyebilirim. Bir kere, Türkiye'de her zaman tam tersi oluyor. Birileri mücadele edip bir hak elde edince diğerleri o hakkın geri alınmasını talep ediyor. Fakat zincir market ve AVM'ler için böyle bir karar alınırsa gerisinin geleceğine inanmak istiyorum.

İyileşince IKEA'ya gitmek istiyordum. Bugün dün ve ondan önceki güne göre iyiydim. Sabah biraz boğucu olsa da yoğun çalıştık. İşlerimizi büyük ölçüde tamamladık; ertesi güne bırakmadık.

IKEA, benim için hep pahalı olmuştu çünkü param yoktu. Burayı -çoğu Türk gibi- sadece yemek için kullanıyordum. Şimdi param var ama IKEA yine de pahalıydı. Ben de bir daha yapamayacağım bir alışveriş yaptım.

Aldığım şeyler çok lüzumlu sayılmayabilir. Ayna, filtre kahve demliği, yemek çubuğu, kokulu mum, ne zamandır istediğim saat (termometre, alarm ve kronometre de oluyor), kum saati ve çöp kovası.

Müesses nizam her ayrıntısıyla beni tiksindiriyor.

Bugün Andermas olarak da bilinen Aziz Andreas Günü. Protokleos yani İlk Çağrılan lakaplı Havari Andreas'ın koruyucu aziz kabul edildiği İskoçya, Romanya, Ukrayna, Rusya, Kıbrıs ve dünyanın en yeni cumhuriyeti Barbados'ta kutlanıyor.

Bu özel günün dini boyutuna değinmeyeceğim. Sadece Romanya'da eskiden Saturnalia adındaki kışı karşılama bayramının yerini aldığından bahsedeyim. Roma'da Hıristiyanlar arenalarda vahşi hayvanlara yem edilirken (damnatio ad bestias) ve İsa'nın doğumundan çok daha önceleri bu bayram kutlanırdı.

Aziz Patrik Günü'ndeki gibi bir kıyafet kodu yok. İskoçya'da Samhain diye Kelt pagan bayramının yerini almıştır. Tıpkı Saturnalia gibi Samhain de kışı karşılamak için yapılır. İkisinin de tarihi Aziz Andreas Günü'nden farklıdır. İlki 17 Aralık, ikincisi 31 Ekim gününde kutlanmaya başlanırmış.

Asıl üzerinde durmak istediğim nokta, bu özel günün İskoçya'da 2006'da çıkan St Andrew's Day Bank Holiday (Scotland) Act 2007 adlı yasayla resmi tatil veya Birleşik Krallık'taki adıyla bank holiday olması. Birleşik Krallık'ta bank holiday olan günlerde pek çalışılmadığı için birçok yer kapalı olur. Bir bank holiday haftasonuna denk geliyorsa dert değildir; takip eden pazartesi günü tatil yapılır. İnsanların haftanın altı günü çalıştığı bir ülkede bunu algılamak zor tabii.

Show older
Qoto Mastodon

QOTO: Question Others to Teach Ourselves
An inclusive, Academic Freedom, instance
All cultures welcome.
Hate speech and harassment strictly forbidden.