Show newer

"Orta sınıf' sahte bir sınıftır. Gerçekte hiçbir zaman var olmamıştır. Eğer bir patronunuz varsa ve bir ücret ya da maaş alıyorsanız, siz bir işçisinizdir ve işçi sınıfında olmaktan gurur duymalısınız. 'Orta sınıf' terimi, daha ayrıcalıklı işçileri güçlülerin yararına izole eder, böylece elit çevrelerin dışında kalan herkes kurumlarla ve güç yapısıyla savaşmak yerine bölünecek ve birbirleriyle savaşacaktır."

—David Graeber

''Sonunda bilirsiniz ki ne günah vardır ne suç ne de ceza.Yalnız sonsuz değişimleri içinde hayat vardır''

Nisargadatta Maharaj

Dupduru bakan ve dürüst konuşan her şeyi seviyorum.

Friedrich Nietzsche

Ne ile cebelleştiğini bilmek!

Fikret Başkaya

“Düşünmek hayır demeyi bilmektir…”

Alain[1]

“İnsan iyiyle kötüyü birbirine karıştırdığında, Tanrılar ruhunu öylesine feci bir felakete sürüklerler ki, artık felâketin farkına varmak için çok az zamanı kalmıştır”.

Sophocles (Antigone)

“Özgür halk, bugünkünden farklı şeyleri hâlâ tahayyül edebilen halktır”

Raymond Ruyer

Küresel kapitalizm artık sadece insanî yabancılaşmalar, toplumsal kötülükler, doğa tahribatı yaratmakla kalmıyor, doğrudan insanlığın varlığını da tehdit ediyor. Bu durum, ‘üretici güç’ denilenin tam bir ‘yıkıcı güce’ dönüştüğünün resmidir… Bu yüzden gezegende yaşam tehlikede ve tehdit altındadır ki, bu da yeni bir paradigma oluşturmayı, şeylerin seyrini değiştirmeyi acil bir gereklilik haline getiriyor. Bugünün dünyasında artık eşitlik, özgürlük, kardeşlik için mücadelenin, insan varoluşunu, insan yaşamını, insanlığın geleceğini güvence altına alma mücadelesiyle bütünleştirilmesini, ona eklemlenmesini, eleştiri eyleminin ve politik pratiğin bu tür kaygılardan hareket etmesini gerektiriyor. Aslında çelişik gibi görünse de neyin yürümediği, neyin yürüyeceğinin de potansiyel koşullarını ve imkânlarını bünyesinde barındırır…

Kapitalizmin [doğal] temel eğilimleri ve yarattığı politik-sosyal kurumların işleyişi, maalesef bizzat insanın kendisini de bir yıkım aracına dönüştürüyor. Dolayısıyla her şeyin kâr etmenin ve kârı büyütmenin hizmetine sokulduğu koşullarda, her ileri aşama daha büyük yıkım demeye geliyor. Çılgın rekabet insanları hep ileriye doğru koşmaya [kaçmaya] zorluyor ve sonuçta herkesi herkesin rakibi, düşmanı haline getiriyor, oysa bir insanın asıl ihtiyacı olan bir başka insan, öteki insan değil midir? İnsanı insan yapan onun sosyalliği değil midir? İnsan yaşamının her anı, her veçhesi, sosyal yaşamın tüm unsurları, yıkıcı kapitalist büyümenin [kalkınma diyorlar…] hizmetine sunulmuşken, onun tahakkümü altındayken, sonucun hüsran olması kaçınılmazdır.

Kapitalizm koşullarında ‘üretici güçlerin gelişmesi’, ‘modern teknoloji harikaları’ artık ancak dramatik sonuçlar doğurabiliyor. Kapitalizm her şeyi metalaştırıyor, paralılaştırıyor, şeyleştiriyor, nesneleştiriyor, soysuzlaştırıyor ve bu sürecin her ileri aşaması, insanın özünün öğütülmesi, insanın insanlıktan çıkmasıyla sonuçlanıyor. Velhasıl insanlığı girdabına alan kör gidiş, insanları aç bırakıp, sefalet ortamına atmadığı zaman insanlıktan çıkarıyor.

Elbette günümüz insanının başı eskiden olduğu gibi sadece polis/asker şiddeti, ayrımcılık, dışlanma, politik ve ideolojik linç, faşist terör, vb. ile dertte değil, küresel oligarşilerin varlığını korumak üzere biriktirilen kitle imha silah stoku ve yıkım araçları, insanlığı ve uygarlığı sayısız kereler yok edecek güce ve kapsama ulaşmış durumda. İşte nükleer silahlar, atom ve nötron bombası, toplu öldürmeler için peydahlanmış ileri teknoloji harikası kimyasal, biyolojik silahlar, virüsler, her biri her an patlamaya hazır nükleer santraller, radyoaktif atıklar… Kapitalizmi yaşatmak için küresel oligarşinin ve küresel plütokrasinin sahip olduğu kitle imha silahları, insanlık ve uygarlık için en büyük tehdit oluşturmaya devam ediyor ve bütün bunlar ‘savunma’ gerekçesine dayandırılıyor… O kadar ki, yeryüzünün efendileri kapitalizmi yaşatmak için gerekirse insanlığı yok etmeye hazır… Bunu görmek için Filistin’e, Ukrayna’ya, Irak’a, Suriye’ye, Afganistan’a, Yemen’e, vb. bakmak yeterli… Kapitalist ‘ilerleme’ her ileri aşamada daha büyük ‘gelecek korkusu’ yaratıyor, sermayenin insana ve doğaya karşı amansız tavrı, giderek insanın insana sorumsuz-merhametsiz tavrına dönüşüyor…

Elbette eleştiri son derecede önemlidir, eleştiri önümüzü aydınlatır, eleştirinin saçtığı ışık miti [efsaneyi] kovar, ama eleştiri bir başına hem amaç değildir hem de yeterli değildir. Eleştiri “anlamak” için, anlamak da “yapmak” için gereklidir. Boşuna anlamak aşmaktır denmemiştir… Dolayısıyla, amacın hâsıl olabilmesi için, eleştiri/ anlama, eylem (pratik- örgütlü mücadele) üçlüsünün bütünlüğünün gerçekleşmesi, realize olması gerekiyor. Aksi halde şeylerin seyrini etkilemek/değiştirmek mümkün olmazdı. Elbette bunları söylemek entelektüeli ve onun işlevini yüceltmek değildir. Eleştiri soyut düzeyde kaldıkça hiçbir şeydir ve ancak pratik eleştiriye dönüştüğünde, ünlü deyişle kitlelere mâl olup pratik politikaya tercüme edildiğinde realize olabilir [gerçekleşebilir]…

Bugün ortaya çıkan sürdürülemezlik tablosunun gerisinde kâra dayalı kapitalizm ve onun neoliberal versiyonu var. Onun da arkasında yeryüzünün efendileri, küresel oligarşi ve küresel plütokrasi var. Beşerî ve doğal zenginliği yağmalayan, yağmaladıkça insanlığın geleceğini karartan söz konusu oligarşinin ve plütokrasinin adamlarının [kadınlar çok değildir] bu gidişten her seferinde zararlı çıkan devasa çoğunluğu oluşturan insanlardan, yeryüzünün lanetlilerinden, kadınlardan, erkeklerden ne farkları var? Haksız ve skandal zenginliklerinin, yıkıcılıklarının ve küstahlıklarının kaynağında ne var? Güçleri ve yıkıcılıkları nereden kaynaklanıyor? Zorla, şiddetle, haydutlukla üretim ve yaşam araçlarını gasp etmelerinden, gasp ettiklerini de ‘yasal koruma’ altına almalarından, herkesin olması gerekenin (müştereklerin) mülkiyetine sahip olmalarından ve çoğunluğun da bu kepazeliğe ‘razı edilmesi’, yeterli derecede itiraz edilmemesi, edilememesi, kabullenilmesi, şeylerin ‘normal hali’ sayılması değil mi? Bu haklı, mantıklı, makul, âdil ve kabul edilebilir bir durum mudur?

Bundan beş yüz yıl kadar önce, Etienne de la Boétie, ‘Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev’ başlığını taşıyan ünlü risâlesinde şöyle diyordu: “Size bu şekilde hükmedenin de sadece iki gözü, sadece iki eli ve sadece bir tek vücudu var. Onu kentlerimizin sayısız, sıradan insanlarından farklı yapan şey, sizin ona kendinizi böyle ezme kolaylığı sağlamanızdır. Eğer siz vermediyseniz onca gözü nereden aldı? Eğer siz vermediyseniz size vuran onca ele nasıl sahip oldu? [2]

Propos sur les Pouvoirs, L’homme divant l’apparence, 19 Janvier 1024, s. 139.
Etienne de la Boétie (1530). Discours sur la servitude volontaire. (1549).

sonhaber.ch/ne-ile-cebellestig

"Kürdistan’da köylü devriminin elifini bile ağzına alamayan, Şark’a demokratik burjuva devrimini büsbütün yasak eden, buna karşılık Kürt ağalığıyla el ele vererek Kürdistan’ı iktisaden ve siyaseten sömürgeleştiren cumhuriyet burjuvazisi elbette Şark isyanlarındaki mevkiini kendisi herkesten daha iyi bilir. Bu isyanları yapanlar belli olabilir, fakat bu isyanı kışkırtan Kemalizm’dir. Çünkü Kemalizm’in iktidar mevkiinden önce, Kürdistan’da böyle kapsamlı isyanlar yoktu. Ve Kemalist sistemin kuruluşundan onlarca yıl geçtikten sonradır ki, Kürdistan Şark’ın Balkan’ı ve isyan mıntıkası, ateş ülkesi hâline geldi.”

Hikmet Kıvılcımlı

Astare şa boosted

In the United States, we have two months to prepare to confront fascism on a scale we have not experienced in our lifetimes.

Now—right now—is the time to call for public assemblies to connect people who are disillusioned with the electoral process and prepare the ground for grassroots organizing and resistance.

We can help to equip you with posters, stickers, and reading material, including how-to guides and introductory literature, with which to make the case to your community.

store.crimethinc.com/

Get started now while there is still time.

Kemalizm Tahlili-2: Emperyalizme Bağımlılık, Türkleştirme ve Anti-Komünizm

Burjuva devrimlerin en temel özelliğinin toprak sorununu çözmek olduğundan söz etmiştik. Kemalist iktidarın Batı’da temsil ettiği iki egemen sınıftan birinin toprak ağalığı sınıfı olmasının yanı sıra, Kuzey Kürdistan’da da Kemalistlerin müttefiki toprak ağalarıydı. Kemalist diktatörlük Kürdistan’ı toprak ağalarıyla kurduğu ilişki üzerinden sömürgeleştiriyordu.

Kerem Yıldırım

“Kemalist devrim bir üst tabaka devrimidir, milli ticaret burjuvazisinin devrimidir. Bu devrime, yabancı emperyalistlere karşı mücadele içinde varıldı ve devrimin daha sonraki gelişmesi esas olarak köylü ve işçilere karşı, evet bir toprak devrimi olasılığına karşı yöneldi.” (1)

Stalin, Sun Yat-Sen Üniversite Öğrencileriyle bir görüşme (13 Mayıs 1927).

“Ama Çin’in Kemal’i nerede? Ve Çin’in burjuva diktatörlüğü ile kapitalist toplumu nerede? Zaten Kemalist Türkiye bile, gittikçe daha çok bir yarı-sömürge hâline, gerici emperyalist dünyanın bir parçası hâline gelerek sonunda kendini İngiliz-Fransız emperyalizminin kollarına atmak zorunda kalmıştır.” (2)

Mao Zedong, Yeni Demokrasi Üzerine, Ocak 1940.

Dizinin ilk yazısında (3), Kemalizm’e de ideolojik karakterini veren 1908-1918 arasında gelişen Türk burjuva siyasetinin kurucu reflekslerini ve pratiğini değerlendirmiştik.

Lenin Demokratik Devrimde Sosyal Demokrasinin İki Taktiği isimli eserinde, “Burjuva devriminde burjuvazinin tutarsızlığı burjuvazinin çıkarınadır” diyor. (4) Kemalistlerin burjuva devrimdeki tutarsızlıkları Lenin’in bu saptamasının sağlaması niteliğindedir.

Her siyaset ideolojik bir zeminde can bulur. Egemen ideoloji, egemen olan sınıfların bütün reflekslerinin; kültürünün, iktisadının ve siyasetinin toplamıdır.

Kemalizm de komprador burjuva ve feodal sınıflarla uzlaşan, padişahı deviremeyen, feodal ilişkileri siyasal ve iktisadi anlamda tasfiye edemeyen, modernleşme dinamiklerini halktan esirgeyen, işçilerin her türlü örgütlenme girişimini engelleyen ve milliyetler sorununu kanla bastıran bir ideolojik hattın heybesinden çıkarak siyaseten can bulmuştur.

İttihatçılar ve Kemalistler arasında siyasal sapmalar vardır ama ideolojik olarak aralarındaki ilişkinin niteliği sapma değil, sürekliliktir. Kemalist iktidarlar iktisadi bakımdan İttihatçı iktidarın bir devamıdır. 1923-1929 dönemi, iktisat politikaları ve resmi iktisat görüşleri bakımından 1908-1922 dönemiyle şaşılacak bir süreklilik içindedir. (5)

Kemalizm İttihatçılıktan farklı olarak; emperyalist işgale karşı verilen savaşa önderlik etti, saltanatı yıkıp burjuva cumhuriyetini kurdu, emperyalistlere bütün imtiyazı kaptırmadan emperyalistlerle iş tutmayı esas aldı ve fiiliyatta Türk-kentli burjuva sınıfları kapsayan laik yasalar çıkardı.

Ancak Kemalizm’i genel olarak olumlayan Tarihçi Feroz Ahmad’a göre bile, Kemalistlerin 1923’te kurdukları rejim, sözcüğün kabul edilmiş hiçbir anlamıyla demokratik değildi.(6)

Fransız Devrimi’nden bu yana burjuva devrimlerin en temel karakteristik özelliği, ulusun yasal düzlemde eşitlenmesi ve özgürleşmesidir. Bu yasal eşitlenmenin siyasal-hukuksal pratik karşılığı ise seçme ve seçilme hakkıyla adil yargılanma hakkıdır. Kemalist iktidar bu konuda dahi anti-demokratik bir faaliyet yürüttü. Kemalist iktidarın getirdiği iki kademeli seçim sistemi, halk kitlelerinin siyasete katılımının yasal olanaklarını engelledi. Bu engel Kuzey Kürdistan’da ise sistematik ve sabit bir hâle bürünmüştü. Yani, Kemalist iktidar Kuzey Kürdistan’da kendi koyduğu yasaları dahi uygulamadı. Bu meseleyi ileriki sayfalarda daha da detaylandıracağız.

Kemalistler iktidarı alır almaz, Türk komprador burjuvazisinin ihtiyaçları doğrultusunda serbest piyasacı bir ekonomik yönelime girdiler. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi; Kemalistler İttihatçılardan farklı olarak, bir yandan emperyalizmle kurulan ilişkilerde siyasal pazarlık hakkı ve bütün imtiyazı emperyalistlere kaptırmama refleksi gösteriyordu. Ancak diğer yandan ise Sovyetler Birliği’nden gelecek yardımlardan da mahrum kalmak istemiyordu.

Bekir Sami’nin milli mücadele sırasında İngiliz ve Fransız emperyalizmine verdiği imtiyazlar Kemalistler tarafından görevden alınmasına neden olmuştu. Kemalistler bütün imtiyazların emperyalistlerde olduğu bir ilişkiyi değil, emperyalistlerle pazarlık yapabilecekleri bir ilişki kurmayı tercih ettiler.

Kemalistler emperyalist işgale karşı savaş sürerken; Fransa, İtalya, İngiltere ve diğer ülkelerin burjuvazileriyle anlaşmalar yaptılar. Kemalistlerin özel hassasiyet göstermesine rağmen imtiyazı tamamen emperyalist sermayeye kaptırdıkları örnekler de mevcuttu. Örneğin Fransa’yla yapılan Ankara Antlaşması’nın ardından Herkit Vadisi’ndeki demir, gümüş, krom madenleri imtiyazı 99 seneliğine Fransa’ya devredildi. (7)

Kemalistlerin bu yaklaşımı İzmir İktisat Kongresi’ne de damgasını vurdu. Çünkü İzmir İktisat Kongresi de esas olarak yabancı/emperyalist sermaye ile Türk ticaret burjuvazisinin işbirliği sağlaması için yapıldı. (8)

İzmir İktisat Kongresi Lozan görüşmelerine kapitülasyonlar meselesinden ötürü ara verildiği bir dönemde düzenlendi. M. Kemal bu kongrede “Kanunlar çerçevesinde yabancı sermayeye gereken teminatı vermeye hazırız”diyerek emperyalist sermayeye açık bir mesaj verdi. (9) Zaten kongrenin amacı da Türk ticaret burjuvazisinin emperyalist sermayeyle işbirliği ve ortaklık ilişkilerini geliştirmekti. (10)

M. Kemal’in kongrede verdiği mesaj emperyalistler tarafından anlaşılmıştı. Lozan görüşmeleri yeniden başladığında emperyalistler kapitülasyonlar meselesinde yumuşayıverdiler. (11) . Lozan Antlaşması, Türkiye’nin emperyalistlerin şartlarını kabul etmesiyle son buldu.

Lozan Antlaşması’na ek olarak imzalanan Ticaret Sözleşmesi, beş yıl süreyle Türkiye’nin dışarıya karşı uygulayabileceği iktisat siyasetlerini dondurmakta ve bazı istisnalar dışında, ithalat ve ihracat yasaklarının kaldırılmasını ve yenilerinin konmamasını; gümrük tarifelerinin ise beş yıl süreyle değişmemesini öngörmekteydi. Bu anlaşmayla gümrük resimleri beş yıl için yeniden 1916 düzeyine çekildi. (12)

1920-1930 yılları arasında kurulan 201 Türk anonim şirketinden 66’sında yabancı sermaye ortaklığı vardı ve bunlar tüm anonim şirketlerin toplam ödenmiş sermayelerinin %43’ünü oluşturmaktaydı. (13) Başka bir veriye göre de, 1924-1929 yılları arasında yabancı bankaların Türkiye’deki toplam banka sermayelerine oranı %57’ydi. (14)

Kemalist iktidarın emperyalist sermayeyle ilişkileri ve komprador sınıfın siyasal temsilcisi olması açısından İş Bankası’nın kuruluşu da emsal niteliğindedir.

Kemalist iktidar Türk komprador-ticaret burjuvazisinin önünü, devlet tekellerini imtiyazlı özel şahıs ve şirketlere işlettirme usulüyle açtı. İş Bankası bu sürecin en kurumsal finans ürünüydü. İş Bankası yerli ve yabancı sermayeyle Kemalist iktidar arasındaki bütünleşme sürecinde olağanüstü aktif bir rol oynadı. (15) Muhtelif iktisat siyasetleri kararlarını sermaye çevrelerinin istekleri doğrultusunda yönlendirmede çok etkili bir baskı grubu vazifesi gördü.

Türk komprador burjuva siyaseti içinde süren klikler mücadelesi İş Bankası kurulurken de sürdü. Celal Bayar’ın başını çektiği İş Bankası kliğine karşı Maliye Bakanlığı karşı hamle olarak Alman Reichsbank’ın başkanı Schacht’la ilişki kurdu. (16) M. Kemal bu aşamada İş Bankası çevresini, yani Celal Bayar’ı destekledi.

Bu süreçte İngiliz, Fransız, ABD’li ve Alman tekelleri Türkiye pazarındaki ekonomik faaliyetlerini sürdürdüler. Kemalist iktidar emperyalist tekellerle kurulan; doğrudan yabancı yatırımlara, ortak girişimlere, yap-işlet-devret düzenlemelerine olanak sağladı. Bu dönemde emperyalist tekeller(Ford, H. A. Brassert, Siemens) fabrikalar ve tesisler kurmaya devam etti. (17)

Emperyalist tekeller Türkiye pazarındaki hacimlerini genişletirken, Kemalistler diğer yandan Sovyetler Birliği’nden yardımlar aldılar. Kemalist iktidar 1932 yılında, birkaç ay arayla hem Sovyetler Birliği’nden hem de faşist İtalya’dan kredi aldı. (18)

1934 yılında Sovyetler Birliği Kayseri ve Nazilli’ye tekstil fabrikası açılması için 8 milyon dolar kredi verdi. (19) Görüldüğü üzere, Kemalist iktidar hem emperyalist tekellerle işbirliği yapan hem de Sovyet yardımlarına göz diken bir ekonomik perspektife sahipti.

Bu arada belirtmeden geçmeyelim, Kemalist iktidarın devletçilik siyaseti de tamamen gelişen Türk komprador burjuvazisinin çıkarlarına uygundu. 1929 dünya kapitalist buhranı sonrası Kemalist iktidar, burjuva sınıfını güvence altına almak için devlet eliyle tedbirler aldı.

Tevfik Çavdar Kemalistlerin devletçiliğine ilişkin çok yerinde bir tanım yapıyor:

“Türkiye’de devletçilik kapitalist sermaye birikiminin özel bir yoludur.” (20)

Nitekim, devletçilik siyaseti; özü itibariyle, Türk komprador burjuvazisinin güvenceli bir zeminde palazlanması siyasetiydi. Buhran yıllarında, ihraç gelirlerindeki daralmadan kaynaklanan ekonomik gerilemeyi önlemenin tek yolu dış ticaret açıklarının kapitalist merkezlerden kaynaklanan sermaye ihracıyla kapatılmasıydı. (21)

Ayrıca devletçilik siyasetinin egemen olduğu süreçte yapılan millileştirme pratikleri de tercihi değil, zorunlu iktisadi etkinliklerdi. Örneğin 1922 ve 1923 yıllarında Amerikan sermayesini temsil eden Chester grubu ile imtiyazlı bir demiryolu yatırım anlaşması için yapılan girişimler sonuçsuz kaldıktan sonra, demiryollarından yabancı sermayenin tasfiyesi doğrultusunda temel bir karar alındı. (22)

Buhranın ilk yıllarında özel dış yatırımların Türkiye pazarına girişinde daralma olsa da, 1935 yılına gelindiğinde Almanya ile yapılan ticaret, toplam ticaret hacminin yarısına yaklaşmıştı. (23)

Bu safhada da İngiliz ve Alman emperyalizmi Türkiye pazarından pay kapma yarışını sürdürdü. 20. yüzyıla girerken başlayan emperyalist rekabet, 1930’ların sonunda yeniden kızıştı.

Çarpıcı bir örnek olması açsından; 1938 yılında, Berlin’de yapılan ekonomik görüşmeler sırasında Alman emperyalizmi Kemalist iktidarla, maden cevheri ve yiyecek maddeleri alımında İngiliz emperyalizminden daha geri durumda bırakılmaları konusunda sözleşti. (24)

1930-1938 yıllarında komprador-ticaret burjuvazisinin kazancı daralırken, sanayi sermayesi palazlandı. Bu yıllarda büyük özel sanayi sınıfı da devlet sanayine paralel hızla büyüdü. (25)

Bu örnekler daha da çeşitlendirilebilir. Ancak verdiğimiz örnekler Kemalistlerin siyaseten Türk komprador burjuva sınıfını temsil ettiğini, tekelci burjuva sınıfın çıkarlarına uygun siyasetler belirlediğini kanıtlamak için yeterlidir.

***

Kemalistler 1923’ten sonra değil, CHP’nin öncülü olan Müdafa-i Hukuk Cemiyeti örgütlenmesi yıllarında da Türk ticaret burjuvazisine ve toprak ağaları sınıfına dayanıyordu. Kemalistlerin iktidarı almasıyla birlikte Türk ticaret burjuvazisi palazlanarak komprador burjuvazi konumuna geldi.

1923’ten önceki dönemde egemen olan komprador büyük burjuvazinin, eski bürokrasinin ve ulemanın yerini, ulusal karakterdeki orta burjuvazi içinden güçlenen ve emperyalizmle işbirliğine girişen yeni Türk burjuvazisi ve eski komprador Türk burjuvazisinin bir kesimi aldı. Bununla beraber eski toprak ağalarının, büyük toprak sahiplerinin, tefecilerin, vurguncu tüccarların bir kısmının egemenliği sürdü, bir kısmının yerini de yenileri aldı. Bu yenilerin bir kısmı, Ermeni ve Rum topraklarına el koyanlardı. Yani eski azınlık komprador burjuvazinin yerine, Türk komprador burjuvazi geçti. (26) Yani mülkiyet sahibi ve emperyalist sermayeye acentelik yapan sınıfın milliyeti değişti. Mülkiyet de emperyalist sermayeye aracılık yapan da Türkleşti.

Kemalist iktidarın temsil ettiği diğer sınıf toprak ağalarıydı. Kemalistler henüz milli mücadele yıllarında toprak ağası sınıfla uzlaştı. Bu hakikati “sol” Kemalist yazar Doğan Avcıoğlu ve Kemalizm’i olumlayan tarihçi Feroz Ahmad da itiraf eder. (27)

Burjuva devrimi bir bakıma toprak devrimidir. Ancak Kemalist iktidarın iki sınıfsal dayanağından biri toprak ağalığı olması nedeniyle, Kemalizm burjuva devrimin en temel görevini de yadsıdı. Kemalist iktidar aşar vergisinin kaldırılmasından sonra toprak ağalarının çıkarlarına dokunan hiçbir girişimde bulunmadı. Ayrıca aşar vergisinin kaldırılması en çok toprak ağalarına yaradı. (28)

1945 yılında çıkarılan Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu toprak reformunu da içeriyordu. Bu kanunun toprak ağalarıyla dolu bir meclisten geçmesinin nedeni, 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı yıllarında yaşanan ekonomik bunalımın yarattığı koşullardı. Kanun üretimi arttırma ortak motivasyonuyla çıkarıldı. Bu süreç yalnızca ağalık düzeninin temel çıkarlarını öncelemek olarak gelişmedi. Feodal sistemin siyasi temsilcisi toprak ağaları parlamentoda siyasi temsiliyet de sağladı.

Ayrıca; kanunun koyduğu birçok maddeyle sınıf mücadelesini de önleyeceği sanılmıştı. Pratik bu yanılgıyı ortaya koyduğu zaman, atılan adımdan geri dönülmüş, kanuna karşı çıkan bir toprak ağası tarım bakanı yapılarak kanun baltalanmış ve toprak reformunu içeren madde de kaldırmıştı. (29)

***

İttihatçı iktidarla başlayan, Türkiye ve Kürdistan işçi-köylü kitlelerini ezen komprador burjuvazinin ve feodal sınıfların burjuva diktatörlüğü Kemalist iktidarlarla birlikte kurumsallaştı.

1909’un Tatil-i Eşgal’i daha şiddetli bir biçimde 1925’te karşımıza Takrir-i Sükûn olarak çıktı.

Komünizme karşı mücadele henüz emperyalist işgale karşı ulusal savaş sürerken, On Beşler katliamıyla ve Ankara’daki komünist faaliyetin felç edilmesiyle başladı. Kemalist burjuvazi, 23 Şubat 1921’de toplanan Londra Konferansı’na komünistleri katlederek katılırsa, Avrupalı efendilerinin teveccühünü kazanacağını, Sevr Antlaşması’nın öldürücü hükümlerinden vazgeçilebileceğini hesaplamaktaydı. (30) Kemalist iktidar “en ilerici” olduğu ulusal kurtuluş savaşı sırasında dahi, emperyalistlere anti-komünist terör gösterileriyle mesaj veriyordu.

Kemalistlerin anti-komünist siyaseti Takrir-i Sükûn’la birlikte sistemli ve kesintisiz bir devlet terörüne dönüştü.

Tarihsel TKP’ye yönelen Kemalist terör, Takrir-i Sükûn’la sistematikleşirken(siyasi yasaklar ve İstiklal Mahkemeleri, 1927’den 1951’e uzanan tevkifatlar) 1950’li yıllara uzanan süreç içinde de artarak sürdü.

Örneğin 1946’da başlayan çok partili burjuva düzende, her türlü burjuva partisine özgürlük sağlandı ama yine Tarihsel TKP’ye özgürlük yoktu.

Şefik Hüsnü önderliğinde, 20 Haziran 1946’da Türkiye Sosyalist Emekçi Partisi’ni kurdu. Parti cemiyetler kanununun bir maddesinin değiştirilmesinden yararlanarak sendikal örgütlenmeye girişti. (31) Parti ve partiye bağlı sendikal çalışma hızla büyüdü. Ancak parti kurulalı altı ay bile olmamışken 16 Aralık 1946 günü komünist çalışmanın yasa dışı olması gerekçe gösterilerek devlet tarafından kapatıldı.

***

Türk komprador burjuvazisinin ilkel sermaye yaratma girişiminin siyasal-iktisadı olan Türkleştirme siyaseti, Kemalist iktidarla birlikte daha da kurumsallaştı. 1913’te Pontus soykırımı(1922’ye kadar) ve 1915’te Ermeni soykırımıyla başlayan, ezilen milliyetlere karşı uygulanan terör; 1921’de Koçgiri’yle, 1925’te Şeyh Said isyanıyla, 1930’da Ağrı isyanıyla ve Zilan’la, 1938’de Dersim’le, 1934 Trakya pogromuyla, 1942 Varlık Vergisi yağmasıyla, 1955’te 6-7 Eylül pogromuyla sürdü.

Günümüzde de bu siyaset ezilen Kürt ulusuna karşı Türk burjuva devletinin bütün olanakları kullanılarak sürmektedir.

İttihatçılarla başlayan demografik dönüşüm Kemalist iktidarlarla birlikte Türk burjuva devletinin varoluş refleksine dönüştü. Örneğin; 19. yüzyılın sonunda yapılan nüfus sayımında Trabzon’daki gayrimüslimlerin kent nüfusuna oranı %42.8’ken, 1927 yılındaki sayımda %1.2’ye düştü. Aynı kıyaslamaya göre gayrimüslim nüfusu; Erzurum’da %31.5’ken %0.1’e, İzmir’de %61.5’ken %13.8’e, Ankara’da %32.6’yken %5.2’ye ve Diyarbakır’da %31.9’ken 11.9’a düştü. (32)

Bu düşüş 1955’e kadar sistemli olarak devam etti ve neredeyse İstanbul dışında gayrimüslim nüfusu kalmadı. İstanbul’daki gayrimüslim nüfusu da yok denecek kadar aza indi.

İktidarın ilk on yılında, Kemalistlerin Türkleştirme siyaseti çerçevesinde binlerce Kürt yurtlarından edilerek Batı’ya yerleştirildi. Bunun yanında Kemalist burjuvazi aynı perspektifle bazı Türkleri Kuzey Kürdistan’ın muhtelif bölgelerine yerleştirdi. (33)

Kemalist iktidarlarla birlikte kurumsallaşan Türkleştirme siyaseti; Müslüman olmayan milliyetleri yok etme, Müslüman olan milliyetleri zorla asimile etme ve asimilasyona direnen milliyetleri ise ezme eylemlerine dönüştü.

Örneğin günümüzde AKP-MHP iktidarı eliyle Kuzey Kürdistan’da sürdürülen kayyum siyasetinin ve işgal “hukukunun” kurucusu Kemalist iktidardır. Kemalist iktidar Ağrı İsyanı sonrasında yeni bir belediyeler kanunu çıkarmış ve Kuzey Kürdistan’da, Hikmet Kıvılcımlı’nın deyişiyle yerel yönetimler lafta kalmıştır. (34) Kuzey Kürdistan’da her şey militarist ve terörist Kemalizm’in en zorbaca emir ve yasaklanmasına tabi tutuldu. Kemalist iktidarların yarattığı bu gelenek bugünde AKP-MHP iktidarıyla sürdürülüyor.

Kemalist diktatörlük ezilen Kürt ulusuna yaptığı sistematik baskıyla birlikte, Lozan Antlaşması sırasında Kemalistlerin desteğiyle ve İngiliz emperyalizminin hamiliğinde, Kürdistan coğrafyası İran, Irak ve Türkiye arasında bölündü. (35)

Burjuva devrimlerin en temel özelliğinin toprak sorununu çözmek olduğundan söz etmiştik. Kemalist iktidarın Batı’da temsil ettiği iki egemen sınıftan birinin toprak ağalığı sınıfı olmasının yanı sıra, Kuzey Kürdistan’da da Kemalistlerin müttefiki toprak ağalarıydı. Kemalist diktatörlük Kürdistan’ı toprak ağalarıyla kurduğu ilişki üzerinden sömürgeleştiriyordu.

Kemalistlerle toprak ağalarının ilişkileri o denli yoğundu ki, Erzincanlı toprak ağası Mustafa ağa, Kemalist devlet cihazının temel direği olan İsmet İnönü’yü oğluna kirve yapmıştı. Hikmet Kıvılcımlı, Kemalistlerin Kuzey Kürdistan siyasetini şöyle özetliyordu:

“Kürdistan’da köylü devriminin elifini bile ağzına alamayan, Şark’a demokratik burjuva devrimini büsbütün yasak eden, buna karşılık Kürt ağalığıyla el ele vererek Kürdistan’ı iktisaden ve siyaseten sömürgeleştiren cumhuriyet burjuvazisi elbette Şark isyanlarındaki mevkiini kendisi herkesten daha iyi bilir. Bu isyanları yapanlar belli olabilir, fakat bu isyanı kışkırtan Kemalizm’dir. Çünkü Kemalizm’in iktidar mevkiinden önce, Kürdistan’da böyle kapsamlı isyanlar yoktu. Ve Kemalist sistemin kuruluşundan onlarca yıl geçtikten sonradır ki, Kürdistan Şark’ın Balkan’ı ve isyan mıntıkası, ateş ülkesi hâline geldi.” (36)

Bu arada belirtmekte fayda var. Kemalizm’in milliyetler soruna yaklaşımının, genel olarak gözden kaçırılan en “ilginç” sonucu 12 Eylül faşist darbesiyle resmi ideoloji hâline gelen Türk-İslamcılıktır. Evet, Türk-İslamcılık Kemalizm’in Türkleştirme siyasetinin öz çocuğudur. Kemalist iktidarların, özellikle Müslüman olmayan azınlık milliyetleri ülke dışına sürmesiyle, geriye çoğunluğu oluşturan Türk-Sünni kitle kaldı. Kemalizm ulus nosyonunu homojenleşmiş ve devletin “öz tebaası” olan, devletle ulusal kimlik ve inanç krizi yaşamayan, Türk-Sünni kitle üzerinden inşa etti. Bu nedenle günümüz Türk burjuva devletinin resmi ideolojisi olan Türk-İslamcılık belirleyici bir biçimde Türkleştirme siyasetinin sonucudur.

Bu anlamda; Kemalizm’in fiiliyatta yalnızca kentli burjuva kesimlere taşımayı seçtiği ve yasayla “güvence” altına aldığı laiklik, yine bizzat Kemalizm’in Türkleştirme siyaseti eliyle fiilen tasfiye edilmiştir.

Şunu da eklemek gerekir ki; Kemalist iktidar laik yasalarını, Takrir-i Sükun sonrasında, komünist hareketi ve azınlık milliyetleri ezdiği sırada çıkardı. Bu anlamda Kemalizm’in laisizmi de, pratik olarak Türkleştirme siyasetinden ve anti-komünist reflekslerinden bağımsız değildir.

***

Bu yazımızda Kemalist iktidarların emperyalizmle bağımlılık ilişkilerini, Kemalizm’in hem kurucu hem de geleneksel refleksleri olan anti-demokratik ve anti-komünist siyasetlerini, dar-burjuva laisizmini ve milli azınlık sorununa yaklaşımını; toplamda ise genel ideolojik ontolojisini kritik etmeye çalıştık.

Dizinin son yazısı olan bir sonraki yazıda ise Kemalizm’in faşist reflekslerini ve genel anlamda faşizmle olan ideolojik ilişkisini ele alacağız.

Kaynakça

Milli Demokratik Devrim, J. Stalin, Ç: Şule Perinçek, Kaynak Yayınları, sy. 70, 2. Baskı, İstanbul, 1992.
Mao Zedung Seçme Eserler-II, Kaynak Yayınları, sy. 361, 3. Baskı, İstanbul, 1992.
Kemalizm tahlili denemesi-I: Türk komprador burjuvazisi: gazetepatika22.com/kemalizm-ta
Demokratik Devrimde Sosyal Demokrasinin İki Taktiği, Lenin, Ç: Arif Bilgin, Temel yayınları, sy. 37, Ankara, 1977.
Türkiye İktisat Tarihi/ 1908-1985, Korkut Boratav, Gerçek Yayınevi, sy. 28, 6. Baskı, İstanbul, 1998.
İttihatçılıktan Kemalizme, Feroz Ahmad, Ç: Fatmagül Berktay, Kaynak yayınları, sy. 160, 4.Basım, İstanbul, 1999.
Türkiye’nin Özgeçmişi-I, Vasfi Nadir Tekin, Sancı Yayınları, sy. 179, 1. Baskı, İstanbul, 2021.
Türkiye İktisat Tarihi/ 1908-1985, Korkut Boratav, Gerçek Yayınevi, sy. 47, 6. Baskı, İstanbul, 1998.
Age, sy. 30.
Age, sy.47.
Türkiye Ekonomisinin Tarihi, Tevfik Çavdar, İmge Kitabevi, sy. 163-164, 1. Baskı, Ankara, 2003.
Age, sy. 211.
Türkiye İktisat Tarihi/ 1908-1985, Korkut Boratav, Gerçek Yayınevi, sy. 31, 6. Baskı, İstanbul, 1998.
Türkiye Ekonomisinin Tarihi, Tevfik Çavdar, İmge Kitabevi, sy. 175, 1. Baskı, Ankara, 2003.
Türkiye İktisat Tarihi/ 1908-1985, Korkut Boratav, Gerçek Yayınevi, sy. 30, 6. Baskı, İstanbul, 1998.
Türkiye Ekonomisinin Tarihi, Tevfik Çavdar, İmge Kitabevi, sy. 254, 1. Baskı, Ankara, 2003.
Komünizm Gözünden Kemalizm, Vahram Ter-Matevosyan, Ç: Gözde Yılmaz, İletişim yayınları, sy.161, 1.Basım, İstanbul, 2023.
Türkiye Ekonomisinin Tarihi, Tevfik Çavdar, İmge Kitabevi, sy. 258, 1. Baskı, Ankara, 2003.
Komünizm Gözünden Kemalizm, Vahram Ter-Matevosyan, Ç: Gözde Yılmaz, İletişim yayınları, sy.160, 1.Basım, İstanbul, 2023.
Türkiye Ekonomisinin Tarihi, Tevfik Çavdar, İmge Kitabevi, sy. 249, 1. Baskı, Ankara, 2003.
Türkiye İktisat Tarihi/ 1908-1985, Korkut Boratav, Gerçek Yayınevi, sy. 49, 6. Baskı, İstanbul, 1998.
Age, sy. 37.
Age, sy. 53.
Türkiye’de Faşist Alman Propagandası, Johannes Glasneck, Ç: Arif Gelen, Onur yayınları, 1.Basım, Ankara.
Türkiye İktisat Tarihi/ 1908-1985, Korkut Boratav, Gerçek Yayınevi, sy. 59, 6. Baskı, İstanbul, 1998.
Türkiye’nin Yarı Sömürgeleşme ve Yarı Feodalleşme Serüveni, Vasfi Nadir Tekin, Sancı Yayınları, sy. 95, 2. Baskı, İstanbul, 2018.
İttihatçılıktan Kemalizme, Feroz Ahmad, Ç: Fatmagül Berktay, Kaynak yayınları, sy. 187, 4.Basım, İstanbul, 1999.
Türkiye Ekonomisinin Tarihi, Tevfik Çavdar, İmge Kitabevi, sy. 183, 1. Baskı, Ankara, 2003.
Türk Devrimi ve Sonrası, Taner Timur, İmge kitabevi, sy.227, 8.Basım, Ankara, 2018.
İbrahim Kaypakkaya-Bütün Yazıları, Umut Yayımcılık, sy.360, İstanbul, 2018.
Doktor Şefik Hüsnü Değimer, Rasih Nuri İleri’nin Aydınlık Sosyalist Dergi’nin 1969 tarihli 7. sayısı.
Türkiye Ekonomisinin Tarihi, Tevfik Çavdar, İmge Kitabevi, sy. 110, 1. Baskı, Ankara, 2003.
İhtiyat Kuvvet: Milliyet(Şark), Hikmet Kıvılcımlı, Yol yayınları, sy.75, İstanbul, 1979.
Age, sy.154.
İbrahim Kaypakkaya-Bütün Yazıları, Umut yayımcılık, sy.241, İstanbul, 2018.
15) İhtiyat Kuvvet: Milliyet(Şark), Hikmet Kıvılcımlı, Yol yayınları, sy.148, İstanbul, 1979
gazetepatika22.com/kemalizm-ta

"İnsan, en çok, erdemleri yüzünden cezalandırılır..."

Friedrich Nietzsche

"Yaşamak, acı çekmektir. Hayatta kalmak, bu acıda bir anlam bulmaktır."

Friedrich Nietzsche

"Bütün tanrılara karşı kinim var."

Karl Marx

"Vergi, bürokrasinin, ordunun, din adamlarının ve sarayın, kısacası tüm yürütme gücü aygıtının yaşam kaynağıdır. Güçlü iktidar ile güçlü vergi aynı anlama gelir."

Karl Marx

“Eğer ananızdan, babanızdan öğreniyorsanız; neyin doğru olduğunu, neyin arzulanır, neyin arzulanmaya değer olduğunu…Geleneklerden öğreniyorsanız, dogmalardan öğreniyorsanız; bu ahlakın düşük bir biçimidir, yüksek bir biçimi değildir."

Ulus Baker

Zenginin parası çok olur, fakirin çocuğu.

Francis Scott Fitzgerald

Biz köylüler için savaşırken, onlar efendileri için kilisede mum yakıyordu.

Vladimir Lenin

Kemalizm Tahlili-1: Türk Komprador Burjuva Siyasetinin İnşası

Türk komprador burjuvazisinin yönetimi altına giren İttihat ve Terakki, işçileri, köylüleri ve çeşitli azınlık milliyetleri ezen, gerici bir burjuva diktatörlüğü kurdu. Turancılık ideolojisiyle, Alman emperyalistlerinin Asya’daki yayılma siyasetine hizmet etti.

Kerem Yıldırım

“Kemalistlerin yaptığı milli burjuvazi yaratmak değil, bütün devlet imkânlarını iktidardaki komprador büyük burjuva ve toprak ağası sınıflarının gelişip güçlenmesi, palazlanması için kullanmaktır.” (1) (İbrahim Kaypakkaya, Bütün Yazıları.)

“Kemalizm’in muntazam olarak mahkûm edilme ihtiyacı” (2) başlıklı yazımızı, bu yazı dizisinin giriş yazısı olarak takdim etmiştik.

Türk burjuva siyasetinin kurucu ideolojisi olan Kemalizm’in güncelliğine karşı, Kemalizm’e karşı yürütülen ideolojik mücadele de kendini yeniden üretmelidir. Egemen sınıflar Kemalizm’in kurucu reflekslerine sarıldığı sürece, Kemalizm’in gerici ve karşı-devrimci niteliğini ortaya sermek de Marksist bir vazifedir.

Bu vazifeyi yerine getirme bilinciyle, Türkiye komünist-devrimci hareketi içinde, Kemalizm’le hem teorik hem de pratik anlamda ilk kez hesaplaşan İbrahim Kaypakkaya, nesnel bir ideolojik referanstır. Kaypakkaya ampirik tarihsel bilgiye ulaşma olanaklarının sınırlı ve zor olduğu bir konjonktürde Kemalizm’i ideolojik-sınıfsal olarak yeniden çözümleme iradesi gösterdi.

Kaypakkaya, Kemalizm’in milli burjuvazinin siyasal temsilcisi olduğu mitolojisini devrimci-komünist bir kavrayışla ve hakikate bağlı kalarak yerle bir etti. Kemalist iktidarın en başından beri Türk komprador burjuvazisinin siyasal temsilcisi olduğunu saptadı. O’nun Türkiye Marksizm’ine en büyük teorik katkısı budur. Keza, Kaypakkaya düşüncesinin en güçlü yanı da bu belirlemedir.

Çünkü Kaypakkaya bu yaklaşımıyla, burjuvazinin bütün kliklerinden kopan ve burjuva siyasetiyle hiçbir biçimde uzlaşmayan bir komünist perspektif üretti. Örneğin milliyetler meselesinde, özel olarak da Kürt sorununda Kaypakkaya’nın pürüzsüz Leninist tahlilinin özgünlüğü bu yaklaşımın ürünüdür. Kemalizm düşman/egemen sınıfın kurucu ideolojisi olarak belirlendiği anda milliyetler meselesinde zihinsel pranga çözülmüştür, bilinç özgürleşmiştir.

Bunlarla birlikte, Kaypakkaya’nın “Kemalizm, bizzat faşizm demektir” savı, siyasal bir belirleme ve propagandist söylem olarak doğrudur ve gerekçelendirilmiş de bir savdır. Ancak bu sav faşizm tahlilinden yoksundur. Yani, Kaypakkaya özel bir faşizm tahlili yaptıktan sonra bu savı ortaya atmamıştır. Bu yoksunluk aynı zamanda Kaypakkaya tezlerinin görece zayıf tarafıdır.

Biz bu eksikliği özel olarak tartışmayacağız. Çünkü bu tartışma en nihayetinde siyasal bir tartışmadır. Esas olan Kemalizm’in sınıfsal karakterinin, gerici ve karşı devrimci niteliğinin belirlenmesidir.

Biz bu dizide Kemalizm’in emperyalizmle ve faşizmle ilişkisini, karşı-devrimci ve gerici niteliğini ve bu niteliklerinin sınıfsal dayanaklarını veriler eşliğinde ortaya koyacağız. Keza bu açıdan da ideolojik-tarihsel referansımız Kaypakkaya olacaktır. Meseleyi onun devrimci yaklaşımındaki siyasal tercihini esas alarak açıklayacağız.

Bu yazı dizisi yeni bir perspektif ortaya koyma iddiası taşımıyor ama geleneksel ve güncel devrimci perspektifin siyasal tezlerini güçlendiren olgular eşliğinde, devrimci yaklaşımı hatırlatma iddiası taşıyor.

Yazı dizisinde; emperyalizmin Türkiye’ye girişini, komprador burjuvazinin oluşum sürecini ve bu sınıfın siyasal kopuşlar(İttihatçı ve Kemalist iktidar dönemleri) içerisinde, her dönemde devletin sahibi olduğu gerçeğini ortaya koyacağız.

Bu süreci ortaya koyarken, Türk burjuvazisinin kurucu ideolojisi olan Kemalizm’in de hangi tarihselliğin ürünü olarak biçimlendiğini ve güncellendiğini ele alarak dizimize başlıyoruz.

***

Kapitalist aşamaya geçmesiyle birlikte, Batı Avrupa ülkelerinin Osmanlı ekonomisi üzerinde her zaman etkili olduğunu kabul etmek gerekir. Doğu Akdeniz’in kıyı yörelerine Haçlılar döneminden miras kalan imtiyazlar düzeni kapitülasyonları, Osmanlı Devleti tarafından olduğu gibi devralındı. Zamanla, Anadolu ve Doğu Akdeniz’in diğer bölgelerine eski ticaret yollarını tekrar çekebilmek için mevcut imtiyazlar daha da geliştirildi. (3)

Böylece, Batılı kapitalistler daha güçlenmeden sömürecekleri alanlar hazırdı. Kapitülasyonlar bir yana, Batılı kapitalistlerin Osmanlılardan aldığı bir ödün de 1838 İngiliz ticaret antlaşmasıydı. Bu antlaşmayla Osmanlı İngiliz kapitalizminin yarı-sömürgesi hâline geldi.

1855-1857 arasında İngiliz tüccarlar eliyle imtiyazlı Aydın demiryolu faaliyeti yürütüldü. (4) Aydın-İzmir demiryolu inşası 1857 Eylül’ünde başladı. İngiliz kapitalistlerinin yaptığı demiryolu Osmanlı bürokrat-egemen sınıflarına vergi geliri olarak katkı sağladı. (5)

İngiliz emperyalizmi Osmanlı’dan Amerikan İç Savaşı sona erene kadar pamuk ithal etti. Pamuktan sonra zımpara taşı ve krom ithalatı da başladı.

Hammaddeleri sürekli ve düzenli bir biçimde, en ucuza sağlamak, hammadde üreten ülkeleri ekonomik ve siyasal denetim altına sokmak, emperyalist dış siyasetin başlıca amaçlarından biridir. İngiliz emperyalizmi için Osmanlı, ucuz hammadde alıp sanayi ürünleri sattığı, sermaye ihraç ettiği bir pazardı.

İngiliz emperyalizminden sonra; sırayla Fransız, ABD ve Alman emperyalizmi de Osmanlı pazarından pay almak için, özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra rekabete dâhil oldular. 20. yüzyılın başlarına yaklaşırken İngiliz ve Alman emperyalizmi arasında muazzam bir pazar mücadelesi ortaya çıktı.

1899 yılında, Osmanlı hükümeti, Aydın-İzmir demiryolu hattının Anadolu Demiryolu Kumpanyası’na satılması için şirkete baskı yaptığı zaman, İzmir’deki İngiliz kolonisi egemen durumunu Almanlara kaptıracağını düşüncesiyle ayaklandı. Aynı yıl değişen maden yasası nedeniyle İngiliz ve Alman emperyalistleri arasında krom krizi de çıktı. (6) İngiliz ve Alman emperyalizmi arasında; 1941’de, Kemalist iktidar döneminde yeniden yaşanacak olan krom krizi böyle başladı. (7)

Batı Anadolu’da İngiliz emperyalizminin ekonomik üstünlüğü 1890’lara doğru zayıfladı. Buna karşılık Alman emperyalizmi, giderek daha geniş ölçüde bölgenin ekonomik hayatına egemen oldu. Orhan Kurmuş’un ifadesiyle, İngiliz emperyalizmi Osmanlı’yı Alman emperyalizmine terk etmişti. (8)

İttihatçıların Alman emperyalistlerinin yanında, İngiliz emperyalizmine karşı 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’na girmesini getiren sürecin iktisadi temelleri böylece atılmış oldu. (9)

İngiliz emperyalizminin Batı Anadolu’da demiryolu inşa ederek ekonomik etkinliğinin başlamasıyla, Osmanlı komprador-işbirlikçi ticaret burjuva sınıfı da tarih sahnesine çıktı. Özellikle demiryolunun yapımından sonra Rum ve Ermeni tüccarlar, Batı Anadolu’nun her yöresinde dükkânlar açarak İngiliz tüccarlardan aldıkları malları satmaya başladılar.

Türk köylüsü, “yabancı” diye nitelendirdikleri İngilizlerle ticaret yapmayı, hem güvensizliklerinden hem de Rum ve Ermeni komisyoncuların kışkırtmaları yüzünden reddetti. (10) Bu durum Rum ve Ermeni ticaret burjuvazisinin sistemli olarak palazlanmasını sağladı. Kısacası, Osmanlı komprador-ticaret burjuvazisi Rum ve Ermeni tüccarlardan oluştu.

Ege’nin Türk köylüsü Hristiyan tüccarların kölesi hâline geldi. Ağa baskısının yerini Hristiyan tüccar aldı. (11)

19. yüzyılın başına doğru kızışan İngiliz-Alman rekabeti, komprador burjuva sınıfın biçimlenmesinde tayin edici bir rol oynadı. Keza, bu rekabet, ileride yaşanacak olan burjuva siyasal kırılmalara da yön verdi.

İngiliz ve Fransız emperyalizminin acentesi hâline gelen Rum ve Ermeni ticaret burjuvazisine karşı Alman emperyalizmi, zayıf Türk ticaret burjuvazisi için “can simidi” hâline geldi. Çünkü bu rekabet ortaya çıkana kadar Türk ticaret burjuvazisi, esasen Rum ve Ermeni ticaret burjuvazisine bağımlı bir ekonomik etkinlik sürdürüyordu. Bu nedenle; İttihatçıların ve Türkçülerin Alman sevgisi bu siyasal iktisadi hakikatin bir ifadesiydi. İttihat ve Terakki Cemiyeti, Avrupa emperyalistlerinden en az birine dayanmadan bir şey yapılamayacağı görüşünü taşıyordu. (12)

Tam da bu aşamada, İttihatçılık içinde İngiliz ”liberalizmine” karşı ortaya çıkan milli iktisat düşüncesinden de söz etmekte fayda var. Milli iktisat kavramı 19. Yüzyıl Almanya’sında kapitalist geri kalmışlığa karşı ortaya çıktı. Friedrich List tarafından, İngiliz Klasik Okulu’nun iktisadi yönelimlerine karşı, romantik bir ulusal ekonomik “tepki” muhtevası taşıyordu. (13)

Milli iktisat düşüncesi İngiliz ve Fransız emperyalizminin acentesi olan Rum ve Ermeni komprador-işbirlikçi sınıflarına karşı, Türk ticaret burjuvazisinin iktisadi reaksiyonu olarak İttihatçılar-Türkçüler tarafından savunuldu. Modern Türk burjuva siyasetinin kurucu unsuru olan İttihat ve Terakki Partisi bir “bağımsızlık anlayışı” olarak, İngiliz ve Fransız emperyalizmine karşı Alman emperyalizmini tercih etti.

Özellikle belirttiğimiz üzere, bu anlayış Türk burjuva siyaseti açısından kurucu bir niteliğe sahiptir. İttihat Terakki iktidarından itibaren; 1945’e kadar olan süreçte, yani Amerikan emperyalizminin İngiliz ve Alman rakiplerini elediği döneme kadar, Türk burjuva siyasetinde İngilizci ve Almancı burjuva klikler hep var olacaktı.

Milli İktisat fikri Kemalist iktidar tarafından da, 1935 yılında güdümlü ekonomi kavramıyla güncellendi. Kavramı ilk kez, 1935’te M. Kemal kullandı. Kavramın uluslararası referansı bu kez Alman emperyalistleri değil, İtalyan faşistleriydi. (14)

***

Kemalizm’in ideolojik-siyasal kaynağı; öncelikle 1908 Jöntürk hareketi içinde şekillenen İttihat Terakki’ye, ardından ise Türk Ocaklarına dayanır.

Meseleyi açalım.

1908 Ayaklanmasını kategorik biçimde devrim olarak nitelemek doğru değildir. Çünkü hareketin amacı 1876’da kabul ettirilmiş bir anayasayı geri getirmek ve bu yoldan devleti kurtarmaktı.(15) Özetle I. Meşrutiyetçi Genç Osmanlılarla İttihatçılar arasında temelden bir siyasal yönelim farkı yoktu. Jöntürkler Anayasal-Monarşiyi savunma çizgisini sürdürüyordu.

Hareketin devrimci yönü, daha sonraları, uygulanan siyasetin sonucu girişilen ıslahat(yasal alanda modernleşme hamleleri, kapitülasyonlara karşı mücadele, toprak reformu çabaları ve azınlık milliyetlerin hakları, basın özgürlüğü) ve ıslahatın yol açtığı toplumsal değişiklikle ortaya çıktı.

Lenin Devlet ve Devrim isimli eserinde, 1908’in burjuva devrimi olarak kabul edilmesi gerektiğini vurguluyor ancak bu devrimin “halk devrimi” olmadığını belirtiyordu. Çünkü Lenin’e göre, bu devrimde, halk kitleleri, halkın büyük çoğunluğu, etkin biçimde, bağımsız olarak, kendi iktisadi ve siyasi talepleriyle ortaya çıkmadı. (16)

Osmanlıcılığın siyasal pratikte işlevsiz olması hareketi kaçınılmaz olarak ulusçuluğa yöneltti. Osmanlı büyük sermayesinin Rum ve Ermeni burjuvazisinin elinde toplanması da, İttihatçıların Türk milliyetçisi bir ideolojik hatta girmelerini hızlandırdı. Türk burjuvazisinin ekonomik temelinin zayıflığının yanı sıra, halkın örgütsüz olması da 1908’i padişah ve tekelci kapitalizm karşısında ılımlı bir burjuva devrim hâline getirdi.

İttihatçılar, hareketlerinin ideolojik yönelimi ve sınıfsal aidiyetleri gereği, iktidarın alınmasının hemen ertesinde halk sınıflarına karşı savaş açtılar.

İttihatçı iktidar, daha baştan feodal-komprador burjuva sınıflarla uzlaştı. Bunun sonucu olarak, halk yığınlarının demokratik mücadelesini bastırmaya yöneldi.

Türk komprador burjuvazisinin yönetimi altına giren İttihat ve Terakki, işçileri, köylüleri ve çeşitli azınlık milliyetleri ezen, gerici bir burjuva diktatörlüğü kurdu. Turancılık ideolojisiyle, Alman emperyalistlerinin Asya’daki yayılma siyasetine hizmet etti.

Bütün ülkeyi saran grev dalgası karşısında İttihatçı iktidar telaşlandı. 1908’in üzerinden bir yıl geçmeden Alman emperyalistlerinin baskısıyla Adliye Vekâletinde danışmanlık yapan Kont Ostrog‘un hazırladığı Tatil-I Eşgal Kanunu’nu çıkarttı. Bu kanunla grevi ve sendika kurmayı yasakladı. 1908 Burjuva Devrimi’yle kazanılan hakları gasp etti.

31 Mart ayaklanmasını fırsat bilen hükümet, ilan ettiği sıkıyönetimle bütün halk ve işçi sınıfı üzerindeki baskısını ağırlaştırdı. Patronlar, işçilerin mücadelelerle elde ettikleri hakları yok etmeye çalıştılar. Birçok işçi kuruluşu kapatıldı.

İttihat ve Terakki hükümeti 1913 yılında devrimci kurumlara ve işçi sendikalarına karşı azgın bir saldırıya geçti. Bütün teşkilatları dağıttı. İlerici gazeteleri kapattı. Sendikaları yasakladı.

İttihatçılar, toprak ağaları ve tefecilerle birleşerek geniş köylü kitlelerini de baskı altına aldılar. Gelirleri emperyalist tekellere ayrılmış olan ağır vergilerle köylüleri sömürdüler. Bir yandan toprak ağalarının mülkiyetini sağlamlaştırırken, diğer yandan da iç pazarı emperyalizme daha fazla açmak ve emperyalizmin geniş halk yığınları üzerindeki sömürüsünü arttırmak için kanunlar çıkarttılar.

Komprador burjuva-feodal diktatörlük milli azınlıklar üzerinde de baskı ve katliam politikası uyguladı. 1915’te yüz binlerce Ermeni’yi katletti, geri kalanlarını da yurtlarından sürdü. Arap ve Kürt milliyetlerine çeşitli baskılar uyguladı.

1911 yılına kadar İngiliz ve Fransız emperyalistlerine dayanan komprador burjuva-feodal iktidar, 1911’den sonra hızla Alman emperyalistleriyle işbirliğini geliştirdi. Talat, Enver ve Cemal Paşa troykası yönetimindeki komprador burjuva- feodal İttihat ve Terakki diktatörlüğü, 1915’te Alman emperyalistleriyle birlikte ülkeyi 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’na soktu.

Mithat Cemal Kuntay bu dönemi Üç İstanbul romanında, Sakallı Vasfi karakteriyle özlü bir biçimde betimlemiştir:

“Sakallı Vasfi, İttihatçı olmadığına, en çok, Harb-i Umumi’de yandı. İnsan 1914, 1915, 1916 senelerinde Enver Paşa’nın, Cemal Paşa’nın elini sıkmalıydı.

Vasfi, muhaberede İttihatçı olmadığı için neler kaybettiğini düşünüyordu: Alman markı dolu İngiliz kasası… Kapısı istimbotlu yalı… Apteshanesi kaloriferli konak… Pahalı metres… Viyana seyahati… Berlin ticareti…” (17)

***

Bu yazımızda Türk komprador burjuvazisinin oluşumunu ve Kemalizm’in ideolojik-siyasal öncülü olan İttihatçı iktidarın Türk komprador burjuvazisiyle olan ilişkisini değerlendirdik.

Bir sonraki yazımızda ise İttihatçılık ve Kemalizm’in ideolojik sürekliliği ilişkisini, Türk burjuva devletin kurumsallaşan Türkleştirme ve anti-komünizm siyasetlerini ele alacağız.

keremyildirimni@gmail.com

Kaynakça

İbrahim Kaypakkaya-Bütün Yazıları, Umut Yayımcılık, sy.391, İstanbul, 2018.
Kemalizm’in Muntazam Olarak Mahkûm Edilme İhtiyacı – gazetepatika22.com/kemalizmin-
Türkiye Ekonomisinin Tarihi, Tevfik Çavdar, İmge Kitabevi, sy. 52, 1. Baskı, Ankara, 2003.
Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi, Orhan Kurmuş, Yordam Kitap, sy. 100, 1. Baskı, İstanbul, 2008.
Age, sy. 113.
Age, sy. 225.
Türkiye Ekonomisinin Tarihi, Tevfik Çavdar, İmge Kitabevi, sy. 301, 1. Baskı, Ankara, 2003.
Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi, Orhan Kurmuş, Yordam Kitap, sy. 231, 1. Baskı, İstanbul, 2008.
Age, sy. 229.
Age, sy. 241.
Age, sy. 137.
Osmanlıların Yarı-Sömürge Oluşu, Tevfik Çavdar, Ant Yayınları, s. 71, 1. Baskı, İstanbul, 1970.
Kemalizm-İdeoloji, Aydınlar ve İktisat; İhsan Ömer Atagenç, Türkiye Notları Yayınevi, sy.89, 1. Baskı, Ankara, 2021.
Türkiye’de İktisadi Düşünce, Kemalizm’in Ekonomi Politiğinde Unutulmuş Bir Sayfa: “Güdümlü Ekonomi”; Kaan Öğüt-Cenk Yaltırak, İletişim Yayınları, sy.183, İstanbul.
İttihat ve Terakki, Feroz Ahmad, Ç: Nuran Yavuz, Kaynak yayınları, sy.33, 7.Basım, İstanbul, 2007.
Devlet ve Devrim, Lenin, Ç: M. Halim Spatar-Celal Üster, Yordam Kitap, sy.57, 4. Basım, İstanbul, 2021.
Üç İstanbul, Mithat Cemal Kuntay, Oğlak Yayıncılık, sy.417, 13. Baskı, İstanbul, 2011.
gazetepatika22.com/kemalizm-ta

Yüz yıllık Cumhuriyet’in Gerçek Mirası Nedir?

[Aşağıdaki yazı EKİB ve Köz tarafından geçen yıl hazırlanıp basılan ‘İki Farklı Ekim‘ adlı kitaptan alınmıştır (s. 45).]

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna dair yaratılan hurafelerden en büyüğü ve en yaygın kabul göreni, bu nedenle de en tehlikeli olanı Türkiye Cumhuriyeti’nin Mustafa Kemal önderliğinde verilen anti-emperyalist bir kurtuluş savaşı sonunda kurulmasına ilişkin olanıdır. Hâlbuki Türkiye Cumhuriyeti bir bağımsızlık savaşının değil emperyalist bir paylaşım savaşının ürünüdür. Sadece sömürgelerin, devletleşememiş ve yahut ilhak edilmiş ezilen ulusların bir kurtuluş savaşı verebileceği bilinen bir gerçektir. Ancak bu durum Türkiye örneğinde sık sık unutulur çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş öyküsü ne bağımsızlığına kavuşan bir sömürgenin ne de bir ezilen ulusun öyküsüdür. Aksine Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı İmparatorluğu’nun yegâne mirasçısıdır. Osmanlı İmparatorluğu’ysa emperyalist bir paylaşım savaşına girmiş bu savaşın sonucunda mağlupların tarafında yer aldığı için parçalanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’yse bu paylaşımda Osmanlı’ya ayrılan toprak parçasını kabullenmeyen Osmanlı bürokratlarıyla Anadolu’nun Müslüman küçük burjuvazisinin İngiltere’nin desteklediği Yunan ordusuna karşı verdiği mücadele sonunda kurulmuştur. Başka bir deyişle Türkiye sömürgeciliğe karşı başkaldıran bir halk hareketinin değil emperyalist paylaşım savaşının sonucunda kendisine düşen payı kabullenemeyen bürokrasinin devletidir.

Türkiye Cumhuriyeti birinci ve ikinci paylaşım savaşları sonunda Ortadoğu’da kurulmuş gerici statükoların cumhuriyetidir. Bir ulusal kurtuluş mücadelesine bağlı olarak kurulmayan Türk devletinin toprak bütünlüğü emperyalist paylaşım savaşlarının sonunda ortaya çıkmış gerici statükoların devamına bağlıdır. Bu statükoların bozulmasının Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerinde durduğu zeminde bir toprak kaymasına yol açacağı kesin.

Türkiye Cumhuriyeti katliam ve talan üzerine kurulmuştur. TC’yi kuran kadroların önemli bir bölümü 1915’teki Ermeni Katliamı’nda aktif rol üstlendiler. Anadolu’yu “Türk Yurdu” yapmak isteyen ittihatçı bürokratlar 1,5 milyon Ermeni’yi topraklarından sürmüş; sürmekle kalmamış öldürmüştür de. Yaşadığımız topraklardaki Yunan emekçilerinin başına gelenler özünde Ermenilerin başına gelenlerden farksızdır. “Kurtuluş Savaşı” diye anılan savaşın sonrasında bir milyonun üstündeki Yunan emekçisi ve köylüsü Ege Bölgesi’nden Yunanistan’a sürüldü. Böylelikle yüzyılın başında Anadolu’nun nüfusunun dörtte birini oluşturan gayrimüslimler sözde Kurtuluş Savaşı’nın ertesinde nüfusun sadece yüzde birini oluşturmaktaydı. Yurtlarını terk eden gayrimüslümlerin malları ve toprakları ise doğmakta olan Türk burjuvazisinin servet kaynağı oldu. Erzurum’dan Adana’ya Ermenilerin toprakları aynı yörenin Türk eşrafı tarafından talan edilmiştir. Türkiye’nin en zengin ailelerinden Sabancılar’la Karamehmetler’in servetlerinin kökeninde kırıma uğratılmış Ermenilerin Çukurova’daki bereketli arazilerinin gasp edilmesinin yattığı ise pek hatırlanmaz. Benzer biçimde çoğunun kökeni Ege’deki sahip oldukları topraklara giden “saygın işadamlarımız”ın servetlerinin kökeninde Rum köylülerinin talan edilmiş birikimleri bulunur. Başka bir deyişle Türkiye Cumhuriyeti devrimci bir burjuvazinin siyasi mücadelesi sonucunda doğmamış, tam aksine katliamcı ve yağmacı bir devletin talanlarından beslenip palazlanan akbaba ruhlu bir burjuvazinin oluşmasına yol açtı.

Türkiye Cumhuriyeti inkar ve imha üzerine kurulmuştur. Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinde Kürtlerin inkarı vardır. Kürdistan’ın en büyük parçasını yutan Türkiye Cumhuriyeti yaşadığımız topraklarda Kürtlerin devletleşmesine fırsat vermemek için Kürtler diye ayrı bir ulusun var olduğunu hiçbir zaman kabul etmemiş, tüm Kürtlerin zorla Türk olduğunu ileri süren inkarcı tutumu benimsemiştir. İnkarı kabul etmeyip ayaklanan Kürtler hep Türkiye Cumhuriyeti’nin imha saldırılarına maruz kalmıştır. İnkarın ve imhanın boyutlarını hatırlamak için Cumhuriyet’in kuruluşundan 1938’e kadar geçen dönemde toplam on dokuz ayaklanma yaşandığını bunların on sekiz tanesinin Kürdistan’da gerçekleştiğini söylemek yeterli olacaktır.

Türkiye Cumhuriyeti işçi ve emekçilerin tepesine binerek kurulmuştur. Cumhuriyet’in kurucularının işçi düşmanı karakteri daha Cumhuriyet kurulmadan kendini belli etmiştir. 17 Şubat 1923’te toplanan İzmir İktisat kongresinde çağrılan delegelerin arasında tek bir işçinin bile bulunmaması, işçiler adına patronların konuşması Cumhuriyet’in sınıfsal bileşiminin ne olduğu hakkında ilk ipuçlarını verir. 1925’te Şeyh Sait Ayaklanması bahane edilerek ilan edilen Takriri Sükun kanunlarıyla birlikte her türden sendikal örgütlenme yasaklandı işçilerin bağımsız sendikalar kurması yolundaki tüm kapılar kapatıldı. 1936 yılında faşist İtalya’dan ithal edilen İş Kanunu ise Cumhuriyet’in sınıfsal niteliğinin ne olduğuna ilişkin her türlü şüpheyi ortadan kaldırıp Cumhuriyet rejiminin işçi düşmanı karakterini gözler önüne serdi.

Türkiye Cumhuriyeti bir siyasi cinayetler cumhuriyetidir. Türkiye Cumhuriyeti daha kurulmadan önce Mustafa Kemal’in siyasi cinayetleriyle ortadan kaldırılan komünistlerin kanıyla lekelenmiştir. Mustafa Suphi ve yoldaşları yaşadığımız topraklardaki modern anlamdaki ilk siyasi partinin kurucuları oldukları gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucularının işlediği siyasi cinayetlerin ilk kurbanları oldu. O günden bugüne TC’nin işlediği siyasi cinayetlerle ortadan kaldırdığı devrimcilerin sayısını kimse bilmez.

İşte 100 yıllık Cumhuriyet’in asıl mirası bunlardan ibarettir.

Türkiye Cumhuriyeti işçilerin, emekçilerin ve ezilen ulusların esareti üzerinde yükseldi. Bu cumhuriyeti temellerinden yıkarak tarih sahnesinden silip, bu topraklarda yepyeni bir işçi-emekçi cumhuriyeti kurma görevi de yine onlara düşüyor.
kozarsiv.org/yuz-yillik-cumhur

Show older
Qoto Mastodon

QOTO: Question Others to Teach Ourselves
An inclusive, Academic Freedom, instance
All cultures welcome.
Hate speech and harassment strictly forbidden.